Aylardan Ramazan’dır. Hazreti Ali (kerremallahü veche) kendi halifeliği döneminde mescidin kandillerle ziyâdesiyle nurlandırıldığını görür. Herkes (radiyallahu anhüm ecmain) Yatsı Namaz’ı öncesi Kur’ân okumaktadır.
Hazreti Ali (radiyallahü anh) ellerini kaldırır ve şöyle duâ eder: “Ey Hattaboğlu Ömer, sen Allah’ın evini (mescidi) nasıl ışıklandırdınsa, Allah da senin kabrini öyle nurlandırsın…”
İslâm âleminde bu hadiseden (Hz. Ali duâsından) mütevellit mescidleri aydınlatmaya daha bir ehemmiyet verildi. Ecdadımızın câmilerine bakınız.
İlk selàtin câmilerinden Bursa Ulu Câmii ve Yeşil Câmi’lerinden, Edirne’deki Selimiye Câmii’ne, İstanbul’da padişah ve sultanlar tarafından yapılmış sair selàtin câmilerine bakın, hepsinde akustiğe ve mescid ışıklandırmasına aynı bir ehemmiyet verildiğini görürsünüz.
Elbette bu ehemmiyet estetik ile kaimdi. Osmanlı zarifti. Her işi mükemmel bir estetik anlayışını yansıtıyordu. Gelen ecnebiler önce temaşa ettikleri bu estetiğe hayran kalıyor, sonra da ecdadımızın yaşadığı tabiî ve âsûde[1] hayat ile büyüleniyorlardı.
Şairlerimizden Câhit Sıtkı Tarancı bunu, “İnsànları şen, bacaları âsûde tüter / Ne güzel bir dünyam vardır” mısralarıyla ifade etmişti:
Gel zaman git zaman ne o âsûde hayattan eser kaldı, ne estetikten, ne kültür ve bir üstü olan irfandan…
Devrimler sonrası münevver (entelektüel, ziyâlı) camianın “Batılılaşma” histerisine kapılmayasıyla birlikte câmiler Müslüman fakat neredeyse nádân bazı bedevi kafalıların eline geçti.
Böyle olunca da ecdadın câmi ışıklandırması, ses akustiği gibi ilim ve irfan ehlince tanzim ettikleri düzen bozuldu ve ışıklandırma için ucube ve devasa avizeler, yüz kişilik cemaat alan mescidlere 100 db güçte hoparlörler yerleştirildi ve bu yapılanlar büyük sevap sanıldı…
Câmilerden ve imamlarından Diyanet İşleri Başkanlığı sorumlu olduğuna göre bu vaziyete de onlar el atmalı diyorsunuz biliyorum. Fakat iş öyle değil. Esasen sizden ses çıkmadığı sürece Diyanet kılını bile kımıldatmaz. Hattâ ses çıkarsanız bile öyle cılız seslere hiç aldırış etmez.
Meselâ bu câmi vandallığını sosyal medyada TT yapmalısınız. Meselâ bu işi iri basına da yansıtmalısınız ki, Diyanet şöyle bir kımıldasın. O durumda bile arkasını getirmezseniz yine hakiki mánâda bir sonuç çıkmaz. Arkasını takip ve bu bedevilerin yerine siz talip olacaksınız o işlere…
Hepi topu on dakika duracak câmide. Cuma namazlarında bile en fazla yarım saat kalacak. Beyefendi üşüyormuş. Alttan ısıtmalı (üstelik kanser yapıyor alttan ısıtma) kalorifer istiyor! “Biz insàn değil miyiz, bizim câminin de şöyle devasa bir avizesi olsun” diyor sonra. Eh, ses çıkarılmadıkça da bunların idamesi için “ne verirsen elinle” dilenciliğine de başlıyor…
“Biz insàn değil miyiz” diye söze girenlere öyle gıcık kapıyorum ki. Behey nádân eğer insàn isen, hakiki Müslüman ol. Gösterişten, riyâdan, lüks ve israftan uzak dur.
Sen eğer hakka insàn olsaydın, ecdadının o muhteşem sanatlı, kök boyalı antika halılarını ecnebilere yok bahasına satıp fabrikaların dokuma halılarını sermezdin câmilerine.
Sende azıcık insànlık olsaydı, selàtin camilerinde mihrabın iki tarafındaki antika devasa mumları atıp yerlerine Çin işi ışıldaklar koymaz, Yine o muhteşem çinileri matkapla delip, fırıldaklar (pervane) ve ucuz saatleri monte etmez, elli kişi olmayan cemaat için imamın yakasına mikrofon koyup müezzinlere de yine aynı yüksek desibelde ezan okutmazdın. Sen insàn falan değil, resmen hayvansın.
Her defasında “Allah’tan bulun” diye bedduâ ediyorum size. İnsàn evlâdı muhterem Müslüman kardeşlerime hürmetlerimle. 18.04.2022
——————————————-
[1] Âsûde: Sıkıntı ve üzüntülerden uzak, dağdağasız, gāilesiz, rahat, huzurlu.
YORUMLAR