Terör ve Terörle Mücadele: Dünyadaki ve Türkiye’deki terör olaylarını anlayabilmek için terör ve terörizm kavramı hakkında kısa bir izahımız olacak. Daha sonra küresel (uluslararası) terör konusuna değineceğiz. Terör, terörizm, terörle mücadele konusu sadece Türkiye’nin değil bütün dünyayı ilgilendirmektedir. Bilhassa uluslararası terörizm…
Terörü bireysel terör, grup/örgüt terörü ve devlet terörü olarak üçe ayırabiliriz. Asıl önemlisi de terörist ve terörizmle mücadeledir. Her şeyden önce terörün tanımını iyi yapmak gerekiyor.
Terör ister bireysel, ister grupsal/örgütsel ister devlet eliyle yapılsın hiç farketmiyor ‘terör’ terördür. Amaca gitmek için propaganda, provokasyon, eylem, yıldırma ve her türlü şiddeti izah eden bir terimdir. Bireysel olarak uygulayıcılarına terörist, grupsal olarak tatbik edilene terör örgütü, devlet eliyle icraata konulmasına da devlet terörü olarak ifade ederiz.
Terör veya terörizmin anlamı uygulayıcısı ve uygulanan hedefe göre değişebiliyor. Uygulayıcısına göre amaca giden yolda bir eylem tarzı, uygulanan hedefe göre ise terör olarak değerlendirilir. Aynı şekilde grupsal/örgütsel olarak da bu anlam/ifade değişmez. Bazılarına göre özgürlük mücadelesi, direniş, savaşçısı veya savaşçıları olarak kabul edilir. Devlet terörü içinde aynı anlayış/bakış geçerlidir. Böyle bir anlayış törörü kendi amaları doğrultusunda meşrulaştırmak isteyen emperyalist dış güçlerin ve içerdeki işbirlikçilerin işine yarıyor. O yüzden asla ve asla kabul edilemez!..
Terörün genel tanımı/anlamı; siyasi, dini, ekonomik olarak izah edilir. Bilhassa uluslararası terörizm boyutunda daha geniş kapsamlı düşünülebilir. Suç örgütleri olarak mafya terimi ile ifade edilen uyuşturucu, insan kaçakçılığı başta olmak üzere her türlü kaçakçılık, haraç/gasp, soygun vs. daha birçok yoldan ekonomik gelir edinmenin adına yapılan her türlü şiddet kullanılarak panik, korku ve öldürmeyle sonuçlanan her olaya terör gözüyle bakabiliriz.
Devlet terörü ise dünyada tartışılan bir durumdur. Eylemi/olayı yapan ülkeye göre ne kadar ‘devlet terörü’ olarak kabul edilmez ise de başka ülkelere göre ‘devlet terörü’ olarak değerlendirilir. Tabi ki her olay/eylem bu kapsam içine alınamaz. Ya da bu durum devlet destekli yapılmış olsa da aynı şekilde anlaşılması lazım. Böylesi durumlarda olağanüstü orantısız güç kullandığı için, kişiler veya topluluklar üzerinde toplu kıyım/katliam uygulandığı zaman bu şekilde ifade edebiliriz. Dünyada birçok örnekleri vardır. Bize göre ABD birçok ülkede devlet terörü gerçekleştirmiştir. Japonya’nın Hroşima ve Nagazaki şehirlerine attığı atom bombaları devlet terörü olarak ifade edebiliriz. Aynı şekilde İsrail de Filistin halkı üzerinde yıllardır süren baskısı, eylemleri, katliamları devlet terörüne girmektedir. Uluslararası hukuka göre böylesi büyük çaplı katliamlar, eylemler ve toplu katliamlar ‘savaş suçlusu’ kapsamına değerlendirilir. Devlet terörü ile ilgili tarihten ve günümüzden onlarca örnek verilebilir.
Terör ve Terörizm, çok geniş kapsamlı ve başlı başına bir konudur. Biz bu konuya daha önce 2011 tarihinde yayınlanmış olan “Şer Üçgeni” kitabımızın “Küresel Terör Üzerinde Düşünenlerin Düşünceleri Üzerine Genel Kritik” başlığı adı altında şu şekilde ifade etmiştik: “Yeryüzünde ara-sıra cereyan eden uluslararası çaptaki olayları üzerinde isabetli ve tutarlı yorumlar yapabilmek ve parçalardan yola çıkarak bütüne varabilmek için kafa yormak kimsenin aklına gelmiyordu. Terör eylem olarak ne kadar profesyonelce işlenirse işlensin, eylemin yapıldığı (suçun işlendiği yerde!) mutlaka bir parmak izi, delil, kanıt veya ipucu bulunabilir! Terör eyleminin nedenlerine ulaşmak veya ulaşılabilmesi için herhangi bir ’iz’den/uç nokta!’dan başlanılabilir. Olayın çözülebilmesi, ilk adımın atılabilmesine bağlıdır. Bir işe başlamak o işi yarı yarıya başarmak düşüncesi ile hareket edilirse mutlaka kesin bir sonucu gidiler. (sh.314)”, “Terörün dehşete, dehşetin korkuya, korkunun paniğe, paniğin kişisel ve toplumsal ‘psikolojik bozukluğa’ yol açabileceği ‘terör kurbanı/ ülkelerin dikkate alması gereken çok önemli bir husustur. (Şer Üçgeni, sh.316)”. “Dünya üzerinde terörün kaynağı kurumadığı sürece ulusal ve küresel terör üzerinde düşünenlerin düşünceleri üzerinde düşünerek kritik yapmaya devam edeceğiz. (Şer Üçgeni, sh.322).”
Bu bölümün girişinde yapmış olduğumuz izahlardan sonra şimdi asıl konumuz olan Terör ve Terörle Mücadele üzerinde durmaya çalışacağız.
Türkiye’de küresel terörün gölgesinde yapılan algı operasyonları sonucu ortaya çıkan acı gerçeklere şahit oldukça inanın kahroluyoruz. Ülkemizin bağımsızlığını, milletimizin birlik-beraberliğini, devletimizin büyüyüp-gelişmesini istemeyen dış güçler ve içimizdeki işbirlikçileri ne zaman fırsat bulsalar terör oluşturabilecek her yola başvuruyorlar.
Türkiye 100 yıldır küresel terör ve yarım asırdır terör örgütleriyle mücadele ediyor. Soğuk savaş dönemlerinde Türkiye’nin başına musallat edilen irili-ufaklı birçok terör örgütü vardı. Türkiye adeta kamplara bölünmüştü. Hem içerden hem dışarıdan saldırı altındaydı. 1980 öncesi ve sonrası Ermeni ASALA terör örgütünün dış ülkelerdeki konsoloslarımıza, büyükelçilerimize ve ataşelerimize yönelik terör eylemlerini ve süikastlarını unutmuş değiliz.
1970 ile 1980 yılları arasında ülkemizi kana bulayan siyasi kamplaşmalar ve sağ-sol çatışmaları… Ve daha sonra da PKK ve FETÖ terör örgütleri… Her iki örgütünde emperyalist güçler tarafından maşa olarak kullanıldığını çok iyi bilmekteyiz. Emperyalist güçlerin Türkiye üzerinde oynadıkları büyük oyunun iki büyük parçasıydı PKK ve FETÖ…
Terör ve terörizm konusunu işlerken elbet ki geçmişte yazmış olduğum Anayurt gazetesindeki bazı yazılarımı bu bölüme aldım ki konuya açıklık getirsin. Artık devlet ve millet olarak bu iki örgütün (PKK ve FETÖ) perde arkasındaki güçleri, gayesini/amacını çok iyi bilmekteyiz. Biz yıllarca devleti bu iki örgüt (PKK ve FETÖ) konusunda uyardık. İşte bu uyarılarımızla ilgili daha önce yayınlanmış yazılarımızı bu bölümde okuyacaksınız.
Devleti terörle mücadele konusunda olması muhtemel tehlikelere karşı uyarırken doğru ve yanlış icraatlar üzerinde durmuştuk. Devleti uyarırken, terörün asla bitmeyeceğini, bitti gibi görülse de aslında kuluçkaya yattığını ve zamanı gelince de tekrar eylemelerine başlayacağını izah etmeye çalışmıştık.
Bu uyarılarımızı yaparken hem dış ülkelerden hem de kendi ülkemizden örnekler vermeye çalıştık. Bilhassa 11 Eylül Terörü, Paris Saldırısı ve İslamofobi kavramının kaynağını izah etmeye çalıştık. Sık sık devlet olarak terörle mücadele nerelerde hata yaptığımıza değinerek hem uyardık, hem eleştirdik hem de yol göstermeye çalıştık.
“Küresel Terörün Gölgesinde Türkiye Gerçeği: Dünyada siyasi çalkantılar, ülkeler arasındaki ilişkileri gergin hale getirmekle birlikte kutuplara ayırmıştır. Amerika’yı evinde vuran 11 Eylül terörü (2001) ile başlayan küresel terörün boyutları önce Ankara’ya sonra da Paris’e sıçradı. Dünyayı terörle dizayn etmek isteyen gizli bir güç ülkeleri terör korkusuyla dize getirmek istediğine şahit oluyoruz. Terörü maşa olarak kullanan bazı ülkeler de ‘terör’ ile vurulunca akılları başlarına gelmiş olacak ki terörle mücadelede birliktelik çağrısı yapmaya başladılar. Bilhassa terör mağduru bir ülke olarak Türkiye’nin bu konudaki hassasiyetini ve uyarılarını ciddiye almak zorunda kaldılar.
100 yıl önce imparatorlukların yıkılışı, 1. Ve 2. Dünya savaşları, Afrika’nın işgal edilerek yer altı ve yerüstü zenginliklerini talan edip sömüren ülkelerin bugün terörden, terörizmden, terörle mücadeleden söz etmelerine bir anlam veremiyoruz. Bu ülkelerin terör örgütlerine her türlü siyasi, ekonomik, mühimmat, sosyal ve psikolojik destek vermelerine de pek şaşırmıyoruz. Hatta ve hatta kendileri terörle, terörizmle, terör örgütleriyle mücadele ederken medeniyetten, barıştan, insan haklarından söz etmelerine ise hiç mi hiçbir anlam veremiyoruz.
Günümüzde terörden, terörle mücadeleden en çok söz eden ABD’nin kirli tarihi araştırıldığında Amerika kıtasında Kızılderililere uyguladıkları soykırım, Afrika’dan gemilerle getirdikleri siyah insanlara yıllarca yapılan köle muamelesi, Japonya’nın Hroşima ve Nagazaki şehrine atılan atom bombası bombaları ve Vietnam, Afganistan, Irak işgalleri bize kimin terörist olup-olmadığını, kimin terörle mücadele edip-etmediğini ve kimin terör konusunda yalan söyleyip-söylemediğini o kadar çok güzel izah ediyor ki… Bilhassa devlet terörü konusunda ABD tarihini çok iyi irdelemeliyiz.
Dini, dili, ırkı her ne olursa olsun terör terördür. Ve bilhassa devlet terörü! Dünyada devlet terörü ile ayakta kalan sömürgeci ülkeleri ‘terör’ vurunca paniğe kapılmaları boşuna değildir. Ekonomik, siyasi ve askeri yönden güçsüz, zayıf ve çaresiz olan ülkeleri ablukaya alan sömürgeci ülkelerin bugün içinde bulundukları durumu masaya yatıracak olursak korkunç gerçeklerle karşılaşırız.
Büyük Ortadoğu Projesi adı altında gözlerini Ortadoğu’ya diken ABD, Türkiye’yi kendisine ortak yapma gayretleri bir ara EŞBAŞKAN sıfatı ile neredeyse inandırıcı bir boyut kazanmıştı. O dönemlerde şu andaki mevcut AK Parti iktidarı da bu ortaklık ve eşbaşkanlık büyüsüne kendisini bir hayli kaptırmıştı! Ne yazık bu büyünün etkisi fazla sürmedi. AK Parti ve lideri R. Tayyip Erdoğan özedönüş manevrası ve ulvi/milli değerlerimizin de kuşanılmasıyla bu büyülü Büyük Ortadoğu Projesi ve Eşbaşkanlık sevdasını kaldırıp çöpe atmıştı. ABD’nin Türkiye üzerindeki Büyük Ortadoğu Projesi ve Eşbaşkanlık hayali mevcut iktidarın basireti ve feraseti sayesinde fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Aynı şekilde AB sevdası da dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan’ın İsrail’i ‘van minüt’ çıkışıyla son bulmuştu.
Afganistan ve Irak’ın işgalleri, Kuzey Afrika ve Akdeniz ülkelerindeki isyanlar ve Suriye’deki iç savaş 3. Dünya Savaşı’nın habercisi olduğunu birçok yazımızda belirttik. 2011 yılında yazmış olduğumuz Şer Üçgeni kitabında da Derin Dünya Devleti’nin bütün sırlarını ifşa etmiştik. Kapitalist ve Sosyalist/Komünist blok dediğimiz iki kutuplu dünya Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tek kutuplu dünyaya dönüşmesinin doğurduğu sonuçları bugün aleni bir şekilde yaşayıp-görmekteyiz. Bu kutuplaşmadan Türkiye’de nasibini aldığını da çok rahat söyleyebiliriz.
Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan güçlerin geriye kalan bir avuç toprak parçasında yeniden ruh bulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni de parçalamak için 100 yıllık bir projeyi tatbik etmekte olduklarını ve bu tatbikatın 2023 yılında sona ereceğini de yazılarımızda, kitaplarımızda, seminer ve konferanslarımızda sıklıkla söz etmiştik. İşte bu yüzden mevcut iktidarın tatbikata koyduğu 2023 Projesi’nin iyi neticeler vermeye başlaması tek kutuplu Derin Dünya Devleti’ni ürkütmeye yetmişti. Çünkü 2023 yılında Türkiye’nin parçalanmasını ideal edinen dış güçlerin bugün panik içinde olduklarını görmekteyiz. O nedenle Türkiye’yi siyasi, ekonomik, askeri, istihbarı abluka altına alarak içerde ve dışarıdan her türlü entrika, hile, tuzak, kumpas ile zor duruma düşürmek isteyen emperyalist güçlerin amaçları, düşünceleri, hayalleri ne yazık ki AK Parti iktidarı ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın olağanüstü mücadelesi ile son bulmuştur. Çünkü sözkonusu devletin ve milletin kaderi ve bekasıydı.
Sahte Derin Devlet’in uzantıları, PKK, Paralel Yapı işbirliği içine girerek mevcut AK Parti iktidarını devirebilmek için her türlü yola başvurmaları de netice vermeyince son seçimlerde bütün kozlarını oynamışlardır. Fakat sandıktan yüzde 50’ye yakın bir rakamla yeniden AK Parti çıkınca bu sefer ne yapacaklarını şaşırmışlar farklı arayışlar içine girmeye başladıklarını da aleni bir şekilde görmekteyiz.
Türkiye’nin acı gerçeğiyle yüzleşmeye korkan bu güçler şu anda panik içindeler ve yeniden kolları sıvayıp komplo teoriler üretmekteler ve asılsız iddialarla AK Parti iktidarını yıpratmaya çalışmaktalar. Ne yazık ki iş işte geçmiştir, Türkiye’nin geleceği için AK Parti gövdesini, kellesini ve bütün gücünü ortaya koymuş Yeni Türkiye’nin mimarı olarak gelecekte güçlü, dinamik, aktif ve dünyada söz geçen bir ülke olmak için muhteşem projelerini icraata koyacağına da bütün kalbimizle inanıyoruz.
Bu ülke, bu millet Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Erdoğan’a çok şey borçludur. Tarih bu güzide insanların hizmetlerini bir gün altın harflerle yazacaktır.”
“İki Örgüt Üzerinden Türkiye’ye Yönelik Oynanan BÜYÜK OYUN! – (2015 – Anayurt Gazetesi) Türkiye’nin şu anda ulusal ve uluslararası sorunlar yaşaması, siyasi, ekonomik, sosyal problemlerin içine sürüklenmesi, 40 yıllık PKK terörüne karşı mücadele verdiği gibi aynı zamanda (PKK’dan daha tehlikeli boyutta olan) Paralel Yapı belasıyla da her türlü yoldan uğraşması aslında temeli/kökü 100 yıl öncesine dayanan Türkiye’nin Parçalanması Projesi’nin sadece ve sadece görünen/yüzeysel yansımalarıydı.
