Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Dr. İmbat Muğlu

ŞEHİT

Anne olmak… Baba olmak… Kardeş olmak, yar-yaren olmak… Evlat olmak… Bir askere… Yıllardır dilimizden düşmeyen ‘şehit’ sözcüğünü kaleme almadan önce merak duydum ve çeşitli kaynaklardan araştırmaya koyuldum. Birçok ayette şehitliğin önemine ve Allah katındaki değerine dikkat çekilmiştir. Meselâ, “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Zira onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz” (el-Bakara 2/154); “Sakın Allah yolunda öldürülenlerin ölü olduklarını sanma! Onlar diridir ve rableri katında rızıklara mazhar olmaktadır” (Âl-i İmrân 3/169); “Allah yolunda öldürülenlere gelince Allah onların amellerini zayi etmez (…) Allah onları kendilerine tanıtmış olduğu cennete koyacaktır” (Muhammed 47/4-6) mealindeki ayetlerde bu husus vurgulandığı gibi bazı ayetlerde şehitlerin Allah katındaki derecesinin peygamberler ve sıddîklardan sonra geldiği ifade edilmiştir (en-Nisâ 4/69). Peygamberimiz de bir hadislerinde “Şehit Cennet’tedir” buyurmuş (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 25), başka bir hadiste de “Allah katında hayırlı bir mertebede iken ölmüş kullar içinde, dünya içindekilerle birlikte kendisine verilecek olsa bile, şehitten başka hiçbir kimse yeniden dünyaya gelmek istemez. Çünkü şehitler, şehitliğin ne denli üstün bir mertebe olduğunu görmüş oldukları için, dünyaya dönüp yeniden bir kere daha şehit olmak için can atarlar” (Buhârî, “Cihâd”, 6) diyerek, âhirette verilen üstün mertebe yanında şehâdet şerbetini içmenin, şehitliği tatmanın da ayrı bir zevki bulunduğunu ifade etmiş olmaktadır. Hayatımıza nüfuz etmiş, ruhumuzda hissettirdiği derin duyguyla dilimize zikr olmuş ‘şehadet’ sözcüğü Arapça kökenli olmakla beraber ‘’tanık’’ anlamını barındırıyor. Tanık… Tanık… Okurken de yazarken de defalarca tekrar etmekten kendimi alamadığım. Nasıl da yavan? Nasıl da haksızlık edilmiş? Bir annenin yüreğinde ki yangını sığdırdığı, evladını şehit verdikten sonra teselli bulduğu, ‘ oğlum şehit oldu, şehitler ölmez ki ’ diyerek kendince yüreğini ferahlatmaya çalıştığı bu kocaman sözcüğün manası, tanık demekmiş. Neye tanık oluyordu anne kuzuları? Dağ, taş, ayaz, karanlık demeden ellerinde dünyanın kalleş namlusu ile neye tanık oluyordu bu çocuklar? Sahip olduğu toprakları, namusunu bayrağını korumaya çalışırken nelere tanık oluyordu bu gencecik fidanlar? Kalleş bir kurşunla yanına yığılan arkadaşının inlemesine, bir cihanın soluşuna… Operasyon sonrası kolundan, bacağından, gözünden olan arkadaşlarının eksik kalışlarına… Ruhlarında ölen insanlığa dair umutlarına… Sahi bu çocuklar neye şahit oluyordu da bu tanımlama verilmişti. ‘Şehadetin kutlu olsun yavrum !’diyerek bayrağa sarılan anneler… Neyi kutluyorlardı? Kutsal bir ülkü, din veya inanç uğrunda ölen kimse ‘şehadet’ eyleminde bulunmuş oluyordu. Bir anne için vatan, bayrak, namus uğruna evladını kaybetmişse bunu kutluyordu. Yüreklerine kocaman bir acıyı sığdırmaya çalışan anneler evlatlarının ölümünü kutluyordu. Annelerin okula dahi uğurlarken ardından su serpiştirip ‘tez gelesin yavrum ’ dediği ama asker ocağına uğurlarken ellerini kınalayıp ‘vatanına sahip çıkasın yavrum, namussuza, haine geçit vermeyesin, kanınla canınla bu vatana kurban olmaya gidesin,’ diye uğurladıkları gözlerinin nuru evlatları… Al bayrakla uğurladıkları hasreti yüreklerine yara yaptıkları körpe çocukları dört yanı çivilerle tutturulmuş, yine üzerinde bir al bayrakla geri dönmesi ihtimaliyle uğurlanan evlatlar. Her telefon sesine,  kapı ziline; sayısız endişe sığdırmış annelere; sevgiyi, hasreti soracak olsak dökülen sözcüklerin yürekten döküleceğinden zerre şüphe duyabilir miyiz? Bizim kültürümüzde üç şeye kına yakılır. Kurbanlık kuzuya koça kına yakarız, Allah’a kurban olsun diye. Gelinlik kızlara kına yakarız, evine barkına yuvasına sahip olsun diye. Ve tabi askere uğurlanan gencecik fidanlara, yiğitlere kına yakarız biz, Kına yakarız ki, vatana kurban olsun diye.  Ve anne… bir anne düşünün ki kınalı kuzusunu asker ocağına uğurlarken, ellerini kendisi kınalar. Vatan, namus, bayrak öyle derin anlamlar barındırıyor ki hiç tereddüt etmeden gönül paresini kınalıyor ve vatana kurban olmaya gönderiyor. Gönderiyor, gönderiyor ama içinde fırtınalar diner mi… Yavrusunun ana kucağından asker ocağına gidişi içine oturmuştur. Çünkü gidip de dönmemek sözcüğünü yüreğinin en derininde hisseder anneler… Rabbim, sınırlarımızın içinde ve dışında terör örgütlerine, şer odaklarına karşı başta sizlerin, hepimizin, milletimizin yardımcısı olsun. Bugün de bu topraklar için dün olduğu gibi şehitler veriyoruz. Rabbim başlangıçtan günümüze kadar milletimiz, vatanımız, bayrağımız, ezanımız için canlarını feda eden bütün şehitlerimize rahmet eylesin. Gazilerimize acil şifalar niyaz etsin. Evladını vatana adamış aziz ana, oğlunun adı taş üzerinde, naşı toprakta kaldı zannetme! Şehidimin kutsal ismi arşta, aziz naşı cennet bahçesindedir. Kahraman Şehitlerimizin emaneti olan Bayrak ve Vatan için kutsal nöbet sırası bizdedir. Aziz Şehitlerimize layık olmanın bilinci içinde dimdik vazife başındayız.

                                                                                              Dr. İmbat MUĞLU

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER