Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Dr. İmbat Muğlu

KUDÜS

Gökte yaratılıp yere indirilen şehir, Kudüs.

                                                         Sezai Karakoç                                                                         

Kudüs… Hz. Âdem’in (a.s) ayak izi, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberlere serdarlık yaptığı altın mekân. İslam’ın ilk kıblesi, ikinci mescidimiz ve üçüncü haremimiz Mescid-i Aksa’yı bağrında barındıran mübarek şehir… Tarihi oldukça eski olan Kudüs şehri, üç ilâhî din içinde önemli bir yere sahiptir. Hz. İbrahim’den itibaren pek çok peygamberin yaşadığı ve mücadele ettiği yer olması, önemli ibadet yerlerini barındırması, Museviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için kutsal bir yerdir. Kudüs şehrinin tarihi çeşitli kalıntıların incelenmesinden sonra arkeolojik verilere göre ilk yerleşimlerin M.Ö. 3000’lerde gerçekleştiğini göstermektedir. Binlerce yıllık tarihi barındıran Kudüs 638 yılında adaletiyle nam salan, Kudüs’ün ilk fatihi, ikinci İslam halifesi Hz. Ömer komutasında ki İslam orduları tarafından fethedilmiştir. Bu el değiştirme, önceki asırlardaki kanlı savaş ve katliamlardan tamamen farklı olarak Hz. Ömer tarafından sulh yoluyla fethedilmiştir. Önceleri Yahudilerin Kıblesi olduğundan Hristiyanlar Kudüs’ü ele geçirince güya Hazreti İsa’nın intikamını almak için bu kutsal kaya mevkiini  çöplük yaptılar. Çünkü bundan önce de Yahudiler Hazreti İsa’yı astıkları(!) yeri mezbelelik yapmışlar ve o oraya Kumame (çöplük) demişlerdi. Hz. Ömer Kudüs’ü fethedince Hıristiyanların kirletmiş oldu Davud aleyhisselâmın mihrabını temizletti.[1] Hz.Ömer Kudüs halkına din hürriyetini tanımış onlara kilise ve haçları konusunda güvence vermişti. Hz.Ömer’in bu davranışı İslam’ın diğer semavi dinlere müsamaha, bütün mukaddesatlara  saygı gösterdiğinin, onları hakir görmediğinin  pratik delilidir. İslam dini, hiç kimseyi din konusunda zorlamaz. Bunu ancak kişinin kendi arzusuyla yapmasını ister. İman insanların kendisine zorlanacağı bir husus değildir. Çünkü o,  kalbî bir ameldir. Kalpleri de Allah’tan başkası bilemez. Kudüs kenti Müslüman yönetim altındayken tam anlamıyla altın çağını yaşamıştır. Emevi ve Abbasi dönemlerinde kentte Altın Kubbe (Kubbetü’s-Sahra) başta olmak üzere dünyanın en güzel mimari şaheserleri yapılmıştır. 1099 tarihinde İlk Haçlı Seferi ile birlikte Kudüs’te tarihin büyük katliamlarından biri yapılmıştır. Kentin haçlıların kontrolüne geçmesi ile 70.000’den fazla Kudüslü katledilmiş, Kubbetü’s-Sahra kiliseye dönüştürülmüş, Aksa Camii’nin bir bölümü haçlı askerleri için ahır haline getirilmiştir. Yahudiler havralarıyla birlikte yakılırken bazı Hıristiyanlar da aynı akıbete uğramıştır. Yaklaşık bir asır süren bu durum, “Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki…” sözüyle hafızalara kazınan Selahaddin Eyyubi, komutasındaki Müslümanların 1187 yılında Hittin’deki savaşta haçlıları yenilgiye uğratması ve kenti yeniden alması ile sona ermiştir. Selahaddin Eyyubi kuşatma sırasında Kudüs’ün zarar görmemesi için büyük önem gösterdiği ve kutsal şehri korumak için “Kudüs’ün, Allah’ın kutsal saydığı beldelerden biri olduğuna büyük bir inancım vardır. Sizin de kutsallığına inandığınız bu beldeye muhasara ve savaşın gerektirdiği yollarla hücum etmek ve girmek istemiyorum.” ifadelerini kullandığı bilinir. Haçlılarca tahrip edilen Mescid-i Aksa’yı kendi elleriyle süpüren ve gül yağıyla yıkatan Selahaddin Eyyubi, Harem-i Şerif’i Hristiyanlara ait sembollerden arındırdı. Fetih sonrası Kubbetü’s Sahra’daki haçın da indirilmesinin ardından 88 yıl boyunca duyulamayan ezan sesi yeniden şehrin semalarında yankılanmaya başladı. Kudüs Müslüman devletlerarasında çeşitli el değiştirmelerin