Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

FETÖ Hala Devletin İçinde: Kriptolar Pusuda Yatıyor. Ortaya Çıkacakları Günü Bekliyorlar!..

BÜTÜN YÖNLERİYLE FÖTÜ GERÇEĞİ

BÜTÜN YÖNLERİYLE FÖTÜ GERÇEĞİ

BÜTÜN YÖNLERİYLE FÖTÜ GERÇEĞİ -1-

Araştırma/Haber-Yorum: Muhsin AKIL

FÖTE (Terör Örgütü), teröristbaşı Fethullah Gülen’in sırları, şifreleri, gizemi, takiye mantığı üzerine şekillenmiş ve dizayn edilmiştir. Bu şifreleri, gizemi ve takiye mantığını çözebilmek ve anlayabilmek için de FETÖ teröristbaşı Fethullah Gülen’in, biyografisini/hayatını çok iyi bilmek gerekiyor.

Teröristbaşı FETHULLAH GÜLEN BİYOGRAFİSİ, eli-kanlı örgütünün (FETÖ) perde arkasındaki bilinmeyen gerçeklerin ipuçlarını verecektir. FETÖ örgütlenme şekli teröristbaşı Fethullah Gülen’in biyografisi/hatayı ile özdeşleşmektedir.Teröristbaşı Fethullah Gülen’in şahsiyeti/kişiliği/karakteri, ikiyüzlülüğü/riyakarlığı, ispiyonculuğu/muhbirciliği, kin ve hırsı, sahte timsah gözyaşları ve duygu sömürüsü örgütüne sirayet etmiştir.

Sözde CEMAAT özde TERÖR ÖRGÜTÜ olan FETÖ’nün en büyük kurnazlığı ve sinsiliği, Müslüman halkın inançları üzerinden taktik ve yöntem geliştirmesi, İslâmı kavram ve söylemler üzerinden yola çıkmasıdır!

Ayrıca FETÖ terör örgütünün derinliği hakkında bilgi sahibi olabilmek için de psikolojik(ruhsal), sosyolojik(örgütiçi diyalogları), fiziksel(mimikleri-davranış şekilleri) yapısının da çok iyi analiz edilip irdelenmesi gerekiyor.

Örgütün temel yapısında en önemli etken sahte gözyaşyarı, takiye ve ilm-i siyaset mantığı, her yol mubah düsturu ile insanlar üzerinde duygu sömürüsü yaparak çevre edinmeye başlamasıdır. Ütopik hayal ve rüyaları ile de inançlı saf/masum insanlar üzerinde olağanüstü bir duygusal yakınlık oluşturmuştur. İşte bu her şey bu yakınlaşma ile başlamıştır. Yani, sözde cemaatin (ki örgütün) şekli/şemali yavaş yavaş oluşmaya ve olgunlaşmaya başladığını gösteren emarlerdi. Örgütün oluşumu için beyin ve gövde oluşumu sonrası artık yaygınlaşmaya ve büyümeye başlamıştı. FETÖ böylesi bir altyapı, böylesi bir oluşum, böylesi bir hireraşik yapı ile uluslararası sahaya açılmış, gizemliliği, kendisini gizlemesi ve varlığını kamufle etmesi yönüyle de adeta KABALA ve MASONİK bir teşkilatlanma hüviyetine bürünmüştür.

FETÖ 40 yıl boyunca gelmiş-geçmiş bütün hükümetlere yakın oldu. İktidara kim gelirse gelsin dirsek temasına geçti. Sağ-sol, görüş-fikir, siyasi parti ayırımı yapmadı. Amacına ki nihai hedefine giderken kurnazca ve sinsi yolları tercih etti. Ve muvaffak oldu da…

Her yolu deniyorlardı. Hiçbir ahlaki değer, hiçbir yasal engel ve hiçbir insanı ölçü tanımıyordu. Bilhassa siyasi partilere sızma yöntemleri akıllara durgunluk veriyordu.

FETÖ/PDY (Paralel Yapı) Konusunda mevcut AK Parti iktidarını yıllar önce uyarmıştık! FETÖ/PDY eli-kanlı vatan haini terör örgütü ile ilgili yıllar önce iktidarı (ki devleti) uyardığımızla ilgili yazı dizimize başlamadan önce FETÖ’nün sinsi gizemini ve gerçek yüzünü perdeleyen şifrelerini, neden (sözde) CEMAAT olarak ortaya çıktıklarını, nasıl devlet içinde devletmiş gibi örgütlenerek PARALEL bir YAPI haline geldiklerini kendi uslübumuzca izah edip anlatmaya çalışacağız. Aslında eli-kanklı, acımasız, duygusuz, hain bir terör örgütü olduklarını anlayabilmek, kavrayabilmek için teröristbaşı Fethullah Gülen’in özgeçmişininin/biyografisinin bilinmesi gerektiğini özellikle belirtmek isterim.

FETÖ 40 yıllık zaman dilimi içinde saf/masum insanların inançları ile oynayayarak nasıl duygu sömürüsü yaptığını; ilk çekirdek tohumlarını belirli bir kesimi içinde nasıl ektiğini ve yeşermesi, büyümesi, dal-budak salması, yapraklanıp meyvelerini vermesi için uzun bir süreç içinde nasıl sabırla beklediğini algılayabilmek için örgütlenme şeklini mercek altına almak gerekiyor. Örgütlenirlerken seçtikleri isimler bile özenle seçiliyordu. Cemaat, hizmet, himmet… Başefendi, abla, abi…  Örgütlenme yayılımları hücre şeklinde evler, dershaneler, sivil toplum örgütleri, iş adamları, sivil toplum örgütleri, asker, polis, yargı… Finans yönünden özel dersaheneler başta olmak üzere, özel hastaneler, bankalar… Ögütlenmeleri hirerarşik bir şekilde yatay, dikey ve derin… Aynı zamanda piramit, üzüm salkımı ve kripto olarak derinlemesine de bir yapılanmaları vardı. Aynen masonik ve kabala yapılanması gibi… Tarihte haşhaşileri ve Hasan Sabbah’ı hatırlatıyorlardı. İstihbarat yönünden de adeta günümüzün Lavrensi’ydi teröristbaşı Fetkhullah Gülen… Teşkilat yapılarına adeta kılıktan kılığa giren ve renk değiştirme özelliği ile bilinen BUKELAMUN gibi, birçok kolu, bacağı olması yönüyle AHTOPOT gibi, çölde bile olsa nereden çıkacağı belli olmayan KÖSTEBEK gibi devletin kılcal damarlarına kadar sızabilen böylesi eli-kanlı bir terör örgütünün perde arkasına ışık tumaya çalışacağız.

Önce FETÖ’nün derin yapılanmasını, ayrıntılarını ve özelliklerini kısaca hatırlatmak istedim.

FETÖ/PDY’nin Şifrelerini Yıllar Önce Çözmüştüm!  FETÖ/PDY terör örgütü lideri Fethullah Gülen ismini ilk defa 1970’li yıllarda (vaazlarından dolayı) duymuştum. Merak edip vaazlarını dinlediğimde (ta günlerde) içimize sinmemiş ve rahatsız olmuştum. Daha sonraki yıllarda hakkında, özgeçmişi ile ilgili bazı araştırmalar yapıp düşüncelerimden iyice emin olmak istedim.

Gazeteci-yazar olduğum için Fethullah Gülen’i yıllarca araştırdım ve birçok olumsuz/negatif bilgi edindim. Fethullah Gülen hakkında hiçbir zaman olumlu/pozitif düşünmedim. Kendisine de sözde cemaatine de hep soğuk baktım. Yıllar sonra (araştırmalarım sonucunda) 1970’li yıllarda Fethullah Gülen’in 1948 yılında kurulan Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum kurucuları arasında olduğunu öğrendim. Kafamda sorular oluştu ve bu hususu da derinlemesine araştırarak kendimi sorguladım. Çünkü Komünizmle Mücadele Derneği, Emperyalist Küresel Kapitalist düşüncenin Merkezi olan ABD’nin Türkiye üzerindeki hakimiyetini devam ettirmek için kurmuş olduğu Kontrgerilla’nın bir uzantısı olduğunu biliyordum.

