BİR SEVDADIR GAZETECİLİK…
Çocuk yaşta, ilkokulda öğretmenimizin bize okuduğu Ömer Seyfettin hikayeleri ile başladı okuma hevesimiz. Hikaye kitapları ve ilk gaz...
Çocuk yaşta, ilkokulda öğretmenimizin bize okuduğu Ömer Seyfettin hikayeleri ile başladı okuma hevesimiz. Hikaye kitapları ve ilk gazete okuma alışkanlığı! Gazete okumaya da ilkokulda başlamıştım! Bazen çarşı-pazar gezerken dikkatimi çekerdi büyüklerin elindeki gazeteler. Daha ilkokulda iken okuduğum ilk gazete Cumhuriyet gazetesi olmuştu. Bazen sınıfa gazete getirir gizlice okurdum. Yakalandığımda öğretmenim (kendini derse ver) diye elimden alırdı. Ve bana “Daha yaşın kaç, anlıyor musun ki sen gazete okuyorsun…” diye takılırdı. Aslında gizliden-gizliye benim böyle kaçamak gazete okumamdan memnun olduğunu sonradan öğrenmiştim. İlkokulda elimde sıkça gazete görüldüğü için adım gazeteciye çıkmıştı. Artık arkadaşlarım ismimle hitap etmiyor bana ‘gazeteci’ diyorlardı. İlkokul son sınıf vedalaşma: öğretmenimiz tek tek sınıftaki öğrencilere soruyordu ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ diye. Her biri cevap veriyordu: kimi öğretmen, kimi doktor, kimi mühendis vs... Sıra bana geldiğinde ayağa kalkmıştım ki öğretmenimin gür sesi “Senin gazeteci olacağını biliyoruz” otur yerine dedi. Ve bilinçaltıma ‘gazeteci olma’ fikri böyle yerleşmişti.
Aşağı-yukarı 40 yıldır gazetecilik ve yazarlık yapıyorum. Gazeteciliğe 1980 yılında Konya’da başladım. Gazeteciliğe beni rahmetli Ziya Tanrıkulu teşvik etmişti. O yıllarda Konya’da yayınlanan 5 yerel gazete vardı. Yeni Meram, Yeni Konya, Türkiye’de Yarın, Konya Postası ve Konya’nın Sesi. İlk Türkiye’de Yarın gazetesinde yazmaya başlamıştım. Daha sonra Konya’nın Sesi’nde (İsmi Anadolu’da Bugün olmuştu) gazeteciliğe başladım. Aynı yıllarda İstanbul merkezli ulusal gazetelerde (Yeni Devir ve Milli Gazete) de yazmaya başlamıştım. Merhum Rıza Poçan ile birlikte Sorgu gazetesini yayınladık. Rıza Poçan sahipliğini ben de Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yapmıştım. Bir yıl sonra Rıza Poçan’dan ayrıldım. Konya’da kısa süreli de olsa Objektif isminde gazete yayınladım. UBA ve ANKA ile geçici de olsa irtibatlarım oldu. Mesleğimi (gazetecilik) uzun yıllar İstanbul’da devam ettirdim. Ne kadar İstanbul’da yaşasam da bir ara bir yıl kadar da BirGün gazetesinin Konya Temsilciliğini yaptım. BirGün’ün Konya temsilciliği nedeniyle bir süre Konya’da bulundum. Sonra tekrar İstanbul’a döndüm. Ayrıca İstanbul’da da bazı gazete, televizyon ve reklam ajansı çalışmalarımız oldu.
