BAŞKENT POSTASI YAZARLARI MERCEK ALTINDA 2 : Nusret Kebapçı ve Yazıları…
Değerli okuyucularım geçen hafta başlattığımız “Başkent Postası Yazarları MERCEK ALTINDA” başlığı altında Pazar günleri yazarların her birinin (her hafta bir yazarımız) bugüne kadar yazmış oldukları yazılarını gözden geçirip analiz edeceğimizi ifade etmiştik. Fikir/görüşlerimiz ayrıntılarda farklı olsa da özde birdir! Nusret Kebapçı’nın vatansever ve ulusalcılığını tartışamayız. Geçmişte olduğu gibi bugünde yazılarını (bazen eleştirsem bile) beğenerek okuduğum bir yazardır. Elbet ki farklılarımız olsun ki birbirimizin aynası olalım” Bugünkü yazımda Efece Haber’den tanıdığım/hatırladığım değerli Nusret Kebapçı’nın yazılarına yer vereceğim.
22 Temmuz 2025 tarihli “Milletin Adı Türkiye Mi?” başlıklı yazısında 15 Temmuz yıldönümünde “Milletin Adı Türkiye” afişlerinden yola çıkarak “Türk Ulus Devleti ve Türk Kimliği” anlayışının birilerinin hedefinde olduğuna vurgu yaparak Türk sözcüğünden rahatsızlığı ifade edip Türkiyelilik sözüne dokunuyor! Bu konuya küresel ölçekte örnek verirken ABD/(Amerikan), Rusya/(Rus), Almanya/(Alman), Yunanistan/(Yunan) neden bizde Türk değil de Türkiyeli (?!) diye sorguluyor. Fakat eleştirdiğim husus “ bu kimlikçi politikalar İslamcılığın doğasında vardır” sözü! Şayet bu şekilde düşünürsek karşı taraf (muhafazakar kesim) ulusalcı ve laiklik üzerine tepki göstermeyecek mi?! Kısaca bu konuda daha tarafsız olunabilirdi diyorum.
28 Temmuz 2035 tarihli “Neden Yanıyoruz?” başlıklı yazısında Nusret Kebapçı aslında düşüncelerinin tersi yönünde daha olumlu/pozitif ve milli yönünde çok güzel ifade ediyor. Ormanlarımızın daha önce tarihte hiç görülmemiş bir şekilde yakılmasına iktidarın kayıtsız kalmasını eleştirerek uygulanan neoliberal ekonomik ve siyaset dışı küresel sermayesinin ülkemize dayatılmasından söz ediyor. Ve şu andaki hükümeti ‘ İslamcı siyasal bir iktidar’ olarak niteleyerek vatan ve bağımsızlık kavramlarından, ulusalcı egemenlikten uzak olduğuna vurgu yapıyor. Biz de Nusret Kebapçı’yı hafifte olsa eleştirerek bu iktidarın uygulamış olduğu politikalarla İslamcılığın ne lakası var diyoruz! Şu andaki iktidarın ideolojisi ne kadar İslamcı (?!) önce bunu sorgulamalıyız. Acaba mevcut iktidarda İslamcılık kalmış mıdır?! Mevcut iktidar Türk ve Müslüman olduğunu zaten belirtiyor. Atatürk kelimesine(çok az bir kesim!) hala uyuz olsalar da hiç olmazsa ‘Mustafa Kemal’ diyerek saygı gösteriyor. Yani, buna da ‘şükür’ demeliyiz! Benim geçmişimde olduğu gibi iktidardakilerin geçmişinde de siyasal İslamcılık vardı! Fakat zaman içinde gelişim, dönüşüm yaşanarak arta yolda buluşuldu! Yine diyoruz ki şu andaki iktidar vatan ve bağımsızlıktan, ulusal egemenlikten uzak değil! Türkiye olarak ve ulus/millet olarak geçmişin tozlu raflarına kaldırılan ‘…cı, …cılık/cilik, …cu, culuk/cülük” vs. ayrıştırıcı ifadelerden uzak durmalıyız.