1980 Darbesi’nin şifresi ‘bizim çocuklar’ sözlerinde gizliydi. 1980 darbesini yıllarca araştırdık ve nihai amacını çözdüm. Türkiye’nin tam bağımsız bir ülke olmadığı inancı ağır basmaya başladı. Çünkü Türkiye’nin NATO üyesi olması, IMF’ye olan bağımlılığı; siyasi, askeri, ekonomik, istihbarı olarak batıya entegre oluşu, maalesef bu konudaki düşüncelerimi ve şüphelerimi artırdı.

Türkiye’yi bu hale getiren dış güçlerle mücadele etmek için kesin kararlar aldım. Zaten İçinde bulunduğum siyasi (Milli Görüş) ideolojik (Akıncılar) camiasının batıya (ABD, AB, NATO ve IMF) bakışı ufkumu açmıştı. O yüzden içinde bulunduğum camia ile herhangi bir sorunum yoktu. Fakat stratejik, yol/yöntem ve mücadele şekli çok açık/aleni olduğu için karşı cephelerin gücü karşısında hiçbir şey yapılamayacağını çok iyi bildiğim için (yanlış anlaşılmasına sebep vermeden) kendi camiamdan sessizce ayrılarak Türkiye’yi bu hale getiren güçlerle mücadele etmek için yemin ettim.

1980’li yıllarda çömez/acemi bir gazeteci olmama rağmen yaşıt olduğum meslektaşlarımdan çok daha ince/hassas ve derin düşündüğüm için dönüşü olmayan bir yolda bir ömür mücadele etmek için kolları sıvadım. Önce Askeri, Emniyet, MİT çevreleri ile içli-dışlı oldum. Görünürde kendilerinden ayrıldığımı bilmelerini ama özde asla ve asla aynı duygu ve düşüncelere sahip olduğumuzu hissettirmek istiyordum. Bu nedenle de hakkımda ‘davadan döndü’, ‘bizden koptu’, ‘yanlış yola saptı’ düşüncelerine fırsat vermemek için ve yanlış bir iz/intiba bırakmanın daha etkili olacağı bilinci içinde MAFYA çevreleri ile de diyaloga girdim.

Aynı zamanda çevremde benim gibi düşünen insanları bulup temasa geçtim. Onlarla günlerce, aylarca istişarelerde bulundum. Bu istişareler sonucunda birlikte hareket etme kararı aldık. Ve bu bir avuç insanla kefeni giyip yola çıktık. Yolumuz uzun, zor ve meşakkatliydi. Aynı zamanda dikenli, tuzaklı, engelliydi.

Ülkemizi, milletimizi bu hale getiren, tarihimizden, kültürümüzden, inançlarımızdan, milli ve ulvi değerlerimizden halkımızı kopartmak isteyen dış güçlerin uzantısı ne kadar yapılanma, örgüt, işbirlikçi, hain var ise onlarla mücadele ve deşifre etmek için yola çıktık.

En iyi mücadeleyi askerin içinde vereceğime inanıyordum. Çünkü asker bu milletin ana damarıydı. Peygamber Ocağıydı. Fakat emperyalist dış güçlerin küresel teşkilatı NATO sebebiyle askerimizi kontrol ettiğinin farkındaydık. Yani, TSK olarak ister-istemez NATO yönünde bir ezikliğimiz, boyun büküşümüz ve emre itaatimiz vardı. Türkiye için bu durum tahammül edilemez bir durumdu. Önce askerimizi bu boyunduruktan eziklikten kurtarmak gerekiyordu.

Askeri çevre ile 1978 yılında Konya’da 2. Ordu’da tanıştım! Gerçi ben bu kararı almadan önce askerle temasa geçmiştim. Temasa geçmem benden kaynaklanmıyordu! Bu bir tesadüf değil tevafuktu! O günlerde Konya’nın yerel bir gazetesinde askeri ilgilendiren (Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili!) bir yazımdan kaynaklanıyordu. Askerle irtibatım/tanışmam böyle oluştu. Yani, demek istiyorum ki askerle temasım hiç zor olmadı.

Asker içinde benimle temasa geçenlerin düşünceleri ve fikirleri de aynen benim gibiydi. Onlar da Türkiye’nin irtibatlı olduğu ve diyalog/ilişki de mecbur kaldığı ABD, NATO, AB, NATO vs. tüm uluslararası kuruluşlardan rahatsızlardı. Demek ki askerin içinde de benim gibi düşünen bir gurup varmış! Onların bu yönü beni memnun ediyordu. Onlarla birlikte bu güçlere karşı mücadele vermem de hiçbir sakınca görmüyordum.

Ve çalışmalarımızı başlatmıştık.

Yıllar içinde Derin Devlet yapılanmalarının merkezlerine ulaştık. Çevremizde Batı Çalışma Gurubu, Seferberlik Tetkik Kurulu, JİTEM vs. birçok legal ve illegal oluşum vardı. Bu oluşumları gözlemliyor ve bağlantılarını araştırıyorduk. Atatürkçü, Laik, Ulusalcı askeri yapının içine sızmış Kontrgerilla uzantılarının izlerine rastladık. Aslında laik, ulasalcı, Atatükkçü düşünceye sahip askerlerimizin (subay ve astsubay) iyi niyetli, samimi olduklarından hiç şüphemiz yoktu. Amacımız onların algılayamadığı, göremediği, hissedemediği GERÇEĞİ gün yüzüne çıkartmaktı. Onların ufukun açmak ve kendilerine getirmekte yegane amacımız. Ve artık çok iyi anlıyorduk ki Türkiye de dışa bağımlı Derin bir GÜÇ vardı! Maalesef bu gücün MİT’i de kontrol ettiğine şahit olduk.

Türkiye’deki tüm darbelerin, illegal örgütlerin, muhtıraların, anarşi ve terörün, fail-i meçhullerin perde arkasında hep dış güçlerin olduğundan artık çok emindik. Çünkü gördüklerimiz, duyduklarımız, yaşadıklarımız şahitlik ediyordu.

Emperyalist Küresel Gücün Türkiye ayağındaki işbirlikçileri siyasi iradeyi, askerimizi ve istihbaratımızı nasıl çember içine aldığına dair araştırmalarımızı artırdık. Araştırdıkça çok şey öğreniyorduk. Sadece duygu ve düşünce açısından değil aynı zamanda belgeler üzerinden giderek de bu konuda daha emin olmaya başlamıştık. Hiç olmazsa elimizde belge, bilgi, kanıt vardı. Artık kendi içimizde bizi zan altında bırakacak en ufak bir kırıntı kalmamıştı. Zaten darbeciler ve cuntacıların beslendiği böylesi bir dış kaynaklı bir yapının (gücün) Türkiye içinde yıllardan beridir var olduğunu görüp-anlıyorduk. Ve araştırmalarımızı bu yöne çevirmiştik.

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, ANAVATAN dönemi derken yıllar su gibi aktı… Ve AK Parti İktidarı… Yenide yuvama dönmeye karar verdim. (Yuvam derken sözkonusu etmek istediğim Milli Görüş içinden gelen AK Parti camiasıydı.) Çünkü yuvamda tehlike çanları çalıyordu. O yüzden yuvamın (AK Parti iktidarı) çevresini peşinde olduğumuz Cemaat denilen eli-kanlı terör örgüt kuşatmaya başlamıştı! Artık mücadeleyi yuvamda verecektim. Fakat aradan yıllar geçtiği için yuvamda rahat çalışabileceğim bir olanak/imkân göremiyordum. Yine de bazı eski dostlar vasıtasıyla temasa geçtim. Nabızlarını yokladım. Çünkü olağanüstü bir siyasi ego hakimdi! Bizim gibi düşünenlere açık kapı yoktu. Bizim gibi insanlara çekimser ve korkuyla yaklaşıyorlardı. Daha baştan ‘derin devletin adamı’ diye damgayı yedik. Ne desek ne etsek kendimizi kabul ettiremezdik. Maalesef en ufak bir pozitif enerji alamadım ve hemen konuyu kapatmak zorunda kalmıştım. Bu yüzden onlara da hiçbir zaman dargınlığım ve kırgınlığım olmamıştı. Ve bu diyaloğumu farklı bir yoldan (yani dışarıdan) kendilerinin bizimle temasa geçecek nedenleri oluşturarak halledebileceğimize inandım. Şimdilik kendi bildiğimiz yöntemlerle çalışmak ve mücadele etmenin daha hayırlı olacağına inanmıştım. Aradan uzun yıllar geçti. Ben Konya’dan ayrılmıştım. Mesleğimi İstanbul’da devam ediyordum. Mesleğimi diyorum (gazetecilik) ki rızkım da önemliydi. Ayakta durmak zorundaydım. Yıllarca İstanbul’da hem mesleğimi devam ettirdim hem de devletin içindeki ayrık otları, parazitler ve işbirlikçi/hainler ile uğraştık. İstihbarata ağırlık vermiştik. İstihbarat ve terörle mücadele konusunda uzmanlaşmıştım. Ve öyle bir gün geldi beklediğim şey oldu! Eski çevrem/camiam birlikte hareket ettiğimiz arkadaşlarım vasıtası ile bizimle irtibata geçmişti. Bizden yardım istiyorlardı. İşte aradan uzun yıllar geçse de umutlarımız gerçeğe dönüşmüştü. AK Parti’nin ilk kurulduğu dönemden bahsediyorum. Daha öncesinde R. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde yanında arkadaşlarımız vardı. Ömer Dinçer ve İshak Dinçer. Biz daha çok İshak Dinçer ile irtibatlıydık. Mehdi Dinçer ile zaten yıllardır dostluğumuz vardı. AK Parti ile ilk temaslarımız tesadüfen de olsa Ömer Dinçer ve İshak Dinçer kardeşlerin o yıllarda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın yanında olmaları ile başlamıştı. Sonrası malûm… R. Tayyip Erdoğan’ın kendisine inanan, liderliğini kabul eden arkadaşları ile kendi partisinden ayrılarak AK Parti’yi kurma dönemleri… Biz de (ben ne kadar görünmesem de) diyalog ve temaslarımızı yoğunlaştırmıştık.

