‘Sen ağlama çocuk
Seni ağlatanlar ömür boyu ağlasın…
Cehennem ateşleri yüreklerini dağlasın…’
402 yıl boyunca Osmanlı’nın barış, huzur ve adalet getirdiği Suriye birçok medeniyete beşik olmuş, bağrından âlimler, evliyalar çıkarmış, mazluma kucak açıp muhacirler ağırlamış. Osmanlıdan ayrıldıktan sonra zenginlikleri ve petrol yatakları gasp edilmiş, insanları önce Siyonist devletler tarafından sonra yöneticileri tarafından köleleştirilmiş ve topraklarına yaklaşık bir asırdır hastalık, terör, ölüm, kan ve nifak tohumları ekilmekte. Şimdilerde ise Esad ve destekçilerinin bombaları ile kan gölüne dönmüş durumda… Dünyanın gözünü kapatıp kulağını tıkadığı sadece seyirci olarak baktığı bu coğrafyada katliam yıllardır katlanarak devam ediyor. Suriye’de 10 yıldır devam eden iç savaşta yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Milyonlarca Suriyeli evsiz, vatansız kaldı. Savaşın başladığı ilk günlerden itibaren bu acılara sahada, kâh Suriye topraklarında, kâh sınırın sıfır noktasında birebir şahitlik ettim. Keşke bu acılar yaşanmasaydı da bende bu gözlerle küçük bedenden kopan uzuvları görmemiş, kanlar içinde çığlık çığlığa olan çocukların sesini duymamış olsaydım. Ama duydum ve gördüm o acıyı beynimde, bedenimde hissettim. O halde sesi, gözü olunmalı bu mazlumların. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) öyle buyurdu; “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Savaşın içinde yaşayan bu çocuklar için cümleler kurmak, onları anlatmak hiç de kolay değil. Onlar onca acıyı, üzüntüyü, zulme karşı feryadı içinde tutarak gülümsemeye çalışan varlıklar. Peki, nasıl anlatabilirsin ya da hangi duygu ile yazabilirsin bu insani dramı. Ölümün kol gezdiği yangın yerine dönüşmüş Suriye’de savaşın en ağır bedelini her saniye, dakika çocuklar ödüyor. Suriye topraklarına her gittiğimde, çocukların sadece yürek parçalayıcı gözyaşları olan küçük insanlar olmadıklarını fark etmeye başladım ve şunu anladım kısacık ömürlerine yeryüzünde yaşanacak en büyük acılarını nasılda sığdırmışlardı bedenlerine. Aslında büyümüş de küçülmüş koca yürekli insanlar olduğunu gördüm onların. Kendi halkını katleden katil Esad’ın iç savaşında en çok etkilenenler de onlar oldu. Suriyeli çocuklar da dünyada ki her çocuk gibi nerede, ne zaman, nasıl dünyaya geleceğini seçemedi, doğduktan sonra da aslında ne ebeveynleri nede kendilerinin seçme hakkını kullanma şansları olamadı. Çünkü bombardımandan küçük bedenlerini koruyamadılar, birçoğu can verdi yatağında, parkta, sokakta. Bombadan kaçanlar, göç yoluna düşenler yolda kurşuna ve kimyasal silaha denk geldi veya açlıktan öldüler ya da soğuktan dondular. Dedim ya yeryüzünde doğan her çocuk eşit haklara sahipken maalesef bu Suriyeli ve Suriye ile aynı kaderi paylaşan ülkelerin çocukları için geçerli değildi. Onların payına ölüm, açlık ve savaş düşmüştü. Doğan her çocuğun eşit hakları olduğu gibi düşleri de aslında her coğrafyada hep aynı; oyun oynamak, koşmak, eğlenmek, dondurma yemek, uçurtma uçurmak, bisiklete binmek, parka gitmek gibi… Ama Suriyeli çocuklar düş kurmaya zaman bulamadığı için sadece hayatta kalabilmeyi düşünürler. Çünkü onların parkları, sokakları, evleri ve en önemlisi hayatları yıkık ve dökük. Henüz oyun çağındaki yüz binlerce çocuk yaşıtları gibi sokaklarda doyasıya koşmak, parklarda oynamak, okula gitmek yerine daha küçük yaşta savaşın korkunç yüzüyle tanıştı. Kalem tutması gereken eller kendi boylarından büyük silahın soğuk demirini kavradı. Birçoğu zorla çocuk asker yapılarak elleri oyuncak değil, silah görüyor. Misket yerine mermilerle oynuyorlar ve yaşıtları normal koşullarda topun arkasından