Dünya ajansları “Türkiye’nin başkentini (payitahtını) sel vurdu, dört ölü, yüzlerce mağdur ve büyük yıkım var, Ankara’da Yağışlar Dört Can Aldı” haberleri geçiyor…
Melih Gökçek, yeni Ankara BBB Mansur Yavaş’ı suçluyor. Yahu seni kendi reisin bile tutmamış, istifaya zorlamıştı, insàn biraz utanır be.
Benim asıl üzüdüğüm, kimse “yahu bu Ankara zaten başkent yapılacak yer değildi, iş oradan bozuk” demiyor veya diyemiyor…
Atatürk İnkılâpları zincirinin bir halkası da, Engürü (Ankara) kasabasının başkent oluşudur. 13 Ekim 1923 günü resmen başkent yapıldı; payitaht İstanbul bırakıldı…
(Tercih’in yapıldığı) 1920’lerde Ankara, keçisi, kedisi ve ahladından (armudundan) başka hususiyeti olmayan tozlu, sıtmalı kuş uçmaz, kervan geçmez bir Anadolu kasabasıydı.
Oysa İstanbul kadim bir imparatorluklar başkentiydi. Bin küsür yıl Doğu Roma – Bizans, yaklaşık beş asır da Osmanlı Kerim Devleti’nin başşehri olmuştu.
İstanbul, 1453 yılında Osmanlı başşehri, daha doğrusu payitahtı oldu.
Hem “payitaht-ı saltanat-ı seniye”, hem ‘‘makarr-ı Hilâfet-i İslâmiye” hem de “Merkez-i Hükûmet-i Osmaniye” idi Şehri’stanbul.
Yàni hem tahtın yeri mánâsında payitaht, hem halifenin durduğu, karar kıldığı yer olarak makarr, hem devlet merkezi, yàni hükûmet yeriydi.
Ankara ile İstanbul arasında her açıdan dağlar kadar fark var. Ankara, sönük, coğrafi yapısı elverişsiz bir Anadolu kasabası. Âtînin kalabalık ve kâinatta Türkiye’yi temsil edeceği başkent olarak düşünülmesi en hafifinden akılsızlık.
Büyük şair Yahya Kemal’e sorarlar: − Ankara’nın nesini seviyorsunuz? Cevap: − İstanbul’a dönüşünü…
Kasabayı büyük şehire çevirmen gerek. Ekonomi o yıllarda bugünkü durumdan beş beter çökük vaziyette. Dünya para lazım… Fakat işin aslı bu değildi. Fikriyat bambaşkaydı: İstanbul, halifeliği, İslâm’ı hatırlatan bir şehirdi Mustafa Kemal’in kafasında.
Dört vatandaşımızın ölümüne sebep olan sel, hem ne denli yanlış bir coğrafyanın seçildiğini, hem de fethin payitahtı mübarek İstanbul’a yapılan hainliği hatırlatmıştır.
Sâbık Ankara BBB. Melih Gökçek’e dönersek… Yakinen tanıyanlarından işittiğim tek şey üçkâğıtçılığı hakkındaydı.
“Önce Semra hanımı, sonra Turgut beyi arayıp (kandırmak suretiyle) Keçiören’e oturdu” diye anlattılardı bana. Keçiören’de (eskisine göre) halk beğenmiş ki, Ankara BBB başkanlığına talip olunca kolayca hem partisini ikna etti hem halkı.
Ankara tarihinde beş dönem üst üste büyükşehir belediye başkanlığına seçilen kişidir Melih. Ve 18 Nisan 1999’da bir oturdu pir oturdu. Reis tarafından 28 Ekim 2017’de istifa ettirilinceye kadar kalkmadı.
Pekâlâ Sonuç? Basit bir sağanak yağış, sel felâketi ve ölen dört vatandaş!
− Yahu olay benim zamanımda mı oldu, Mansur döneminde oldu…
Bay Melih, yıllarca belediye başkanlığını yaptığınız şehrin imarından, su ve kanalizasyonundan sorumlu olan evvelâ sizsiniz. Bu dünyada yırtar ama rûz-i mahşerde dört insàn katili olarak çağırılırsınız!
Öyle “logarlar usulünce temizlenmemiş” falan diye Mansur’u karalamayı bırakın. O da elbette suçlu ama sizin kadar değil.
Coğrafî yönden trışka bir kasabayı (Engürü/Ankara) “Türkiye’nin orta yeri” diyerek başkent yapmış Atatürk. (Sarhuş muydu acaba?)
Hem Konya yahut Sivas daha orta değil mi?
Erdoğan yalakası bazıları, zátıâlilerini methettiklerini sanarak “2. Atatürk” diyorlar. Zehi gaflet. Asıl Melih Gökçek’e demeliler 2. Atatürk diye. Ankara’yı millî belâ yapan ikinci kişi ne de olsa… 14.06.2022
YORUMLAR