Türkiye, bu sefer büyük bir özgüvenle hem içeride hem dışarıda öyle bir mücadele veriyor ki… Bir yanda PKK terörüne yönelik (içerde ve dışarıda) operasyonlar diğer yanda ABD ve diğer müttefik güçlerle Suriye’deki IŞİD operasyonları… Bir yanda erken seçim süreci içinde siyasi arenadaki iç sorunlarla uğraşırken diğer yanda uluslararası boyutta komşu ülkelerden gelmesi muhtemel her türlü tehdit unsurlarını bertaraf etme etmek için alınan siyasi, stratejik, ekonomik, askeri ve istihbarı kararları icraata dökerek önlemleri yoğunlaştırıyor.
Kısaca Türkiye tarihinin en sancılı, en kritik, en uç boyuttaki sorunlarla boğuşurken ABD’nin, İngiltere’nin, Avrupa ülkelerinin ve İsrail’in ortak çıkarlarının gerçekleşebilmesi için hazırlanan oyunların aleni bir şekilde oynandığı bir arena olmaktan da kurtulamıyor. Yani, 100 yıllık Türkiye’yi parçalama planı hâlâ işlerliğini koruyor. Şimdilik emperyalist küresel güçlerin taşeronu/maşası PKK terör örgütünün yeniden silaha sarılarak akıtmakta olduğu kandan nemalanan/beslenen iç ve dış mihraklar adeta bayram yapıyor!
Türkiye tarihinde görülmemiş yatırımları, hizmetleri ve atılımları 13 yıllık AK Parti iktidarı döneminde gören ve yaşayan halkın umutlarını, hayallerini söndürmek ve psikolojik yönden çökertmek için her türlü yola başvuran emperyalist küresel dış güçler ve içerdeki işbirlikçileri gerek siyasi yönden, gerek sosyal yönden oyunlarına, entrikalarına ve hilelerine devam ederken her türlü yalan, iftira, karalamayı ihmal etmiyorlar.
Türkiye üzerinde oynanan oyunların sınır tanımazlığı karşısında şoka uğrayan devletin çırpınışlarını fırsat bilen bir kısım mihrakların devlete destek olması gerekirken köstek olmaya kalkışmaları karşısında ne yapacağı hususunda herhangi bir karar veremeyen milletin içine düştüğü ahval ise akıllara ziyan verecek boyuta tırmanması ise ülke için ayrı bir sorun oluşturuyor.
Emperyalist dış güçlerinin ve yerli işbirlikçileri Türkiye üzerindeki oyunlarını AK Parti iktidarı bozduğu içindir şu anda ülkemizin içinde bulunduğu kaos, bulanık hava, siyasi istikrarsızlık ve PKK terör örgütünün yeniden silaha sarılması!..
O yüzden içeriden ve dışarıdan AK Parti iktidarına yönelik en ağır ve korkunç saldırılar yapıldı; iftira, yalan, entrika ile AK Parti kuşatma altına alınarak iktidardan edilmek istendi. O yüzden Ergenekon ve Balyoz operasyonları ve Gezi olayları patlak verdi; o yüzden Paralel Yapı 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüslerinde bulundu; o yüzden PKK terörü yeniden hortladı ve o yüzden Türkiye kısa bir süre de olsa hükümetsiz kaldı ve mecburen erken seçime gitmek zorunda kaldı.
Çözüm Süreci içinde tabanını ve Kürt halkını silahlandırmaya çalışan terör örgütü PKK, önceki genel seçimler sonucunda 80 milletvekili ile siyasi kanadı HDP’yi meclise gönderirken aslında mücadelesini demokratik yollardan vermesi gerekirken (olması gereken de buydu) neden silaha sarılarak tekrar kan dökmeye başladığının perde arkasında yatan acı gerçeğin KÜRT SORUNU olmadığı ortaya çıkmakla birlikte asıl amaçlarının Türkiye’nin ikiye bölünmesi (parçalanması) ve kendilerinin de ifşa ettikleri gibi Irak, İran, Suriye ve Türkiye’den kopartacakları toprak parçası üzerinde BÜYÜK KÜRDİSTAN’ı kurmak!..
Türkiye’de PKK terör örgütü ile Paralel Yapı’nın ilk örgütlenmeye başladığı yıllar arasındaki yakınlığa dikkat edecek olursak birilerinin Türkiye üzerinde uzun zamana yayılan birbirine paralel iki örgütü devreye sokarak işe başladığını ve günü/zamanı gelince de ülkeyi bölmek/parçalamak için her iki örgütü de maşa/taşeron gibi kullandığını aleni/apaçık bir şekilde görmekteyiz. Etnik ve dini iki örgütleme: PKK ve Paralel Yapı!..
Yıllar önce Paralel Yapı’nın nasıl devletin içine dini istismar ederek takiye ve ilm-i siyasetle sızdığı, günü/zamanı gelince de (devlet içinde devlet olacak kadar bir güce kavuştuktan sonra) darbe teşebbüslerinde bulunduğu gibi terör örgütü PKK’nın da siyasi kolu (önce farklı isimler altında) HDP’nin en son seçimlerde 80 milletvekili ile meclise girdikten sonra (aynen paralel yapı gibi kendisini devlet içinde devlet olacak kadar güce eriştiğini sanarak) tekrar silaha sarılıp terör estirmeye başlaması ve Kürt halkını devlete karşı ayaklandırmaya çalışması, yani hem Paralel Yapı ve hem PKK’nın benzer icraatlarındaki benzerliğe ve eş zamana dikkat çekmek istedik.
Paralel Yapı’nın darbe teşebbüsleriyle gerçek yüzünün ortaya çıkması sonucunda torumar/bozguna uğradığı gibi sözde Kürt Sorunu bahanesiyle Kürtlerin haklarını savunmak, barış, demokrasi, kardeşlik nutukları ile mücadele eden HDP’nin (son seçimlerde) 80 milletvekili ile meclise girdikten hemen sonra dağdaki uzantısı terör örgütü PKK, şehir uzantısı KCK ve sınır ötesi uzantısı KANDİL ortaklaşa bir kararla silaha sarılarak yeniden terörü hortlatmaları, kan dökmeleri ve ülkeyi yeniden cehenneme çevirmeye kalkışmaları anlamsız ve manidar değildir!..
Zamanlama çok önemli!.. Zannedilmişti ki silahlı mücadeleden başarıyla çıkıldı ve bundan sonra siyasi mücadele! Artık PKK silahları bırakacak, mücadelesini demokratik yollarda HDP ile mecliste verecek! Türkiye’de iki halk (bin yıldır birlikte yaşadıkları gibi) kardeşçe yaşamaya devam edecek! Evet, evet aynen böyle zannedilmişti. Yani gerek Türkler ve gerek Kürtlerdeki algı aynen böyleydi.
Maalesef Paralel Yapı’nın darbe teşebbüslerinde asıl amacını/niyetini ortaya koyduğu gibi HDP ve silahlı kanadı PKK (ve diğer ya örgütleri) da 80 milletvekili ile meclise girip büyük bir siyasi güç edindikten sonra silahları bırakacağı, dağdan ineceği beklenirken yeniden silaha sarılarak terör estirmeye ve kan dökmeye başlaması da artık terör örgütü PKK ve siyasi kanadı HDP’nin de gerçek amacını ve niyeti ortaya koyması ile birlikte DEVLET düğmeye basarak PKK terör örgütüne karşı hem ülke içinde hem de ülke dışında operasyonlara başladı.
Yani, gerek terör örgütü PKK’nın gerekse siyasi kanadı HDP’nin asıl amacının demokrasi, barış, kardeşlik olmadığı, bunları tam aksine asıl amacın Türkiye’yi parçalamak (yani ikiye bölmek) olduğu gün gibi ortaya çıkmıştır.
Emperyalist küresel dış güçlerin Türkiye üzerindeki emellerinin gerçekleşmesi için taşeron olarak kullandığı iki büyük örgütün (Paralel Yapı ve PKK) icraatları aşamasında başarısızlığa uğrayıp tökezleyince elbet ki uluslararası yansımasını çok yakında göreceğiz! Bunu hesabı artık iki terör örgütüne mi sorulur yoksa Türkiye’ye mi sorulur onu da çok yakında anlayıp/göreceğiz! Her iki örgütün (Paralel Yapı ve PKK) arkasında hangi dış güçlerin olduğu önümüzdeki aylarda veya yıllarda aleni bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Gerçi bu iki örgütün (Paralel Yapı ve PKK) arkasında hangi ülkelerin olduğu apaçık ortada iken maalesef uluslararası ilişkilerden dolayı sürekli olarak sümenaltı edilmiştir! Türkiye o kadar güçlü bir ülkedir ki dostunu da düşmanını da çok iyi tanıyor/biliyor!.. Ve onların anladığı dilden zaten konuşuyor! Türkiye tarihinde ilk defa kendi gerçeği ile yüzleşerek kimlerin dost kimlerin düşman olduğunu aleni bir şekilde gördü! Onlarla nasıl mücadele edeceğini de bir o kadar hesap etmekte…
Türkiye 13 yıllık AK Parti iktidarı döneminde 100 yıllık kış uykusundan uyanarak siyasi, ekonomik, teknolojik, bilimsel, askeri ve istihbarı dev adımlar attı. Ki dışa bağımlılıktan kurtuldu. Dış borçlarını sıfırlayarak kendi ayakları üzerinde durabilecek bir güce erişti. Kendi silahını kendisi yapar oldu. Ülke rahatı, huzuru, istikrarı, güveni 13 yıllık AK Parti iktidarı döneminde gördü. Türkiye tarihte görülmemiş bir şekilde uluslararası arenada varlığını, kimliğini ve gücünü ispatlayarak dünyaya saygın yerini aldı. Kısaca Türkiye Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü arzu ettiği bir seviyeye tam gelmişti ki iç ve dış mihraklar bu huzurlu ve güven ortamındaki gidişatı bozmaya başladılar. Her türlü fitne-fesat, oyun, tuzak, yalan, iftira ve entrikalarla 13 yıllık AK Parti iktidarını yeniden tek başına iktidar olmamasını için çalıştılar. Terör örgütü PKK’nın siyasi kanadı HDP’ye gizlice destek vererek AK Parti’nin tek başına iktidar olmasının önüne geçmek istediler. Dünün ulusalcıları, milliyetçileri, muhafazakarları el-birlik edip AK Parti’yi iktidardan edebilmek için her türlü yolda mücadele ettiler ve hâlâ da ediyorlar. Etmeye de devam edecekler.
Bu durumun en büyük örneği daha geçtiğimiz günlerde hükümet boşluğu yaşanan ülkemizde koalisyon çalışmalarında görüldü! AK Parti inadına ne CHP ne de MHP hükümet kurmaya yanaşmadı. Yegane amaçları AK Parti’yi HDP ile koalisyon kurmaya sürükleyerek kendilerine malzeme çıkartmaktı. Ve sonunda başardılar da… Gerçi bu amaçlarının üzerine MHP Genel Başkan Yardımcısı Tuğrul Türkeş gölge gibi düştü! Her iki partiye yapılan bakanlık tekliflerine bir tek MHP’de Tuğrul Türkeş ‘evet’ diyerek karşılık vermişti. Tuğrul Türkeş büyük bir oyunu bozmuştu. HDP demedik çünkü HDP zaten bakanlık tekliflerinden kaçmıyor ve sıcak bakıyordu. Bir fire de HDP verse de yine de iki bakanla kabinede yerini almış oldu. Ve HDP’li iki bakan..! Birisi Avrupa’da birisi de Türkiye içinde büyük bir sınavdan geçecek! Göreceğiz HDP’li iki bakan Türkiye’nin mi yoksa HDP’nin mi bakanı olacak! Önümüzdeki kısa bir süreç her şeyi ortaya çıkartacak. HDP’nin gerçek niyetini öğrenmek için de bu iki HDP’li bakan turnusol kağıdı görevi yapacak!..”
“FETÖ/PDY ve PKK Terör Örgütlerinin Perde Arkasındaki Güçlerin Maskesi Düştü – (2018 – AKİL BAKIŞ): Türkiye, içerden ve dışarıda kuşatma altına alındı. ABD ve AB ülkeleri adeta savaş açtı. Türkiye 40 yıldır PKK terör örgütüne karşı mücadele verdiği gibi aynı zamanda (PKK’dan daha tehlikeli boyutta olan) FETÖ belasıyla da yıllardır her türlü yoldan mücadele etmektedir.
Bütün bunlar temeli/kökü 100 yıl öncesine dayanan Türkiye’nin Parçalanması Projesi’nin sadece ve sadece görünen/yüzeysel yansımalarıdır.
Türkiye, bu sefer büyük bir özgüvenle hem içeride hem dışarıda büyük bir mücadele veriyor. Bir yanda PKK ve FETÖ terör örgütlerine yönelik (içerde ve dışarıda) operasyonlar devam ediyor. Sınırlarımız yıllardır tehlike altındaydı. Türkiye sınırlarımızdaki tehlikeleri bertaraf etmek için Suriye’de Fırat Kalkanı’ndan sonra PKK kamuflajlı PYD ile uğraşırken nihayetinde AFRİN temizlendi. Şimdi sırada Mümbiç var! Türkiye bir yan dış tehditlere karşı her türlü yoldan mücadele ederken bir yanda da iç sorunlarla uğraşarak komşu ülkelerden gelmesi muhtemel her türlü tehdit unsurlarını bertaraf etme etmek için alınan siyasi, stratejik, ekonomik, askeri ve istihbarı kararları icraata dökerek önlemleri yoğunlaştırıyor. O yüzden Rusya, İran ve Türkiye arasındaki siyasi, ekonomik ve terörle mücadele ilişkileri çok önemlidir.
Türkiye NATO üyesi olmasına rağmen NATO ülkelerinin kıskacına alınması ne kadar manidar olsa da FETÖ, PKK/PYD ve diğer terör örgütlerinin saldırıları karşısında sessizlikleri, vurdumduymazlıkları ve hatta sözkonusu bu terör örgütlerini korumaları, kollamaları ve hamilik yapmaları da bir o kadar manidardır. İşte bu nedenlerden dolayı Türkiye geleceğini garantiye almak zorundaydı. Elbet ki Rusya ve İran ilişkileri önem taşıyordu. Hem komşuluk hem de sınır güvenliğimiz açısından Rusya ve İran ile ortak çıkarlarımız üzerinde her türlü gelişmeye olumlu ve sıcak bakmak zorundaydık.
16 Yıllık AK Parti iktidarı döneminde içerden ve dışarıdan her türlü saldırıların yapılması, iftira, yalan, entrika ile iktidarı yıpratma çalışmaları, Ergenekon ve Balyoz operasyonları, Gezi olayları, FETÖ terör örgütünün 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüsü ve 15 Temmuz Darbe/İşgal girişimi, PKK ve DEAŞ terör örgütlerinin hâlâ kanlı eylemlerine devam etmesi bu milleti bezdirip-yıldırtmamış tam aksine ülkenin bekası için bilemiştir.
Daha yakın bir zamanda Türk askerinin başına çuval geçiren ABD’nin, Türkiye’nin sınır güvenliği için Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarına yönelik yapmış olduğu tehditlerin boşa çıkması ve bugün Afrin’in PYD/PKK’dan temizlenmesi karşısında geri adım atıp dut yemiş bülbül kesilmesinin altında acaba nasıl bir sinsi oyun/palan yatmaktadır?! ABD ne kadar sessiz kalsa da aslında mutlaka Suriye’nin başına bela edecek başka bir taşeron Avrupa ülkesi bulacaktır. Zaten Fransa’nın adı geçmekteydi. İsrail ise yıllardır ABD güdümünde Ortadoğu’da Filistin halkının kanını akıtmakta olan baş beladır. Bir gün elbet ki İsrail’e de sıra gelecektir. Filistin halkının akan kanı mutlaka bir gün duracaktır.