koştururken, onlar mayın tarlalarında adım adım ölüme doğru koşuyorlar. İstemeseler de her biri acının gönülsüz hamalları oldular. Kısa bir süre önce UNICEF, ‘’Suriye’de her on saatte bir çocuğun yaşamını yitirdiğini ve 2 milyon 800 bin Suriyeli çocuğun okula gidemediğini’’ açıklamıştı. Oysa ki çocuklara ölmek değil, gülmek yakışır yerkürenin her metrekaresinde…. Ölmek bazen kurtuluş olmuştu onlara, çünkü kanlı savaşta katil sürüleri küçük yaştaki çocuklara çok ağır işkenceler yapıyordu. Savaşın üzerinden yıllar geçmesine rağmen, halen milyonlarca çocuk açlık, korku içinde yaşıyor ve birçoğu da kuşatma altındaki bölgelerde ıstırap içinde hayatını sürdürüyor. Yüz binlerce çocuk savaşta öldürüldü ve halen öldürülüyor, açlıktan, soğuktan, sefaletten ve bulaşıcı hastalıklardan ölenler hariç. Ölen ve sakat kalan çocukların sayısı her an artıyor ve bununla birlikte çocukluğun kendisi tahrip ediliyor, yok oluyor. Hatırlarsanız kısa bir süre önce Türkiye’nin ekranlarında İdlib Atme çadır kampında yaşayan Suriyeli Mahmud muhabirin sormuş olduğu “Ceketin Nerede” sorusuna ‘’ceketim yok, babam öldükten sonra kimse bana ceket almıyor’’ cevabıyla yürekleri burkmuştu. Ekranlarda gören milyonların yüreği acıdı, gözlerinde yaşlar aktı ve bu çocuğa ulaşıp yardım etmek istedi birçoğu. Mahmud’un dramı sadece milyonda bir çocuğun yaşam hikâyesi. Peki diğerlerin durumu farklı mı? Değil tabiî. Bir kaç örnek de ben yazayım; 7 yaşındaki Suriyeli Yusuf’un hayali diğer çocuklar gibi bir bisiklet, pahalı bir oyuncak değil… ‘Suriyeli Yusuf, büyüdüğünde ihtiyaç sahiplerine yardım edebilecek kadar zengin olmayı hayal ediyor. Büyüyünce bembeyaz kıyafetler giyip fakirlere para dağıtacağım’ diyor. Ölümden kaçan sekiz yaşındaki Baraa, şunu söylüyor: “Okuma-yazmayı öğrenmek yerine bütün silahların türlerini öğrendim. Mermilerin, iz mermilerinin ve plastik mermilerin isimlerini biliyorum.”diyerek savaşın kirli yüzünü bizlere bir kez daha hatırlatıyor. 9 yaşındaki Meryem ise “Beşar Esad’ın iktidarda kalmak istemesi için neden benim bacağımı kaybetmek zorunda olduğumu anlamıyorum’’diyor. Suriyeli kimi çocuklar ise ölmüş ebeveynlerine selam söylüyor, ölmüş babasının geleceğini ve en sevdiği oyuncağı alacağını umutla bekliyor, kimisi de ölmüş babaya ‘seni çok seviyorum özledim gel baba’ diyor ve ekliyor ‘kardeşimi de annemi de al gel unutmayasın ha’ diye haykırıyor barışa, huzura, umuda ve gelecek güzel günlere hasretle. Savaş çocuklardan çocukluğunu, rüyalarını, geleceğe dair umutlarını, oyuncaklarını, sıcacık bir yatağı ve anne kucağını götürdü. Kısacası tüm hayallerini yıktı bir daha onarmamak üzere. Hepsinin geleceğe dair hayalleri, umutları vardı, ama hiç biri gerçekleşemedi hepsi ölümle bir anda yıkıldı. Yaşasalardı kimi adalet, hak, hukuk için okuyup hâkim olacaktı, kimi insanların hayatlarını kurtarmak için doktor, kimisi savaşsız bir ülkede yeni nesiller yetiştirmek için öğretmen olacaktı. Ölümden kurtulanlar ise savaşın gölgesinde korkunun ve ölümün değil barışın gölgesinde huzurun ve mutluluğun resmini çizmek istiyorlar. Onlar savaşın çocukları! Kan ve barut kokusuyla geçen o günlerin bitmesini, aydınlık gelecek günlerinin olmasını istiyorlar. Suriyeli her çocuk ülkelerinde savaşın bir an önce bitmesini ve savaşlarda artık çocukların ölmemesini, yaşanan katliama göz yumulmamasını ve dünya ülkelerinin barışın getirilmesi için çaba göstermesini istiyorlar.’Ah güneş gözlü çocuklar, gökyüzünüze ambargo koyan güneşinizi söndürenler cehennemde azabı çekecekler… Yüce Allah, mazlumları gözü yaşlı bırakmayacak, herkese hak ettiğini zerre haksızlık yapmadan tastamam verecektir.’
YORUMLAR