19 Ağustos 2025 tarihli “Şıştt, Hala Uyanmayacak Mısınız?” başlıklı yazısında ülkenin her yanından pislik fışkırıyor diyerek yolsuzluklardan, çetelerden, güvensizlikten, yargı adaletsizliğinden, eğitimdeki sahtecilikten, tarım, hayvancılık, yeraltı madenlerinin yabancılara peşkeş çekildiğinden bahsediyor. Ve sözü getiriyor iktidarın İslamcı olmasına… Mevcut iktidarın Neoliberal ekonomik ve siyasi bir politika izlediğini belirtiyor! İslamcılık ve Neoliberal! Ne yaman bir çelişki! İslam’ın siyasallaştırılması! İslam’da elbet ki vatan, millet, egemenlik kavramları vardır. Yok denilemez! Zeten Türkler tarihte bu inançları sebebiyle savaşmışlardır. “Osmanlı Mantığı!”, “Padişahın Mülkü!”, “Halkın teba olarak görülmesi!” gibi ifadeler ideolojik çağrışımlar yaptırıyor. Yani, eleştirilen taraftan ne farkı var?!
25 Ağustos 2025 tarihli “Eşit Vatandaşlık…” başlıklı yazısında Nusret Kebapçı, bazı yazarların “Eşit değil miyiz?” ve “Kürt, Türk, Alevi, Sünni, Hristiyan, Rum, Yahudi olduğu ayrıcalığı mı yapılıyor?”, “Hepimiz aynı haklardan yararlanıyoruz” görüşlerine karşı “ulus/ulusalcılık” anlayışı içinde bakmaya çalışıyor. Şu andaki iktidarı Osmanlı’nın devamı olarak görüyor! Yani, “Eşit Vatandaşlık Kavramı” ve “Osmanlı Millet Sistemi” kapıya dayandığından bahsederek siyasi neoliberal politikalar birlikte yürütüldüğünü ifade ediyor. Nusret Kebapçı’nın “Emperyalizm ekonomik ve siyasi bağımsız ulus devlet istemez” sözlerine aynen katılıyoruz. Aslında yaşanan kavram kargaşası! Yoksa Nusret Kebapçı milli, vatansever, ulusçu birisidir! Zaten onun vatansever, ulusunu/milletini seven biri olduğu her yazısından anlayabiliyoruz.
1 Eylül 2025 tarihli “Ulusal Erozyon” başlıklı yazısında dikkatimi çeken 30 Ağustos Zafer Bayramı üzerinden şu andaki mevcut iktidarı eleştirmesi! Yine mevcut hükümete “ Siyasal İslamcı İktidar” diyerek 25 yıldır ulus kimliğini yok etmeye çalıştığı ifadelerine asla katılmıyorum. Tam aksine mevcut iktidarın onlarca hatası, yanlış politikası olmasın rağmen “Ulus Kimliğini” daha da güçlendirdiğine inanıyorum. İktidarın, Yunanistan ve Kıbrıs politikalarını eleştirmesine de katılmıyorum. Çünkü iktidarın Yunanistan ve Kıbrıs politikaları millidir. Ayrıca iktidarın Arap, Kürt, Alevi açılımlarının Türkiye’yi ulus olmaktan çıkartıp etnik ve dini kimlik ayrışmasına yol açacak vs. ifadeleri doğru bulmuyorum. Çünkü, iktidarın Arap, Sunni ve Kürtler üzerine izlemiş olduğu politikaları farklı ve yanlış algılanmaktadır!
9 Eylül 2025 tarihli “CHP” başlık yazısı siyasi bir yazı olduğu için saygılıyım. Kayyum atanmasını gerektirecek somut veriler/deliller olabilir! Ama yine kayyuma gerek yoktu diyorum! Bir zamanlar siyasi düşüncelerinden dolayı parti kapatmaların zuhur ettiği gibi. Yine de Belediyelere kayyum atanmasının yüzlerce haklı gerekçesi olabilir! Suç işleyen şahıslar yargılanabilir ama kayyum en son düşünülebilirdi! Nusret Kebapçı “Neden bu saldırılar birbiri ardına yapılmaya başlandı?" diye soruyor. Elbet ki siyasi! Geçmişte CHP de iktidara her yoldan saldırıyordu. Ben bütün bu yaşanan olayları AK Parti ve CHP arasında siyasi kapışmalara bağlıyorum. Aslında bu konularda bir gazeteci/yazar olarak tarafsız kalmak gerekiyor. Nusret Kebapçı, neoliberalleşmenin 19-20 Ağustos 2002’de Kemal Derviş ile başladığını ifade ediyor ve bazı örnekler veriyor.