Türkiye tüm İslam ve Türk dünyasının olduğu gibi Ortadoğu başta olmak üzere dünya üzerinde tüm mazlum halkların da yegane umudu olmuştur. Doğu Türkistan, Arakan’da akan kanlarda bir gün duracaktır. Türkiye son 16 yılda kabuğunu yırtmıştır. Emperyalist dünyanın korkulu rüyası olmuştur. Umutsuz ve mazlum halkların umudu olmuştur. Türkiye 100 yıllık başını tutan zinciri kopartmıştır. Türkiye tam bağımsız bir ülke olarak askeri, ekonomik, siyasi her alanda çağdaş/müreffeh, gelişen ve büyüyen bir ülke olarak hem kendi halkının hem de dünyadaki tüm mazlum halkların umut beslediği bir ülke olarak tarihteki yerini daha şimdiden almıştır.
Türkiye’de PKK terör örgütü ile FETÖ/PDY’nin ilk örgütlenmeye başladığı yıllar arasındaki yakınlığa dikkat edecek olursak birilerinin Türkiye üzerinde uzun zamana yayılan birbirine paralel iki örgütü devreye sokarak işe başladığını ve günü/zamanı gelince de ülkeyi bölmek/parçalamak için her iki örgütü de maşa/taşeron gibi kullandığını aleni/apaçık bir şekilde görmekteyiz. Etnik ve dini iki örgütleme: PKK ve FETÖ/PYD!
Yıllar önce adı sözde Cemaat olan sonra eli kanlı vatan haini olduğu anlaşılan FETÖ/PYD’nin terör örgütünün nasıl devletin içine dini istismar ederek, takiye ve ilm-i siyasetle sızdığını, günü/zamanı gelince de (devlet içinde devlet olacak kadar bir güce kavuştuktan sonra) darbe teşebbüslerinde bulunduğu gibi terör örgütü PKK’nın da siyasi kolu (önce farklı isimler altında) HDP’nin 80 milletvekili ile meclise girdikten sonra (aynen FETÖ/PYD gibi kendisini devlet içinde devlet olacak kadar güce eriştiğini sanarak) terör estirmeye başlaması ve Kürt halkını devlete karşı ayaklandırmaya çalışması, hem FETÖ/PDY hem de PKK terör örgütleri arasındaki benzerliğe ve eş zamana dikkatinizi çekmek istedik.
FETÖ/PDY terör örütünün darbe teşebbüsleriyle gerçek yüzünün ortaya çıkması sonucunda torumar/bozguna uğradığı gibi sözde Kürt Sorunu bahanesiyle Kürtlerin haklarını savunmak, barış, demokrasi, kardeşlik nutukları ile mücadele eden HDP’nin ve terör ayağı PKK’nın da mutlaka bir gün sonu gelecektir.
HDP’nin (son seçimlerde) 80 milletvekili ile meclise girdikten hemen sonra dağdaki uzantısı terör örgütü PKK, şehir uzantısı KCK ve sınır ötesi uzantısı KANDİL ortaklaşa bir kararla silaha sarılarak yeniden terörü hortlatmaları, kan dökmeleri ve ülkeyi yeniden cehenneme çevirmeye kalkışmalarını asla unutmadık. Dün gibi hatırlamaktayız.”
“TERÖRLE MÜCADELE: Uyardık, Eleştirdik ve Yol Gösterdik – (6-7-8 Ekim 2008 – Anayurt Gazeteleri) Türkiye’nin siyasi, ekonomik, sosyal ana damarlarını tıkadı! Tam 27 yıldır terörle mücadelede kesin bir çözüm bulunamadı. Evet, 27 yılda her yol denendi ama bir arpa boyu yol katedilemedi. Terör yüzünden 30 bin insanımızı kaybettik. Ve 10 bin şehidimiz… Terörle mücadele harcanan milli servet… Yine de terörün kökü kurumadı… Tam terör bitti-bitecek derken yeniden alevleniyordu. İşte terörle mücadelede yapmış olduğumuz tüm hataları derinlemesine irdeleyerek Anayurt’a hem de bu köşede defalarca yazdık ama bir türlü devlet erkanına anlatamadık! Çünkü, devletin izlemiş olduğu yol-yöntem ve yol haritası yanlıştı. Ve uyardık, eleştirdik, tavsiyelerde bulunduk, yol gösterdik. Ama yine de anlaşılamadık! Şimdi yeniden hatırlatmak için o yazılarımızı (önemine binaen!) yetkililerin ve okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz!..
Sınır ötesi operasyonlarla ilgili yeni tezkere mecliste görüşülmesi arifesinde PKK’lı teröristler, K. Irak’tan ağır silahlarla Şemdinli’de Aktüzün Sınır Bölüğü’ne düzenlemiş oldukları saldırı sonucunda 15 Mehmetçiğimiz şehit olurken 6’sı ağır 20 askerimiz de yaralandı. O yüzden birkaç gün yazılarımda PKK terör örgütünün (göremediğimiz!..) siyasi, ekonomik, stratejik, sosyolojik ve psikolojik kriptosuna neşter atacağım!.. Terörle Mücadelede 24 yıldır TSK ve Güvenlik Güçleri ellerinden ne geldiyse yaptılar. Dünyanın en büyük askeri gücüne sahip olan Türkiye niçin PKK teröründe başarılı olamıyor mu diyeceğiz?! Hayır!.. Asla!.. TSK bugüne kadar kendi sorumluluğunun bilinci içinde elinden gelen her şeyi yapmıştır. O halde neden hala PKK terörü can almaya devam ediyor?!
Terör sadece bizim başımıza bela değil! Dünyanın birçok ülkesi terörle mücadele ediyor. Ayrıca bütün insanlık ‘küresel terörle’ de mücadele etmekte. İnsanlık terör konusunda neler çekmedi ki?! Devletler, toplumlar, kitleler uluslararası/(küresel), bölgesel ve yerel terör konusunda neler feda etmedi ki?! Terör, bütün dünya için lanet olası bir baş belasıdır. Fakat (her şeye rağmen) unutulmaması gereken, üzerinde durulması ve dikkate alınması çok önem arzeden bir husus vardır! Terör; dinlere, milletlere, kültürlere göre çok farklı yorumlanabilir. Bir ülkeye veya topluma göre ‘terör’ olarak kabul eden ‘mücadele’ başka bir ülkeye ve topluma göre ‘devrim’ şartlarının oluşturduğu bir mücadele olarak da kabul edilmekte! İdeolojik/siyasi bir mücadele tarzı da diyebiliriz buna. O yüzden dünyada bütün ülkelerin ve milletlerin/toplumların ortak görüşü ve anlayışı olarak ‘terör’ yeniden tanımlanmalıdır. Gerçi; şiddet, kan dökme, zulüm, işkence, insan haklarına tecavüz, korku oluşturarak sindirme vs. daha sayamayacağımız birçok şey terör kapsamı içinde değerlendirilse de yine de ‘terör’ insanlığın aynı duygu ve düşünceler içinde nefret ettiği bir eylem tarzıdır.
Uluslararası arenada örgütsel terörün varlığını bütün dünya kabul ettiği halde niçin ‘devlet terörünü’ de kabul etmekte genel/ortak bir kanı/görüş oluşmuyor?! ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri uluslar arası devlet terörü değil midir?! Bir tek ABD değil hangi ülke olursa olsun başka ülkelerin devlet ve toplumsal yapısını köklü bir şekilde bozmak için işgalde bulunması terör olmuyor mu?! O zaman şu gerçek ortaya çıkıyor: dünyada, devletlerin, milletlerin/toplumların sistemlerine/rejimlerine/ideolojilerine, dinlerine, etnik kimliklerine ve kültürlerine göre değişmekte, yorumlanmakta ve anlamlandırılmaktadır. İşte bütün bunlardan dolayı PKK terör örgütünün temelinde tamamen ırksal ayrımcılıktan kaynaklanan etnik bir terör olarak değerlendirebiliriz. Görünüşte böyle! Fakat içi ideolojik söylemlerle şekillendirilerek binlerce yıllık birlik-beraberlik içinde olduğu (yaşadığı!) bir milletten bütün bağlarını kopartarak toprak ve devlet talebiyle ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Temelde/kökte ise bunun tam tersi! Emperyalist ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda taşeron olarak kullandıkları acımasız(!) bir terör örgütüdür PKK. Terör bütün insanlık tarafından lanetlendiği halde bile kuluçkaya yatabildiği zemin/ortam bulabiliyor. Bazen ırk, bazen din, bazen kültür terör için kışkırtıcı provokasyona yönelik bir manivela/dayanak olabiliyor. Terör nerede olursa olsun içerden ve dışardan beslenmedikçe asla başarılı olamaz. O yütden tkerörü doğuran ana etkenler çok önemlidir.
Terörle mücadelede askeri, istihbarı, siyasi, ekonomik, sosyolojik, psikolojik etkenler üzerinde ne kadar durulsa da asıl gerçek derinliğe bir türlü inilememiştir. Bilhassa tarihi, kültürel, dini ve etnik maya bertaraf edilmiş sadece ve sadece yüzeysel çözüm yolları ile çarelere aranmıştır. Yol, yöntem ve strateji maalesef batı kaynaklı olduğu için uluslararası terörizm metodolojisi ülkemizde tatbik edilmeye çalışılmıştır. Zamanla da terörün üzeri ‘Kürt Sorunu’ ve ‘Kürt Açılımı’ gibi kavram ve söylemlerle kapatılarak ‘demokrasi’ ve ‘barış’ adı altında topluma lanse edildi.
Terörü doğuran ana etkenler arasında siyasi, ekonomik, sosyal, dini, kültürel ve etnik kimlik ilk sıralarda gelir. Daha sayamayacağımız kadar da yatay ve dikey etkenler vardır. Terörün ortadan kalkabilmesi için işte bu saydığımız siyasi, ekonomik, sosyal, dini, kültürel, etnik kimlik, yatay ve dikey etkenlerin tamamen ortadan kalkması lazımdır.
Türkiye’deki PKK terörünün 24 yıldır varlığı işte bu tüm etkenlerin ortada olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’deki PKK terörünü besleyen; siyasi, ekonomik, sosyal, dini, kültürel, etnik, yatay ve dikey etkenler kökü kurutulmadıkça ‘terör’ devam edecektir. PKK terörünü besleyen tüm bu etkenler köklü bir şekilde ortadan kaldırılmadıkça daha bir 24 yıl daha terörle mücadele etmeye mahkûm olacağız.
Bir de bahsettiğimiz tüm bu etkenlerin dış uzantıları vardır! Dışarıdan destekleyicilerinden bahsediyorum. Düşman ülkeler arasında terör örgütleri taşeron olarak kullanılan bir dünyada kolay kolay terörün kökü yeryüzünden silinmez. Terör, insanlığın doğasında var! İnsanlığın ilk yaratılışı (ki Hz. Adem) ile başlayan süreç içinde terör hep var ola gelmiştir. Şiddet, cinayet, kan dökme, vahşet, işkence insanlığın ortaklaşa düşmanı olsa da acaba ‘insanlık’ bu içgüdülerini kendisinden soyutlayabilmiş midir?! Dünyada insanlık sadece ve sadece iki guruba/sınıfa ayrılıyor. Doğru olanlar ve yanlış olanlar. Hak ve Batıl! Yaratının yolunda gidenler ve şeytanın yolunda gidenler olarak da izah edebiliriz. Kısaca; Rahmani ve Şeytani demek istiyoruz. Bu durum, bütün dinlerde ve bütün milletlerde apaçık bir gerçek olarak algılanır. Başka da bir izahı var mıdır bilemiyorum.
Terörün ivme kazanmasına sebep en büyük farklı etkenlerden birisi de psikolojik savaştır. Terör örgütleri psikolojik savaşta başarılı oldukları için hep büyürler. Onlar için hedefini bulan bir ‘eylem’ en büyük psikolojik savaş! Aynı benzer eylemi içinde devlet gerçekleştiremez! Çünkü; sözkonusu eylem tüm insanlık için bir vahşeti simgelemektedir. Bu da devletin korkması/zaafı anlamına gelmez. Tam tersine medeni/sosyal oluşu ve adaleti/hakkaniyeti gözetmesindendir! O yüzden terörün kriptosu ayrıntısında gizlidir.
Asıl önemlisi terör örgütlerinin istihbarata verdiği önem! Bir de karşı istihbarat! Ajanlar, muhbirler, ispiyoncular!.. Devletin istihbaratı kullanmasıyla terör örgütlerinin istihbaratı kullanması insani değerler acısından farklılık taşır. Devletler ajanlarını, muhbirlerini ve ispiyoncularını korumakla mükellef olduklarının bilinci içinde hareket etmelerine rağmen terör örgütleri yerine ve zamanına göre ajanlarına da, muhbirlerine de, ispiyoncularına da acımaz. Gerektiği yerde ‘eks’ yapar. Yani, infaz etmekte asla ve asla tereddüt etmez. Örgütsel terörde bunlar olurken devlet teröründe de benzer şeyler olur.
Görüldüğü gibi terörle mücadele pek de kolay olmuyor. Yani, terörle mücadele ederken sadece askeri, güvenlik ve kolluk güçleri yetmiyor. Terörün kökünü tam kazımak için siyasi, ekonomik, sosyal, dini, kültürel ve etnik desteğini de ortadan kaldırmak gerekiyor. Yoksa terör içinde yuvalandığı (kuluçkaya yatağı) devletlerde, toplumlarda ve kitlelerde virüs misali var olmaya devam eder.
Devletlerin, toplumların, insanların teröre bakışı böyle olmalı diyoruz. Kısaca; terör dünyanın neresinde olursa olsun; ister uluslararası, ister bölgesel ve ister yerel; mutlaka siyasi, ekonomik, sosyal, dini, kültürel ve etnik nedenlerini/gerekçelerini de ortadan kaldırarak tamamen etkisiz hale getirip köküyle/gövdesiyle/dallarıyla/yapraklarıyla birlikte yok etmek gerekiyor. Daha açıkçası, TERÖR BATAKLIĞININ kurutulması lazım.”
Türkiye terör konusunda o kadar şanssız bir ülkeydi ki bunca yıl akan kanı durdurmada köklü bir çözüm yolu bulunamadı. Her yol denendi ama akan dur durmuyordu. Devlet elinden geleni yaptı ama bir yerlerde büyük bir hata yapıyordu! Millet tüm hassasiyeti gösterdi ama devleti zorlamada etkin olamadı. Güvenlik güçlerimiz canı pahasına destansı bir mücadele vermesine rağmen yukarılarda bir şeyler döndüğünden bihaberdi. Çünkü, terörün kökü devletin içine uzanıyordu. Finans kaynakları devletin içindeki ihanet şebekeleri tarafından organize ediliyordu. Sahte Derin Devlet’in kılcal damarlarına inildiği zaman bütün bu gerçekler ortaya çıktı. Asıl kaynağı ise uluslar arası arenaydı! İşin için ABD, AB, İngiltere, İsrail ve daha birçok ülke olmak üzere CIA ve MOSSAD istihbarat örgütleri gibi daha irili-ufaklı birçok ülkenin istihbarat birimi de teröre perde arkasından destek veriyordu. Yer Türkiye olunca çıkarlar ön plândaydı.
Türkiye terörle tam 24 yıldır PKK terörüyle mücadele etmekte!.. Neredeyse çeyrek asır… Maalesef 24 yıl boyunca ülkemiz 30 bine yakın insanını teröre kurban verdi. PKK terör örgütü yüzünden Türkiye siyasi, ekonomik ve sosyal çok büyük yaralar aldı. Şehitlerimiz yüreklerimizi sızlatırken gazilerimiz umut oluyordu. Fakat akan bu kan hâlâ durmuyordu.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve Güvenlik Güçleri anaların gözyaşlarını dindirmek ve terörün kökünü kazımak için gecelerini-gündüzlerine katarak mücadele ediyorlar. Millet olarak da bütün dualarımız onlarla… Mutlaka bir gün gelecek bu terör belasından bu millet kurtulacak ve devletimiz de huzura kavuşacak. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Güvenlik Güçlerimiz 2007-2008 yıllarında terörle mücadelede çok büyük başarılara imza attılar. Adeta destan yazıyorlar. Hem içerde (Türkiye’de) hem sınırlarımızın dışında (Kuzey Irak’ta) PKK terör örgütüne nefes bile aldırtmıyorlar. Türkiye tarihinde ilk defa böylesine kapsamlı ve geniş operasyonlar yapıldı.