İstanbul’da gazetecilik yaptığım yıllarda duayen, profesyonel ve usta gazeteci-yazarlar, bazı edebiyatçı ve şairlerle de tanıştım: o yıllarda (çoğu rahmetli olmuştu) Uğur Mumcu, Mustafa Ekmekçi, Yavuz Okayben, Kemal Ilıcak, daha sayamayacağım birçok isim… Onlardan yaşça küçüktüm ama ufkum büyüktü. Ve sağ olanlar Yalçın Bayer, Arif Esen, Mehmet Ocaktan, Mehmet Metiner, Sadık Albayrak, Ekrem Kızıltaş vs. daha birçok isim… Ve edebiyatçılar: Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu ve daha birçok isim…
Tabi aradan yıllar geçti. Kolay değil birkaç yıl Konya’da olmak üzere toplam 40 yıl Konya dışında (20 yıl İstanbul ve 20 yıl Ankara’da) gazetecilik yaptım. Konya’daki gazeteci arkadaşlarımızın bizi unutması gayet normal/rutin! Yeniler zaten beni tanımaz. Fakat çok eskiler çok iyi hatırlar. Çok eskilerden de pek kimse kalmadı. Çoğu rahmetli oldu: Ziya Tanrıkulu, Hanefi Aytekin, Adil Gücüyener, Rıdvan Bülbül, Mehmet Gazel, Galip Yenikaynak, Orhan Berk, Seyit Küçükbezirci, Koray Ekener, Şenyurt Özbay, Rıza Poçan, İbrahim Sur, Orhan Samur, İhsan Kayseri, Veyis Ersöz, Hasan Hüseyin Korucu, Ali Akgül ve daha ismi şu anda aklıma gelmeyen diğer rahmetli gazeteci büyüklerimiz yaşıtlarımız ve küçüklerimiz… Allah(cc) hepsine rahmet etsin, mekanları cennet olsun… Ve şu anda hayatta olup da emekli olanlar ve gazeteciliği devam ettirenler elbet ki beni çok iyi hatırlar… Mustafa Bahçıvan, Durmuş Alagöz, Cengiz Dönmez, Ahmet Tapu, Cihat Yazıcı, Sabit Horasan, Ethem Öyken, Dursun Seyis, Uğur Özteke, Ahmet Eser, Saffet Yurtsever, Muzaffer Kırmacı, Sefa Özdemir, Ahmet Tezcan, Haşmet Öyken, Zafer Varol, Celalettin Boyalı, Yusuf Gürbüz, Ahmet Baydar, Recep Çınar, Murat Dönmez, Bedrettin Yalçın, Kemal Soylu, Ali Sait Öge, Ahmet Aka, Mustafa Güden, Mustafa Arslan, Ahmet Turan, Adem Alemdar, Duran Çölcü, Sefa Özdemir, Saim Elmas, Saffet Yurtsever, Ahmet Polat gibi daha birçok isim sayabilirim… Allah(cc) ömürlerini uzun etsin… Çoğu beni unutmuş olabilir ama ben hiçbirini unutmadım… Çünkü ahde vefa: (yaşça benden büyük olsun, yaşıtım olsun veya yaşça benden küçük olsun) meslektaşlık ve arkadaşlık nasıl unutulabilir… Ve Ankara’da da rahmetli Naci Alan, merhum Orhan Selen gibi ve Saygı Öztürk, Mahmut Gürer, Fehmi Çalmuk, Fikri Aydın, Kerim Akbaş, Seyfi Uzunkök, Serdar Nalcı ve Başkent Postası’na gönül vermiş gazeteciler gibi daha sayamayacağım kadar birçok dostum oldu.
Ve yıllar sonra Ankara… 20 yıldır da Ankara’dayım. 10 yıla yakın Anayurt gazetesinde köşe yazarlığı ve gazetecilik yaptım. Bir sebepten(!) dolayı Anayurt’tan ayrıldım ve kendi firmamı kurdum. Firmamın bünyesinde AKİL YAYINEVİ, AKİL BAKIŞ DERGİSİ, Akil Bakış internet Sitesi ve AKİL Haber-Yorum gazetesi vardı. Pandemi ve ekonomik sorunlardan dolayı yayıncılığa geçici bir süreliğine ara verdik. Şu anda Başkent Postası Medya Grubu yayın organı internet sitesinde yazmaktayım.
