Devlet Aklının İzinde: Kapıkulu’dan İHA’lara Uzanan Güvenlik Mirası

Haz 5, 2025 - 20:10
Devlet Aklının İzinde: Kapıkulu’dan İHA’lara Uzanan Güvenlik Mirası

Tarih sadece olmuş bitmiş bir masal değildir. Devletler için tarih, reflekslerin, stratejilerin ve hafızaların toprağıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtaya yayılmış o görkemli varlığı, yalnızca askeri fetihlere değil; akılcı, çok katmanlı ve yerel unsurlarla örülmüş ilmin ışığında bir güvenlik mimarisine dayanıyordu.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti, yüksek teknolojili İHA'larla, derin savunma doktrinleriyle ve bağımsız dış politikasıyla kendine güvenen bir güvenlik aklını temsil ediyorsa; bunun zihinsel temellerinden biri Osmanlı’dır.Maziden atiye uzanan bu yolculukta görünmeyen yüzlerin, sessiz ve etkileyici akılların inşa ettiği bu tarihsel zemin, geleceği sağlam kurgulayan stratejik bir pusuladır.

Osmanlı'nın temel güvenlik anlayışı, yalnızca düşmana karşı değil, içerideki çözülmelere karşı da sürekli teyakkuz hâlindeydi.Çünkü Osmanlı niteliksel hem de nicel anlamda büyük bir coğrafyaya hükmediyordu.Kapıkulu ocakları bu anlamda sadece bir askerî sınıf değil, aynı zamanda iç güvenliğin ve padişaha bağlılığın sembolüydü. Devşirme sistemiyle kurulan bu yapı, devletin sadakat zincirini de merkeze bağlayan stratejik bir mekanizma işlevi görüyordu.

Ancak Osmanlı’da güvenlik yalnızca askerle sağlanmazdı. Kadılar, müftüler, lonca teşkilatları, mahalle temsilcileri gibi bir çok unsur vardı.Her biri sosyal dokunun hem düzenleyicisi hem de bilgi taşıyıcısıydı. Deyim yerinde ise fısıltı gazetesi  o dönemde de önemliydi yani kahvehanelerde ne konuşuluyorsa, saraya da o giderdi.

Mesela Celali isyanları gibi geniş çaplı iç tehditlerde Osmanlı’nın asıl savunması ordu değil, bilgi ağlarıydı. Her kasaba kadısı, merkeze düzenli rapor gönderirdi. Bu sistem, istihbaratın yerel reflekslerle harmanlandığı erken dönem bir iç güvenlik modeli olarak dikkat çekmektedir.

Yine Yeniçeri Ocağı’nın zamanla merkezden kopması ve isyanlara dönüşmesi, II. Mahmud’un radikal reformlarını getirdi. Bu da gösterdi ki; güvenlikte reform, sadakatten sapmayı önleme iradesiyle başlar.

Osmanlı’nın coğrafî büyüklüğü, yalnızca askerî güçle değil; istihbarata dayalı serhat stratejileriyle korunurdu. Uç beyleri, yalnızca sınır bekçileri değil, bilgi toplayıcı istihbaratçılardı. Balkanlar’da, Doğu Anadolu’da ya da Arabistan çöllerinde; yerel güçlerle kurulan bağlar, merkezin olayları önceden görmesini sağlardı.

Barbaros Hayreddin gibi kaptanlar, Akdeniz’de yalnızca donanma sevk etmez ; Ceneviz, Venedik, Malta gibi odaklardan haber taşır, strateji önerirdi. Bir tür deniz istihbarat ağı kurulmuştu. Aynı dönemde Avrupa devletleri, bu tür bir bilgi organizasyonuna henüz geçmemişti.

Sarayda toplanan bu bilgiler, padişaha sunulan arzlar aracılığıyla analiz edilir, önemli kararların altyapısını oluştururdu. Enderun’da yetişen paşalar, hem yönetici hem de analizciydi. Günümüzde “karar vericiye analiz taşıyan güvenlik bürokrasisi” denilen kavram, Osmanlı’da sarayın önemli bir parçasıydı.