Artık devletimizin ve milletimizin çektiği yeterdi! İçerde ve dışarıda yapılan operasyonlar boşa gitmeyecek! Fakaaat!.. Terörle Mücadele’de sadece askeri operasyonlar yetmiyor! Terörün kökünü kazımak için siyasi, ekonomik ve sosyal adımlar da atılmalı. Bu konuda şu ana kadar yapılan çalışmalar yetersiz! Millet inandırıcı (ikna edici) adımlar bekliyor! Yani, terörün kökünü kurutmak için terörü besleyen tüm kaynakların kurutulmasından bahsediyorum. PKK terör örgütünün ekonomik finans kaynaklarına neşter atılmalı. Terörün siyasi damarı kesilmeli! Terörün sosyal akıntısının önüne geçilmeli. Yoksa,Türkiye daha bir 24 yıl daha terörle mücadele edecek. İsterseniz önce siyasi damarından bahsedeyim!.. PKK terör örgütünün siyasi atardamarı meclisin içinde! Açık ve net bir şekilde DTP demek istiyorum. İsterseniz, DTP’lilerin PKK’ya niçin ‘terör örgütü’ diyemediklerini belgeleyelim. Bu konuyu Erhan Çelik araştırmış:
“DTP içindeki 8 kadın milletvekilinin özgeçmişine baktığımızda her şey ayan-beyan ortaya çıkıyor: Kendisi mecliste kocası dağda Fatma Kurtulan. Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın çok yakın arkadaşı ve 7 yıl boyunca avukatlığını yapan, İmralı’da APO’nun zehirlendiği iddiasını ortaya atan Alaattin Tuğluk’un kız kardeşi Aysel Tuğluk! Ünlü uyuşturucu kaçakçısı Savaş Buldan’ın eşi Pervin Buldan! Dağda yaralı ele geçen terörist İhsan Tekes’in sağlık durumu hakkında meclise soru önergesi veren (aynı zamanda kapatılan DEHAP’ın kurucu üyesiydi.) Sevahir Bayındır! Diyarbakır Bağlar Belediye Başkanı Y. Özsemerken’in danışmanlığı yapan ve yıllarca PKK sempatizanı yayın organlarına hizmet eden (12 Eylül’de cezaevine girip-çıkmıştı.) Gültan Kışanak!”
Düşünebiliyor musunuz; PKK üyeliğinden cezaevinde yatmakta iken milletvekili seçilerek meclise giren tek kadın olan (Meclisteki DTP gurubunun en fanatik Kürt Milliyetçisi!) Sabahat Tuncel! PKK propagandası yapmaktan yargılanan (Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın avukatlığını da yapmıştı.) Ayla Akat Ata! Evet, isimlerini, ünvanlarını ve marifetlerini(!) saydığımız DTP’nin 8 kadın Milletvekili’nin kısa özgeçmişinden bahsettik. Terörle mücadelede niçin/tam kesin sonuç alamadığımız şimdi daha iyi anlaşılmış olsa gerek!.. TSK üzerine düşeni hakkıyla ve fazlasıyla yapıyor?! Ya siyasiler ne yapıyor?! Terörle mücadelede şayet kesin bir sonuç almak istiyorsak işe önce Meclis’ten başlamalıyız. Gerçi DTP hakkında kapatma davası açıldı ama önemli olan sonuç diyorum sonuç!..
11 yıldır AK Parti iktidarına yönelik yapmış olduğumuz ağır eleştiriler arasında, Kürt Açılımı, akan kanın durması için PKK ile uzlaşma arayışı, terörle mücadele, Suriye politikası, ABD ile BOP ortaklığı ve AB’ye üyelik sevdası gelmekteydi. Bu hususlarda iktidarı yıllarca eleştirdim. Ben iktidarı eleştirdikçe iktidar karşıtlarının sempatisini topladım. Ne zaman ki iktidarın doğru icraatlarını destek verici yazılar yazdım bu sefer de iktidar karşıtlarının eleştirilerine maruz kaldım. Ne zaman iktidarın yanlış icraatlarını eleştirsem iktidar yanlıların hışmına uğradım. Ne zaman iktidarın doğru icraatlarını övsem ve destek versem bu sefer de iktidar karşıtlarının şimşeklerini üzerime çektim. Her iki tarafın da anlamadığı şey tarafsız, objektif olmamdı. Kendileri gibi düşündüğüm zaman iyiyim, kendileri gibi düşünmediğim zaman kötüyüm. Yazılarımda çarpıklık arayacaklarına kendi bakış açılarını gözde geçirselerdi ya..! Yahu, illa bir taraf mı tutmam gerekiyor?! Tarafsızlık ve objektif olmak suç mu?!
Şu içinde olduğumuz günlerde iktidarın köklü değişikliğe gitmesi, yeni kararlar alması ve terörle mücadelede U dönüşü yaparak isabetli adımlar atması gerçekten çok sevindirici… Kürt Açılımı ve silahların susması için terör örgütü ile yapılan gizli diyaloglar/pazarlıkların ülkeye vermiş olduğu zarar kısa bir süre sonra anlaşıldı. Devlet alacağı dersi aldı artık!.. Terör örgütüne karşı anladığı dilden konuşması sonuç vermeye başladı. Geç kalınmış bile olsa terör örgütüne hiçbir taviz vermeden yeni bir strateji ile mücadele edilmesi doğru bir karar ve doğru bir yoldu. İktidarın terörle mücadelede almış olduğu yeni kararları uygulamadaki göstermiş olduğu hassasiyeti takdir ediyorum. Ve bu yoldan da asla dönmemesini temenni ediyorum. Ne zaman ki terörle mücadelede alınan yeni kararlar tatbik edilmeye başlandı, işte o zaman kesin sonuçlar alındı. Son birkaç ay içinde yapılan operasyon sonuçları her şeyi apaçık izah ediyor zaten. Ve terörle mücadeledeki yeni stratejiden asla taviz verilmemeli.
Öte yandan, Türkiye’nin daha önceki iktidar dönemlerindeki İsrail ilişkileri ile bugünkü iktidar dönemindeki ilişkileri arasında farkı görüp de şu andaki iktidara hak vermemek gerçekten büyük bir haksızlık olurdu. İsrail’e karşı tepkinin temeli Davos’ta ‘van minüt’ ile atılmıştı! O günden bu yana da taviz verilmedi. Hatta iktidarın gizlice İsrail ile görüşmelerini devam ettirdiği iddiaların da asılsız olduğunu Başbakan Erdoğan yapmış olduğu açıklamalarla çürütüyordu. İktidarın İsrail yönelik almış olduğu kararlardan vazgeçmemesi ve İsrail’e koşmuş olduğu şartları da yerine getirmeden asla ve asla uzlaşmanın olmayacağını beyan etmesi bile tutarlı bir siyaset izlediğinin yegâne göstergesiydi.
Daha geçen gün Başbakan Erdoğan’ın da açıkladığı gibi Türkiye ile İsrail arasında arabuluculuk yapmak isteyenler arasında Putin’den Obama’ya kadar kimler yoktu!.. Hatta dünyanın en zengin ABD’li iş adamı bile devreye girmişti! Bütün bunlara rağmen Başbakan Erdoğan’ın daha önceki ‘üç şartını’ hatırlatarak ısrar etmesi de bir o kadar anlamlıydı. Yani İsrail özür dilemeden, tazminat ödemeden ve Filistin/Gazze ablukasını kaldırmadan asla diyalog yoktu! Başbakan Erdoğan bu konuda samimi, ciddi ve kararlıydı. Bütün bunlara rağmen iktidarın Suriye politikasın eleştiriyorum ve bir an önce bu politikadan vazgeçmesini öneriyorum. İktidar, terörle mücadelede olduğu gibi Suriye politikasında da U dönüşü yaparak doğru adım atmalıdır diyorum. Ne kadar böyle düşünsem de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları beni sükutu hayale uğratıyor!..”
“Terör Kuluçkaya Yattı! – (3 Kasım 2010 – Anayurt Gazetesi): Yine bir canlı bomba eylemi… Yine Taksim kana boyandı… Yine terör ve gözyaşı… Terör tam bitti derken yine hortladı… Kuluçkaya yatmış terörün yumurtaları hiç ummadığımız bir zamanda bir yerlerde patlıyor. Hem de sözde eylemsizlik kararının sona ermesine bir gün kala… Neyin eylemsizliği?! Teröristlerle yapılan pazarlıklara da ne kadar güvenebilirsiniz ki?! PKK dendi ama PKK kabul etmiyor! Peki, bu kanlı eylemi kim yaptı?! Uzaylılar mı?! Evet, son günlerde bir uzaylı modası aldı-yürüdü! Bu kanlı eylemi kimse üstlenmediğine göre! Biri çıkar da uzaylılar yaptı derse şaşırmayın! Ya da Ergenekon yaptı da diyebilirler!..
Türkiye’deki terörü PKK’ya odaklanarak çözeceğimize inanıyorsak çok büyük bir yanılgı içindeyiz. PKK’nın taşeron bir örgüt olduğunu defalarca yazdık. Türkiye üzerinde oynanan büyük bir oyunun sadece bir parçasıdır Taksim’deki bombalı intihar eylemi. Bu eylemin arkasında yine PKK var! PKK da kendi içinde silahlı ve silahsız olarak ikiye ayrıldı. Silahlı mücadeleyi devam ettirmek isteyenlerle silâhları bırakmadan yana olanlar arasında yaşanan bir güç gösterisi de olabilir. Her ikisini de yöneten/idare eden küresel bir derin gücü olduğunu zaten biliyoruz. Aynı küresel derin güç mevcut iktidarı da yola getirmek için siyasi, ekonomik, sosyal baskılar yapıyor. Masa başında dost perde arkasında düşman olan bir güç!..
Geçen gün Taksim’de patlayan canlı bomba üzerinde başlayan tartışmalar terörü yine ülke gündemine taşıdı. PKK’yı masumlaştırmak ve siyasi arenaya çekmek için barıştan, demokrasiden, kardeşlikten söz etmekte bir işe yaramıyor. Bilhassa Devlet-PKK görüşmeleri ya da devlet yetkilileri ile Öcalan arasındaki diyaloglardan da herhangi bir sonuç çıkacağına inanmıyorum. Bütün bunlar sadece Türkiye’yi oyalama ve köşeye sıkıştırmadan ibaret. Türkiye ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorlar. Adeta dalga geçiyorlar. PKK ise kanlı bir oyuncak! Türkiye terörün mayınlı tarlasına girdi! Elbet ki bu mayınlar patlayacak! Aynı zamanda Türkiye’ye bir uyarı! Yani, ‘ne yaparsan yap asla bizden kurtulamazsın’ uyarısı!..
Türkiye ne zaman biraz düze çıksa, Türkiye ne zaman biraz nefes alsa, Türkiye ne zaman siyasi, ekonomik, sosyal biraz soluklansa mutlaka benzer eylemler olur. Bu olayın gündemi değiştirmekle de alâkası vardır. Ne de olsa Türban bir hayli sıkıcı olmaya başladı. Gündem elbet ki değişmeliydi! Devletin ve milletin dikkati Taksim’deki bombalı eyleme yöneldi. Perde arkasındaki ‘derin güç’ ise gündemi değiştirmenin sevincini kutluyordur mutlaka! Hatta Taksim’deki bombalı eylemin arkasında Ergenekon olduğu da yazılıp-çizilecektir! PKK ‘ben yapmadım’ derse bu olayı kimin üzerine yıkılacak dersiniz?! Eh, elde hazır bir Ergenekon terör örgütü varken! Artık ülke olarak gerçekleri görmeliyiz.
Daha önceki yazılarımızda terörün dağdan şehre ineceğini sık sık yazmıştık. İstihbarat birimleri de bu konu üzerine yoğunlaşmıştı. Mutlaka başka canlı bombalar da vardır. Türk-Kürt çatışması çıkartmak için onca plânları tutmadı! Her şeyi denediler. Baktılar ki olmuyor bu sefer canlı bomba eylemlerinde karar kıldılar. Benzer canlı bomba eylemi Ankara ve İzmir’de de olabilir! Gerçi güvenlik güçleri önlem almıştır. Fakat ne kadar önlem alınsa da terörün önüne geçilemiyor. Mutlaka bir yerde bir ‘olay’ patlak veriyor. O yüzden bu tür olayların perde arkası iyi araştırılmalı. Hem de derinliğine…
Türkiye’de huzur, barış, demokrasi ve istikrar istenmiyor. Türkiye’nin hızlı büyümesinin de önüne geçilmeye çalışılıyor. Türkiye’de barış, huzur, demokrasi ve istikrar değil çatışma, kargaşa, huzursuzluk ve istikrarsızlık olsun diyen ‘derin güçlerin’ plânlarını bozmadan bu tür eylemler sürecektir. Türkiye ne zaman ki dost ve düşmanını tam ayırabilir işte zaman rahata erer. Şu anda dost bildiğimiz ülkelerin Türkiye üzerinde öyle bir derin hesapları vardır ki! Türkiye ne ABD’ye, ne AB’ye ne de başka bir ülkeye güvenmeli. Sadece kendisine… “
“Çeçen Cinayetlerinin Perde Arkasını Açıklıyoruz! – (9 Eylül 2011- Anayurt Gazetesi): Türkiye’de son yıllarda Çeçenlere yönelik suikastların ardı-arkası kesilmiyor. Daha geçen gün İstanbul Zeytinburnu’nda üç Çeçen’in gündüz gözüyle 20 saniye içinde susturucu takılmış silâhlarla öldürülmesi kafaları yine karıştırdı! Medyaya yansıyan bu suikast haberi üzerine farklı yorumlar yapıldı. Bu suikastın arkasında Rus istihbaratı olduğu iddiaları gündeme geldi. Çeçenlere yardımlarıyla tanınan insani Müdafaa ve Kardeşlik Derneği Başkanı Murat Özer de bu cinayetleri Rus istihbaratının yaptığını söylerken 102 Çeçen ailenin kendilerinin ilgilendiğini belirtmişti. Birbuçuk yıl önce Türkiye’ye gelen ve susturuculu silâhlarla suikasta kurban giden Musaev Bergkhazh, Rustam Altemirol ve Zavrber Amriev’in isimli üç Çeçen de diğer 102 Çeçen aile gibi sığınmacıydı. Başbakan Erdoğan bile bu 102 sığınmacıyla ilgilenmişti.
Cinayetler çok profesyonelce işlendiği susturucu ve peruk kullanılmasından ve cinayet otomobili kiralayanın da sahte kimlik taşımasından belliydi. Daha önce de yine Zeytinburnu’nda benzer bir (Osayev cinayeti) olay cereyan etmişti. Her iki cinayeti işleyenlerin aynı infaz timinin gerçekleştirdiği şüpheleri kesinlik kazanmaya başlamıştı. Ölenlerden birisi Hamzat lakaplı (Musaev Bergkhazh) komutandı. Asıl hedef zaten (Çeçen Komutan) Musaev Bergkhazh olduğu anlaşılıyordu. Çünkü diğer iki Çeçen de Hamzat gibi gaziydiler. Çeçen Komutan Hamzat diğer iki çeçen gaziyi ve ailelerini tanıdığı için yardımcı olmuştu. Hamzat’in birbuçuk yıl önce Türkiye’ye geldiği biliniyor.