1980 yılından bu yana geçen 40 yıl içinde sadece gazetecilik yapmadım, aşağı-yukarı 100’e yakın kitap yazdım. Fakat şu ana kadar 5 kitabımı ancak yayınlayabildim. Kitaplarımın ikisi hariç diğer üçü kendi yayınevimiz (AKİL YAYINEVİ) tarafından yayınlanmıştır. İki kitabımda baskıya hazır, resmi izinleri alınmış ve önümüzdeki aylar içinde yayınlanacak. Zaman buldukça kitaplarımı yayınlamaya devam edeceğim. Amacım tümünü yayınlamak ama şartlar, ekonomik durum ve zaman… İnşallah her yıl üç-beş kitap bile yayınlamak nasip olur. Bugüne kadar yayınladığım 5 kitabı kitabımın isimleri: 1) Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya Uzanan İsyanlar ve Derin Dünya Devleti’nin Deşifresi ŞER ÜÇGENİ, 2) Yılanların Öfkesi -1- (BİZ Hem Devletiz Hem Milletiz), 3) Derin Görev (Yılanların Öfkesi -2-), 4) Derin Milletin Ayak Sesleri KUMPAS (Yılanların Öfkesi), 5) Bir Başkadır Kırmızı Gülün Aşkı (Ebu Sâid Muhammed Hâdimi). Önümüzdeki aylar içinde yayınlanacak olan iki kitabımın ismi Çılgın Türkiye (Siyasi) ve Yeşeren Umutlar (Roman).
Araştırmacı gazetecilik yanında gizemli ve derin gazeteci-yazar olarak tanındım. Bu şekilde anılmayı ve tanınmayı ben istemedim. Kader diyelim!.. Daha doğrusu benim ile yapılan bir radyo röportajında bizim gibi gazetecilik yapanların “sınır ötesi gazetecilik” yaptığını söylemiştim. Bizim yaptığımız rutin/doğal gazetecilik değildi. Sınırların dışında gazetecilik yapıyorduk! Bir dalgıç gibi derinlere dalmasını biliyorduk ki eğitimliydik! Yeri geldiğinde mafya dünyası, yeri geldi sahte ‘derin devlet’çilerin içinde dolaştık! Yeri geldi asker, polis ve istihbarat çevresi ile içli-dışlı olduk. Yeri geldi yabancı istihbarat birimlerinin Türkiye’deki uzantılarının (ajanlarının) peşine düştük! Yeri geldi terör örgütlerini çok yakından izledik! Tabi ki bu şekilde bir gazetecilik yapmanın da bir faturası/bedeli ağır oldu! Bazen tehdit edildik, bazen kurşunlandık, bazen kundaklandık!
40 yıllık gazetecilik ve yazarlık süresince iddia ve tahminlerimizin yüzde 90’ı gerçekleşmişti. 1982 Ankara-Esenboğa Havaalanı Ermeni/ASALA Terörü, 11 Eylül Terörü, 28 Şubat, Ergenekon, Balyoz, CHP ve MHP’yi sarsan Kaset Skandalı, AK Parti’ye yönelik Ses Kayıtları, 17-25 Aralık FETÖ Yargı-Polis Darbe Girişimleri ve 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü gibi daha birçok olayı günler, aylar öncesinden tahmin edip yazdık. Tabi ki ‘tahmin’ derken (medyada kullanılan araştırmacı-gazetecilik) derinlemesine bir istihbarat sonucunda ancak bu kadar bilgiye sahip olabiliyorduk.