yaşanmasıyla birlikte, Birinci Dünya savaşı sonrasına kadar Müslüman egemenliğinde kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Kudüs İngiliz işgaline girmiştir. İngiliz sömürge yönetiminin himayesinde yürütülen etnik temizliğin ardından; 14 Mayıs 1948 yılında terör devleti İsrail’in resmen kurulmasının ardından, ertesi gün Nekbe, yani Büyük Felaket gününde İsrail işgal rejimi kentin çevresindeki 41 Filistin Arap köyünden 39’unu yerle bir ederek, on binlerce Filistinli’yi kendi topraklarında mülteci konumuna düşürdü. İsrail; 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda o zamana kadar Ürdün’ün kontrolü altında bulunan Doğu Kudüs’ü işgal etti. İşgal devleti İsrail, 1980 yılında Kudüs’ü tamamen ilhak ederek kenti kendi işgalci devletinin tek ve ebedi başkenti ilan etmiştir. İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi, Kudüs’ün kutsal şehir karakterinde ve statüsünde değişiklik öngören bir yasanın yürürlüğe girmesinden duyduğu endişeyi dile getiren bir karar yayınlamıştır.[2] Bu yasada uluslararası hukukun ihlal edildiği ifade edilmiştir. İsrail Doğu Kudüs’ü işgal etmesinden bu yana onlarca yerleşim yeri kurarak buraya yüz binlerce Yahudi’yi yerleştirdi. Uluslararası hukuk tarafından Kudüs’teki Yahudi yerleşimleri yasadışı kabul edilmesine rağmen hukuk tanımaz terör devleti İsrail, bu kararı yok saymaktadır. Günümüzde İsrail Kudüs konusundaki sorunu çözmek yerine buruda bulunan tüm Müslümanları ve kutsal değerlerini ortadan kaldırma politikasını yürütmektedir. Kudüs, yaklaşık 1400 yıl Müslüman egemenliğinde kalmış ve bu döneme ait yüzlerce tarihi eseri içinde barındıran bir İslam şehridir. Bu eserlerin birçoğu camii ve mescitlerden oluşmakta ve Kudüs’ün İslami kimliğini yansıtmaktadır. Bu eserlerin yok olması Kudüs’ün İslam kimliğinin yok olması demektir. Kudüs ve civarında yaşayan Filistinli Müslümanların evleri yıkılmakta, işyerleri kapanmakta, tarım arazileri işgalciler tarafından yakılmaktadır. Dünyanın gözü önünde her gün sokak ortasında yargısız infazların olduğu, çığlıkların ve bombaların eksik olmadığı, insan haklarının her gün ayaklar altına alındığı bu kutsal şehir, 1917 yılından beri Siyonizm işgali altındadır. Müslümanlar Kudüs’ü isminde olduğu gibi bir barış şehrine dönüştürme hesapları yaparken zâlim İsrâil’liler ise Mescid-i Aksa’yı işgal etmektedir. Mescid-i Aksa Vakfı Müdürü Şeyh Ömer El-Kisvani, İsrail’in Mescid-i Aksa’daki Müslümanlara yönelik gerçekleştirdiği saldırılara yönelik minare hoparlöründen tarihi bir çağrı yaptı. Hoparlörlerden dünyaya ve Müslümanlara seslenen El- Kisvani, “Camilerimizi yakıyorlar! Ümmetin şerefi çiğneniyor! Ya Rabbi! Selahaddin nerede? Selahaddin nerede? Bize Selahaddin’ini gönder. Biz direnenleri zalimlerin insafına terk etme! Canımız kanımız Aksa’ya feda olsun.” Diyerek İsrail’in zulmüne karşı Müslümanları birlik olmaya çağırdı. Benzer bir çağrıyı yıllar önce kendine has ifadesi ile Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamız “8 milyonluk İsrâil için 1,5 milyar Müslüman Ebabil bekliyorsa, Ebabiller gelse ilk bizi taşlar.” demişti. Hem Necmettin Erbakan hocamın hem de Mescid-i Aksa Vakfı Müdürü Şeyh Ömer El-Kisvani’nin birlik çağrılarından hareketle; Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, İran, Irak, Kuveyt, Libya, Lübnan, Cezayir… Kısacası tüm İslam Ümmeti birleşmelidir. Yoksa katil İsrail’in zulmü ve işgali yakında Filistin’i ve Kudüs’ü tamamen ortadan kaldırır. Ey Müslüman kardeşim bu zulme sessiz kalma! Mescid-i Aksa onurumuzdur, onurumuzu ayaklar altına aldırma.

Dr.İmbat MUĞLU

[1] http://www.istanbultarih.com/hz–omer-in-kudus-u-fethi-240.html
[2] un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/476(1980)

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER