Muhyiddin İbnü'l-Arabî (Arapça:
مُحِي اَلدِّينْ اِبْنُ الْعَرَبِي; d. 28 Temmuz 1165 - 10 Kasım 1240) ya da tam adıyla
Muhyiddîn Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabî el-Hâtimî et-Tâî (Arapça:
أَبُو عَبْدُ الله مُحَمَّدْ بِنْ عَلِي بِنْ مُحَمَّدْ بِنْ اَلْعَرَبِي اَلحَاتَمِي اَلطَّائِي), ünlü İslam düşünürü, mutasavvıf, yazar ve şairdir.
Şeyhü'l Ekber unvanı ile de bilinir.
Hayatı
Muhyiddin İbnü'l-Arabi, Muvahhidler döneminde, 28 Temmuz 1165'te Mursiye, Endülüs'te doğdu. Bilinmeyen bir sebeple sekiz yaşında ailesiyle birlikte İşbiliyye'ye geldi. Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. Akrabaları arasında tasavvufî bilgilere sahip kimseler vardı.
İsminin sonunda yer alan el-Hâtimî et-Tâî, onun cömertliği ve hayırseverliğiyle ün kazanmış olan Taî kabilesine mensup Adî b. Hâtim et-Taî'nin kardeşi Abdullah b. Hâtîm et-Taî'nin soyundan geldiğini göstermektedir. Bu kabilenin Arap olması sebebiyle İbn Arabî ve ataları “Arabî” (Arab) diye tanınmışlardı. Endülüste
'te bir süre daha kaldıktan sonra çıktığı seyahatte Şam, Bağdat ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış âlim ve şeyhlerle görüşmeler yaptı. Babası, kendisinde bir değişiklik olduğunu fark ederek İbnü'l-Arabî ile görüşmek isteyen filozof İbn Rüşd'e ondan bahsetmişti.
İbn Rüşd, gerçek bilginin akıl yoluyla elde edildiğini savunurken İbnü'l-Arabî; gerçek bilginin sadece aklımızdan vücuda gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok tasavvuf yoluyla elde edilebileceğine inanıyordu.
Daha sonra Sufizmi benimsedi ve hayatını manevî yola adadı.
İbnü'l-Arabî, kendisine
"Manevî annenim ve dünyevî annenin ışığıyım" diyen Kordovalı Fatma adında 95 yaşından büyük bir kadına hizmet etti. Takvası ve tevekkülü ile bilinen bu kadın, kendisi üzerinde de oldukça büyük bir etki bırakmıştı.
Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve Ekberî Öğretisi
Varlık Birliği(Vahdet-i Vücud) öğretisinin baş sözcüsü olmakla birlikte kendisinden sonra vahdet-i vücud görüşünü benimseyen sufiler için Muhyiddin İbn Arabi'nin lakaplarından olan Şeyh-i Ekber'e atıfla
Ekberi sıfatı kullanılmıştır. Her ne kadar varlığın bir olduğunu kabul etmiş olsalar da Ekberî sufiler, bâzı görüşlerinde farklılıklar sergilemişlerdir. Meselâ Abdulkerim El-Cili ve Sadrettin Konevi her ikisi de Ekberi olmakla birlikte özgün görüşleri de olan ve başlı başına bir sufi metafiziği ve felsefesine sahip olan düşünürlerdir.
İbnü'l-Arabi'ye yönelik eleştiriler
Muhyiddin İbnü'l-Arabî'ye karşı öğretisini benimseyenlerce Şeyh-i Ekber (en büyük şeyh), öğretisine karşı çıkanlar tarafından Şeyh-i Ekfer (en kâfir şeyh) gibi birbirine taban tabana zıt lakapların verilişi, İbnü'l-Arabî'nin İslam tarihinde üzerine en sert tartışmaların yapıldığı kişilerden biri olduğunun göstergesidir.
İbnü'l-Arabî'ye ait birçok görüş tartışılagelmiş, fakat üzerinde en çok durulan konu şüphesiz vahdet-i vücud düşüncesidir.
İbnü'l-Arabî, vahdet-i vücud (varlığın birliği) dolayısıyla panteizmi savunduğu, yani varlığın Tanrı olduğunu söylemesi iddiasıyla hem bâzı fakihlerden, hem de bâzı sufîlerden ılımlı ve sert eleştiriler almıştır.
Fakat Fususu'l-Hikem şârihlerinden Ahmet Avni Konuk, panteizmin vahdet-i vücud kavramından farklı olduğunu ifade eder ve 11 madde ile açıklar. Bu maddelerden ikisi şöyledir:
Madde 4: Vahdet-i vücudu müşahede edenler, taayyünat ve eşyanın hakikatinin Hak olduğunu söylerler; fakat taayyünatın ve eşyanın kendisine Hak demezler. "Hak, Hak'tır ve eşyalar da kendi zatlarında eşyadır" derler. Vücûdîler (panteistler) ise eşyanın taayyünlerinin ve zatlarının Hak olduğunu söylerler.