16 Eylül 2025 “Bir 12 Eylül Hikayesi…” başlıklı yazısında 12 Eylül darbesinden bahsederken önce gerekçesi üzerinde duruyor. Görünürde toplumun parçalanması, mahalle ve okullarda siyasi gruplaşmalar, kavgalar ve karşılıklı öldürmelere vurgu yaparak toplumun çaresiz bırakıldığından dolayı 12 Eylül darbesinin yapıldığını belirtiyor. Darbe yapılır-yapılmaz olayların, kamplaşmanın, karşılıklı öldürmelerin bıçak kesilmişçesine durduğuna değiniyor. Fakat siyasilerin, sendikacıların tutuklanması ve siyasi partilerin, sendikaların, derneklerin kapatıldığının altını özellikle çiziyor. Siyasi partililerin, sendika ve dernek yöneticilerinin (başkan ve liderler başta olmak üzere) tutuklanmaları… Uzun süre yargılanmaları… Sonrası normalleşme, yeni siyasi partiler, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri… 12 Eylül darbesi sonuçları, ödenen bedeller, demokrasinin yara alması toplumda korkunç izler bırakması… Nusret Kebapçı, 12 Eylül darbesinin amacının ne kadar barış, demokrasi, toplumsal huzur gibi gösterilse de aslında ekonomik ve siyasi bağımsızlığı içeren ulusal politikaları durdurmak ve ülkeyi yabancı çok uluslu şirketlerin açık pazarı haline getirmek olduğu üzerinde duruyor. Bu hususta 1980 yılının bir milat olduğu vurgulanıyor. Ve 1963 yılı… O dönem AET, AB üyeleriyle Ankara Anlaşması ve 20 yıllık süreç!.. Anlaşmanın bittiği tarih ise 1983… Nusret Kebapçı soruyor: Bu bir rastlantı mı ve cevabı Hayır! Nusret Kebapçı ,Türkiye ve dünyadaki darbelerin asıl amacını izah ederken ulusal ekonomileri parçalamak, antiemperyalist yapılanmaları/teşkilatları baskı altında tutarak sindirmek, emperyalistlere hizmet edenleri de destek vermek olduğunu ifade ediyor. Sadece düşüncelerinden dolayı tutuklananlar, yargılananlar ve hatta cezalandırılanlar!.. O halde Nusret Kebapçı gibi biz de nerede kaldı “demokrasi” ve “Kardeşlik” diye sormamız gerekmez mi?!
30 Eylül 2025 “Meşruiyet Arayışı” başlıklı yazasında Nusret Kebapçı ABD başkanının oğluyla İstanbul’da görüşmek için tek taraflı bir ticaret anlaşması önerisi karşılığında randevu alınmasının Türkiye dış politikasında itibar kaybına yol açacağı için bir dönüm noktası olabileceğine vurgu yapıyor. 22 Müslüman ülkenin sınırlarının değişmesini isteyen, milyonlarca Müslümanın öldürülmesinden sorumlu olan, İsrail’in genişlemesine en büyük desteği veren ABD değil mi?! Ve sen tutacaksın ABD başkanın oğlu ile görüşmek için randevu almaya çalışacaksın! Trump ile görüşmede gündeme gelen meşruiyet konusu! ABD’nin meşruiyeti!