17 yıl İstanbul’da kaldıktan sonra Ankara’ya döndüğüm ilk zamanlarda AK Parti Ankara İl Başkanı Ersönmez Yarbay ile irtibata geçtim. Çünkü kendisi sevip-saydığım, güvendiğim, saygıdeğer insandı. Dürüstlüğünden asla şüphem yoktu. İçinde bulunduğum çevreyi ve neyin mücadelesini verdiğimizi kendisine bahsettim. O da olumlu bulmuş ve sevinmişti. Çünkü o da bana güvenir ve inanırdı. Ersönmez Yarbay’ın milletvekili olduğu günlerde de görüşmelerimiz devam etti. O günlerde Ersönmez Yarbay milletvekili olduğu günlerde çok önemli bir sır paylaşmıştım. Bu sırrı bir an önce R. Tayyip Erdoğan’a iletmesin/ulaştırmasını söylemiştim. Çünkü önümüzdeki günlerde AK Parti’yi zora sokacak bir açıklamanın Genelkurmay tarafından yapılacağı üzerine sözkonusu sırrımı paylaşmıştım. Ve MUHTIRA!.. Şimdi düşünüyorum da değerli dost/ağabey Ersenmöz Yarbay’ın değeri neden bilinemedi?! Acaba diyorum milletvekilliği sonrası yıllarca AK Parti’den uzak tutulması benim yüzümden miydi?! Böylesi bir sırrı AK Parti’ye ulaştırdığı için mi aforoz edilmişti?! …ve yıllarca AK Parti’den uzak tutulmuştu?! Bu konuda kesin somut bir delil olmadığı için herhangi bir zanda bulunmak istemiyorum.

Asıl konumuza girmeden önce Teröristbaşı FETÖ ve sözde CEMAAT denilen örgütü/yapıyı tanımamızda fayda vardır. Sözde Cemaati tanımak için teröristbaşı Fethullah Gülen’i çok iyi tanımak gerekiyor. Bu konuyla ilgili zaten yazıma başlarken bazı ipuçları vermiştik! Neden teröristbaşı Fethullah Gülen ve sözde Cemaatine ısınamadık, yıllarca soğuk ve şüpheyle baktık hususu ile ilgili birkaç not düşmüştük. Şimdi de teröristbaşı Fethullah Gülen’in hayat hikâyesini, biyografisini anlatmaya devam edeceğiz. FETÖ elebaşı/teröristbaşı Fethullah Gülen’in biyografisi/hayatı hem kendisi hakkında hem de sözde cemaati hakkında bilinmeyen, merak edilen, gizemli bir gerçeği izah edecektir.

Teröristbaşı FETHULLAH GÜLEN BİYOGRAFİSİ bize eli-kanlı örgütünün perde arkasındaki bilinmeyen gerçeklerin ipuçlarını da verecektir. Teröristbaşı Fethullah Gülen, 27 Nisan 1941’de, Erzurum ili, Hasankale (Pasinler) ilçesi, Korucuk köyünde dünyaya geldi. 1946 yılında ilkokula başladı ancak babasının 1949 yılında Alvar Köyü’ne imam olması ve ailesinin oraya taşınması nedeniyle ilkokulu bırakmak zorunda kaldı ve daha sonra dışarıdan tamamladı. 10 yaşındayken Kur’an’ı hatmeden teröristbaşı Fethullah Gülen, 14 yaşında ilk vaazını verdi.

1959 yılında Erzurum’dan Edirne’ye giden teröristbaşı Fethullah Gülen, girdiği sınavları kazanarak 6 Ağustos 1959’da Üçşerefeli Camii imamlığına getirildi. Askerlik görevine 1961 yılında Ankara Mamak’ta başlayan teröristbaşı Gülen, usta erlik dönemini geçirdiği İskenderun’da verdiği bir vaaz nedeniyle mahkemeye sevk edilerek aklandı ancak disiplin cezası alarak 10 gün askeri hapishanede yattı. Askerden sonra yaklaşık 1 yıl kadar Erzurum’da ailesinin yanında kalan, Komünizmle Mücadele Derneği’nin kuruluşunda bulunan ve Halk Evi’nin kadrosuna katılan Gülen’in ABD’nin Türkiye uzantısı taşeronu/maşası olan Kontrgerilla(Derin Devlet) ile ilk teması böyle başlamıştı. Daha sonra yeniden Edirne’ye döndü ve 4 Temmuz 1964 günü Dar’ül Hadis camiinde Kur’an Kursu öğretmeni ve fahri imam olarak göreve başladı.

1965’te Kırklareli merkez vaizliği, 1966’da İzmir merkez vaizliği görevlerinde bulunan teröristbaşı Fethullah Gülen, İzmir Kestanepazarı Kur’an Kursunda hocalık yaptığı 1968 yılında, Diyanet görevlisi olarak ilk kez hacca gitti. 1972-74 yılları arasında Edremit merkez vaizliği, 1974-76 yılları arasında Manisa merkez vaizliği yapan Gülen, 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar da Bornova merkez vaizliği görevini sürdürdü. 1977 yılında görevli olarak gittiği Almanya’nın çeşitli yerlerinde konuşmalar yaptı ve konferanslar verdi; ilk sayısı Şubat 1979’da çıkan Sızıntı Dergisi’nde yazdı.

Teröristbaşı Fethullah Gülen, ihtilalin ardından Çanakkale merkez vaizliğine tayin edilse de rahatsızlığı yüzünden göreve başlayamadı ardından da ağırlaşan şartlar nedeniyle vaizlikten istifa etti. 1985 yılında Anadolu’yu dolaşan teröristbaşı teröristbaşı Gülen, altı yıl aradan sonra ilk vaazını 1986 yılında Burdur Büyük Çamlıca Camii’nde verdi ve 1991 yılı Haziran ayına kadar da haftalık ve aylık vaazlarını sürdürdü. 1988 yılında da Yeni Ümit Dergisi’nde yazıları yayınlanmaya başladı. 1993 yılında annesi Refia Gülen’i kaybetti.

Teröristbaşı Fethullah Gülen’in, aralarında Bulgar Trud Gazetesi ve Varna Televizyonu, Hollanda Televizyonu, Time Dergisi, Rus ORT Televizyonu’nun olduğu yabancı; Aksiyon ve Aktüel Dergileri, ATV, NTV, SHOW TV, TRT, Kanal D, STV Televizyonları ve Zaman, Cumhuriyet, Milliyet, Radikal Gazeteleri’nin olduğu Türk basın-yayın kuruluşlarında röportajları yayınlanmıştır.

Teröristbaşı Fethullah Gülen’nin biyografisi/hayatı hakkında mutlaka daha önceden bilgi sahibi olabilirsiniz, biz yine de konumuzu ilgilendirdiği için teröristbaşı  Fethullah Gülen’in biyografisini buraya almak zorundaydık! Teröristbaşı Fethullah Gülen’in hayatındaki zik-zakların, izdüşümlerin ve ayrışmaların düşüncesi, fikri ve amacı konusunda mutlaka bazı ipuçları vermiştir!