Bugüne baktığımızca maziyeden atiye bir neslin devamı olan Türkiye, yalnızca sınırlarını savunan değil; bölgesel düzen kuran, küresel dengeye ağırlık koyan bir ülke konumundadır. Bu durum, tesadüf değil; tarihî bir güvenlik aklının çağdaş versiyonudur.

Bayraktar TB2, Akıncı, Kızılelma gibi platformlar sadece hava araçları gibi görünse de stratejik caydırıcılığın, istihbarat destekli harekât kabiliyetinin ve bağımsız karar alma kapasitesinin teknolojik tezahürleridir. Nasıl ki Osmanlı bir akıncıyı hem savaşçı hem gözlemci olarak yetiştiriyordsa bugün İHA’lar da hem tespit ediyor, hem hedefi yok ediyor.Atadan kalan şanlı mirası devam ettirerek dünyada söz sahibi olmuş bir Türkiye’ye merhaba diyoruz.

Kabiliyetlerimize örnek sunmak gerekirse ; TCG Anadolu’nun donanması, SİPER Hava Savunma Sistemi, Hisar, Atmaca füzeleri, ASELSAN ve ROKETSAN gibi kurumların üretimleri yalnızca silah değil; jeopolitik askeri kimliğimizin yeniden inşası ve dirilişidir.

Osmanlı’nın “çok katmanlı güvenlik modeli” bugün Türkiye’nin de stratejisi olmuştur.İç güvenlikte siber güvenlik, istihbarat koordinasyonu, terörle mücadele yine dışarıda; sınır ötesi operasyonlar, Mavi Vatan, hava sahası egemenliği ve en önemli hususlardan olan uluslararası alanda ise savunma diplomasisi, insansız sistem ihracatı, denge siyaseti önemli bir başarı örnekleridir.

Bu yaklaşımlar, geçmişin sezgisel reflekslerinin modern bir sentezidir. Aslında Türkiye, Osmanlı’nın “akılcı güvenlik doktrinini” yeniden yorumlamaktadır.

Kut'tan Kızılelma’ya Uzanan Devlet Aklı

Osmanlı padişahlarının meşruiyet sembolü olan kut , bugün yerini gökyüzünde süzülen Kızılelma’ya bırakmıştır. Ama ikisi de aynı şeyin parçasıdır: Egemenliğin sembolü!

Şöyle bir baktığımızda Osmanlı’da bilginin, sadakat ve gözetim temelli olduğunu görmekteyiz. Bugün teknoloji ise veri ve caydırıcılık temelli olmuştur. Ancak özde inanç değişmedi ; devlet aklının tarihsel sürekliliği, görünmeyen stratejik alanların öncelikli kavranması ve bu alanlarda bilgi temelli hâkimiyet tesis edilmesiyle şekillenir.

Türkiye, tarihsel geçmişini bir yük olarak değil; stratejik değer taşıyan bir tecrübe birikimi olarak görmektedir. Osmanlı’dan devralınan güvenlik, istihbarat ve devlet yönetimi anlayışı; günümüzde çağdaş kurumlar, millî savunma sanayii ve dış politika vizyonuyla yeniden işlenmekte, yeni koşullara uyarlanarak geleceğin inşasında temel bir kaynak olarak değerlendirilmektedir. Kapıkulu’dan Kızılelma’ya uzanan bu tarihsel süreklilik, yalnızca bir güvenlik zinciri değil; aynı zamanda kadim devlet aklının, kültürel kodların ve medeniyet tasavvurunun taşıyıcısıdır. Bu hat, savaş meydanlarından istihbarat zeminlerine, mahalle temsilcilerinden İHA operatörüne kadar uzanan çok katmanlı bir hafızayı temsil eder. Dolayısıyla Türkiye’nin bugünkü savunma vizyonu, sadece teknolojik bir ilerleme değil; tarihî reflekslerin çağdaş stratejiyle harmanlandığı bir medeniyet restorasyonudur.