Ayrıca gazetecilikte uzmanlık saham İstihbarat, Psikolojik Harp, Derin Devlet, Terör ve Dış Politika… O yüzden çok şey biliyor ve çok şey yazıyorduk! Reha Muhtar başta olmak üzere bazı gazeteci ve yazarlar, bazı internet siteleri hakkımda “Her Şeyi Bilen Adam, Müneccim, Kahin” diye bahsetmeleri benim açımdan hiç iyi olmadı! Bir de kulis görüşmeleri, dedikodular ve söylentiler!.. Derin Devletin Adamı, Yok MİT’e, yok Emniyet’e, Yok Genelkurmay’a çalışıyor demeleri beni hem üzüyor hem de derinden yaralıyordu. Ayrıca hakkımda asılsız/uydurma, asparagas iftira ve iddialar… Ergenekon süreci… FETÖ’nün kurduğu tuzak ve kumpaslar… Atlatmış olduğum birkaç suikast girişimi…
FETÖ gerçeği 17-25 Aralık polis/yargı darbe teşebbüsü ve 15 Temmuz darbe girişimi ile ortaya çıkmıştı. Oysaki biz FETÖ ile (geçmişte CEMAAT olarak bilinirdi) uğraşmaya 1980 sonrası başlamıştık. Yani, sözde Cemaatin ki bugünkü adıyla FETÖ’nün kuyruğuna 40 yıl önce basmıştık. İşte bu kuyruk acısı ile sözde CEMAAT/FETÖ bizimle 40 yıl boyunca uğraştı! Sözde Cemaat/FETÖ hakkında o kadar ağır yazılar yazdım ki!.. FETÖ Ergenekon sürecinde beni teknik ve fiziki takibe tuttu. FETÖ savcısı Zekeriya Öz peşime Akdeniz kod adlı (ruh hastası) gizli tanığı takmıştı. Hakkımda yüzlerce sayfa rapor hazırlanmıştı. Ergenekon mahkemelerinde adım çok sıkça geçti. Teröristbaşı Fethhullah Gülen Amerika/Pensilvanya’dan hakkımda dava açtı. FETÖ’nün yapmış olduğu Ergenekon operasyonlarında tutuklanabilirdim! Ama başaramadılar! Çünkü onların bize yönelik operasyonlarına silahla karşılık verdik! Herkes bizim gibi yapsaydı inanın kimseyi tutuklayamazlardı!
En nefret ettiğim şey şöhretti. Çok şükür şöhret olmamakla uçurumun kenarından dönmüş oldum. Çünkü hayatım boyunca (argo tabirle) yalaka, dalkavuk ve el öpen bir insanlar sınıfından olmadım. Dik durmayı tercih ettim. Üç kuruşluk şöhret ve beş kuruşluk menfaat için kişiliğimi, karakterimi asla değiştiremezdim. Neysem o’ydum. Böyle yaşamanın hayatımı nasıl etkilediğini anlatmak istemem. Elbet ki sıkıntılar, dertler, borçlar, sorunlar vs, vs… Baskılar, tehditler, suikast girişimleri… Sonunda ölüm bile olsa dik durmak, asla eğilmemek ve şerefli/onurlu bir şekilde yaşamak… Ekonomik olarak çöksen de, asla ve asla kişiliğimizden taviz vermemek… Şayet inançsız/ateist bir insan olsaydım vasiyetim aynen şöyle olurdu: “Şayet ölürsem mezarımı dik kazın ve beni dik gömün. Mezar taşıma da dik yaşadı ve dik öldü” diye yazın derdim. Fakat Müslümanım. Aynı zamanda Türk’üm. Akidem,itikadım, geleneğim, törem böyle bir vasiyetin yerine getirilmesine müsaade etmezdi! Ayrıca Müslümanlığımın ve Türklüğümün üzerime yüklediği sorumluluklar vardı!..