Sözde Cemaati anlayabilmek için önce onun liderini tanımak gerekiyordu. Teröristbaşı Fethullah Gülen’in özgeçmişi/biyografisi hakkında bilgi sahibi olabilirsek sözde Cemaati anlayabilirdik!.. Ve biraz daha bilgi sahibi olmak için Aydın Doğan’ın sahip olduğu Milliyet Yayınları’nda çıkan “Küçük Dünyam” kitabında 1955 yılında F. Gülen 17 yaşında iken Nur Cemaati ile kaynaşmasını kendisi nasıl anlatıyor:

“Kurşunlu Cami Medresesi’nde Sadi Hoca Efendi’yle aramızda huzursuzluk oldu; yanından ayrılınca Osman Bektaş Hoca’nın yanına gittim. O sırada bizimle beraber derse devam edenlerden hatıramda kalan isimler: Mehmet Kırkıncı, Cemalettin Kaplan, Cevdet Bilican… Mehmet Kırkıncı Hoca bizden evvel de başka yerlerde okumuştu; ancak Osman Hoca’dan aynı dersi takip ettik. Cemalettin Kaplan Hoca yaşça benden büyüktü. İki sene okudum… (1957’de) Kırkıncı Hoca; bana, Selahaddin ve Hatem’e ‘Bediüzzaman Hazretlerinin yanından birisi gelmiş, akşam sohbet yapacak oraya gidelim’ dedi. Teklifini kabul ettik. Bediüzzaman’ın yanında bulunmuş bir insanı ilk defa görecektik. Mehmet Şergil’in terzi dükkanına geldik. Burası, iki kilimden biraz daha genişçeydi. İlk gece ve ikinci gece orada bulunanlardan aklımda kalan isimlerden bazıları şunlardı: Mehmet Şevket Eygi, Esat Keşafoğlu ve (AP eski milletvekili) Osman Demirci’dir. Mehmet Şevket Eygi yedek subaylık yapıyordu. Esad Keşafoğlu ise o sırada üsteğmendi. Bediüzzaman Hazretleri Muzaffer Aslan’a ‘şarkı bir dolaş gel’ demiş; 15 gün kadar Erzurum’da kaldı. Onu görünce, ‘işte aradığım insanları buldum’ dedim ve bir daha ayrılmayı hiç düşünmedim…”

Görüyorsunuz safiyane, temiz ve hassas duygu ve düşünceler içindeki gençliğinden bugünlere geçen süre içinde yaşananlar kıyaslandığında yukarıda da bahsettiğimiz gibi NASIL, NİÇİN ve NEDEN sorularının cevabına ışık tutacak ipuçları yakalayabilirsiniz!.. Said-i Nursi’nin 1960 yılında vefatından bir yıl önce zaten teröristbaşı F. Gülen de Erzurum’dan ayrılmıştı. Bu arada teröristbaşı  F. Gülen de o eski dava arkadaşlarından da anlaşmazlık ve fikri ayrılıklar münasebetiyle bir bir ayrılmaya başlamıştı.  Said-i Nursi’nin vefatı Nur Cemaati’nin de parçalanmasına neden oldu. Asıl Nur Cemaati, Said-i Nursi’nin vefatı sonrası yerine Zübeyir Gündüzalp’ı seçti. Bundan sonra da ayrılmalar, parçalanmalar devam etti. Yazıcılar ve Okuyucular olarak ikiye ayrıldılar. Said-i Nursi’nin eserlerini Yazıcılar Osmanlıca, Okuyucular Latince çoğaltması birlikte ilk ayrılık sinyalleydi! Daha sonra içinde Cemalettin Kaplan’ın da bulunduğu ve başını/reisliğini Mehmet Kayalar’ın yaptığı gurup Silahlı Mücadele’den yana tavır koydu.

Böylece Nur Cemaati üçe bölünmüş oldu. Bu ayrışmalarda teröristbaşı F. Gülen Okuyucuların yanında yer aldı. Teröristabaşı  F. Gülen’in de içinde bulunduğu gurubun lideri Zübeyir Gündüzalp vefatı sonrasında yerine Mehmet Kutlular geçince teröristbaşı  Fethullah Gülen yolunu bu guruptan da ayırdı. Sonrasında Milli Görüş çevresine yaklaşmaya çalışan teröristbaşı Fethullah Gülen yol haritasını yeniden belirledi. Fakat Milli Görüş çevresi teröriristbaşı Fethullah Gülen’i kabul etmedi. Teröristbaşı Fethullah Gülen “Nurcu Değilim” sözleriyle kendi yolunu çizdi! Zaman içinde kendine münhasır yol-yöntem çizmekle birlikte takiye ve ilm-i siyaset mantığını geliştirerek ve yegane amaca giderken her yol mubah düsturu ile hareket edip halkın üzerinde gizemli, etkileyici bir duygu sömürüsü üzerinden kurmuş olduğu ağını tüm ülkeye yayarak sözde Cemaatin temellerini atmış oldu. Gelmiş-geçmiş bütün hükümetlere yakın oldu. İktidara kim gelirse gelsin dirsek temasına geçti. Sağ-Sol ayırımı yapmadı. Amacına ki nihai hedefine giderken kurnazca ve sinsi yolları tercih etti. Ve muvaffak oldu da…

Teröristbaşı Fethullah Gülen Nur Cemaati’nden kopunca kendi egosu doğrultusunda sözde cemaatleşmeye gitmek için akla-hayale gelmedik takiye yollarına başvurmuştu. En büyük güç kaynağı sahte timsah gözyaşlarıydı. Vaazlerinde salya-sümük kendin geçmesi saf/masum cemaati etkiliyordu. Bu vaazları kasete alınıyor ve Türkiye’nin her yerinde dağıtılıyordu. Hatta sokaklardaki tezgahlarda bile ulu-orta satılıyordu. Zaten daha önce biz bu konuya değinmiştik. 1980’li yıllarda bu durumu aleni bir şekilde yaşayıp-görmüştük.

Şimdi 1980 sonrası sözde CEMAAT oluşumundaki yapılanmalarını oluşturan çalışma şekilleri, yöntemleri, takiye yöntemlerine girerek nasıl büyüdüklerini, nasıl güçlendiklerini, siyasi partilere ve topluma nasıl yayıldıklarını örnekler vererek izah etmeye çalışacağız.

Bilhassa medyaya ve eğitime el atmaları enteresandır! Daha sonra da iş dünyasına, sivil toplum örgütlerine… Durmuyorlardı, sinsi ve gizemli bir şekilde yapılanmaya devam ediyorlardı. Hatta işi o kadar ileri götürdüler ki yıllar içinde polisin, askerin, istihbarat birimlerinin içine bile sızmanın binbir türlü yolunu buldular. Bu sızmaları yaparken her türlü yalan ve hileye başvurdular. Onlar için her şey mubahtı. Her yolu deniyorlardı. Hiçbir ahlaki değer, hiçbir yasal engel ve hiçbir insanı ölçü tanımıyorlardı. Bilhassa siyasi partilere sızma yöntemleri akıllara durgunluk veriyordu.

FETÖ için siyasi parti de önemli değildi. Siyasi parti ayırımı yapmıyorlardı. Amaçlarına giderken her siyasi parti onlar için bir araçtı. Geçmiş dönemlerde merhum Turgut Özal’ı, merhum Süleyman Demirel’i, merhum Bülent Ecevit’i bile sahte masumiyetleri ile etkileyebildiler. Zorlandıkları iki lider ve iki siyasi parti vardı. Birisi Milli Görüş camiasının lideri Necmettin Erbakan ve partisi, diğeri de milliyetçi kesimin lideri Alparslan Türkeş ve partisi.

Şimdi düşünüyoruz da AK Parti içine nasıl sızabildiler?! Nasıl bir yöntemle AK Parti içinde cirit atmaya başladılar. Gerçi R. Tayyip Erdoğan onların ne mal olduklarını biliyordu. Yahu bu sorunun cevabı bile o kadar aleni ki… Çünkü bırakın AK Parti’yi devletin bütün istihbarat kurumlarına sızan, TSK, MİT, Polis, Yargı ve teknolojik anlamda ASELSAN ve benzeri en hassas kurumlara sızanlar AK Parti’ye mi sızamayacaklardı.