ABD'nin, ülkemize ‘Osmanlı Millet Sistemi’ adı altında dayattığı çok kültürlü, çok kimlikli yapıyı iktidar partisinin başarabileceğinden ümidini kesmemesi, görevin muhalefete verilmemesini sağlamak, tüm bu yaptıklarının (muhalefete baskı da dâhil) tamamen BOP'u gerçekleştirmek amacıyla yapıldığı ve anayasa değişikliğiyle bu süreci en kısa sürede sonlandırabileceği konusunda ABD'yi ikna etmek!.. Bir lider meşruiyetini neden yabancı bir başkentten temin etmek ister?! Bu sorunun üzerindeki sis perdesi “bu gizemli görüşme” ve “anlaşma” akabinde kalkacak ve gerçek cevabı netleşecektir… Burada Nusret Kebapçı’ya katılmadığım düşünce ‘Osmanlı Millet Sistemi’ ifadesi. Yahu, değil midir Osmanlı’yı parçalayan emperyalistler… Değil midir Osmanlı Millet Sistemi’nin gerçek düşmanı batılı emperyalistler… Nusret Kebapçı ‘Osmanlı Millet Sistemi’ yerine batılı/emperyalist Millet Sistemi’ tabirini kullansaydı daha tutarlı/isabetli olacaktı!
5 Ekim 2025 “Olaylara Ulus Bilinciyle Bakmak” başlıklı yazısında Nusret Kebapçı, bir asırdır cumhuriyetle yönetildiğimize değinerek yine “padişah tebaası olmaktan çıkıp…” diyerek tarihe dokunduruyor! Nedenini de “Cumhuriyetle birlikte yurttaş olduk” ifadesiyle pekiştiriyor. Padişah tebaası olmak ve yurttaşlık! Teba/İtaat! Yurttaşlık! Ulus ve ulus bilinci! Ve ulusun emperyalizm karşısında büyük bir güç olduğu!.. En mantıklısı bu hususlar üzerinde kafa yormak ve düşünmek!..
14 Ekim 2025 “Vekalet Biter, Ayrıcalık Bitmez: Milletvekilliği” başlıklı yazısında Nusret Kebapçı, toplumsal vicdanı rahatsız eden milletvekilliği ayrıcalıkları üzerinde duruyor. Aslında çok önemli bir konu! Asıl konu “Milletvekilleri 2 yılda emekli olup, 4 yıldan sonra da ölünceye kadar ömür boyu ayrıcalıklı sosyal haklardan yararlanmalı mı?” sorusu!.. Nusret Kebapçı’ya göre “Yararlanmamalı”. Bu fikre bizde katılıyoruz. Ve devam ediyor, milletvekillerinin iki süre sonra elde ettikleri emeklilik hakları ile milletin haklarını karşılaştırıyor. Yani “Milletin emekliliği kaç yıl sonra gerçekleşiyor?!” sorusunun cevabı! Milletvekilleri ve milletin elde ettiği haklar arasındaki uçurumu çarpıcı bir şekilde irdeleyip ortadaki büyük haksızlığa işaret ederek Meclis’in vekil-millet arasındaki temsil bağını sorguluyor. Nusret Kebapçı ve sözü getiriyor toplumun tüm kesimlerinin Meclis’te ne kadar temsil ediliyor konusuna… Daha sonra Meclis’teki meslek dağılımlarına dikkat çekerek toplumsal dağılımda yüzde 5’i bile bulamayan (Avukat, Mühendis, İş İnsanı, Üst Düzey Yönetici, Akademisyen, Tıp Doktoru vs.) azınlığın tüm toplum adına Meclis’i nasıl temsil edebilir?! Nerede işçi, köylü, küçük esnaf, sanatkar vs?! Ya da sözkonusu ettiğimiz seçkin mesleklerden seçilen milletvekilleri tüm toplumun haklarını gerektiği gibi savunabiliyorlar mı?! Nusret Kebapçı’ya göre, Milletvekillerinin 4 yıllık vekaleti sonrasında vekalet ilişkisi sona ermeli ve öbür boyu devam eden bu ayrıcalık ve çıkar kapısı haline gelmekten çıkartılmalı. İsabetli bir teşhis…
21 Ekim 2025 “Yüz Yıllık Senaryo” başlıklı yazısında Nusret Kebapçı, Cumhuriyet’e, Laikliğe, Atatürk’e ve ulus devlete meydan okuyanları eleştiriyor. Bilhassa ulus devletin tartışma konusu yapılması! Meclis’te “Apo” sloganlarının atılması ve Atatürk’e hakaret edilmesinden şikayetçi. Etnik kimlikçilik: kimliklerin hangi etnik kimlikten olduğunun uluorta açıklanıyor olması! Bilerek veya bilmeyerek ulus devlete ve ulus kimliğine saldırı! Kaş yapayım derken göz çıkarmak! Nusret Kebapçı “Dinin toplum yaşamına müdahale edemediği bir laiklik anlayışı ve ulus bilinciyle etnik/dini kimlikleri birer alt kimlik olarak kabul edip kurucu kimliği bir üst kimlik olarak tanımlayıp tüm halkı onun etrafında toplamak.” tanımlamasının evrensel tek yol olduğunu belirtiyor. Bu fikrine tam katılmasak da elbet ki doğruluk payı vardır! Birilerinin ulus devleti ve Atatürk’ü itibarsızlaşmak istediğine vurgu yaparak anayasa değişikliği ile çok kimlikli, çok kültürlü ve çok dilli bir hale getirmek istemeye çalışmasından bahsediyor.
