Ahmed Davutoğlu’ndan Yeni Yol Açıklaması
Yeni bir yola çıkmak üzere azığını hazırlamış, zihnini odaklamış ama en önemlisi yüreğini ortaya koymuş “Yeni Yol” arkadaşlarım,
Değerli Genel Başkanlar,
Aziz milletim,
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün Yeni Bir Yola çıkmak üzere bismillah diyoruz.
Allah, yolumuzu Sırat-ı Müstakim, refiklerimizi sadık, duruşumuzu elif gibi dik, ayaklarımızı hak yolda sabit eylesin.
Gelin sizinle bir yol hasbıhali yapalım.
Önce aynaya bakıp soralım kendimize!
Bizi yola çıkaran saik, sebep nedir?
Bir bilene soralım isterseniz.
Yolu vuslata ermek olan Mevlana’ya!
Mevlana der ki Fihi Mafih adlı eserinde;
“İnsana yolu gösteren derttir, hem de her işte. İnsan, hangi işe koyulursa koyulsun, o işin derdi, o işin hevesi, aşkı, gönlünde doğmazsa adam, o işe girişemez; o iş, dertsiz kolay gelmez ona. İster dünya olsun ister ahiret… İster alış-veriş olsun, ister padişahlık… İster bilgi olsun ister yıldız; isterse başkası hepsi de böyledir.”
Özetle, derdi olanın yolu vardır.
Derdi ikbal, derdi servet derdi güç ve iktidar olan aslında dertsizdir; derdi yoktur hırsı vardır,
Dertsiz olan aslında yolsuzdur, yolundaki kilometre taşlarını kaybetmiştir ve yolsuzluğa açıktır.
Peki bizim derdimiz ne, bize uykuyu haram eden, her türlü baskıya ragmen yola çıkmaya yönelten derdimiz ne?
İslam düşüncesinde Makasıd-üş Şeria diye bir tabir vardır. Yine Şeria deyince birileri slogan atmaya başlamasın; bu kavram Hukukun maksatları, amacı demek!
Bugün evrensel dilde karşılığı “insan hakları” olan ilkeler: Basit gibi görünen ama yola çıkan siyasetçinin unuttuğunda zalimleştiği 5 ilke:
1. Canı Korumak
2. Aklı Korumak
3. İnancı, düşünceyi korumak,
4. Nesli korumak
5. Mülkü, insan onuruna yakışan bir ekonomik standardı korumak
Derdimiz bu! Bu ilkelerle yaşadığımız gerçekliği karşılaştırdığımızda uykuyu bize haram kılan bir tabloyla karşılaşıyoruz!
• Önce Canı Korumak!
İçerde ve dışarda canın korunamadığı bir kaos yaşanıyor!
Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesini bir siyasi duruş ilkesi değil de sıradan slogan haline getirenlerin yönettiği ülkede insan canı doğduğu andan itibaren tehdit altında!
Yüz kızartıcı bir dava yürüyor İstanbul’da! Yenidoğan Çetesi! Masum bebeklerin canları üzerinden “yolunu” bulan ahlaksız bir çetenin davası! Arkadaşlarımız Aynur ve Meryem Hanımlar bugün o davadan buraya geldiler1
Masum bir bebek canından daha değerli ne olabilir?
Onu koruyamıyorsak neyi koruyabiliriz?
Öte yandan genç kızlar surlardan atılarak, kadınlar boğazları kesilerek katledilen, bir yılda 394 kadının katledildiği, 259 şüpheli kadın ölümünün olduğu bir ülkede can güvenliği var denilebilir mi?
Sokak çetelerinin kol gezdiği bir ülkede kim canından emin olabilir?
Dün kahraman bir siyasetçimizin 28 Şubat’ın gür sesi Muhsin Yazıcıoğlu’nun davası zaman aşımına uğradığına karar verildi!
Bir siyasetçinin canına kast edilmesi zaman aşımına uğrarsa, diğer canlar nasıl emin olabilir?
Değerli Arkadaşlar!
Bizi yol ehli yapan derdimiz budur!