Dahası da vardı: ABD, AB ülkeleri dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinin yetkili makamlarını kafaya alabilmişlerdi. Zaten onların desteği ile Türkiye’de istedikleri gibi hareket edebiliyorlardı. FETÖ’nün asıl perde arkasındaki güç emperyalist güçlerdi. Onların Türkiye’deki taşeronlarıydı. Kendilerine güvenleri buradan geliyordu. Emperyalist güçler FETÖ’ye her türlü desteği veriyorlardı. Siyasi, ekonomik, istihbarı vs. her türlü destek…

Bu izahlardan sonra biz tekrar teröriristbaşı FETÖ’nen sözde Cemaati’nin Türkiye’deki yıllar içindeki yapılanmalarına, güçlenmelerine ve yayılmalarına biraz değindikten sonra AK Parti ile temasları dahil, gerginlikleri, sürtüşmeleri, kavgaları ve hesaplaşmalarını izah etmeye çalışacağız. Ta ki 17-25 Aralık ve 15 Temmuz Darbe Girişimi sürecine kadar neler-olup bitti, neler yaşandı, ne gibi sonuçlar doğurdu onlar üzerinde duralım diyoruz.

Teröristbaşı Fethullah Gülen ve Cemaati önce SIZINTI, sonra sözde CEMAAT, daha sonra ABİ-ABLA… DERSHANELER… ÖĞRENCİ EVLERİ, İŞ ADAMLARI, DERNEKLER, SİVİLTOPLUM ÖRGÜTLERİ ve MEDYA ÇALIŞMALARI vs. vs… Birçok argüman, kavram, usul-üslup ile farklı bir yapılanmaya girdiler. Önce sözde CEMAAT tarlasında, sonra DEVLET erkanında daha sonra da uluslararası ARENADA bol tohum ektiler, yeşermesi için gizliliği tercih edip ektikleri tohumları suladılar. Tam 40 yıl boyunca devletin her kademesine sinsice yerleştiler. Tercihleri asker, polis, yargı ağırlıklıydı. Kendi finans ve medya dünyasını da oluşturup güçlerine güç katarak ortaya çıkma zamanını AK Parti hükümeti ile belirlediler. Çünkü AK Parti iktidarı onların samimiyetine inanmıştı. Çünkü sözde Cemaat açık vermemişti. Kısaca AK Parti iktidarını kandırmışlardı. AK Parti iktidarını karşılıklı desteklediler. Talepleri vardı!.. Tüm istediklerini AK Parti iktidarından bir bir elde ettiler. (Bir ara şu andaki Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın “Ne istedilerde vermedik!..” sözü her şeyi izah ediyordu!) AK Parti’nin kendilerine olan inancını, samimiyetini ve hüsnü niyetini sömürerek her istediklerini elde etmenin de şımarıklığı içinde kendilerinin bir GÜÇ olduğuna inanmaya başladılar. Artık AK Parti iktidarı da onlar için önemli değildi. Sadakat, vefa, güven de umurlarında değildi. Çünkü güçlü olmanın vermiş olduğu sarhoşluk onları akla-hayale gelmeyecek işler yaptırdı!.. Dostluklar, dava arkadaşlıkları ve kardeşlikler bir yere kadarmış. Çıkarlar, egolar, hayalperestlikler, güç edinmeler, inancı tekelleştirmeler baş gösterince AK Parti iktidarı falan umurlarında olmadı.

Artık dünya çapında bir sözde cemaat olmanın başlarını döndürmesi sonucu sivil darbe girişimde bile bulundular. Kendilerine çok güveniyorlardı, gittikleri yolun doğruluğuna inançları tamdı, dünyayı biz yöneteceğiz diyorlardı. Da sonunu gördüler!.. Gerçekler hiç de öyle değilmiş! AK Parti iktidarını da öyle hafife almanın bedelini pahalı ödemeye başladılar. Bunlar ne ki daha neler gelecek başlarına neler!.. Kendi kazdıkları kuyuda boğulacaklar!.. Kendi iplerini kendileri çektiler!.. Vefasızlığın, sadakatsizliğin, ahde vefaya ihanet etmenin faturasını öyle pahalı ödeyecekler ki… Sonucu hep birlikte yaşayıp-göreceğiz.

Maalesef AK Parti iktidarı kurulan tuzaktan bihaber saf ve samimi bir atmosferde sözde Cemaatin kurumlara sızmasına, önemli yerlere getirilmesine ve hatta en kritik görevlerde bulunmasına göz yumdu! Dediğimiz gibi sözde Cemaate inanmışlardı! Cemaatin hoşgörüsü, samimi yaklaşımı, uysallığı ki bilhassa duygusallığı kafalarda soru işareti bırakmıyordu ki..! Ta ki sözde Cemaat devlet içinde gücüne güç katıp söz sahibi oluncaya kadar.

Ve sözde Cemaat öyle bir an öyle bir zaman gözetledi ki hiç sormayın… AK Parti’nin ustalık döneminde sinsi ve kahpe bir tuzak kurup önce Başbakan Erdoğan’ı koltuğundan etmek ve hatta yok etmek dahil olmak üzere her türlü tezgah, dümen ve oyun sahneye kondu. Zaten hükümet içinde kendilerini destekleyen milletvekilleri de vardı. Şartlar ve ortam oluştuğunda onların istifalarından bile nemalanmak istediler. Zaten aynen de öyle oldu. Şartlar oluştu ve zamanı gelmişti.  Nihayetinde sözde Cemaatin AK Parti iktidarına kurmuş olduğu korkunç tuzak 17 Aralık 2013 tarihinde yolsuzluk ve rüşvet kılıfı altında başlatılan operasyonlarla ortaya çıktı. Bir anda Türkiye (bazılarına göre POSTMODERN ama bize göre) DOSTMODERN DARBE ile çalkalandı!..

Bu darbe teşebbüsü sonucunda bazı bakanlar istifa etmek zorunda kaldı çünkü hazırlanan tuzak, tezgahlanan oyunun boyutu çok büyüktü. Bu darbe girişimi ile AK Parti iktidarı al-aşağı edilerek devrilecek ve Başbakan Erdoğan da koltuğundan edilecekti. AK Parti iktidarı başlarına böylesi bir musibetin geleceğini akıllarının ucundan bile geçirmezdi. Çünkü sözde Cemaate öyle bir inanmışlardı ki, öyle bir gönül bağı ile bağlanmışlardı ki, öyle bir güveniyorlardı ki; böylesi korkunç, iğrenç ve kahpe bir tuzağı, oyunu, tezgahı hayal bile edemezlerdi. Ve Başbakan Erdoğan’ın basireti, feraseti, kıvrak zekası ve AK Parti iktidarının erken davranması sonucu gerekli önlemler ivedi olarak alındı ve gerekli müdahaleler de zamanında yapılarak bundan sonra sözde Cemaatten gelebilecek tehlikelere karşı çelikten bir duvar örüldü. Artık bundan sonrasını sözde Cemaat düşünsün.

Gerekli araştırmalar yapıldı! Korkunç senaryonun, oyunun, tezgahın boyutları üzerinde hassas bir şekilde durularak asıl ana kaynağa ulaşıldı ve gerekli tedbirler alındı. Aynı zamanda bu tuzağı hazırlayanlara, bu oyunu tezgahlayanlara ve bu korkunç plânı tatbik edenlere yönelik de acil müdahale planları hazırlanarak icraata kondu. Ve bütün bu karşı önlemler karşısında sözde Cemaat şaşkın, telaşlı ve panik içindeydi. Ne yapacaklarını şaşırmış bir halde içine girmiş oldukları girdaptan ve labirentten kurtulmak için hamlelerini devam ettirmek istediler ama bir kere kuyruğu kaptırmıştı.  İktidar bu kuyruğu kolay kolay bırakacak değildi! Ve de bırakmadı. Kuyruğun ucu nereye giderse gitsin çekilmeye başladı. Kuyruk çekildikçe gövde ortaya çıktı, çekildikçe baş ortaya çıktı!