29 Ekim 2025 “Cumhuriyetten 102 Yıl Sonra” başlıklı yazısında, Nusret Kebapçı, günümüzde ülkenin zor günlerden geçtiğine değinerek Atatürk’e, Cumhuriyet’e, ulus devlete ve Türk kimliğine yapılan saldırılardan söz ediyor. Nedenini de Emperyalizme bağlıyor. Yani, emperyalizmin ulus birlikteliğini, kendi pazarı üzerinde egemen olmasını, sanayileşmesini, tarımda, hayvancılıkta ve ekonomide güçlü olmasını istememesinden kaynaklandığı üzerinde duruyor. Dışımızdakiler zaten biliniyor asıl bize zarar verecek olanların içimizde olduğunu ve kendilerini yerli ve milli, Müslüman, Türk ve hatta Atatürkçü olarak tanıtıyor olmaları! Aslında bu sözlere katılırım ama açılımı çok önemli! Çünkü olaya ideolojik bakıldığı için karşı taraftaki tüm yerli ve milli, Türk ve Müslüman olanlar hedef alındığını sanıyorum. Bunların kendilerini Atatürkçü olarak tanıtmaları da işin cabası! Ya karşı taraf kendilerini ulusalcı, Atatürkçü, ulus devletçi vs. tanıtıp da bu ülkeye hainlik edenlere, soyup-soyanlara, bu ülkenin ve bu devletin sahibi sanki sadece kendileriymiş gibi davrananlar hakkında aynı şeyi söylemelerine ne diyeceğiz?! Bu durum ideolojik siyasi kutuplaşmadan kaynaklanıyor! Gerçi herkes kendi fikrini söylemekte özgür… Ne de olsa demokratik bir ülkede yaşıyoruz! Aslında ne kadar ideolojik ve inanç boyutunda farklı düşünsek de birbirimize tahammül etmeye ne zaman öğreneceğiz. Aramızdaki kine ve öfkeye ne zaman son vereceğiz?! Fikirlerimiz, görüşlerimiz, hatta ahlaki ve kültürel değerlerimiz ayrı/zıt olsa dahi aynı ülkede (aynı topraklar üzerinde) Türkiye Cumhuriyet vatandaşı ve aynı haklara sahip ülke insanı olarak birbirimize ne zaman hoşgörülü ve insanca davranmasını öğreneceğiz?! Cumhuriyetin 102 yıl sonrası hala bu sürtüşmelere/didişmeleri, kavgaları, ideolojik ve siyasi çekişmeleri ne zaman demokrasi ve insani boyutta değerlendirerek düşmanca kamplaşmaya bir son vereceğiz?!