Bu cinayetlerin işlendiği andan itibaren bizde kolları sıvadık kısa bir süre içinde bazı bilgilere ulaştık. Cinayetlerin işleniş şekli ve benzer cinayetlerin de daha önceden cereyan etmesi Rus istihbarat parmağı şüphelerimizi iyice artırmasına rağmen olayı derinliğine araştırmaya başladık. Çeçen cinayetlerindeki artışın sırlarını kurcaladık. Bazı ipuçları da elimize geçti! Önce cinayetler niçin aydınlanamıyor sorusu kafamızı kurcalıyordu? Türkiye’de işlenen tüm Çeçen cinayetlerin perde arkası hep meçhul kalıyordu. Acaba diyoruz bu hükümetten önce Rus hükümeti ile Türkiye arasında “Siz bizim iç işlerimize karışmayacaksınız, bizde sizin..” gibi gizli bir anlaşma mı varı?! Her ülke de kendi devletlerine yönelik eylemleri yapanları ‘terörist’ olarak gördükleri için böyle bir anlaşma mı yapılmıştı?! Ve bu PKK olmasın?! Biliyorsunuz bir zamanlar Rusya PKK’ya her türlü desteği vermişti. Hatta PKK lideri Abdullah Öcalan Suriye’den kaçtıktan sonra Rusya’da kalmak istemişti!..
Şayet Türkiye ile Rusya arasında böyle bir anlaşma varsa şu andaki hükümet neden bir şey yapmıyor?! Yoksa Türkiye Müslüman Çeçenlerin mücadelesini ‘terör’ olarak mı görüyor?! Rusya’da iki Çeçenistan var: birisi Rusya yanlısı kukla Kadirov’un Çeçenistan’ı diğeri de şu anda Rusya yanlısı kukla rejimle savaşan Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti. Cinayetler Rus destekli kukla lider Kadirov’un parmağı var. Bu da apaçık bir devlet terörüdür.
Biz bu konuyu Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti Türkiye Fahri Konsolosu Medet Ünlü ile konuştuk. Zeytinburnu cinayetleri ile ilgili sorularımızı cevaplayan Medet Ünlü şunları söyledi: “Cinayetler profesyonelce işlenmiş. Arkasında elbet ki Rus parmağı var. Cinayetler Rusya’nın yardımıyla kukla Kadirov emriyle gerçekleşti. Putin’in 5. sınıf memuru olan Kadirov’un eli var bu cinayetlerde. Cinayete kurban gidenlerden birisi zaten Çeçen Komutan Hamzat. Kadirov sabıkalı bir döktatördür. Avusturya’da işlenen bir cinayetten sabıkası vardır. Faillerin bu cinayetleri gündüz gözüyle ve profesyonelce işlenmesi de çok manidar! Ayrıca Çeçenistan 2. Cumhurbaşkanı Zelimhan Yandarbiyev’in hatırlanacağı üzere Katar’da ikamet ederken Rus istihbarat elemanlarınca öldürülmesi hâlâ hafızalarımızda. Failleri yakalanıp mahkûm edilmelerine rağmen takas yöntemiyle serbest bırakıldılar. Türkiye’deki Çeçen cinayetlerinin adı Rusya-Kadirov ortaklığında bir devlet terörüdür. Ben inanıyorum ki Türkiye devleti bu cinayeti işleyenleri gün yüzüne çıkartacaktır.”
Ne yazık ki yıllar sonra çok değerli dostum/ağabeyim Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti Türkiye Fahri Konsolosu Medet Ünlü de Ankara’da Balgat’ta kendi ofisinde teröristlerce şehit edildi. Çünkü şehit olmadanbir gün önce Medet Ünlü ağabey ile kendi ofisinde sohbet etmiştik. Bu en son görüşmemiz olmuştu. Hatta bu sohbet esnasında ben kendisine ‘abi ne olur ne olmaz siz yine de dikkatli olun’ dediğimde ‘Muhsin’im ölümden korkumuz mu var. Biz ölümsüzlüğü tatmışız. Hem yaşlandıkça şehitliğe olan özlemim o kadar arttı ki.. Yahu, sen telaş etme şehit oluruz be…” dediği hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Sanki o gün, bir gün sonra başına gelecekleri hissetmiş ki bu şekilde konuşmuştu. Ya da Allah(cc) konuşturmuştu.
“Terörle Mücadele De İlk Defa Doğru Bir Strateji..! – (21 Eylül 2012 – Anayurt Gazetesi): Terörle mücadele konusunda gelmiş-geçmiş tüm iktidarların yanlış bir strateji izlediğini defalarca yazmıştım. Yani, terörle mücadelede yol-yöntem ve stratejinin yanlış olduğunu, böyle bir mücadele ile terörün ekmeğine yağ sürüldüğünü az mı yazdım. Bataklık ile değil bataklıktaki sineklerle mücadele edildiğinin altını çizerek devleti az mı uyardım. Terörle mücadelede ne yaparsak yapalım terörün ana kaynağına ulaşılmadıkça, terörün siyasi, ekonomik, sosyal, psikolojik, istihbarı tüm dalları budanmadıkça asla başarı ve sonuç alınmayacağını az mı gündeme getirdim. Terörün daha da azacağı konusunda geçmiş iktidarları uyardığım gibi şu andaki mevcut iktidarı da uyararak terörü konusuna az mı neşter attım. Amacımız terör konusunda devlet ve millet olarak aynı refleksleri göstermekti.
AK Parti iktidarı nihayet ilk defa bu gerçeği gördü ve sil-baştan terörü, terör örgütünü masaya yatırarak milli bir strateji geliştirerek tatbik etmeye başladı. Bugünkü başarılar da bundan kaynaklanmaktadır. Bu durumu da en iyi ifade eden ve özetleyen de TBMM Başkanı Cemil Çiçek olmuştur. Cemil Çiçek “terör örgütü silahı bırakamaz” diyerek özetlemiştir. Devletin teröre, terör örgütüne ve teröristlere bakışını TBMM Başkanı Cemil Çiçek ana hatlarıyla özetleyerek tüm dikkati terörü, terör örgütünü destekleyen dış güçlere çekmiş ve terör örgütünün silah bırakamayacağının altını çizmiştir. Bu da acı bir gerçeğin devletin en üst düzeyindeki bir yetkilisinin ifade etme şeklidir. Aynı zamanda bundan sonra yol, yöntem ve strateji de, yani terörle mücadele de neler yapılacağının da izahıdır.
14 Şubat 2012 tarihinde terörle mücadele konusunda devleti uyararak şöyle demiştim: “MİT-PKK arasında Norveç/Oslo’daki görüşmenin ses kayıtları internette yayınlanınca; İktidarı, Yargıyı, Emniyet Güçlerini, İstihbarat Birimlerini izleyip-gözleyen ve yeri-zamanı geldiğinde tavrını gösteren farklı ama derin bir gücün olduğu da bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Bu güç, bir zamanlar AK Parti’nin kapatılması durumunda da zuhur etmişti. Bildiğim kadarıyla AK Parti’yi kapattırmamıştı. Şimdi ise tam tersi; hem Başbakan Erdoğan’ı hem de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı uyarıyordu! Anladığım kadarıyla muhalefetin iddia ettiği gibi devletin tam kontrolü AK Parti’nin elinde değildi! AK Parti iktidar olmuş ama muktedir olamamıştı! Ara-sıra uyarılıyor ve kendisinden üstün bir gücün kamçısına muarız kalıyordu. Bu gücün ‘hayır mı?’ ‘şer mi?’ olduğu konusunda şimdilik bir şey diyemiyoruz. Bunu zaman gösterecek. Bu gücün merkezi içerde mi dışarıda mı olduğu konusu hakkında yine bir şey diyemiyoruz. Bunu da zaman gösterecek. Fakat ben şunu açık bir şey söyleyebilirim ki devleti, muhalefeti, askeri, istihbarat birimlerini izleyip-gözleyen zinde bir güç var! Bundan hiç şüphemiz yok. Yeri ve zamanı geldiğinde olaylara müdahale edebiliyor! Ve bu nedenle de iktidarın, muhalefetin, devlet kurumlarının ve istihbarat birimlerinin kafası karışıyor! Acaba diyorum iktidarın Kürt Sorunu ve PKK Terörünü çözmek için izlemiş olduğu yanlış stratejiden dolayı ortaya çıkan vahim durumun bir daha cereyan etmemesi için bahsetmiş olduğumuz o zinde gücün bir uyarısı mıdır MİT Başkanı Hakan Fidan’ın ve eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in ifadeye çağrılması!.. Bu sadece bir tahmin…
Evet, 14 Şubat 2012’de bu acı gerçeğin üzerini çizerek devleti uyarıyordum. Mevcut iktidar terörle mücadelede ilk defa doğru bir yol/yöntem/strateji geliştirerek şu anda icraata koydu ve devam ettiriyor. Devletin şu andaki terörle mücadeledeki stratejisi doğrudur ve devam etmeli.
Yıllar önce yine Anayurt Gazetesi’nde PKK terörünün dağdan şehre ineceğini ve kan gövdeyi götüreceğini yazmıştım. Yıllar önce, terörle mücadelede çok yanlış bir strateji (yol-yöntem) izlendiğinden bahsetmiştim. Yıllar önce, şayet terör şehre inerse Kürt-Türk çatışmasının başlayacağını ifade etmiştim. Hatta ve hatta terörün önüne geçilmesi için kaç yıldır gündemden düşmeyen Kürt Sorunu ve Kürt Açılımı söylemlerin üzerinden üretilen çözüm yollarının zamansız, yanlış ve çarpık olduğunun altını çizerek gerçek çözüm yollarıyla ilgili projelerden bahsetmiştim. Daha da ileri giderek terörün kökünün kazınabilmesi için ‘ana başlıklar altında’ nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini (yatay, dikey ve derinlemesine analiz edip) devletin başındaki iktidarı ve bütün kurumları uyarmıştım. Fakaaat.. (biz kimiz ki?!) ne dinleyen oldu ne dikkate alan ne de kulak asan! PKK terörüne ‘at gözlüğü’ ile bakıldı ve sonunda bugünlere gelindi.
Nihayet iş işten geçti ve terör şehre indi. Terörün niçin şehre indiğini daha yakın bir zamanda (yine bu köşede) izah etmiştim ama devlet ve ilgili kurumlar ne kadar anladı bilmiyorum. Evet ilginç ve hem de çok ilginç bir tespitte bulunarak ‘terörün niçin şehre indiğinin’ asıl şifrelerini izah etmek isterim. Terör örgütü PKK, İmralı’da, Kandil’de, Güneydoğu’da, Meclis’te köşeye sıkıştırıldığı için terör şehre indi. Terör örgütü PKK’ya, perde arkasında ve perde önünde destek veren dış ve iç güçlerin üzerine gidildiği için terör ‘çaresiz kalıp’ şehre indi. Aynı zamanda terörü siyasi, ekonomik, sosyal, medyatik ve istihbarı tüm bağlantılarına ulaşılıp deşifre edildiği için terör şehre indi. Terör örgütü PKK’nın genetik, organik ve ruhsal yapısı bozulmaya/dağılmaya başladığı için terör şehre indi. Daha açıkçası, T.C. Devleti, PKK terör örgütünü, kedinin fareyi köşeye sıkıştırdığı gibi ‘köşeye sıkıştırdı’! Terör örgütünün kaçacağı hiçbir yer kalmamıştı. Ya TESLİM olacaktı ya da İNTİHAR edecekti…”
DEVLETİ “Terörle Mücadele” Başlıklı Yazılarımızla UYARMIŞTIK!.. – (15-16-17-18 Şubat 2012 Tarihli Anayurt Gazeteleri): Yıllardır gazetecilik ve yazarlık yaptığım Anayurt gazetesinde DEVLETİ ve AK Parti iktidarını “Terörle Mücadele” konusunda uyarıcı yazılar yazmıştım. Anayurt gazetesinde yazmış olduğum yazılar bugünlere ışık tutuyordu. Aydınlatıcı ve faydası olur düşüncesiyle bu yazılarımın önemli kısımlarını tekrar gözden geçirdiğimiz zaman yeni gelişmelerle ilgili bazı ipuçlarını bulabiliriz!..
* Devletin ‘terörle mücadele’ stratejisi doğru mu?!
* MİT, PKK/KCK ile Norveç/Oslo’da görüşmesi tuzak mıydı?!
* İktidar ‘Kürt Açılımı’ ile hata mı yaptı?!
* Terörle mücadelede iktidarı uyarmıştık!
* İktidar keşke uyarılarımızı dikkate alsaydı!
* İktidar niçin U dönüşü yaptı?!
* PKK Terör Örgütü’nü Kullanan Dış Güçler!
* Terörle Mücadelede siyasi, ekonomik, teknolojik ve psikolojik yollar!
* Terörle mücadelede istihbarat paylaşımı Türkiye’nin aleyhine mi oldu?!
* İstihbarat paylaşımında ABD ve İsrail PKK’ya mı destek verdi?!
* Terörle mücadelede yeni yol haritamız nasıl çizilmeli?!
* Bundan sonra terörle mücadelede nasıl başarılı olabiliriz?!
2008 yılında Anayurt’ta “Terörle Mücadele” konusuyla ilgili yazmış olduğumuz yazıları yeniden gözden geçirdiğimiz zaman, şu andaki mevcut AK Parti iktidarının “terörle mücadele” konusunda iyi niyetli adımları olmasına rağmen nerelerde hata yaptığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Aynı zamanda iktidar, terörle mücadelede büyük başarıların altına da imza atmıştır. O günden bugüne (4 yıl içinde) terörle mücadelede olumlu/pozitif dev adımlar atıldı. Peki nerede hata yapılmıştı?!
AK Parti iktidarı, iyi niyetle de olsa Kürt Açılımı doğrultusunda barışçıl yollara başvurarak PKK’yı ‘silâh bırakması konusunda’ ikna turları yapsa da tüm bu çabaların herhangi bir sonuç vermediğini görerek ani bir U dönüşü yaptı ve ‘terörle mücadele’ de tavizsiz ve çok sert bir strateji izlemeye geçti! Fakat ne zaman ki (Norveç/Oslo’da) terör örgütünün üst düzey yetkililerini devlet adına ikna etmek için yapılan görüşmelerin ses kayıtları PKK’ya yakın bir internet sitesi tarafından yayınlandı işte o zaman devletin zirvesin çalkalandı ve MİT, Emniyet ve Yargı arasında büyük bir bunalım/kaos ve bunalım yaşandı.
Sapla samanın birbirine karışması, kurunun içinde yaşın yanması, pirince giderken bulgurdan olunması maalesef devletin zirvesi çok zor bir duruma düşürmüştü. AK Parti iktidarı, ‘terörle mücadeleye iyi niyetle başladı ama yanlış bir strateji/yol izleyerek geleceğini risk altına soktu. PKK’yı 28 yıldır taşeron örgüt olarak kullanan dış güçlerin oyununa gelerek Norveç/Oslo tuzağına düşen iktidar, bu hatasının vebalini şimdi MİT kanununda değişiklik yaparak ödemek zorunda kaldı.
İktidar, ‘çamur at izi kalsın’ zihniyetinin saldırılarından da nasiplenmiştir! Ne muhalefet, ne devletin bazı kurumları ve sivil toplum örgütleri, ne de toplumun bir kesimi, AK Parti iktidarının iyi niyetini göz önünde bulundurmuştur! Tam aksine ‘fırsat bu fırsat’ deyip Norveç/Oslo’da yapılan gizli PKK/KCK görüşmesi nedeniyle her türlü saldırıya muarız kalan AK Parti iktidarı sancılı bir ödem içine girmiştir. Tabi ki medyaya da bol malzeme çıktı.
Terörle mücadelede AK Parti iktidarının yapmış olduğu talihsiz ve telâfisi zor bir stratejik hataydı. Oysaki biz daha birkaç yıl önce ‘terörle mücadele’ konusunda, AK Parti iktidarını Anayurt’ta, yine bu köşedeki yazılarımızla defalarca uyarmıştık. Keşke bizi dinleselerdi! Ama dinleyen kim?! Yine de o günlerde Anayurt’ta yayınladığımız ‘terörle mücadele’ konusunda AK Parti iktidarını uyarıcı yazılarımızdan önemli bulduğumuz bazı bölümleri yeniden gözden geçirerek okuyucularımızla paylaşmanın faydalı olacağına inanıyoruz.