Sözde Cemaat lideri teröristbaşı F. Gülen’in Amerika’dan yükselen beddua çığlıklarına şahit oldu bu millet. Hem de nasıl bir bedduaydı öyle. İşte bu BEDDUA sözde Cemaat’in gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Çok kısa bir zaman içinde de akla-hayale ziyan verecek bu korkunç operasyonları yapanların perde arkasında kimler olduğu, yurt dışında ve yurt içindeki bağlantıları dahil her şey gün yüzüne çıktıkça koskoca bir aysberg ile karşılaşıldı. Yok yoktu, ne ararsan vardı!.. Sözde Cemaat deyip geçilmemesi gerekildiği, 40 yıl kendilerini gizleyerek nasıl böyle örgütlendikleri ve bu güce nasıl erişerek darbe girişimde bulunduklarının tüm sırları da bir bir ortaya çıkıyordu.

Sözde Cemaatin kaçacağı bir delikte kalmamıştı. Sözde Cemaat köşeye sıkışmıştı! Ve yine kapalı kapılar arkasında ve karanlık odalarda acil önlem planları alarak sonunda liderleri teröristbaşı  Fethullah Gülen’i öldü göstermeye karar verirler. Yani, çıkartılacak bir fısıltı ile teröristbaşı Fethullah Gülen iki yıl önce ölmüş olacaktı! Ölecekti ki yaşayacak! Ya tutarsa… Teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğü bütün ülkede yayılır ve buna inanılırsa (ki medyada da gündem konusu olursa) belki bir çıkış yolu bulunabilirdi. Kısaca; teröristbaşı Fethullah Gülen birkaç yıl öncesinden ölmüş oluyor, onun yerine geçen BENZERİ bütün bu planları yapmış oluyor. Amerika’daki muhterem zatın teröristbaşı Fethullah Gülen’in benzeri olduğu şaibesi/yalanı tuttuğu zaman belki geri dönüş yapılarak yarım kalan plan tıkır tıkır işleyecekti! Köşeye sıkışan sözde Cemaatin SON OYUNU böylece icraata konarak zaman kazanılacaktı.

İşte BİZ böylesi kurnazca (sözde zekice) bir teröristbaşı Fethullah Gülen Öldü fısıltısının ülke çapında yayılacağı ve medya yoluyla gündem konusu yapılacağını öğrenir öğrenmez bu olayın peşine düştük, derinlemesine araştırmalar yaptık ve nihayetinde bir sonuca varmıştı. Ve bu sonucu da siz değerli okuyucularımızla paylaşmak istedik. Belki seçimlere kısa bir süre kala teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü!” haberi yazılı, görsel ve sosyal medyada gündeme bomba gibi düşecek. Hatta Türkiye’de herkesin inanabileceği bazı belgeler ve kasetlerle desteklenerek teröristbaşı Fethullah Gülen’in gerçekten öldüğü inancı tüm ülkede yayılacak. Fakat BİZ bu planı öncesinden fark edip bu yazımızla bu kahpe ve sinsi OYUNU bozmak istedik.

Kısaca, teröristbaşı Fethullah Gülen Öldü şaibesinin çıkacağını biz aylar öncesinden gerek Anayurt gazetesindeki köşe yazımda gerekse kişisel özel web sitemde gündeme getirmiştim. Nihayetinde bu iddialarımızla ilgili gerçekler şu içinde bulunduğumuz günlerde gündeme geldi. Hem de Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’a bir gazetecinin teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü mü?” sorusu ile yeniden gündeme gelmiş oldu.

Tam 35 yıldır gazetelerde yapmış olduğum haberlerle gerek gazetedeki köşe yazılarımda gerekse seminer, konferans vs. konuşmalarımızda tüm iddialarımızın doğru çıktığı gibi teröristbaşı Fethullah Gülen Öldüğü ile ilgili aylar öncesinde yazmış olduğumuz yazılarımızda önce fısıltı daha sonra haber ve yazılarla gündeme geleceğini yukarıda okuduğunuz yazımızda bir gerçeği daha yeniden gündeme getirmiş olduk.

Teröristbaşı Fethullah Gülen’nin bir dönem medyada ‘Fethullah Gülen Öldü!” haberlerinin nereden kaynaklandığı ve amacının ne olduğunu konusuna tekrar ayrıntılı bir şekilde yer vereceğiz. Şimdi biz terörirstbaşı Fethullah Gülen ve sözde Cemaat’i ile ilgi bilinmeyenleri izah etmeye devam edelim.

Teröristbaşı FETHULLAH GÜLEN BİYOGRAFİSİ bize eli-kanlı örgütünün perde arkasındaki bilinmeyen gerçeklerin ipuçlarını da veriyordu! Fethullah Gülen’in Telefon Konuşmaları CEMAAT’in gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Cemaat yıllar önce SIZINTI dergisiyle her yere sızmayı başlatmıştı. Aynen MASON ve KABALA gibi gizemli bir örgütlenmeye gitmişti. İnternete düşen Fethullah Gülen’in telefon görüşmelerinde bugüne kadar kimsenin aklına bile gelemeyecek çok ilginç hususları ve çapıcı gerçeklerin ortaya çıkması Cemaat hakkındaki düşüncelerimizde yanılmadığımızı bir kere daha tescil etmiş oluyordu.

SIZINTI dergisinin isminden de anlaşıldığı gibi gerçekten 30 yıl içinde siyasi partilere, kurumlara ve hatta iktidara nasıl sızdıklarının adeta belgeleyen bu telefon konuşmaları ibret vericiydi. Dershaneler, öğrenci evleri, ağabeyler, ablalar, hocaya gönül bağı yoluyla bağlanan iş adamları vs. birçok yol ve yöntemle Cemaat’in aynen MASON localarına benzer örgütlenme şekliyle ilm-i siyaset ve takiye yoluyla inanan insanların duygularını sömürerek kalplerinde nasıl yer ettiklerini apaçık ifşa ediyordu. Sadece Türkiye’de değil okul kılıfı altında ‘hizmet’ diyerek adeta Hıristiyan misyonerler gibi bütün dünyada sinsi ve gizlice örgütlenmişlerdi.

Cemaat’in Ulu Göz’ü Fethullah Gülen’di: Yıllarca önce şüpheye ve tereddüde rağmen ben bile Cemaat hakkında çok az yazdım. Gerçeği bilmeme rağmen içimde bazı tereddütler, zan/şüpheler vardı. 1980’li yıllarda oluşan zan ve önyargıdan uzak şüphe ve tereddütlerimi bir süreliğine içime gömmüştüm. Fakat Cemaat üzerinde yapmış olduğum istihbarat ve araştırmalar iki yıl önce bakışımı, düşüncemi ve fikirlerimi değiştirerek tekrar eski haline getirmişti. Yani, geçmişteki şüphelerim doğruymuş. Artık zan ve şüpheye mahal vermeyen gerçekler ortaya çıktıkça Cemaat hakkında kesin fikrimi ortaya koymak zorundaydım. Her şeye rağmen Cemaat yapılanmasını Piramit’e benzeterek basamaklara ayırmak zorundaydım. Asıl tepe olan Ulu Göz Fethullah Gülen Hoca Efendi ve kurmayları (uzmanlar, hocalar, bilim adamları, iş adamları, üst düzey ağabeyler ve ablalar vs.) dışında orta tabaka diyeceğimiz sadece hizmet erlerini onlardan ayırmak zorundaydım. Cemaat’in orta tabakası gerçekten dava adamı oldukları inanmışlar ve gönülden bir bağ ile gerek Türkiye’de gerek yurt dışında hizmet ediyorlardı. Onlara bir sözüm yok. Fakat onların da basiret ve ferasetle gönül gözlerini açarak son günlerdeki acı gerçeklere seyirci kalmadan kendilerini sorgulamalarını istiyorum. Bir de asıl taban diyebileceğimiz çoğunluk kesiminin körü körüne bağlı olmaları bizleri derinden üzüyordu.

Gülen Cemati’nin İlmi Siyaset ve Takiye Yolu İle Nasıl Siyasete Sirayet Etti?!: Teröristbaşı Fethullah Gülen Hoca’nın özgeçmişi irdelendiğinde Nur camiasından nasıl koptuğunu, nasıl dışlandığını açıkça görebiliriz. Daha sonradan ilm-i siyaset ve takiye yoluyla devlet erkanına sinsice yaklaştıklarına şahit oluyoruz. MSP, AP, CHP, ANAP, Doğru Yol ve diğer bazı siyasi partilere sızarak siyasi arenada güçlenmeye çalıştılar. Güçlendikçe ve fırsatlar ele geçtikçe devlet kademelerinde yer edinmek için çırpındıklarını görüyorduk. Özel evler, dershaneler, sivil toplum örgütleri vasıtası ile de saf-temiz Anadolu’nun fakir-fukara çocuklarına el atıp onların beyinlerini yıkayarak, geleceklerini garanti altına almak için askeri ve polis okullarına (referans ve torpil yoluyla) yerleştirerek kendilerine hizmet için yetiştirdiklerini çok iyi biliyorduk. Sadece askeri ve polis okulları değil siyasal, hukuk, mühendislik vs.. her alanda öğrenci yetiştirerek kendilerine hizmet amacıyla nasıl yetiştirdiklerini de çok iyi biliyorduk. Dünyada benzeri az görülen gizli bir yapılanma (teşkilatlanma) ile zaman içinde güçlerine güç kattılar ve devletin her kademesinde söz sahibi olmaya başladılar. Dedikoduya, şaibeye iz bırakmayan bir güven ortamı yaratarak siyasi partilere destek verip amaçlarına ulaştılar.