Madde 8: Vahdet-i vücudu müşahede edenler, Cenabı Hakk'ı hem "tenzih", hem "teşbih" ederler. Vücûdîler (panteistler) ise yalnız "teşbih" ederler.
İbnü'l-Arabî'nin en sert eleştirmenlerinin başında gelen kişi Hanbeli Mezhebi geleneğinden beslenen âlim İbn Temiyye'dir. İbn Teymiyye'ye göre vahdet-i vücud küfürdür, dolayısıyla onu savunanlar da kafirdir.
Bâzı tasavvuf ehilleri Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin geldiği idrak ve ilâhî anlayış seviyesinin peygamberler hariç insanlığın gelebileceği en yüksek seviye olduğu görüşündedirler. Tasavvuf çevrelerindeki genel kanaat, gelmiş geçmiş en büyük birkaç şeyhten biri olduğu yönündedir; bu da "Şeyh-ül-Ekber" yakıştırması ile paraleldir. Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin öğretisinin ve anlayışının ancak onun düzeyinde olanlarca anlaşılabileceği, yani ancak cüz'i iradenin tamamen devre dışı bırakılması ile anlaşılmasının mümkün olabileceği; aksi hâlde cüz'î iradeden tamamen kopamayan ve ilâhî iradeyle tamamen bütünleşemeyen bir kişinin Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin bu yöndeki söylemlerini dillendirmesinin bir mânâda yalan beyan olacağı ifade edilmiştir.
Eserleri
Nefahat'a göre, Bağdat Uleması’ndan birisi
Muhyiddin İbnu’l-Arabî üzerine bir kitap te'lif etmiş ve bu kitapta musannefatının 500’den fazla olduğunu söylemiştir. İbnü’l-Arabî’nin eserlerinin sayısı kendine de malum değildi denir. Hayatında dostlarının isteği üzerine birkaç defa bunların fihristini yapmak istedi. Bu fihristler birbirinden ayrı üç yazma hâlinde bugüne kadar geldi. Bugüne gelenlerin bazıları:
- Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri'l-Mahkiyye ve'l Mülkiye, (Kendi el yazısı ile olan nüsha, Türk-İslâm Eserleri Müzesi no. 1845-1881'dedir. Bu nüsha 31 cilt hâlinde tertib edilmiştir.)
- Fusûsu'l-Hikem, (Türkçeye tercüme eden Molla Câmî, Hoca Muhammed Parsa'nın "Füsûs" için, "can", "Fütûhat" için "gönül" dediğini rivayet eder.)
- Kitabu'l-İsrâ ilâ Makâmi'l-Esrâ,
- Muhadaratü'l-Ebrâr ve Müsameretü'l-Ahyâr,
- Kelamu'l-Abâdile,
- Tacu'r-Resâil ve Minhâcu'l-Vesâil,
- Mevâqîu'n-Nucûm ve Metâli' Ehilletü'l-Esrâr ve'l-Ulûm,
- Rûhu'l-Quds fi Münâsahâti'n-Nefs,
- et-Tenezzülâtü'l-Mevsîliyye fi Esrâri't-Tahârat ve's-Salavât,
- Kitâbu'l-Esfâr,
- el-İsfâr an Netâici'l-Esfâr,
- Divân,
- Tercemânu'l-Eşvâk,
- Kitâbu Hidâyeti'l-Abdal,
- Kitâbu Tâci't-Terâcim fi İşârâti'l-İlm ve Latâifi'l-Fehm,
- Kitâbu'ş-Şevâhid,
- Kitâbu İşârâti'l-Qur'an fî 'Alâimi'l-İnsân,
- Kitâbu'l-Ba',
- Nisâbü'l-Hirâq,
- Fazlu Şehâdeti't-Tevhîd ve Vasfu Tevhîdi'l-Mükinîn,
- Cevâbü's-Su'âl,
- Kitâbu'l-Celâl ve hüve Kitâbu'l-Ezel,
- Kitâbu'l-Cem ve't-Tafsîl fî Esrâri'l-Ma'ânî ve 't-Tenzîl, (Meryem Sûresi'ne kadar yazdığı Kur'ân-ı Kerîm tefsiridir. Her âyeti Celâl, Cemâl ve İ'tidal olmak üzere üç ayrı makamda incelediğini belirtir. İbn Arabî'ye göre Kur'ân-ı Kerîm'i bu tarzda tefsir eden hiç olmamıştır. Sadece 64 defter Kehf Sûresi'ndeki "Ve iz kâle Mûsâ li fetâhu lâ ebrahu ..." (18/60) âyetine ayrılmıştır.)
- eş-Şeceretü'n-Nu'mâniyye.
İbnü'l Arabi tarafından el yazısıyla yazılan
el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye', Konya