Bizim Doğup da büyüyemeyen bebeklerimizin, tecavüze uğrayarak alçakça katledilen Sıla bebeğin, teneke barakada yanan çocukların, cesedi değersiz bir çöp gibi çuvalda dereye atılan Narin bebeğin, hala katilini bulamadığımız Rojin kızımızın, surdan atılan İkbal kızımızın, boğazı kesilen Ayşenur kızımızın derdiyle yola düşüyoruz!
Dışarda ise insan canının hiçbir kıymet taşımadığı bir adaletsiz dünyada yaşıyoruz!
Gazze’de 1.5 yıldır bir soykırım yaşanıyor!
Bir taraftan o soykırımda hayatını kaybeden mazlumların derdi yüreğimizi dağlıyor, diğer taraftan bu soykırımcılarla ticareti 8 ay doğrudan, daha sonra da dolaylı sürdüren işbirlikçi bir iktidarın utanç derdini yaşıyoruz!
Biz 13 yıl boyunca Suriye’de kimyasal silahlarla, varil bombalarıyla katledilen mazlumların dertleriyle uykuyu kendimiz haram kılmıştık!
O zaman bizi acımasızca eleştiren ve bu zalimlerle işbirliği yapmak gerektiğini söyleyen muhalefetin şimdi Şam’a yardım seferberliği şovuna kalkışmaları karşısında sormak gerekmez mi?
Yoldaşlarınız olan belediye başkanları bu mazlumların suyunu keserek Kerbela şartlarına mahkum ederken siz neredeydiniz?
Öte yandan, daha üç ay öncesine kadar Beşşar Esad ile görüşmek için randevu talebinde bulunulmasını barış çabası diyerek öven iktidar borazanlarının şimdi fetih türküleri söylemesi ne kadar samimidir?
Bizi yola çıkaran saik Filistinli, Gazzeli, Suriyeli, Doğu Türkistanlı, Arakanlı mazlumların can güvenliği derdidir.
İşte iktidara çağrıda bulunuyorum: Şu anda Tayland’da Çin’e iade edildiğinde infaz edilecek Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin çığlıklarını duyun ve onları o cehennemden çıkarın!
• İkincisi, aklın korunması!
Uyuşturucu belasının ilkokul çağlarına indiği bir ülkede aklın korunmuş olmasından bahsedebilir miyiz?
Düşünce suçu diye bir utancın yaşandığı, attığı bir tweet, yaptığı bir yorum nedeniyle hayatı kararanların olduğu, gazetecilerin oto-sansür yapmak zorunda kaldığı bir ülkede aklın korunduğu söylenebilir mi?
Biz genç akılların her türlü bağımlılığa karşı korunduğu, yetişkin akılların her türlü düşünceyi özgürce üretebildiği ve yayabildiği bir ülke derdiyle yola çıkıyoruz.
• Üçüncüsü inancın korunması!
Evet bu konuda da dertliyiz, hem de çok dertliyiz!
Yapılan bütün araştırmalar gençlerin dini inançlarının zayıfladığını, din adamlarına güvenin tarihin en düşük seviyelerine indiğini gösteriyor.
Dindar nesil yetiştirme iddiasıyla yola çıkanlar bugün deizmin ve ateizmin yayılmasının sebeplerini dış mihraklarda değil kendilerinde aramalıdır!
Bu acı tablonun sebebi son derece açıktır: Dinin hal ile yaşanır olmaktan çıkarak şekle ve retoriğe indirgenmesi!
Her gün ayet hadis okuyarak retorik yapanların devr-i iktidarında yaşanan yolsuzlukların, yasakların, yoksulluğun ve adaletsizliklerin bir virüs gibi yayılmasını gören gençler bunun sorumluluğunu kişilerde değil iktidar tarafından kuru sloganlara dönüştürülen dini değerlerde görmeye başlıyorlar!
Biz ahlakçı değil, ahlaklı olmanın derdiyle yola çıkıyoruz!
Yine Mevlana diliyle “olduğu gibi görünme, göründüğü gibi olma” derdiyle yola çıkıyoruz.