4 Kasım 2025 “Ulus Bilinci: Emperyalizme Karşı Direnişin Anahtarı” başlıklı yazısında Nusret Kebapçı, yine takmış kafayı kendilerini “Osmanlıcı”, “Osmanlı Torunu” unvanı takan “Siyasal İslamcı” sayanlara… Osmanlı yönetimi altındaki milletler üzerine eleştiri… Türk’üz diyemezlermiş… Bu yazısında aşırı Osmanlı düşmanlığı var! Yahu her devletin kuruluş, yükseliş ve çöküş dönemi olmuştur! Osmanlı da olduğu gibi… Osmanlı’yı kuranlar öp-öz Türkler! Osman Bey-Kayı Boyu! Sonrası hep Türk ecdadı… Osmanlı olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti nereden zuhur edecekti?! Türkiye Cumhuriyet gökten inmedi! Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın devamıdır! Nasıl ki Osmanlı, Selçuklu Devletinin devamı olduğu gibi… Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu ülkenin en zor günleri olan Kurtuluş Savaşı’na öncülük etmiş yeri doldurulması çok zor bir liderdir! Dünkü adı Selçuklu idi sonra Osmanlı oldu daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti… Geçmişi/tarihi nasıl inkar edebiliriz?! Elbet ki Bir Türk Müslüman olduğu kadar ulusunu sevmeli, Türklüğüyle gurur duymalı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü de sevmeli milliyetçi, vatansever ve ulusalcı olmalıdır. Şayet bunların dışında düşünüyorsa onun Türklüğünden, Müslümanlığından ve Ulusalcılığından da şüphe edilmelidir. Ne kadar Nusret Kebapçı’yı bu yönleriyle eleştirsem de belki onun da asıl demek istediği benim biraz önce ifade ettiğim düşünceler olamaz mı?! Nusret Kebapçı ile aslında aynı şeyleri düşünmüş olamaz mıyız?! Sadece ifade ediş tarzımız, düşünce anlayışımız ve bazı ideolojik farklılıklarımız sanki birbirimize karşı kutuplaşma içinde iki insanmış gibi anlaşılabiliriz. Bu yanlış algıya son vermenin zamanı gelmedi mi! İdeolojik değil insanca ve yurttaşlık bilinci içinde yaklaşarak ancak birbirimizi anlayabiliriz. Milli ve ulvi düşünceler doğrultusunda yıllardır Türklüğüm ve Müslümanlığımla gurur duyarak yazılarımla, kitaplarımla, seminer ve konferanslarımla emperyalizme karşı yıllarca mücadele verdim! Yıllarım Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e karşı olan muhafazakar karşı cenahı aydınlatmak, ikna etmek doğrultusunda geçti. İnanın bütün bu mücadelelerim boşa gitmedi. Bugüne kadar o kadar aşırı radikal, fanatik İslamcı düşünenlerle oturup –konuştum ki… Bugün hemen hemen çoğu benimle aynı düşünce içinde... Çünkü bende onların içinden geliyorum! Geldiğim yer MTTB/AKINCILAR… Yani, Milliyetçi ve İslamcı bir çevrenin içinden geliyorum. Ondan önce (yani MTTB/AKINCILAR) öncesi (Ortaokul yıllarım) çiçeği burnunda aşarı solcu, komünist bir gençtim. 1980 öncesi, 1970’li yıllar içinde Çin-MAO Zetdong, KÜBA DEVRİMİ/ CHE Ernesto Guevara, TÜRKİYE/Deniz Gezmiş vs. hayranı, onların fikirleriyle beslenmiş çiçeği burnunda bir komünisttim. İdeolojik olarak bu düşünceler içindeydim. İslamcı ve muhafazakar çevreden geldiğim için içimdeki Allah(cc), Peygamber(s.a.v), Vatan, Bayrak, Millet sevgisi ve düşüncesi ile Komünist düşünce çatışması! Bu çatışmayı dışarıya hiçbir zaman dışarı yansıtmadım. İçimdeki bu amansız kavgayı hep gizledim. Ne zamanki İslamcı (MTTB/AKINCILAR) çevresiyle tanıştım (Lise yılları) durum tersine döndü içimdeki kavgadan/çatışmadan