“Türkiye tam 28 yıldır PKK terörüyle mücadele etmekte… Maalesef 28 yıl boyunca ülkemiz 30 bine yakın insanını teröre kurban gitti. PKK terör örgütü yüzünden Türkiye siyasi, ekonomik ve sosyal çok büyük yaralar aldı. Terörle Mücadele’de sadece askeri operasyonlar yetmiyordu. Terörün kökünü kazımak için siyasi, ekonomik ve sosyal adımlar da atılmalıydı. Bu konuda şu ana kadar yapılan çalışmalar yetersizdi. Millet inandırıcı (ikna edici) adımlar bekliyor. Yani, terörün kökünü kurutmak için terörü besleyen tüm kaynakların kurutulmasından bahsediyorum. PKK terör örgütünün ekonomik finans kaynaklarına neşter atılmalı! Terörün siyasi damarı kesilmeli! Terörün sosyal akıntısının önüne geçilmeli! Yoksa Türkiye daha bir 28 yıl daha terörle mücadele edecek…”
* Terörün, psikolojik ve sosyolojik nedenlerini masaya yatırmalıyız. Toplumsal/sosyal sebeplerini ve gerekçelerini bulup-çıkarmalıyız. Siyasi ve ekonomik unsurlarını çok iyi analiz edip keskin ve belirli çözüm yolları aramalıyız. Ancak o zaman terörle mücadelede kesin çözüm yolu bulabiliriz.
* Terörün ana sebeplerini ülkemiz üzerinde her türlü oyunu oynayan dış mihraklarda aramalıyız. Yani, Türkiye’yi parçalamak isteyen düşmanlarımızın dostane/samimi yaklaşımlarında aramalıyız. İkiyüzlü/riyakâr dostlarımızın maskelerini düşürmedikçe ülkemizde terör belâsından kurtulamayacak. Terörün köküne, yakın tarihimizi irdeleyerek ulaşabiliriz.
* NATO üyeliğimiz irdelenmeli! ABD ile dostluğumuz gözden geçirilmeli. Avrupa ülkeleriyle tüm ilişkilerimiz çok iyi analiz edilmeli. Ayrıca tarihi, kültürel, siyasi ve ekonomik koşulları da çok iyi inceleyerek terörün kaynağına uzanabiliriz. Dini ve etnik kimliğimizi sorgulayarak dış etkenlerin uzantılarına ulaşabiliriz. Asıl gerekçelerin altında siyasi, ekonomik ve kültürel yatırımların/yaptırımların eksikliği yatıyor. Yıllarca Doğu ve Güneydoğu’nun ihmal edilmesi de teröre sebep etkenler arasında yer alıyor.
Terörün siyasi desteği/dayanağı olduğu kadar stratejik, sosyolojik ve psikolojik destek unsurları da vardır. PKK terör örgütünün Türkiye’deki 28 yıllık varlığını bu kapsam içinde düşünmeliyiz. Küresel (uluslararası güçler) PKK terör örgütüne aleni olmasa da gizliden gizliye yıllarca siyasi, ekonomik, sosyal, istihbarı ve psikolojik destek verdiler. PKK terör örgütüne desteklerini hiçbir zaman esirgemediler. Hatta hissettirdiler! Bu hissettirme ‘hedef ülke’ için ayrı bir psikolojik baskı olmuştur.
Daha yakın tarihimize dönecek olursak, PKK terör örgütüne destek veren emperyalist ülkelerin yanında etrafımızı çeviren komşularımız olduğunu hele bir hatırlayın! Suriye, İran, Rusya, Irak, Yunanistan vs. Maalesef bu şekilde gidersek, ter dün olduğu gibi bugün de ve yarın da olacaktır.
* Terörü doğuran ana etkenler arasında siyasi, ekonomik, sosyal, dini, kültürel ve etnik kimlik ilk sıralarda gelir. Daha sayamayacağımız kadar da yatay ve dikey etkenler vardır. Terörün ortadan kalkabilmesi için işte bu saydığımız siyasi, ekonomik, sosyal, dini, kültürel, etnik kimlik, yatay ve dikey etkenlerin tamamen ortadan kalkması lazımdır. Türkiye’deki PKK terörünün 28 yıldır varlığı işte bu tüm etkenlerin ortada olmasından kaynaklanmaktadır.
* Türkiye’deki PKK terörünü besleyen; siyasi, ekonomik, sosyal, dini, kültürel, etnik, yatay ve dikey etkenler kökü kurutulmadıkça ‘terör’ devam edecektir. PKK terörünü besleyen tüm bu etkenler köklü bir şekilde ortadan kaldırılmadıkça daha bir 28 yıl daha terörle mücadele etmeye devam edeceğiz. Bir de bahsettiğimiz tüm bu etkenlerin dış uzantıları vardır! Dışarıdan destekleyicilerinden bahsediyorum. Dost bildiğimiz ‘düşman ülkeler’ teröre aleni veya gizli destek verdiği sürece Türkiye’de terör var olmaya devam edecektir.
* ABD ve AB’ye ‘adam’ gibi baskı yapabilsek, hatta (gerekirse) AB’ye üye olmaktan vazgeçtiğimizi ilan edebilsek, PKK terör örgütüne destek veren dış güçleri kesin/kararlı bir dille son defa uyarabilsek, BOP projesine desteğimiz ani bir kararla kesebilsek, bütün dikkatimizi kendi ülkemize ve kendi milletimize verebilsek, vallahi bu terör sona erer.
Suriye’yi bir hatırlayın! Türkiye’nin baskılarına dayanabildi mi?! Aynı şekilde ve aynı baskıyı bu sefer ABD’ye, Talabani’ye ve Barzani’ye yapmalıyız. Yahu, teröristlerin geldiği, barındığı/yuvalandığı ve eğitildiği yer belli! Bir adım ötemizde! Irak’ın Kuzeyi! O bölgeden kim sorumlu?! Barzani! Barzani’den kim sorumlu?! Talabani! Talabani’den kim sorumlu?! ABD! Alın size siyasi çözüm! Peki, finans kaynaklarının merkezleri, dağılımları belli mi? Belli! Avrupa!? Hemen hemen Avrupa’nın tüm ülkeleri… Aynı şekilde propagandalarını da Avrupa üzerinden yapmıyorlar mı? Evet! Alın size ekonomik çözüm… Aynı şekilde stratejik, sosyolojik ve psikolojik çözümler yolları da var!
Biz yıllardır terörle değil teröristle mücadele ediyoruz. Terörle mücadele etmek için tam bağımsız bir iradeyle karar almalıyız. Başkalarının terörle mücadelesi dışında kendi yağımızla kavrulmasını öğrenemediğimiz sürece terörle mücadeleye daha çok uzun yıllar devam edecek gibiyiz.
* Gündemde Kürt Sorunu veya diğer bir adıyla Kürt Açılımı var. DTP ve PKK üzerinden çözüm arayışları medya yoluyla gündeme taşındı. Aynı zamanda AK Parti üzerinden de çözüm arayışları devam ediyor. Benim dikkatimi çeken şey; AK Parti iktidarının ve DTP’nin, Kürt Açılımı konusunu aynı günlerde gündeme taşımasıdır! Aynı zamanda DTP’nin ‘çözüm paketi’ İmralı’da diyorlar!
* Mevcut iktidarın yumuşak karnından girdiler ve PKK terör örgütüne ve teröristbaşı Abdullah Öcalan’a ‘af’ çıkartmak için bu ‘Kürt Sorunu’ gündeme getirdiler. Emperyalist güçlerin işbirliği sonucunda AK Parti iktidarıyla sorunlar ne de çözülüyor! Aslında AK Parti iktidarı iyi niyetli! Gerçekten samimi! Fakat Türkiye üzerinde oynanan oyunun farkında değil! Küresel gücün sadece bir taşeronu konumunda görevini lâyıkıyla yerine getiriyor. Aynı şekilde PKK veya DTP de hem terörle hem de siyasetle yine küresel gücün taşeronluğunu yapmakta. Bu millet aptal değil her şeyi görüyor ama izah ederken, yorumlarken ve ifade ederken zorlanmakta!..
* Kürt Sorunu veya Kürt Açılımı konusunda atılacak tüm adımlar fiyaskoyla sonuçlanabilir. Toplumda yeniden kaos/bunalım oluşur. Toplum kamplara bölünür. O yüzden şu anda kapımızda büyük bir tehlike var! 12 Eylül öncesi yaşanan sağ-sol çatışmalarından daha korkunç bir sonla karşı-karşıya kalabiliriz. Allah göstermesin her an bir ‘iç savaş’ tehlikesi bile zuhur edebilir. Kürt Sorunu tavizsiz çözülemiyor mu? İllâ ABD ve AB istekleri doğrultusunda mı çözülmesi gerekiyor?! Türkiye’nin onuru, şerefi ve gururu yok mu?!
2008 yılında ‘terörle mücadele’ başlığı altında yapmış olduğumuz yorumlarımızı incelediğimizde ne kadar haklı olduğumuzu gördük. Daha o günlerden geleceği görebiliyorduk. Kürt Sorunu veya Kürt Açılımı projesinin eşzamanlı bir şekilde hem DTP ve hem AK Parti tarafından gündeme getirilmesi kafamızı karıştırmıştı. İçimize bir şüphe düşmüştü. Sanki gizli bir anlaşma/pazarlık vardı! Ya da perde arkasında böyle bir izlenim vardı. Gerek DTP ve gerek AK Parti birbirlerine zeytin dalı uzatmış bir görüntü sergiliyordu. Zaman içinde bütün hislerimizin ve tahminlerimizin doğruluğunu şu anda Türkiye gündemini allak-bullak eden MİT-PKK/KCK görüşmesiyle ilgili ses kayıtlarının ortaya çıkmasıyla daha iyi anlayabiliyorduk. Bu konuda da yanılmamıştık. Amaç/niyet ne kadar iyi de olsa, iktidar, terör örgütüyle masaya oturmanın bir tuzak olabileceği konusunu hiç mi hiç düşünemedi?!
Terör; ulusların sistemlerine/rejimlerine, ideolojilerine, dinlerine, milletlerine, kültürlerine, etnik kimliklerine göre çok farklı yorumlanabilir! Bir ülkeye veya topluma göre ‘terör’ olarak kabul edilen ‘mücadele şekli’ başka bir ülkeye ve topluma göre de ‘devrim’ şartlarının oluşturduğu ‘mücadele şekli’ olarak da kabul edilmekte! İdeolojik/siyasi bir mücadele tarzı da diyebiliriz buna. O yüzden dünyada bütün ülkelerin ve milletlerin/toplumların ortak görüşü ve anlayışı olarak ‘terör’ yeniden tanımlanmalıdır. Gerçi; şiddet, kan dökme, zulüm, işkence, insan haklarına tecavüz, korku oluşturarak sindirme vs. daha sayamayacağımız birçok şey terör kapsamı içinde değerlendirilse de yine de ‘terör’ insanlığın aynı duygu ve düşünceler içinde nefret ettiği bir eylem tarzıdır.
İşte bütün bunlardan dolayı PKK terör örgütünün temelinde tamamen ırksal ayrımcılıktan kaynaklanan etnik köken endeksli bir mücadele şekli yatar. Görünüşte böyle! Fakat içi ideolojik söylemlerle şekillendirilerek binlerce yıllık birlik-beraberlik içinde olduğu (yaşadığı) bir milletten bütün bağlarını kopartarak toprak ve devlet talebiyle ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Temelde/kökte ise bunun tam tersi! Emperyalist ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda taşeron olarak kullandıkları acımasız(!) bir terör örgütüdür PKK!
* Terör bütün insanlık tarafından lanetlendiği halde bile her zaman kuluçkaya yatabildiği zemin/ortam bulabiliyor. Bazen ırk, bazen din, bazen de kültür, terör için kışkırtıcı provokasyona yönelik bir manivela/dayanak olabiliyor. Terör nerede olursa olsun içerden ve dışarıdan beslenmedikçe asla başarılı olamaz!
* Bir ülkeye ‘terör’ musallat olmasın ki vay o ülkenin haline!.. Terör toplumsal katmanların kılcal damarlarına kadar sirayet etmişse şayet yüzeysel/köpüksü müdahalelerle çare yetmez. Yani, kangren olmuş uzuv kesip-atmak bile bazen yetersiz kalıyor. Ne pahasına olursa olsun terörün kökü kazınmalı diyorum. Terörün kökü kazınmadıkça o ülkeye ve o topluma huzur yoktur.
Terör bataklığı kurutulmadıkça çözüm yok. Fakat son yıllardaki içerde ve dışarıda teröre karşı daha duyarlı, daha aktif ve daha hassas adımların atıldığına şahit oluyoruz. Terörün psikolojik ve sosyolojik nedenlerini masaya yatırılıyor. Toplumsal/sosyal sebeplerini ve gerekçeleri araştırılıyor. Siyasi ve ekonomik unsurlarını çok iyi analiz edip keskin ve belirli çözüm yolları aranıyor. Evet, doğru bir strateji budur. Ancak tek şart geçerli, teröre asla taviz verilmeden…
Ancak o zaman terörle mücadele de belki bir kesin çare ve çözüm yolu bulabiliriz. Artık terörün kökü kurutulmalı diyoruz. Terörün ana sebeplerini dışarıda aramalıyız. Ülkemiz üzerinde her türlü oyunu oynayan dış mihraklarda aramalıyız demek istiyorum. Yani, Türkiye’yi parçalamak isteyen düşmanlarımızın dostane/samimi yaklaşımlarında aramalıyız. İkiyüzlü/riyakâr dostlarımızın maskelerini düşürmedikçe ülkemizde terör belasından kurtulması çok zordur. Ve zor olacaktır.
Dış bağımlılık ve iç kontrolsüzlük, terörü kamçılayan ana faktörlerdir. Toplumsal katmanların temelindeki sorunlara köklü çözüm yolları bulamamak da terörün başlıca sebepleri arasında yer almaktadır.
Terörün kökünü kazıyabilmek için devlet ve millet olarak seferber olmalıyız. İşi sadece devlete havale etmek yetmez. Millet olarak da duyarlılık gerek. O yüzden EĞİTİM çok önemlidir. Teröre karşı eğitim seferberliği başlatmalıyız. Tarihimizden ders çıkartarak BİZİ BİZ EDENLER DEĞERLERİ yeniden kuşanmalıyız. Kaynaştırıcı/birleştirici/bağlayıcı tüm milli ve ulvi değerlerimizi kuşanarak ancak terörle mücadele de BAŞARI elde edebiliriz.
PARİS SALDIRISI ÜZERİNE TERÖR ve İSLAMOFOBİ KAVRAMLARININ KAYNAĞI: Fransa’nın Başkenti Paris’teki Charlie Hepdo dergisine yapılan silahlı saldırı sonrasında dünyaca ünlü medya patronu Rupert Murdoch’un bütün dünyadaki Müslümanları suçlayan açıklaması üzerine biz de boş durmadık. Bu konuda yıllar önce yakın tarihin karanlık sayfalarını kurcalayarak geniş bir araştırma yapmıştık. Paris’tekine benzer olayların olmasını kamçılayan/kışkırtan çok önemli bir rapordan bahsedeceğiz. Bu konuyu yılların araştırması olan Şer Üçgeni kitabımda geniş bir şekilde işlemiştim. Sözkonusu bir belgeden (ki rapordan) söz ederek Rupert Murdoch’un açıklaması ile ne kadar örtüştüğü hususun altını çizeceğim.
Yıl 1993, Konu İslami Terör, Raporu Hazırlayan Yahudi Kökenli Yossef Bodansky. Raporun Konusu: Uluslararası İslamcı Terörizm… Kısaca İslami Terör!.. Bu raporun orijinali yıllar önce Amerika’daki yaşayan bir Türk dostumuz sayesinde elimize geçmişti. Dünyada ilk defa böyle bir rapor hazırlanıyordu. Dünyaca ünlü medya patronu Rupert Murdoch gibi Yossef Bodansky imzalı ‘İslami Terör’ raporunda dünyadaki tüm İslam Ülkeleri ve İslami Kuruluşlar, Topluluklar TERÖR kapsamına alınmıştı! Yani, İslam ile Terör kelimesi ilk defa yan-yana getiriliyordu. İslami Terör kavramı dünyaya bu rapor sayesinde yayıldı. Aynı şekilde İslamofobi kavramının kaynağı da bu rapordu. O yıllarda nasıl ki dünyadaki tüm İslam Ülkeleri, İslam Toplulukları ve İslami Kuruluşlar ‘TERÖR’ kapsamı içine alındıysa aynen bugünde Rupert Murdoch gibi medya devi kişiler tarafından yapılan açıklamalara bakıldığında ne kadar benzerlik taşıdığını apaçık görebilmekteyiz.