• Dördüncüsü Neslin Korunması;
Aile yapımızın temel direklerinin her gün sarsıldığını,
Eğitimin genç nesli gerekli ahlaki, mesleki ve zihni formasyonla yetiştiremediğini,
Eğitimini en yüksek derecelerle bitiren gençlerin dahi mülakat giyotinine kurban gittiğini,
Genç neslin bu güzel ülkede onurlu bir şekilde yaşamaktan ümidini keserek yurtdışına gitme telaşına girdiğini görmekten,
Dertliyiz.
“Emekliler Yılı” ilan ettikleri 2024’de emeklileri perişan eden iktidarın Aile Yılı ilan ettiği 2025’te aile yapımızı daha da sarsacak adımlar atma ihtimalinden dertliyiz.
• Beşincisi Mülkün Korunması: Buradaki kast edilen mülk helal yolla kazanılan emeğin ürünüdür. Bugünkü yorumuyla insanlara insan onuruna yakılır bir hayat standardı sunmak ve onu korumaktır.
Evet bu konuda da dertliyiz!
– FETÖ borsası örneğinde olduğu gibi kimsenin yaptığı yatırımın geleceğinden emin olamamasından;
– Yolsuzluklarla imar baronları, faiz baronları, uyuşturucu baronları ve ihale baronları servetlerine servet katarken gerçek üretimi yapan sanayicinin, çiftçinin ezilmesinden;
– Açlık sınırının da altında ilan edilen asgari ücretin ortalama ücret haline gelmesinden;
– Emeklilerin ayda açlık sınırının neredeyse yarısına tekabül eden emekli aylığı ile ahir ömründe sefalet içinde bir hayata mahkum edilmesinden;
– Tek bir yumurtanın geçen ay %12 zamla 6 lirayı aşmasından;
– Ekmeğin gramajının her gün düşmesinden;
– Gıda enflasyonunun dünyanın en yüksek gıda enflasyonu olmasından,
– Kıyma almanın bile lüks tüketim haline gelmiş olmasından
dertliyiz.
Değerli Arkadaşlar,
Bizi yola düşüren bebeklerimizin, çocuklarımızın, gençlerimizin, kadınlarımızın, esnafımızın, çiftçilerimizin, sanayicilerimizin, engellilerimizin, emeklilerimizin dertlerini dert edinmemizdir.
Halbuki bize “haksızlık olsa da, adaletsizlik olsa da, yolsuzluk olsa da, yoksulluk olsa da oturun size lütfedilecek olan makam sıranızı bekleyin” dediler.
Şimdi çok sık duyuyorum: Keşke yola çıkmasaydı da şimdi ikbale mazhar olsaydı? Seslerini.
Bizim derdim ikbal değildi ki mazhariyeti onda arayalım.
Yine Mevlana geldi dile ve fısıldadı kulağımıza: “”Yürü ki yol sana görünür hâle gelsin. Oturduğun yerde yolu bulamazsın.”
“Kendine bir yol seç ve sonuna kadar git, yol seni varacağın yere ulaştıracaktır.”
Onlar yol iktidara, ikbale varsın da nasıl gidilirse gidilsin dediler. Biz yolun nereye gittiği kadar, nasıl gidildiği de önemlidir dedik
“Nereye gittiğiniz değil, nasıl gittiğiniz önemlidir.” Diyen Confucius’a kulak verdik
Onlar “yön iktidar olsun da gerisi önemli değil” dedi;
Biz “Yöntem olmadan yön olmaz” dedik;
Tasavvufun temel ilkesiyle
Biz “usulsuz vuslat olmaz” dedik”
Peki Nasıl bir yol tercih ediyoruz?
Birilerinin yaptığı gibi alışılmış eski yolları tercih edebilirdik. Gücün aşındırdığı eski yolları. İktidarı elde etmek ve elde tutmak için her şeyin mübah görüldüğü eski yolları.