Hayatımda tek amacım inandığım gibi tam yaşamaktı! İşte bunu tam başaramadım. Her şey yarım-yamalak kaldı! Fakat (hiç olmazsa) yaşadığım gibi inanmadım! Çok şükür ömrüm boyunca İnandığım Gibi YAŞAMAK İçin Y A Ş A D I M!.. Kutlu ve Yüce Bir DAVA için… Bu DAVAYA GÖNÜL VERME… BU DAVAYA BİR ÖMRÜ KEFEN BİÇME… Üzerimizdeki O BÜYÜK SORUMLULUK!.. İşte böylesi bir derdi, tasası, amacı/gayesi olan bir insan nasıl şöhreti sevebilir ki!.. Medya bir dönem (elimde olmadan) beni gündeme getirerek zirveye taşıdı. Çok şükür kısa sürmüştü. İşte o günlerde Türkiye’de ilk defa benim gündeme getirdiğim bir olaydan dolayı 5 büyük televizyon 7 büyük gazete ve iki de büyük haber ajansı benimle görüşmek ve röportaj yapmak istemişti. Ben sadece bir büyük haber ajansı ve bir büyük gazete ile röportaj yapmıştım. Haber ajansı, benimle görüşmesini haber yaptı. Bu haber birçok gazete, televizyon ve sosyal medyada yayınlandı. Benimle 2,5 saat röportaj yapan televizyon her nedense bu röportajı yayınlamadı! Röportajı kuşa çevireceklerdi! Röportajın içinden cımbızla birşeyler aranacak ve amaçtan saptırılacaktı! Röportaj tuzaktı! Eh, ne oldu ki bu röportaj yayınlanmadı! Çünkü yayınlayamadılar!... Daha doğrusu yayınlattırmadım!.. Ayrıca o günlerde gündeme getirmiş olduğum çok önemli bir konu üzerine birkaç milletvekili, bir bakanımız ve bir de siyasi partinin genel başkanı benimle görüşmek istemişti. Milletvekilimizle gizlice görüştük. Bakanımızla görüşemedik! Ama siyasi parti genel başkanı ile (Deniz Baykal) Antalya’da görüştük!..
İşte gazetecilik hayatımız böyle enteresan, garip/tuhaf, zikzaklı, çetrefilli, kazalı/belalı, tehditli/şantajlı suikast teşebbüs(lü) ve daha sayamadığım birçok vs, vs. ile geçti… Artık adın çıkmıştı dokuza; aşağı inmesi zordu! Ama irademizle aşağı indirmesini başardık!.. Fakat gazetecilik yapmadan da duramıyorduk. Artık hiçbir gazete de yazamazdım! Çünkü yazdırtmazlardı! Üzerimde bataklığın, karanlığın ve derinliğin izleri vardı! Ne yapalım çamur atmışlardı izleri kalmıştı! Adın derin devlete, potansiyel tehlikeli adama çıkmıştı. Yine de umudumuzu yitirmedik. O nedenle kendi gazetemizi, kendi dergimizi ve kendi internet sitemizi yayın hayatına soktuk. AKİL BAKIŞ dergisi, AKİL Haber-Yorum gazetesi, AKİL BAKIŞ internet sitesi… Fakat bu yayınlarda ekonomik sıkıntılardan dolayı uzun ömürlü olmadı, yayın hayatları kısa sürdü. Ama şuandaki Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın çok yakın arkadaşı bir devlet büyüğümüzün beni teşvik etmesi ile Başkent Postası’nda yazmaya başladım. Ve bir yıla yakındır da yazmaktayım.