Cemaat AK Parti’nin (inanç, kardeşlik bağı olan) yumuşak karnındın sızmıştı. Ve uluslararası küresel güçlere yaranmak için İslâm’dan tavizler vererek DİYALOG çağrısı yapmış ve sonunda da başarmıştı.

Fethullah Gülen ve Cemaati için AK Parti bulunmaz bir fırsattı. Nasıl olsa yüzde 51 oy çoğunluğu ile sandıktan çıkmış ve tek başına iktidar olmuştu. Daha önceki yazılarımızda da bahsettiğimiz gibi sözkonusu İslâm ve kardeşlik olunca, sözkonusu dava ve hizmet olunca AK Parti onlar hakkında hiçbir zan ve tereddütte bulunmadan her istediklerini pozitif cevap verdi. Hatta ve hatta hizmet ehli oldukları için, yalan, riya, haram konusuna dikkat edecekleri için, kul hakkı gözetecekleri için devlet kademelerindeki en önemli, en kritik görevlerde bile hiç tereddüt etmeden gelmelerine vesile oldu. AK Parti’nin (inanç bağı gözetilerek) yumuşak karnından giriş yapan Cemaat zaman içinde istek ve arzularını daha da çoğalttılar. Artık ellerinde listeler ‘şuraları isteriz, şu yerleri bize verin, şu makamlara bizim adamlarımızı getirin, şu yetkileri bizim olacak’ diyerek AK Parti iktidarını ikna ettiler amaçlarına ulaştılar.

Cemaat içerde bu yoğun çalışmaları yaparken Fethullah Gülen de Vatikan olmak üzere ABD, AB ve İsrail’in hem üst düzey yetkilileri hem de (CIA ve MOSSAD) gibi istihbarat birimleri ile de diyaloga geçerek kendilerinden uluslararası arenada da söz sahibi konumuna getirdiler. Vermiş oldukları tavizlerle kendilerini hem Hıristiyan hem de Musevi/Yahudi dünyasına sevdirttiler, kabul gördürttüler ve onlarla sarmaş-dolaş, el-ele, omuz-omuza bir ‘kardeşlik’ ruhu içinde vücut bulup Dinlerarası Diyalog düşüncesini hortlattılar. Bu bahsetmiş olduğumuz hususların belgeler Fethullah Gülen’in konuşmaları arasında vardır. Gerçekler ayrıntılarda gizlidir! Teröristbaşı Fethullah, öyle çarpıcı ve korkunç konuşmalar yaptı ki, Kelime-i Tevhid’in özüne yönelik itikadı ve akideyi zedeleyen konuşmalardı bunlar. Lailaheillah demek yeter dedi! Muhammedünresullallah demeye gerek yok dedi! Kur’an’ın bazı ayetleri, Peygamberin bazı hadisleri miladını doldurmuş yönünde beyanlar verdi. Fethullah Gülen’in İslâm’ın akide ve itikadı özünden dışına çıkmaya başladığını, diğer dinlerle (Hıristiyan ve Yahudiler) uzlaşma, barışma ve kaynaşma yoluna giderek ‘Hak Geldi Batıl Zail Oldu’ ayetini adeta inkar edercesine açıklamalar yaptığına şahit oldukça iğrenmeye/tiksinmeye başlamıştık. Evet, bütün bunlardan dolayı AK Parti iktidarını gerek yazarak, gerek yüz-yüze görüşerek uyarmaya başlamıştık. Teröristbaşı Fethullah Gülen ve Cemaati’ne dikkat edin diyorduk. Bunlar başınıza belâ olacak diye uyarıyorduk. Uyarımız sadece AK Parti iktidarına değil diğer siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve tüm toplumu kapsayacak düzeydeydi. Tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Belâ ‘geliyorum’ diyordu. Fakat AK Parti iktidarı bütün bu uyarılarımızı dikkate almadı. Ki ilk uyarımı CHP’yi (Deniz Baykal’ı) hedef alan seks kasetleri ile yapmıştım. Daha sonra MHP’yi uyarmıştım. En son da AK Parti’yi..! İddialarım ve uyardığım hususlar zaman içinde bir bir gerçekleşti. Oysaki biz sadece ipucunu verip, yol gösterip büyük felaket öncesi uyarılarımızı yapıyorduk.

Ergenekon, Balyoz Operasyonlarının Perde Arkasında Cemaat’in Ayak İzlerini Görüyorduk: Ne zaman ki Ergenekon operasyonları başladı Cemaat hakkındaki şüphelerim arttı. Ve Ergenekon mağdurları üzerinde yoğunlaştım, yapılan haksızlıkları, usulsüzlükleri kaleme aldım ve benim adım da Ergenekoncu’ya çıktı! Hatta ve hatta o kadar dikkati çekmişim ki Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz beyefendi hakkımda Gizli Tanık yoluyla yüzlerce sayfa iddianame bile hazırlamıştı. Bunun üzerine benimle ilgili Gizil Tanık AKDENİZ dahil tüm gizli tanıklar üzerine derinlemesine araştırmalar yaptım. Ve öğrendiğim gerçekler tüylerimi ürpertmişti. Tüm gizli tanıklar özel seçilmiş, sabıkalı, ruh hastası, PKK itirafçısı, maceraperest, kendilerini ‘derin devlet’ havasına kaptırmış şizofren özellikli insanlar içinden seçilmişti. Bu sefer Gizli Tanık’larla ilgili uluslararası araştırmalar yaptım, başka ülkelerdeki gizli tanıkların yasal boyuttaki hak ve hukuklarını inceledim ve bu konuda da devleti uyarıcı yazılar yazdım. Bilhassa Ergenekon savcılarını uyarmıştım. Yıllar sonra, şu içinde bulunduğumuz günlerde uyardığım savcıların gizemleri/sırları Cemaat uzantılı çıkınca Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının asıl amacı da ortaya çıkmış oluyordu. Yani, emperyalist küresel güçlerin Türkiye uzantısı sahte derin devlet deşifre olunca onun yerini Cemaat’in Paralel Devlet’i doldurulmuş olduğunu gördüm. Çünkü AK Parti misyonu, vizyonu, amacı/hedefi Türkiye’nin gelişmesi, büyümesi, tam bağımsız bir ülke olması, batının hegemonyasından kurtulması, IMF kıskacından çıkması ve kendi üreten, kendi gelişen, refah ve huzur içinde bir ülke olması için çırpınan ve Hedef 2023 Projesi ile de Türkiye’yi uluslararası arenada sözü geçen, kalkınmış, müreffeh ülkeler seviyesine çıkmış, istihbaratı, silah sanayi, teknolojisi ile de tamamen milli olması gereken bir strateji izlediği için maalesef emperyalist küresel güçler boş durmadılar. Türkiye’yi içerden kuşatmak için Cemaat fonksiyonunu devreye sokup kendi amaçları doğrultusunda kullanmak istediler.