Zor olanı seçtik. Elimizdeki iktidarı korumaktansa ahlakı yozlaştıran iktidarın karşısında konumlanmayı seçtik. Sondaki iktidarı değil, yoldaki çileyi seçtik
Gelin bunu da meşhur Amerikan şairi Robert Frost’un ünlü “The Road Not Taken” şiiriyle anlatalım
Bunu bir iç çekişle anlatacağım,
Bir yerlerde, çağlar ve çağlar sonrasında:
İki yol ayrılıyordu bir ormanda, ve ben—
Daha az gidileni seçtim,
Ve bu, tüm farkı yarattı. (ve her şey değişti)
Evet sınamalardan geçmiş üç dost ekip sıradan bir yolu değil, daha az gidilen, belki de hiç gidilmeyen, çileli ve dikenli bir yolu seçtik.
İktidar ve ana muhalefetin “ya onu ya beni” seçeceksin dediği kutuplaştırıcı siyasi iklime meydan okuduk.
“Nefretle ve ön yargıyla siyaset olmaz” dedik.
Hala geçen yüzyılda yaşanan tek parti iktidarını temsil eden CHP karşıtlığına dayalı iktidar siyasetini de, bütün çabalarımıza rağmen hala jakoben doğmalarını terk edemeyen ve siyasetini bir zihniyetin değil bir kişinin değişmesine odaklayan ana muhalefet siyasetini de reddettik.
Yeni bir yol açalım dedik!
İstikameti hak, ilkesi adalet, yöntemi nezaket, ahlakı elif gibi dosdoğru, menzili bir yeni siyaset iklimi olan “Yeni Bir Yol”!
Geçmişte farklı konumlarda teşrik-i mesai yaptığım, siyasi ahlak sınamasından alın akıyla çıkmış, değerli dostum ve kardeşim Ali Babacan ile, geçtiğimiz 1.5 yıl içinde ortak Meclis grubumuzda zerafetine, nezaketine, siyasi olgunluğuna şahit olduğum, Erbakan hocamızdan Temel abimize kadar ulaşan “Önce Ahlak ve Maneviyat” diyen bir yolun tedrisinden geçmiş değerli dostum ve kardeşim Mahmut Arıkan ile oturduk ve bizi yola çıkaran derdi paylaştık, dertleştik.
Bu derdin ancak paylaşılarak, ortak bir şekilde omuzlanarak aşılabileceğini gördük. Nefsimizi, parti çıkarlarımızı bir kenara koyarak, el ele, zihin zihine, gönül gönüle verelim dedik.
Yolumuzun çetin olduğunu, bazı trol çetelerinin dün akşam sosyal medyada örneklerini gördüğümüz gibi daha biz yola çıkmadan yola mayın döşediklerini, fitne çıkarmak için fırsat kolladıklarını, her tür psikolojik ve fiili baskıya maruz kalacağımızı biliyoruz.
Ama kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, kararımız kesindir:
Bir tohum ektik, onu devlet sembolümüz ulu çınar kılacağız.
Bir damla olduk, ummana ulaştıracağız.
Bir yıldız olduk, evrene ışık saçacağız.
Şimdi gümrah bir devlet çınarı olup bütün mazlumları gölgesine alma vaktidir!
Şimdi damlalardan bir adalet ummanı olup insanların yüreğine akma vaktidir!
Şimdi bir kutup yıldızı olup yolunu şaşıranlara rehber olma vaktidir!
Bu yolda omuz omuza vermek isteyen herkese ve her partiye de gönlümüz ve elimiz sonunda kadar açıktır!
Hasbıhalimizi Pir Sultan ile noktalayalım!
Gelin canlar bir olalım
Özü öze bağlayalım
Sular gibi çağlayalım
Bir yürüyüş eyleyelim
Tevekkeltü teâlallah
Gayret bizden Tevfik Allah’tan; çünkü Rabbimiz bize “iktidar olun” demiyor; “emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun diyor”.
Biz dosdoğru olursak, zaferi de verecek olan O’dur.
Allah niyetimizi salih, ayaklarımızı hak uğruna sabit, duruşumuzu elif gibi dik, yolumuzu açık eylesin.
Allaha emanet olun!