muhafazakar yanım zaferle çıktı. Fakat daha sonra ikinci bir kavga başladı. Atatürk, ulusalcılık ve ben! Üniversite yıllarımda ne zamanki askeri çevre ile tanıştım yine vatan, millet, bayrak derken ulus, devlet, Atatürk’e bakışım değişti. Düşüncelerim değişmedi, sadece düşüncelerime eklemeler oldu! Yani, Türk olmam, Müslüman olmam, vatanımı, milletimi ve bayrağımı çok sevmem yanımda ulusumu, devletimi ve Atatürk’ü daha çok sevmem eklendi! Artık yıllar bizi pişirdi ve olgunlaştırdı. Yolumuzu/istikametimizi bulduk. Yıllardır da bu mücadeleyi veriyoruz. O yüzden biraz daha evrensel düşünmeye başladım. Yani, Türklüğümü, Müslümanlığımı evrensel boyutta hayal etmek de diyebiliriz buna. Müslüman Türkiye ve Türk milleti olarak medeniyeti, adaleti, barış ve demokrasiyi tüm cihana/dünyaya yaymak kavgası... Tarihte olduğu gibi yeniden cihana hükmetmek neden olmasın?! Dünyaya emperyalistler hakim olacağına neden Müslüman Türkler hakim olmasın?! Hiç olmazsa Müslüman Türkler, kan, gözyaşı, işkence, zulüm, sömürü ve soykırım yerine barış, hak-hukuk-adalet, özgürlük getirir! Bütün bunları düşünerek yazarken Nusret Kebapçı’nın (ne kadar benim gibi düşünmese de) “Ulus Bilinci: Emperyalizme Karşı Direnişin Anahtarı” sözüne canı gönülden katılıyorum. Zaten bu bilinç bizde/mayamızda var! Ulus/Millet bilinci olmadan nasıl emperyalizmle mücadele edeceğiz. Elbet ki bu bilinç, emperyalizme karşı bir direniş anahtarıdır.
11 Kasım 2025 “Atatürk’ü Anlamak, Büyük Planı Görmektir…” başlıklı yazısında bu ülkenin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü sosyal medyada, basında ve internette her gün hakaret edildiğine değiniyor. Ve bu konuda olağanüstü rahatsızlığını ifade ediyor. Dünyadan örnek veriyor. Ülkelerinin kurucu liderlerine hakaret edenlerin cezasız bırakıldığı kaç ülke sayabilirsiniz? Nusret Kebapçı, kurucu liderlerini sevmeyen o ülke yurttaşları (içlerinden sevmeseler bil) saygı duymak zorunda olduklarını hatırlatıyor. Nusret Kebapçı’ya katıldığım bir nokta daha var o da “Bazıları, oldukça kıt olan tarih bilgileriyle "Atatürk Osmanlı'yı yıktı" falan diyorlar ya, aslına bakılırsa, bu iddiayı savunanların zerre kadar tarih bilgisi yok” sözleri… Elbet ki çok doğru ama bu konuya bakışımızda çok farklı! Gazi Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı’yı yıkmadı tam aksine bitmiş, tükenmiş, parçalanmış, yıkılmış Osmanlı külleri içinden yepyeni bir devlet ortaya çıkardı. Adı da Türkiye Cumhuriyeti Devleti oldu. Yani, Selçuklu sonrası Osmanlı’nın doğuşu gibi Osmanlı sonrası Türkiye Cumhuriyeti doğdu!.. O yıllarda ülkemizi her bir yandan işgal eden batılı emperyalist güçlere karşı destansı bir mücadele verilerek Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu ülke emperyalist sömürgeci batılı güçler tarafından işgal edilirken batılı güçlere boyun eğen Saray ve çevresini örnek vererek Osmanlıya düşmanlık edilmez! Korkaklar, hainler ve ülkesini satanlar her devirde olduğu gibi o devirde de olmuştur. Bir yanda Kurtuluş Savaşı ve Kuva’yi Milliye diğer yanda isyanlar, hainler, düşmanla işbirliği yapanlar… Kemal Atatürk onlarla da mücadele etmiştir. Ya sonrası ZAFER: Yurtta Sulh Cihanda Sulh… Kuva’yı Milliye ruhu kazandı bu kutlu zaferi. Gazi Mustafa