Zaman İçinde Cemaat Hem İçerde Hem Dışarda Gücüne Güç Kattı ve Öyle Bir Gün Geldi Ki Kendisini ‘DEVLET’ Yerine Koyup 17 Aralık 2013 Operasyonlarını Başlattı: İşte bütün bunlardan dolayı Fethullah Gülen ABD’de üs kurup cemaatini dışarıdan organize etmeye başladı. Uluslararası ilişkileri ve Türkiye içindeki yapılanması paralel büyümeye başladı, devlet kurumlarının en önemli yerlerine sızarak emperyalist küresel güçlerin hizmetçisi konumuna geldi. Zaten kendileri söylemiyor mu “Biz hizmet erleriyiz” diye. Evet, hizmet ediyorlardı, hem öyle bir hizmet ediyorlardı ki kendi ülkelerinin siyasi, ekonomik, sosyal yönden çökertecek bir şekilde hizmetlerinde adeta yarış etmişlerdi. Öyle bir zaman geldi ki devletin farklı kurumlarındaki istihbarat birimleri dahil olmak üzere Emniyet’te aleni, Yargı’da gizli bir şekilde örgütlendiler. Ta ki ‘artık devlet bizim elimize geçti’ fikri olgunlaşıncaya kadar. Ne zaman ki ‘devlet artık biziz’ düşüncesi meyvesini vermeye başladı işte o zaman düğmeye bastılar. Ve yolsuzluk ve rüşvet kılıfı altında AK Parti iktidarı ve Başbakan Erdoğan’a yönelik 17-25 Aralık 2013 Operasyonunu gerçekleştirdiler. Elbet ki gelmiş-geçmiş iktidarlarda da yolsuzluk ve rüşvet dizboyu idi. Yolsuzluğa, rüşvete, haksız adalete hepimiz karşıydık. Varsa yolsuzluk yapan, rüşvet eden, haksızlık yapan cezasını çekmeliydi. Fakat Cemaat’in amacı yolsuzluk ve rüşveti ortaya çıkartmaktan çok bunu bahane ederek asıl AK Parti iktidarını devirerek ve Başbakan Erdoğan’ı koltuğundan ederek tüm devleti ele geçirme planını tatbikata koymaktı. Ve düğmeye bastılar ama amaçlarına ulaşamadılar. Başka bir iktidar/hükümet olsaydı çoktan devrilmişti. Bu küresel oyunu, tezgahı, tuzağı AK Parti iktidarı bilip-anladığı için pes etmedi tam tersine gerçek düşmanını görerek tedbir ve önlem alıp üzerlerine gitti. Üzerlerine giderken önce dershanelerden sonra Emniyet’ten başladı. Dersahaneler Cemaat’in Kara Kutusu ve Can Damarı olduğu operasyonlardan sonra çok iyi anlaşıldı. Ve Emniyet’teki Fetöcülerin üzerine gidilince de kızılca-kıyamet koptu. Atamalar, görev değişimleri, yetki almaları ile bu sefer karşı operasyon düğmesine mevcut iktidar basmıştı. Türkiye’de Fethullah Gülen ve Cemaat’in hiç de hesap etmediği gelişmeler yaşanmaya başladı. Evdeki hesap pazara uymamıştı. Yanlış hesap Bağdat’tan değil Ankara’dan dönmüştü. Fethullah Gülen pirince giderken bulgurdan olmuştu. Vurdukları keser sert kayaya çarpmış hatta geri teperek kendilerini yaralamıştı. Kazdıkları kuyuya kendileri düşmüştü.

CHP, MHP ve AK Parti ile İlgili Seks ve Ses Kasetlerini Hazırlayanların Cemaat Olabileceği

Şüphesi 17 Aralık Operasyonları İle Adeta Kesinleşmiş Gibiydi: Seks kasetlerinin perde arkasındaki izleri takip ederek Fethullah Gülen ve Cemaati’ni giden uzun-ince bir yolu izliyorduk. 17-25 Aralık 2013 polis-yargı darbesi üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki 13 Aralık 2014 tarihinde ansızın Fethullah Gülen’in telefon konuşmaları internete düştü!.. Türkiye’de yer yerinden oynadı. Bu sefer kasetler değil telefon konuşmaları gündeme bomba gibi düşmüştü. Maske düşmüş kel görünmüştü! Fethullah Gülen ve Cemaati’nin tüm sırları üç-beş telefon konuşmasıyla birlikte deşifre olmuştu. Asıl amaçları da gün yüzüne çıkmış millet gerçeği öğrenmişti.

İBDA Fikriyatı Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun İçeri Alınmasına ve Yıllarca Esaret Altında Yatmasına Müsebbip Fethullah Gülen Cemaati Olmasın! İBDA-C TEHLİKENİN FARKINDAYMIŞ: Bu arada Fethullah Gülen’nin Türkiye dışına çıkmasına sebep (herkesin gözünden kaçan) bir gerçeği de hatırlatmak isterim. Evet, Fethullah Gülen’i korkutan, yurtdışına çıkmasına sebeplerden birisi de İBDA fikriyatının mimarı (tam 16 yıldır cezaevinde yatmakta olan) Salih Mirzabeyoğlu çevresindeki İBDA’cılar tarafından ölümle tehdit edilmesiydi. Şimdi anlıyoruz ki (Salih Mirzabeyoğlu’da Milli Görüş ve Büyük Doğu camiasından, yani eski (1980 öncesi) AKINCILAR’ın bölünmesiyle AKINCI GÜÇ olarak ortaya çıkan daha sonra İBDA fikriyatının lideri olarak sesini duyuran Salih Mirzabeyoğlu’nun neden yıllarca cezaevinde yattığı ki şu andaki iktidar ile inanç, düşünce, fikir, kök bağı olmasına rağmen niçin serbest bırakılmayarak hâlâ cezaevinde tutsak olduğu gerçeği de gün yüzüne çıkmış oluyordu. Ve dahasını da söyleyebilirim, İBDA fikriyatı mimarı ve lideri Salih Mirzabeyoğlu üzerindeki TELEGRAM uygulamasını da sözkonusu Fethullah Gülen Cemaatı’nın Paralel Devlet yapısından kaynaklandığı şüphelerim iyice netleşmeye başladı.

Fethullah Gülen İBDA-C’yi İspiyonlamıştı. Fethullah Gülen’in Polis Koruması Almak İçin İBDA-C Hakkında Şikâyette Bulunduğu Ortaya Çıktı. Büyük Doğu Haber sitesinin yayınladığı habere göre bugün mevcut hükümete karşı uluslararası bir komplo içerisinde baş aktörlüğe soyunan Fethullah Gülen İBDA/C şikayet etmiş. Bu konuyla ilgili o günlerde medyaya yansımış bir haberi tırnak içinde sizlerle paylaşıyorum. Haber aynen şöyleydi:

“Fethullah Gülen hareketinin ‘hareket tarzını’ da ortaya koyan hadise 1996 yılında gerçekleşti. Fethullah Gülen, İBDA/C örgütü tarafından tehdit edildiği ve öldürüleceği şikayeti ile İstanbul İl Koruma Komisyonuna kendisine yakın koruma verilmesi konusunda talepte bulunmuş ve bu talebi dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın 30.07.1996 tarihindeki oluru ile kabul edilmiş ve bu tarihten itibaren kendisine yakın koruma polisleri tahsis edilmiştir. 1999 yılındaki değerlendirmesinde aynı tehdidin devam ettiği gerekçesi ile korumanın devam etmesi talebi tekrar değerlendirilmiş ve İstanbul Merkez Koruma Komisyonu tarafından uygun görülerek 2 yakın koruma ile devam etmesi kararı alınmıştır. Bu durum Fethullah Gülen’in rahatsızlığı dolayısı ile ABD’ye gitmesine kadar, hatta ABD’de bulunduğu 1. ayda ABD’de korunmasına kadar devam etmiştir.”

Fethullah Gülen’in Telefon Konuşmaları, BDDK, TUSKON ve Holdingler: Bilhassa Fethullah Gülen ve Büyük Abi X ile arasında geçen ilk telefon konuşmasında Asya Bank üzerinde durulurken BDDK sözkonusu olunca “BDDK’da adamlarımız var” diyerek kendilerinden emin ve büyük bir özgüvenle umursamadıklarını ama tedbir ve önlem alarak nasıl bir yol takip edecekleri üzerinde durdukları düşünüldüğü zaman, bir dönem Anadolu’daki Holdinglere yapılan operasyonların da Cemaat tarafından yapılmış olacağı olasılığı ortaya çıkmakta. O dönemde BDDK operasyonları ile kaç Holding tarihe karışmıştı. Benim bildiğim sadece Konya’daki ve Yozgat’taki Holdingler… Kim bilir kaç holding daha var?!

Değerli okuyucularım; BÜTÜN YÖNLERİYLE FÖTÜ GERÇEĞİ (FETÖ Hala Devletin İçinde: Kriptolar Pusuda Yatıyor. Ortaya Çıkacakları Günü Bekliyorlar!..) Araştırma/Haber/Yorum yazımızın devamını günlük köşemde okuyabilirsiniz.