Gazetecilik, nankör bir meslektir. Virüs gibi… Bütün gazeteciler bunu iyi bilir. Gazetecilik insanın bünyesine/ruhuna hele bir girsin… Kısa bir sürede tüm vücuda yayılır (sirayet eder). Gazetecilik öldürmez bir ömür süründürür!.. Tabi ki (mecazi) iyi anlamda… Bu mesleğe bulaşan severek yapar. Çünkü sevmek zorunda… Gazetecilik büyülü bir dünya… Çektikçe çeker içine… Gazetecilik Bermuda Şeytan Üçgeni gibi: yutar insanı. Yuttu mu bir ömür kurtulamazsın. Orada yaşarsın!.. Gazetecilik KARADELİK gibi: yok eder, bitersin!.. Aynı zamanda gazetecilik karasevdadır… Girdin mi bu üçgene, kayboldun mu bu karadelikte, tutuldun mu bu kara sevdaya… İşte o zaman ne bu şeytan üçgeninden, ne bu karadelikten ne de bu karasevdadan kurtulamazsın… Bu meslek insanın kişiliğini, karakterini, amacını öyle bir etkiler ki… Gazetecilik gözünde KAF DAĞI, yüreğinde BUZ DAĞI, beynin de YANARDAĞ olur. KAF DAĞI büyülü bir dünya… BUZ DAĞI okyanusun derinlikleri… YANARDAĞ da yüreğindeki MAGMA… Tabi genel olarak böyle demiyorum ama genellikle böyle zuhur etmiştir!.. GAZETEİLİK albenili, cazibeli, çekici!.. Gazetecilik meslek olarak aşktır, sevdadır… Fakat bu meslek (gazetecilik) bizi ne kadar sarıp-sarmalasa, etkilese de bizim bir inancımız, davamız, gayemiz/amacımız vardı. Mesleğimiz inancımızdan, davamızdan ve gayemizden üstün olamazdı. İşte biz de bundan taviz vermedik. Mesleğimizi ne kadar tarafsız, objektif ve dürüst yapsak da asıl gayemiz inancımızın, davamızın ve amacımızın doğrultusunda DOĞRULARI yazmak oldu. Zaten genel doğrular EVRENSELDİR!.. Bizim de demek istediğimiz EVRENSEL DOĞRULAR!.. İnancımızla, davamızla ve amacımızla ilgili doğruları ise KENDİ ÖZELİMİZDE YAŞAMAYA GAYRET ETTİK. Haberciliğimizde tarafsız olduk… Yazarlığımızda fikir, düşünce ve görüşlerimizi özgür irademiz doğrultusunda yazdık…
Gazetecilikte üç büyük tuzak vardır. En önemli tuzaklardan birisi ŞÖHRET… İkincisi EGO… Üçüncüsü TESLİMİYET… Yükselmek istiyorsan teslim olmayı, eğilmeyi, yalakalığı ve dalkavukluğu iyi bileceksin ve hayatında tatbik edeceksin!.. EGO silahın olacak: sınır tanımayacaksın, önüne çıkanı ezip geçeceksin, acımayacaksın, yoksa yükselemezsin!.. Bunlar için de elbet ki önce ŞÖHRET olman gerekiyor. Tanınman, parmakla gösterilmen, önemsenmen; kısaca ŞÖHRET… Şöhreti yakalayamazsan ne kariyerin, ne itibarın ne de saygınlığın olur. Tabi bu görüşüm ne kadar genel olsa da herkes için geçerli olmayabilir. Bu üç tuzak ile ben de karşılaştım. İnanın bu üç tuzağa düşmemek için öyle bir mücadele verdim ki… Bu üç tuzakta az da olsa taviz vermiş olsaydım inanın bu üç tuzağa da düşebilirdim. Bu üç tuzağa düşmemek için kendimden, hayatımdan ve geleceğimden çok şey feda ettim. Bana faturası çok pahalıya patladı. O yüzden yürüyen değil sürünen gazeteciler arasındayım! O yüzden korkan değil dik duran, sınır tanımayan gazeteciler arasındayım. O yüzden el öpen veya el öptüren, yağcı/dalkavuk hiç değil, normal/rutin doğal yaşamı tercih eden gazeteciler arasındayım! Şöhret, Ego ve Yükselmek gibi bir derdim olmadı. Ama kişiliğimden, karakterimden ve inançlarımdan taviz vermiş olsaydım yükselebilirdim. İyi de o zaman diğerlerinden hiçbir farkım olmazdı. Bazı sebepler, ekonomik sıkıntılar bir süreliğine beni medyadan uzak tuttu. Bu da çok işime yaradı. Ki hiç olmazsa unutulmuştum. Yani, gazetecilik ve yazarlık yönüme yamanan “kahin, müneccim, her şeyi bilen adam” demelerinden kurtulmuştum. Uzun bir süre sonra, ortalık durulunca yeniden ortaya çıktım! Aşağı-yukarı bir yıla yakındır da Başkent Postası’nda yazmaya devam ediyorum.