İslami Terör ve İslamofobi kavramlarının menşeinde Siyonizm vardır. Dünyaya İslam Korkusu yayarak tüm İslam dünyasını karalamak dünyadaki tüm Müslümanları suçlu gösterebilmek için bu tür insanlar her zaman ortaya çıkmıştır. Ve bu tür raporlar üzerinden İslam düşmanlığı yapılmasının yegane amacı Siyonizm’dir. Şayet geçen gün tüm dünya Müslümanlarını derinden yaralayan açıklamayı yapan dünyaca ünlü medya patronu Rupert Murdoch’un özgeçmişi, finans kaynakları, dünyadaki yatırım ağı, uluslararası ilişkileri ve yegane amacı araştırıldığında karşımıza korkunç gerçekler çıkar. Amaç İslam düşmanlığı… Bilhassa siyasi, ekonomik, toplumsal ve uluslararası ilişkiler yönünden İslam dünyasının liderliğini yapabilecek konuma gelen Türkiye’nin gelişmesini, yükselişini ve önderliğinin de önünü tıkamaya yönelik faaliyetlerin her geçen arttığını da artık aleni bir şekilde görmekteyiz.
Çok şükür ki gerek Türkiye’deki gerek Avrupa’daki Müslümanlar, Paris’te gerçekleşen silahlı saldırıyı kınayarak Müslümanların yanlış anlaşılmasının önüne geçmişlerdir. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Avrupa’daki ‘Birlik ve Beraberlik Yürüyüşü’ne katılması da Türkiye açısından olumlu ve isabetli adımlardır. Türkiye kendisine yakışanı yapmış ve Paris’teki olaydan nemalanmak isteyen güçlere bu ‘Birlik ve Beraberlik Yürüyüşü’ne katılmakla en güzel cevabı vermiştir. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rupert Murdoch’un bu olay üzerine tüm dünya Müslümanlarını suçlayıcı açıklamasına göstermiş olduğu sert tepki de takdire-şayandır. Türkiye olarak hangi din ve hangi millet adına yapılırsa yapılsın her türlü teröre karşı olduğumuzu da böylece ispatlamış olduk.
Asıl üzüldüğümüz İslam ülkeleri ve Müslümanlar üzerindeki küresel teröre sessiz kalınması!.. Paris’teki kanlı terör olayı nedeniyle bütün dünyanın ortak tepki gösterdiği gibi, İslam ülkeleri üzerindeki başka devletler tarafından yapılan ‘devlet terörü’ ve Müslüman halklar üzerindeki bazı güçlerin katliamları, zulümleri ve estirmiş oldukları teröre tepki gösterilemeyişi!.. Terörün hedefi İslam Ülkeleri ve Müslümanlar olunca neden aynı tepkiyi göstermiyorlar?! İşte bu ayrıcalığa bir türlü anlam veremiyoruz. Daha düne Filistin, Afganistan, Irak ve bugün Suriye… Amerika ve Avrupa’da gerçekleşen terörü kınayanlar, acaba Müslüman devletler ve halklar üzerindeki ‘Devlet Terörü’ne karşı niçin sessiz ve seyircidirler?!”
“35 Köylümüzü Kaybettiğimiz Uludere Bombardımanı Olayının Perde Arkası!.. TÜRKİYE BÜYÜK BİR TUZAĞA DÜŞTÜ – (10 Ocak 2012 – Anayurt Gazetesi): 28 Aralık 2011 tarihinde Şırnak Uludere’ye bağlı Ortasu köyü civarında geçimlerini sigara ve mazot kaçakçılığı yaparak sağlayan çoğu çocuk yaşta 35 köylümüzün terörist zannedilerek savaş uçağı F-16’ların bombardımanı sonucu hayatInı kaybetmesi Türkiye’de büyük bir kaos yaşanmasına neden oldu. Bu nedenle hükümet ve TSK, medya, siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri tarafından hedef tahtasına oturtuldu. Stratejistler, köşe yazarları, çok bilmiş uzmanlar da bu kervana katılınca aldılar sazı eline vur Allah vur!.. Uludere bombardımanına karşı iktidar ve asker aleyhine psikolojik bombardıman başladı.
O kadar acımasız eleştiriler yapıldı ki, sanki kıyamet koptu! Bütün bu eleştiriler PKK’nın ve BDP’nin ekmeğine yağ sürdü. Aslında PKK tam köşeye sıkışmışken bu olayla kendisine paye çıkarttı. Bilhassa PKK’nın siyasi uzantısı BDP! F-16 bombardımanı ile ölen 35 köylümüzün cenaze törenine katılan BDP Eşbaşkanı Selahttin Demirtaş’ın yapmış olduğu konuşmada: “Bugün ülke bölünmüştür. Artık emin oldum. 50 bin defa da öldürseniz bu toprakların adı Kürdistan’dır…” Selahettin Demirtaş aynen böyle dedi. Artık Demirtaş’ın bu sözlerinin yorumunu siz yapın!
PKK’nın siyasi kanadı BDP, şehir yapılanması KCK ve tüm yandaşlarının bu olaydan kendilerine nasıl bir paye çıkarttıklarını apaçık görmekteyiz. Elbet ki ‘olay’ vahim! Elbet ki 35 köylümüz bu bombardımanda öldü. Elbet ki bu bombardımanda ölen köylülerimizin acısına devlet ve millet olarak çok üzüldük. Fakat bu öyle bir olaydı ki, hem PKK, hem sivil kanadı BDP fırsatçılık yapıp tüm kinlerini kusarak hükümeti ve TSK’yı hedef tahtasına oturttu! Daha da acısı, aynı ağızla konuşan siyasiler, stratejister, gazeteci ve yazarlara ne demeli… Ülkeyi germek için böylesine bir olay üzerinden hükümet ve TSK hakkında akla-hayale gelmedik söz sarfetmeleri yok mu ya! Bu nasıl bir gaflet bu nasıl bir dalalet dersiniz?!
Uludere’de 35 köylümüzün ölümüyle gerginleşen ortamı bulandırmaya çalışanların ne kadar gaflet ve dalalet içinde olduklarını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunlar bu olayın derinliğindeki gerçekleri görmek istemediler. Bu olayın bir tuzak olduğunu farkedemediler. Bu olayın kasıtlı, plânlı ve profesyonelce gerçekleştiğini anlayamadılar.
Şırnak-Uludere’deki 35 köylümüzün öldüğü bombardıman olayından itibaren biz de boş durmadık. Yoğun bir araştırma ve istihbarat trafiği ile olayın perde arkasını araştırdık. Önce olayın cereyan ediş şekline, sonra toplumda ve medyada yansıyışına baktık! Daha sonra da bu olaydaki asıl amacın ne olabileceği üzerinde derinlemesine bir çalışma yaptık. Acele etmedik, sabırla sonuca gitmek istedik. Tahmin ve yorumlarımızda hata yapmak istemiyorduk. Hatta hükümetin ve askerin herhangi bir hatası olup-olmadığını da inceledik. Biraz acelecilik ve istihbarat eksikliğinden başka herhangi bir hata da göremedik. Yani, iktidar ve asker tuzağı farkedemedi demek istiyoruz. Şırnak-Uludere olayı bir TUZAKTI!
Peki öyleyse neydi bu olayın sırrı?! Durup dururken koskoca Türk F-16’ları masum 35 köylümüzün üzerine bomba yağdırır mıydı?! Sebebi/gerekçesi neydi öyleyse?! Ya da hükümet ve TSK arasında koordine bozukluğu mu vardı?! Hayır! Tam aksine çok iyi bir organize/koordine ve bilgi alış-verişi olduğunu öğrendik. Aynı zamanda istihbaratın da çok iyi olduğuna emin olduk. Fakat tek farkedilemeyen şey olayın tuzak oluşu. Evet, neydi bu olayın perde arkasındaki acı gerçek?! Ülkeyi kaosa sürükleyip halkı tahrik edecek boyutta vahim bir bombardımanla 35 köylümüzün ölümü arkasındaki korkunç gerçekten bahsediyoruz!..
Önce böyle bir yargıya/kanaata nasıl vardık ondan bahsedelim. 2011 yılı PKK’nın duvara tosladığı yıldır! PKK can çekişiyordu. PKK’nın tüm dağ ve şehir odaklarına tarihte görülmemiş operasyonlar yapılmıştı. PKK’nın sivil ayağının da maskesi düşmeye başlamıştı. PKK’nın iç ve dış tüm bağlantıları tesbit edilmişti. Türkiye ve yurt dışındaki istihbarat ağı, medya ayağı ve para akışı ortaya çıkartılmıştı. PKK’nın şehir yapılanması olan KCK’ya darbe üstüne darbe vurulmuştu. Ve asıl acı gerçek ise PKK’ya yıllarca destek veren ülkeler tespit edilerek sert bir şekilde uyarılmasıydı… …ve PKK köşeye sıkışmıştı!
PKK’nın bu çıkmazdan kurtulması gerekiyordu. PKK mutlak surette bu cendereden kurtulmalıydı. Ve arayış başladı… PKK terör örgütüne yıllarca siyasi, ekonomik, silah ve istihbarat desteğini kimler verdiyse onlar yeniden devreye girdi.PKK’nın nefes alabilmesi için müthiş bir zekâ ile büyük bir provokosyonun altına imzalarını attılar ve Uludere bombardıman olayı cereyan etti. Bilinmeyen bir yerde PKK ve dış destekçileri toplandılar. Köşeye sıkışan PKK’yı masum ve haklı göstermek için strateji değişikliğine gittiler. Böylece üç büyük ‘olay’ plândı!
Önce terörle mücadelede hükümet ve TSK yanıltılmalıydı! Bölgede eyleme yönelik bir hareketlilik sağlanıp yanlış ihbarlarla askerin dikkatini çekmeliydi. Bunda başarılı oldular. Daha sonra kurbanlar arandı. Maalesef 35 köylümüz bu olaya kurban olarak seçildi ve tuzağa düşürüldü. Aslında tuzağa düşen Türkiye’ydi. Yani, hükümet ve asker. Bu olayda kurban olan 35 köylümüz sanki PKK’lı teröristlermiş gibi gösterildi. Yanlış yönlendirme, yanlış bilgilendirme ve yanlış istihbarat hedefini bulmuştu.
Zaten 35 köylümüzün geçim kaynağı kaçakçılıktı! Kaçakçılık trafiğini organize eden de PKK’ydı! PKK’nın para kaynaklarından birisinin de kaçakçılık olduğu zaten biliniyordu. Daha önceleri silâh kaçakçılığı prim yapıyordu. Ne kadar da asıl finans kaynağı uyuşturucu kaçakçılığı olsa da PKK zamanla sigara kaçakçılığının daha çok para getirdiğini anladı.
Uyuşturucu trafiği PKK’nın yegane ayakta kalmasını sağlamaktadır. Kaçakçılıkta PKK genellikle masum köylüleri ve çocukları kullanır. PKK şehir yapılanması KCK da Türkiye genelinde büyük bir örgütlenme ile uyuşturucuyu sokağa indirmekteydi. Türkiye içindeki uyuşturucu dağılımı ile birlikte sigara da rağbet görüyordu. Oysaki asıl uyuşturucu tonlarla yurtdışına gitmektedir. Türkiye’de sokaklara inen uyuşturucu sadece göz bayama!..
Yaptığımız araştırmalar sonucunda PKK sadece Kürt kökenli çocukları değil Türk kökenli çocukları da ağına düşürdüğünü öğrenmiştik. Bunu da KCK sayesinde yapıyordu. Bizler PKK’nın uyuşturucu trafiğini nasıl organize ettiği konusunda bir hayli istihbarat bilgisi toplamıştık. Son günlerde Konya ve Mersin’de yapılan operasyonlar sonucunda PKK’nın çocuklarımızı uyuşturucu trafiğinde nasıl kullanıldığı ortaya çıkmıştı.
Aslında bütün illerimiz Konya ve Mersin Emniyet teşkilatları kadar duyarlı olmalılar. Bilhassa Adana, Antalya, İzmir, İstanbul da çocukların PKK ve KCK tarafından çok kullanıldıkları dört büyük ilimiz arasında… Aynı zamanda çocuk pornosu ve çocuk hırsızlık olayları da bilinçli bir terör örgütlenmesinin sonucudur. PKK ne kadar da kendi çocuklarını bu tür organizelerden uzak tutsa da Türk çocuklarını kurban seçmekle yeni bir strateji geliştirmiştir. Konumuzun önemini ve derinliğini pekiştirmek için sadece birkaç örnekle ışık tutmak istedik. Şimdi tekrar Uludere bombardımanı arkasındaki acı gerçeğe dönelim.
Türkiye’de PKK terör örgütüne yönelik 27 yıl içinde ilk defa enine-boyuna ve derinliğine yapılan istihbaratlar sonucunda kapsamlı operasyonlar bu iktidar döneminde başlatıldı. Elbet ki PKK terör örgütünün kuruluşu, örgütsel yapısı, psikolojik donanımı, eğitimi, ekonomik kaynakları, istihbarat ağı, yurtiçi ve yurtdışı destekleyicileri ve arkasındaki ülkeler uzun ve yoğun çalışmalar sonucunda masaya yatırıldı. 27 yıldır neden PKK terörü sona ermedi ve neden sona ermiyor sorusu üzerinde olağanüstü bir şekilde durularak terörle mücadelede yeni bir konsept geliştirildi. Yani, yeni bir strateji belirlendi.
Bütün bu çalışmalar sonucunda görüldü ki PKK öyle görüldüğü gibi basit bir terör örgütü değil! Arkasında büyük dış güçler vardı. Hem içerden hem dışardan büyük destek alıyordu. Yapmış olduğu eylemler ile de Güneydoğu halkını önce sindirip-korkutarak sonra sevdirip-kullanarak kendi saflarına çekmeyi başardı. Yılların birikim ve tecrübesi ile de sivil kanadı BDP’yi meclise sokarak siyasi bir güç edindi. Bu arada KCK şehir yapılanmasını tamamlayarak Türkiye genelinde her türlü aktif faaliyete geçti.
Siyasi olarak arzuladıkları her şey aslında iktidarın programında vardı. Mevcut iktidar bu programı Kürt Açılımı ile yerine getirdi ama yine de tatmin olmadılar. Demek ki amaçları özerklik, toprak, devletmiş! İktidar bunu farkedince terörle mücadelede strateji değişikliğine giderek bu ülkenin sahipsiz olmadığını ve teröre asla müsaade edilmeyeceğini göstermek için siyasi, ekonomik, sosyal, istihbarı stratejiler geliştirip PKK terör örgütünün üzerine gitti. Polis, PKK’nın sivil kanadı KCK’ya operasyonlar yaparken asker de dağda terörle mücadelede bugüne kadar benzeri görülmemiş operasyonlara imza atmaya başladı.
Böylece PKK köşeye sıkıştı. Köşeye sıkışan PKK’nın maskesi de düştü. Artık amansız bir şekilde terör estirmeye başladı. Kısa bir zaman diliminde arka arkaya gerçekleşen saldırılarla yüzlerce askerimizi şehit edildi. Devlet artık kararlıydı; şehit edilen yüzlerce askerimizin kanı kurumadan PKK’nın kökü kazınmalıydı! Evet, terörle mücadelede devlet politikası böyle olmalıydı. Ve öyle de oldu.
