Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
CAHİT BAYRAK

ORTADOĞU’DA DİNLERİN TOPLUM SOSYOLOJİSİNE ETKİLERİ

Ortadoğu da hayatı belirleyen en önemli unsur din ve mezhepler olmuştur. Değişik dönemlerde yaşayan birçok milletin ve etnik yapının tarih boyunca yaşadığı bu bölge çok katmanlı bir kültüre ve dine ev sahipliği yapmaya devam etmektedir. Hem tarihsel hem de coğrafi açıdan, dünya üzerindeki en çok gözetlenen ve önemsenen bir bölge olmuştur. Bu bölge, yalnızca büyük dini inanç sistemlerinin doğum yeri olmakla kalmamış, aynı zamanda bu inançların toplumsal yapılarını şekillendirdiği, derin izler bıraktığı bir coğrafya olmuştur. Üç büyük semavi dinin merkezi olan bu coğrafya, tarih boyunca birçok din ve mezhep savaşlarına ev sahipliği yapmıştır. Din, Ortadoğu toplumlarının bireysel ve toplumsal yaşamını yönlendiren, anlam katan bir unsur olarak her daim ön planda yer almıştır. Ancak dinin sosyolojik etkileri, toplumsal yapılarla etkileşim içerisinde ve dünya siyasetine yön veren bir yanı bulunduğu da yadsınamaz bir gerçektir.

Toplumların yapısını oluşturan din, sadece bireylerin inançlarını değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin, normların, değerlerin ve yönetim biçimlerinin temellerini de belirlemiştir. Toplumun dini kimliği, bu toplumu şekillendiren ana unsur haline gelmiştir. Din sadece bireylerin manevi yönelimlerini değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin tümünü şekillendirmiştir. Felsefi anlamda bakıldığında, din yalnızca bir inanç ve ibadet sistemi olmanın ötesinde bir hayat tarzı ortaya koymuştur. Bu bağlamda, dinin toplum sosyolojisi üzerine etkisi, insanların birbirleriyle olan ilişkileri, güç yapıları ve toplumsal tabakalaşmanın nasıl biçimlendirdiği ile ilgili yakın ilgili olmuştur.

Din bireylerin kimliklerini oluştururken aynı zamanda toplumların da kendilerini tanımladığı bir araç olmuştur. Kimliklerin bireysel ya da kültürel temelleri yanında, aynı zamanda dini temelleriyle anlam kazanmıştır. İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi büyük dinler, Ortadoğu toplumlarının tarihsel olarak birbirinden ayrılmalarını ve aynı zamanda bir arada var olmalarını sağlamıştır. Din, hem birleşme hem de ayrıştırma kaynağı olmuştur. Mezhep farklılıkları, etnik kimlikler ve coğrafi sınırlar, dinin, toplumsal gruplar arasındaki sınırları belirlemesinin sonucudur. Dini ve mezhepsel ayrılıklar siyasi, sosyal, kültürel mantalitenin hayata ilişkin oluşturduğu güç ve beklenti neticesinde oluşmuştur.

Dinin kimlik üzerindeki etkisi, toplumsal yaşamın en önemli belirleyici unsuru olmuş, bireyselliğe zemin bırakmamıştır. Din, toplumu bir arada tutan bir bağ gibi görünse de, bireylerin özgürlüğü ile toplumun kabul ettiği normlar arasında çelişki yaratan en önemli unsur olagelmiştir. Toplumun din üzerinden biçimlenmiş kimliği, bireyin özgürleşmesini önlemiş, özgün kimliğini sekteye uğratabilmiştir. Dinin hem birleştiren hem de ayrıştıran yönü, toplumsal yönüyle mahalle baskısına sebep olmuştur. Siyasete endeksli bir anlayışa tekabül ettiğinden, aidiyet duygusunun tezatını teşkil eden gerilim kaynağını meydana getirmiştir. Zaten din hemen hemen her toplumda ve dönemde iktidar ve siyasete ilgi duymuş, ya din siyaseti ya da siyaset dini kontrolü altına almıştır.

