Yıllar önce kaybettiklerimizi hatırlıyoruz. Gerek bu dünyadan yolcu ettiklerimizi gerekse gönül dünyamızdan uğurladıklarımızı. Hiç unutabildik mi onları? Biz unutmaya çalışsak bile; olmadık bir zamanda, beklenmedik bir şekilde, habersiz bir haberci edasıyla sizi yıllar veya anlar öncesine götürür belleğiniz. Yaşadığınız bir hatırayı kanlı ve canlı önünüze servis edebilir. Öyle olmuyor mu? Nasıl tepkiler veriyorsunuz böyle durumlarda? Aradan geçen yıllar neleri unutturdu bize, neleri ayakta tutabilmeyi sağladı. Peki, unuttuklarımızın yerine neleri ve kimleri koyduk. Neler değişti hayatlarımızda ve duygularımızda. Ruhen bütünlenebildik mi bu değişikliklerle?
İstikbal mi dediniz? Yılları yaşadıktan sonra hatırlamak için tekrar geriye dönseydik; nelerin ne kadar ve ne şekilde değişmesini isterdik. Beklentilerimiz ne şekilde gerçekleşsin arzu ederdik? Maziyi bir geçmiş olarak gizli sandukalarda amel defterimiz olarak mı saklamak istiyoruz. Yoksa maziyi istikbale taşıyacak bir ümit olarak mı büyütüyoruz içimizde? Mazi mi güzel? An’ınız mı? Yoksa istikbal ümidi ile yaşamak mı daha güzel? Geçmişi yokladığımızda neler değişmiş hayatımızda, hiç tahmin edebilir miydik geldiğimiz noktayı. Anı yaşarken de geleceğin nasıl şekilleneceğini neleri ne kadar değiştirebileceğini hiç kestirebiliyor muyuz? Sahi yıllar elimizden uçup gidiyor gitmesine de. Uçup giden sadece ömür mü? O yılların içinde nice dostluklar, sevgiler, beraberlikler, emekler, yaşanmışlıklar ve duygularımızda uçup gitmedi mi? Geri getirebilecek miyiz kaybedilenleri… İşin doğası böyle. Düzen böyle bu gemide. Giden gelmez, kaybolan dönmez, uçan uçmuş ait olduğu yere konmuştur. Size de tortusu kalmıştır…
Gidenler yanlarına nereleri alıp götürmüşlerdi acaba. Geride kalanların sevme, hatırlama, unutma, unutamama, duygulanma, güven, kaybetme korkusu vb. yeteneklerini de alıp götürmüşler miydi? Peki, maziyi ve hayatımızdan uçup giden onca insanı, duyguyu ve yaşanmışlığı hatırladığımızda ne değişecek. Hatırlayınca düzelecek mi bozuk düzen. Yoksa maziyi iyi ya da güzel de olsa hatırlamak sadece içimizi mi acıtacak? Bunca soru, düşünce ve duygu kırılması karşısında; akıl karışır, gönül bulanır, ya da bunalıma girmez mi insan denen aciz varlık? Bazen kaybedilene tutunur da unutmak istemeyiz. Başka bir yeniliğe kapı aralayıp hayatın devamlılığını sağlayamayız. Oysa hayat devam ederken unutamadıklarımızın aziz hatıralarına saygı duymak kaydıyla hayatımızı sürdürmek bir zorunluluktur. Unutmamak için direnip orada takılı kalınca da biraz kendimize zulüm, eziyet, psikolojik olarak mazoşistçe bir tutum olur bu yaklaşım. Evet, kimi zaman unutmak yenilenmeye kapı aralamaktır. Yer açmaktır yenilere ve yenilenmelere…
Zihin direniyorsa eğer bu durum da; eskiden bugüne taşıdıklarımızla bu gün yaşadıklarımızın köprüsünü kuramıyor olabilir miyiz? Her ikisini taşıyamamak korkusu bugünü yaşama imkânını da elimizden almaz mı? Bu çelişki her gün birilerini, bazı anıları ve bir şeyleri alıp götürür zihnimizden, içimizden, çevremizden, yerimizden, yöremizden, yanımızdan. Unuturuz… Böylece. Kendimizi rahatlatırız unutarak bazen de.
Fert planında düşündüğümüzde; yaşananlardan geriye kalanlar sadece bir mazi midir? Yoksa tüm varlığı ile atinin temellerini atan bir güzel umut mudur? Ya da bu umudu toptan yok eden bir kırgınlık mı? Kişisine göre değiştiği gibi yaşanmışlıkların iç yüzüne göre de değişiklikler içerir. Kimine göre mazi bir iç yarası, kocaman acılar karası, gözyaşları sahası. Kimine göre de kutlu bir birikimin mutlu bir mirasıdır.
Gönlünüzün şen, umutlarınızın gülşen olmasını dilerim.
YORUMLAR