“Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış” Muhterem okurlarım, Türkiye kuyusuna da iri taşlar atıldı, insanlar kovasını sarkıtıp su çekemediler lâkin gel gör ki, kırk akıllı taşları çıkarmaya da davranamadı. Hattâ üzerine hayásızca yeni taşlar bile attılar…
Münevver, akil insànlar hiç çıkmadı değil. Hattâ o korku devrine göre sayıları az da sayılmazdı. Lâkin onca kudretli deli arasında birkaç garip guraba ne yapabilirdi ki? Netekim hepsi sırayla cüret bedellerini ödedi. İdam sehbaları İstanbul ve Ankara’nın günlük sokak manzaraları olmuştu.
Ülke yıllarca sustu, susus kaldı. İnsànlar serap görmeye başladılar. Kimi Fatih Sultan Mehmed’i, kimi Kanunî Sultan Süleyman’ı, hattâ bazıları Muhiddin-i Arabi, Şeyh Edebalî gibi erenleri görüyorlardı…
Büyük ruhlar zuhur ediyor, heryerde kaynaklardan billur gibi sular fışkırıyor, millet de kana kana içip ferahlıyor, topraklar yeniden yeşilleniyor ve ruhlara neşve veren kuş sesleriyle tabiat külliyen zikre başlıyordu…
Aradan yıllar geçti. Devr-i sâbık sona erdi, halkın başına Adnan diye biri geçti. Fakat adam kendini Menderes nehri zannetti, “ben bu taşı bizi destekleyen milletin gücüyle çıkarır, kuyuları kurtarırım” dedi.
Tedbiri elden bıraktı. Basın yayının kimlerin elinde olduğunu unuttu, kendi medyasını kuramadı ve sonunda askerî müdahale ile devrildi. Yassıada, İmralı derken Adnan ve arkadaşları idam edilip ortadan kaldırıldı. . İçine korku sinen millet yine sustu.
Susuzluk tekrar başladı. Nihayet canına tak eden millet bir daha isyan etti duruma… fakat bu kez öyle adamlar zuhur etti ki, bir süre darbeye hacet kalmadı. Eco ve Sülo münavebe ile mührü aldılar.
Geç de olsa oyunu gören halk yeniden homurdanmaya başladı. Fakat gençler kurtaracağız derken, terörle ülkeyi kan gölüne çevirdi, anarşi ve kaos zirve yaptı.
Haliyle de ardından yeni bir askerî darbe geldi, “bir sağdan, bir soldan” gençleri topladı, kimini astı, kimini sakat bıraktı, mefluç ettiler.
Med cezir gibiydi.. Silahlılar çekilince ayranımız yine kabardı ve bu kez de Turgut diye birinin etrafında toplandık. Sonra Turgut da Menderes ağabeyi gibi büyük işlere cüret etti. Onu asmadılar fakat ummadığı yerden zehirlendi, en güçlü olduğu dönemde aniden ölüverdi…
Halefi Mesut ile sıkıntı ve gam geri geldi. Sonra bir kadın başbakana “kurtar bizi ana” dedi halk. Sonra tekrar Eco geldi… Hayli yaşlanmıştı, ayakta zor duruyor, bevl torbası taşıyordu. Karısı Rahşan’ın süflesiyle konuşabiliyordu. Haliyle zarar veriyordu ülkeye.
Yıllar böyle gel gitlerle geçti, sadra şifa bir çare bulunamadı, putlar kırılamadı, tá ki memleket susuzluktan yine çöle dönüp diller ağızlardan bir karış çıkıncaya kadar böyle devam etti vaziyet.
Sonra Erbakan geldi. Onu da 28’ciler devirdi. Talebesi Tayyip önce belediyeyi, sonra iktidarı teslim aldı, yirmi yıl güzel işler yaptı fakat taşı çıkarmak kolay iş değildi. Üstelik bu kez ABD ona FETÖ isimli bir CIA şubesini musallat etmişti.
Hz. İbrahim (a.s) putları kırdı, baltayı da en büyük putun eline verdi. Bu yüksek akıl seviyesine henüz yirmi yaşında erişmişti o. Kendisini Tanrı mevkiine koyan ve putlarını yaptıran Nemrut ile alay ediyor, acizliğini itiraf ettiriyordu adeta. Öfkeden kuduran Nemrut devasa bir ateş yaktırıp içine atmak istedi İbrahim’i (a.s). Tabi o büyüklükteki ateşe yaklaşılamadı, İbrahim’i (a.s) mancınıkla fırlatıp atabildiler.
Allah ateşi gül bahçesi kıldı, İbrahim bahçeye süzülerek indi, kaynak sularının aktığı havuzdan kana kana su içiyordu.
“Okçular” diye bağırdı Nemrut. İbrahim’i (a.s) ok sağanağı altında bıraktılar. Fakat kâh balıklar okları ağızlarıyla yakalıyor, kâh oklar yağmur olarak düşüyordu bahçeye…
O kabrin defterine neler yazılıyor? İlgilenmiyorum.
Tarihi kıymeti olan Urfa’daki İbrahim (a.s) havuzu defterine yazılanlar…
İsmi bende mahfuz (aslında sizin de yakinen tanıdığınız) biri yazmış:
“Ey Müslüman, sen de İbrahim ol ki, Allah (putları cesaretle kırdığın için sana da) ateşi gül bahçesine çevirsin…” 15.07.2021
YORUMLAR