Din, sadece Ortadoğu toplumlarında değil, tarih boyunca insanlık sosyal ilişkileri ve güç yapılarını belirleyen önemli bir faktör olmuştur. Hangi dinin, mezhebin veya inanç grubunun daha üstün olduğu teziyle, inanan unsurların aidiyet duygusu ve üstünlük parametreleriyle, toplumlarda belirgin bir hiyerarşi oluşturmuştur. Dinler ve mezhepler arası ihtilaflar üstünlük parametreleri ve alan kazanma gayretleri sonucunda çatışmayı kaçınılmaz bir durum haline getirmiştir. Sünni-Şii, Hristiyan-Müslim, Müslüman-Yahudi veya Hindu- Müslüman çatışmaları tarih boyunca devam etmiştir. Üç büyük dinin, bölgede ki kutsal mekânlarına sahip olma isteği, yüzyıllardır süren savaş ve çatışmalar neticesinde Ortadoğu toplumlarını sürekli kaos ve karmaşaya sevk etmektedir. Toplumlar, dini farklılıklar üzerinden kimlik inşa ederken, farklılıkları yok saymakta, hayat hakkı tanımak istememektedir. Bu durum toplumsal yapıyı katmanlaştırmış ve dini yapılar arasında düşmanlığı pekiştirmiştir.

Din felsefesi, toplumda belli bir düzene hizmet eden, hem bireylerin hem de grupların rollerini belirleyen bir sistemi bünyesinde barındırır. Ancak burada, dinin toplumsal eşitsizliği derinleştiren bir araç olup olmadığını sorgulamak gerekir. Din, gücü elinde bulunduranların meşruiyetini sağlayan bir araç haline geldiğinde; toplumsal eşitsizliğe, özgür düşünceye, yeniliklere, teknolojiye kayıtsız kaldığında, eleştiriye ve sorgulanmaya maruz kalır. Örneğin, İslam’ın sosyal adalet ve eşitlik gibi öğretileri, tarihsel olarak hep sorgulanmıştır. Din, toplumu birleştiren bir güçken, aynı zamanda farklılıkları keskinleştiren ve ayrıştıran bir etkiyi de bünyesinde barındırmıştır.

Ortadoğu toplumları da modernleşme sürecinin etkisiyle büyük bir dönüşüm yaşamaktadır. Bu dönüşüm, dinin toplum üzerindeki etkisinin azalmasını veya dönüşmesini gündeme getirmektedir. Fakat, fanatizm ve köktenci dini yapılar, toplumsal değişime direnç göstererek, geleneksel değerleri koruma çabasından vaz geçmek istememektedirler. Bu bağlamda, dinin modernleşmeye karşı tutumu, toplumsal yapıların çağın değerlerine ve ruhuna uygun bir anlayışın ortaya konulmasına engel teşkil etmeye devam etmektedir.

Felsefi bir perspektiften bakıldığında, modernleşme ve din arasındaki gerilim, bireysel özgürlük ile toplumsal normlar arasındaki çatışmayı yansıtır. Modernleşme, bireysel hakları ve özgürlükleri vurgularken, din, kolektif değerlerin ve toplumsal sorumlulukların önemini ortaya koyar. Bu iki kuvvet arasındaki denge, Ortadoğu’daki toplumsal yapıyı belirlerken, bireylerin toplum içindeki yerlerini nasıl algıladıklarını da şekillendirir.

Din ve toplum arasındaki ilişkiler, değişen dünya koşullarıyla birlikte sürekli bir yeniden denge arayışını gerektirir. Toplumlar, dinin geçmişteki etkilerini ve modern dünyanın taleplerini birleştirmeye çalışırken, bu dinamiklerin nasıl evrileceği, yalnızca Ortadoğu’nun değil, tüm dünya sosyolojisinin geleceği açısından kritik bir sorudur. Din, yalnızca geçmişin değil, geleceğin toplumlarını da şekillendiren bir güç olmaya devam edecektir.

Saygılarımla…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER