2010 yılından itibaren Ortadoğu ülkelerinde baş gösteren Arap Baharı ile halk ayaklanmalarının, bölgenin dönüşümünde belirleyici rol oynayacağı ve bu sayede bölgedeki otoriter rejimlerin yerine, daha demokratik ve halk nezdinde daha meşru rejimlerin kurulacağı ümit edilmişti. İlk başlarda halkın mevcut otoriter rejimleri devirmesi üzerine, bu heyecan daha da arttı. Önce Tunus’ta, ardından Libya’da otoriter rejimler yıkılmıştı. 2011 yılında Kaddafi’nin devrilmesiyle istikrarın sağlanamadığı Libya’da, Kaddafi sonrası Fransa Libya’ya atmaca gibi saldırdı. Libya’da iç savaş bitti ama ülke, askeri, idari, siyasi ve toplumsal açılardan ikiye bölündü. Ulusal Mutabakat Hükümeti‘nin merkezi Trablus’ta ve BM, bazı AB ülkeleri, Türkiye, Katar ve birçok üye ülke tarafından destekleniyor. Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi ise Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa tarafından destek görüyor. Meclis ve ‘Libya Ulusal Ordusu‘ Türkiye karşıtı General Hafter’in darbesi sonrası kuruldu. Devlet tarafından işletilen Libya’nın zengin petrol ve doğalgaz kaynakları da özelleştirilerek Batılı şirketlere peşkeş çekilmiştir. Bu da ABD’nin Rusya’ya karşı Orta-Doğu ve Doğu-Akdeniz’de kazandığı başka bir zafer olmuştur. Fransa Libya özelinde Afrika’ya hükmetmeye daha doğrusu sömürmeye çalışmaktadır. Afrika’da birçok ülke ekonomik krizin eşiğinde. Bunu fırsat bilen Fransa, Afrika’ya verdiği yardımlar ile yumuşak gücünü sergilemeye çalışmaktadır. Bu yumuşak söylemle Libya’ya daha fazla nüfuz etmeye çalışan bir Fransa görüyoruz. Libya’da ABD çıkarlarını tehdit eden gelişmeler olmuştur. Libya’da ABD’nin eskiden desteklediği darbeci General Halife Hafter; Rusya ile anlaşıp Rusya’dan paralı özel askeri şirket (Wagner) ve birçok savaş uçağı desteği aldı. Bu yaşananlardan sonra; ABD’ nin baştan açıktan desteklemediği fakat sonradan strateji değiştirip Türkiye ve İtalya ile birlikte desteklemeye başladığı, BM tarafından tanınan meşru “Ulusal Mutabakat Hükümeti” ve lideri Saraç yönetimi her geçen gün güç kazanıyor. Libya’nın petrol yataklarının çoğu ile petrolün Avrupa’ya tankerlerle sevk edildiği limanın Rus özel askeri şirketinin eline geçmesi, ABD’ yi ziyadesiyle rahatsız etmiş ve güçlü bir tehdit algılayarak, Doğu Akdeniz’ de Rus nüfuzunu kıracak karşı stratejiler geliştirmesine yol açmıştır. Fransa Türkiye’yi Akdeniz’e kıyıdaş devlet olmasından dolayı en çok rahatsız olan ülkedir. 40 yıldır PKK terör örgütüne en açık şekilde veren; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ve Yunanistan’ı sürekli Türkiye’ye karşı kışkırtan ve Türkiye’ye karşı Rum-Yunan ikilisine büyük askeri ve siyasi destek sağlayan ülkedir Fransa. Suriye’de gayrimeşru Esad rejimini Türkiye’ye karşı destekleyip-cesaretlendiren; uluslararası camiaya sözde Ermeni soykırımı söylemini taşıyan yine Fransa’dır. Fransa yıllar önce Ermeni terör örgütü ASALA’yı destekleyerek diplomatlarımızın kanlı örgüt ASALA tarafında ŞEHİT edilmesine ön ayak olmuştur. Bugünlerde Ermenistan’ın Azerbaycan’a askeri saldırı yapmasını Rusya ile birlikte teşvik edip; Azeri General, Albay, subay, asker ve çok sayıda sivilin şehit edilmesine neden olan ülke yine Fransa’dır. Bölgedeki gelişmelerin Türkiye açısından sonuçları ise şunlardır: Öncelikle bölgedeki istikrarsızlıklarla uzun yıllar uğraşmak zorundadır. İkincisi, daha rasyonel hareket ederek, bölge sorunlarına doğrudan müdahil olmak durumundadır. İran, Suudi Arabistan, ABD, Rusya ve AB gibi aktörleri, çözüm süreçlerinden uzaklaştırmak nasıl mümkün değilse, Türkiye’nin de sorunlara tarafsız kalması söz konusu değildir. Bu dâhil olma durumu, bir tercih değil, zorunluluktur. Bu durum, “bir yayılmacılık değil, ortak sorunlara ortak sorumluluk almak” anlamına gelmektedir. Doğu Akdeniz, Türk Ülkesine bitişik ve Türkiye’nin ulusal menfaatlerini doğrudan ilgilendiren olanakları içermesi ve bu olanakların bölgedeki diğer devletlerle paylaşılmasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle son yıllarda Türkiye’nin uluslararası ilişkileri açısından tartışmalı bir coğrafi bölge haline gelmiştir. Türkiye’nin Libya ile yaptığı Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki alanlarının sınırlanması ve Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşmaları en çok GKRY-Yunanistan ve Fransa’yı rahatsız etmiştir. Bütün bunlar yaşanırken birçok ülkenin desteğini alan Libya’nın doğusundaki gayrimeşru silahlı güçlerin lideri General Halife Hafter ülkeyi bölmeye ve kontrolü ele geçirmek için zulüm ve katliamlara devam etmektedir. Darbeci Halife Hafter yanlısı Tobruk Temsilciler Meclisi geçen hafta Mısır ordusunu ülkeye davet etmiş ve Mısır Cumhurbaşkanı darbeci Sisi’nin Meclisi ülke dışına asker gönderilmesine imkân tanıyan tezkereyi oy birliği ile kabul etti. Tezkere ile Mısır ordusuna “ülke sınırları dışında Mısır’ın ulusal güvenliğini sabıkalı milislere ve yabancı terörist unsurlara karşı koruma” yetkisi verilmiş oldu. “Sirte ve Cufra kırmızıçizgimizdir” diyen darbeci Sisi Libya topraklarını kana bulamak için her türlü yolu denemektedir. Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yetkililerinin yaptığı açıklamada, “Mısır meclisinin, silahlı kuvvetlerini batı sınırının dışına göndermek için dün verdiği onay, Libya’ya savaş ilanıdır ve Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler (BM) anlaşmalarının ihlalidir” ifadelerini kullandılar. Libya’da stratejik önemdeki Sirte ve Cufra için askeri ve diplomatik hareketlilik bu gelişmelerle zirve yaptı. Ulusal Mutabakat Hükümeti güçleri operasyon için hazırlıkları büyük oranda tamamladı. Libya’nın barış, huzur ve güven içinde yaşaması, birlik ve bütünlüğünün korunması, tek bir Libya olması için hem masada hem de sahada emek veren tek ülke Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Libya toprakları içerisinde her kimden olursa olsun Türk askeri birliklerine herhangi bir saldırı olması durumunda Türkiye misli ile karşılık verme kararlılığını her zaman belirtmektedir. Bu kapsamda Mısır’ın Libya’ya asker sokmaya çalışması durumunda Türkiye de Libya’daki askeri, teknik kapasitesini ve asker sayısını artırmayı planlıyor. Peki, bu kadar gelişmeden sonra Libya’da kısa vadede bir barış beklemek mümkün mü? Bana göre Libya’da yakın tarihte barış ve huzur beklemek mümkün değil. Çünkü Libya’da silahlı güçlerin ve onları destekleyen dış güçlerin, barış yerine savaşa yatırım yapmaya devam ettikleri ve bütün aktörlerin, Libya’da barışın değil, kendi paylarına düşen ganimetin derdinde olduğu apaçık ortadayken ‘BARIŞ ve HUZUR’ un gelmesi mümkün değildir. Maalesef Libya’yı önümüzde ki zaman diliminde ‘BARIŞ’ değil, ikinci bir Suriye olma ve büyük çatışmalarla dolu bir ‘SAVAŞ’ dönemi beklemektedir. (Suriye’de ‘İdlib’ Libya’da ise ‘Sirte ve Cufra’ ‘Barış’ın ANAHTARI’dır…)
Dr. İmbat MUĞLU
YORUMLAR