İktidar, asker, polis, güvenlik güçleri ve istihbarat birimleri yoğun bir şekilde PKK terör örgütüne odaklandı. PKK terör örgütünün nasıl sona erdirileceği konusunda ortak bir kararla yeni bir strateji geliştirip icraata koymaya başladılar. Ve sonuçta alıyorlardı. Sonuç alındıkça PKK çıldırdı. Sonuç alındıkça BDP kudurdu. Sonuç alındıkça PKK kan kaybetmeye başladı. Ve çıkmaza girdi. Eh, PKK da boş duracak değildi ya!.. O da yeni bir terör stratejisi geliştirdi.
PKK terör örgütü ne dağda ne de şehirde nefes alamaz hale gelmişti. Öfkesinin büyüklüğünü yapmış olduğu saldırılardaki şehit olan askerlerimizin sayısının çokluğundan anlıyorduk. Yani, PKK’nın ne kadar kin, nefret ve öfke dolu olduğunu… Hatta şehirlerdeki KCK operasyonlarının misillemesi olarak polisimize de saldırıların başlamasıyla ne kadar zorda olduğunu çok açık bir şekilde anlayabiliyorduk.
PKK şaşırıyordu! Ne olmuştu bu askere ve polise ki bu sefer amansız bir şekilde üzerlerine geliyor?! Ne olmuştu bu askere ve polise ki nefes bile aldırtmıyor?! Ne olmuştu bu askere ve polise ki yeni eylem plânlarına bile fırsat vermeden göz açtırmıyor ve soluk aldırtmıyor?! Bugüne kadar gözlerinde küçülttükleri Türk askeri ve polisi birden Azrail kesilmişti! Dağda ve şehirde her an tepelerindeydi. Bu gidişata bir ‘dur’ demek lâzımdı!..
Ve PKK kendisini sorgulamaya başladı. Hatalarını masaya yatırdı. Her geçen gün kan kaybediyordu. Bu durum değişmeliydi. 27 yıllık mücadele sonucunda elde etmiş olduğu tüm kazanımları bir anda uçup gidecekti. PKK’yı büyük bir korku ve panik sarmıştı. O yüzden şaşkın ve bitkindi. Peki, işbirlikçilerine ve dış destekçilerine ne olmuştu?! Oysa ki, PKK’nın işbirlikçileri de dış destekçileri de deşifre edilmiş ve hesabı soruluyordu.
Zaman içinde kendilerini sorgulayarak çözüm arayışına gittiler. Ve tek çare kendilerini bugüne kadar destekleyen dış ülkeler ve istihbarat örgütlerinden yardım istemek kalmıştı. Bu arada bu yardımın yapılabileceği ortam da kendinden doğmuştu. Çünkü Türkiye-Suriye, Türkiye-İsrail arası gerilmişti. Aynı zamanda Türkiye’nin ABD ve AB ile olan ilişkileri de yavaş yavaş bozulmaya başlamıştı. Bu durum PKK terör örgütünün işine yarayabilirdi.
Bilhassa Fransa’nın ‘Ermeni Soykırımı’ yasasını parlamentosundan geçirmesi de çok işe yarayacaktı. Suriye zaten yıllarca PKK’ya ev sahipliği yapmıştı. Fransa, ASALA konusunda PKK diyaloğuna bir zamanlar göz yummuştu. İşte bütün bu olasılıklar PKK’ya umut oldu. Görüntüde Amerika ve Avrupa’da PKK ne kadar da terör örgütü olarak anılsa da her zaman işlerine yaradığı biliniyordu. Amerika ve Avrupa’dan daha çok gizli destek alınabilirdi. Aleni ve açık destek İsrail, Suriye ve Fransa’dan niçin almasın?! O halde tek yapılacak şey onlara akıl danışmak. Çaresiz, bitkin ve yorgun PKK çözümü bulmuştu.
Yıllarca PKK’yı kendi evinde ağırlayan Suriye’nin bugün Türkiye ile arasının olağanüstü gergin olması, aynı zamanda Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihte görülmemiş bir şekilde açık olması ve Fransa’nın da ‘Ermeni Soykırımı’ yasasını parlomentosundan geçirmesiyle birlikte Türkiye ile iplerini kopartması PKK’nın ekmeğine neden yağ sürmüştü.
Biz de Uludere bombardıman olayından sonra bütün bu gelişmeleri göz önünde bulundurarak derinlemesine istihbarat yapıp konuyu masaya yatırdık. Elbet ki kendimize göre istihbarat kaynaklarımız vardı. Aslında kendi kaynaklarımız da diyebiliriz! Gerek Fransa, gerek İsrail ve gerekse Suriye’deki kaynaklarımızın yapmış olduğu istihbarat çalışmaları sonucunda korkunç bir gerçeği de öğrenmiş olduk.
Bizim tahminlerimize göre PKK’nın imdadına maalesef İsrail, Fransa ve Suriye koşmuş! Bu konuda (eşzamanlı) hem Avrupa’da hem Kandil’de çok gizli bir toplantı yapılmış! PKK’nın son aylardaki uğradığı operasyonlardaki kayıpları masaya yatırılmış.
Asker dağda PKK’ya, polis şehirde KCK’ya nefes aldırtmıyordu. PKK ve KCK kıskaç altına alınmıştı. PKK ve KCK’nın tüm sırları deşifre edilmişti. Hatta yurtiçi ve yurtdışı destekçileri de… O halde ne yapmalıydılar?! Evet, eylemleri, baskınları, saldırıları artırsalar da hiçbir çare olmuyordu. Her geçen zaman kendi aleyhlerine sonuçlanıyordu. Bu gidişle yıllarca kazanımları olan Güneydoğu halkını da kaybetmek an meselesiydi. O yüzden mutlaka bu işe bir çözüm yolu bulunmalıydı. Ve buldular da…
Bahsettiğimiz gibi İsrail, Fransa ve Suriye PKK’nın imdadına yetişti. Avrupa ve Kuzey Irak Kandil ekseninde derin görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler sonucunda taktik, yöntem, strateji ve konsept değişikliğine gidildi. Artık eylem, saldırı ve baskınlardan daha çok yeni söylem, yeni taktik, yeni strateji ve yeni konsept doğrultusunda hareket edeceklerdi. Kısa bir süre sonra alınan yeni kararları icraata koymaya başladılar.
PKK’nın başarıya ulaşması için aynı anda hem de eş zamanlı iktidar ve asker suçlu hale getirilmeliydi. Evet, iktidar ve askere mutlaka bir suç işletmeliydiler! Peki, bu nasıl olacaktı?! PKK’nın bu konuya kafası pek çalışmazdı! Maalesef yıllarca kendilerine her türlü desteği veren derin dış güçlerin yeni bir strateji ve konsept belirlemesiyle bu sorun da çözülmüştü.
Hem de üç büyük olay gerçekleştirilecekti. İlkinde başarılı olunursa iktidar ve asker çok zor durumda bırakılacaktı. İktidar ve asker kendi halkı tarafından hatalı bulunmalıydı. Muhalefet partileri üzerine gitmeliydi. Sivil toplum örgütleri iktidarı ve askeri acımasız bir şekilde eleştirilmeliydi. Yani, iktidar ve asker köşeye sıkıştırılmalıydı. Bu ilk olay gerçekleştirilirse iktidar ve asker bol günah çıkartacaktı. Oluşacak psikolojik atmosfer sonucunda da ikinci olay ve daha sonra da üçüncü olay gerçekleştirilecekti.
İsrail’den, Fransa’dan ve Suriye’den çok önemli terör uzmanları PKK’nın üst düzeyi ile önce Avrupa’da sonra da Kandil’de görüşerek 28 Aralık 2011 tarihinde gerçekleştirilecek olayın psikolojik, sosyolojik, jeopolitik, stratejik boyutunu masaya yatırdılar. Nasıl olsa İsrail’in, Fransa’nın ve Suriye’nin Türkiye’ye karşı büyük husumeti vardı. PKK’ya perde arkasında destek verme zamanı gelmişti. PKK’nın içinde bulunduğu kaostan kurtulması gerekiyordu.
PKK’nın son günlerdeki kayıplarına misilleme yapılacağı haberi Türk istihbarat birimlerinin kulağına gitmeliydi. Sinat-Haftanin’de bir hareketlenme başlatılmalı ve Türk istihbaratının dikkati çekilmeliydi. Olayın vuku edeceği yerin bilinen bir güzergah olması daha çok işe yarayacaktı. Aynı zamanda üst düzey PKK’lıların da bölgeye sızmış olabilecekleri ve sınır boyundaki karakollara ve üs konumundaki bölgelere saldırı gerçekleşecekmiş gibi bir hava estirilmeliydi. Bu hareketlilik için elbet ki her türlü cephane katırlarla taşınmış gibi gösterilecekti. Plân aksatılmadan işletilirse geriye sadece ihbarlar kalacaktı.
Böyle bir hareketliliği nasıl olsa insansız hava araçları görüntüleyecekti. Bu atmosfer oluşturulduğu zaman daha önceden organize edilmiş ve hiçbir şeyden haberi olmayan geçimlerini kaçakçılıktan sağlayan masum köylüler içlerindeki ajanlar vasıtasıyla ‘hareket alanı’ güzergahına gönderilerek Türk uçaklarının hedefi haline getirilecekti. Çocuk yaşta olanların çokluğu daha çok işe yarayacaktı. Şayet bu plân gerçekleşirse olası kayıpların çokluğu nispetinde Türkiye’de ve yurtdışında kıyamet kopacaktı. Amaç savaş uçakları ile sivilleri vurmasının sağlanması! İşte o zaman PKK nefes alacak, imajını yenileyecek ve haklılığını Güneydoğu halkına ve ülke geneline bu eylemle anlatmış olacaktı. Bu olay gerçekleştiği zaman iktidar ve asker bir süre kendisini sorgulayacak ve günah çıkartacaktı.
Maalesef PKK’ya yönelik operasyonlarda alınan başarıların önüne geçmek için böylesine bir tuzak kuruldu. Bu tuzağa iktidar ve asker düşmüş oldu! Yoksa ne yanlış bir istihbarat var ne de yanlış bir hava operasyonu… Burada nasıl ki iktidar, asker ve istihbarat birimlerimiz oyuna getirildi aynı şekilde çoğunluğu çocuk yaştaki 35 köylümüz de oyuna getirildi. Bu bir tuzaktı. Maalesef Türkiye bu tuzağa düştü.
Ben iktidarı, askeri ve istihbarat birimlerimizi uyarıyorum! Bu, dağdaki tuzak! Şimdi de şehirde de benzer bir tuzak hazırlandı! Dağdaki tuzakla asker suçlandı! Şehirdeki tuzakla da polis suçlanacak! Polisimize de benzer sinsi bir plânla siviller öldürtülebilir! Devletimize büyük iş düşmekte… Maalesef 1. tuzağa düştük! Asıl 2.tuzağa düşmemeliyiz! Yoksa 3. tuzak daha korkunç olacak!..”
“Uludere Olayı üzerinden ABD’deki iç Hesaplaşma! – (21 Mayıs 2012) – Anayurt Gazetesi): ABD gazetesi Wall Street Journal’ın “Uludere’de istihbaratı ABD verdi” iddiası manidardır! Aradan tam 5 ay geçtikten sonra Uludere olayını farklı bir yöntemle yeniden gündeme getirilmesinin yegâne amacı ABD kendi içindeki siyasi çekişmenin bir yansıması olsa gerek. ABD kendi siyasi kavgasını bu sefer Türkiye üzerinden yapmış oldu. Obama’ya yönelik siyasi bir manevra da diyebiliriz buna. Oysa ki biz bundan 5 ay önce Anayurt’ta,11 ve 16 Ocak 2012 tarihleri arasında “35 Köylümüzü Kaybettiğimiz Uludere Bombardımanı Olayının Perde Arkası!..” başlıklı yazımızla bu olayın perde arkasına ışık tutmaya çalışmıştık. Peki, ABD gazetesi Wall Street Journal’ın amacı neydi?! Tek amacı önce kendi içinde hesaplaşma ve Obama’nın kariyerini sarsma! Sonra aşağıda izah ettiğimiz Uludere Olayı’nın Perde arkasındaki gerçekleri pekiştirmek için tekrar yarının açılarak gündeme getirilmesidir!
İhbarlar yapıldı, Türk Heron’ları harekete geçti ve sınırda bir hareketlilik olduğunu tespit etti. Aradan 45 dakika geçmişti ki ABD Predatör’ünün görüntüsü geldi. ABD Predatör’ünün de benzer görüntü elde etmesi aynı zamanda bir teyit idi. Daha sonra da malum bombalama olayları oldu. ABD’nin Wall Street Jurnal gazetesinin “Uludere’de istihbaratını ABD verdi” haberi sadece bir yalandı. Bu konuda Genelkurmay ve hükümetin açıklamaları doğrudur. Aradan 5 ay geçtikten sonra Wall Street Jurnal’ın bu iddiasının anlamı neydi? ABD içindeki siyasi çekişme ve Obama’nın gözden düşürülmesidir. Bu aslında ABD Derin Devleti’nin Obama’nın gitme vaktinin geldiğini açıklamasından başka bir şey değildir. Artık Obama’dan rahatsızlar. Bu rahatsızlıklarını da Wall Street Jurnal aracılığı ile duyurdular! Wall Street Journal gazetesi kuyuya bir taş attı Türkiye taşı çıkartmakla uğraşıyor!”
Türkiye, Terör Örgütü PKK’nın Kökünü Kazıyacak: Terör Örgütü PKK 2012 yıllarında Türkiye-Suriye-Irak üçgeni içinde Türkiye’ye yönelik saldırılarına rağmen Kuzey Irak ve Irak Merkezi hükümetinin politikaları üzerinden bazen farklı bir strateji izleyerek sanki barışçı bir hava içinde oyalamaya ve yanıltmaya yönelik girişimlerde bulunuyordu. Bu politikasını aleni/açıktan değil meclisteki sivil kanadı BDP üzerinden yapıyordu. BDP, Türkiye’nin ani bir U dönüşü yaparak hükümetin Kürt Sorunu çözümü uğraşılarında destek vereceğini açıklaması aslında bize göre tamamen zaman kazanma ve kendi tabanına zemin hazırlamaydı. Hele böylesi günlerde Barzani’nin AK Parti’nin 4. Olağan Kongresi’ne katılması CHP ve MHP üzerinde şok etkisi yapmıştı. Bu arada Irak merkezi hükümeti ile Türkiye’nin arası açılmıştı. Irak merkezi hükümeti Türkiye’nin askeri operasyonlarına son vermesi doğrultusunda bir açıklama yapması bu sefer Türkiye’yi öfkelendirmişti. Çünkü Kandil’de bölünme vardı! Irak tarafı, Suriye tarafı!.. Bu durum BDP son derece rahatsız ediyordu. PKK’nın ikiye ayrılması aslında ileriye yönelik korkunç bir senaryodan başka bir şey değildi. Bu sadece PKK’nın verebileceği bir karar değildi. Patronları böyle istemişti. Yani, yeni bir hazırlık… Suriye’de kök salma, dallanıp-budaklanma ve yeniden toparlanarak Türkiye’ye saldırma planından başka bir şey olamazdı. Gerçi PKK’nın Suriye’ye doğru kaymasının kokusu fazla geçmeden burnumuza geldi. Aynı zamanda Irak merkezi hükümetinin de gerçek yüzü ortaya çıktı. Çünkü Irak merkez hükümeti fırsatı ganimet bilerek PKK’ya arka çıkması yönünde bir politika izlemeye başlamıştı. Bu arada BDP de bu olaylardan müthiş bir şekilde etkileniyordu. Bilhassa PKK’nın eylemlerini şehirlere kaydırması…
Buraya kadar anlattıklarımız 2012 yıllarında yaşandı. Ya şimdi… Yani, 2018 yılında Türkiye’nin teröre vurmuş olduğu darbeler sonucunda artık PKK nefes alamaz hale gelmişti. Çünkü Türkiye terörle mücadelede tarihinde görmediği bir şekilde daha ciddi, daha profesyonel ve daha sert operasyonların altına imza atmaya başlamıştı. Bütün dünya Türkiye’nin bu gücü karşısında şok geçiriyordu. Ne oldu da Türkiye birden-bire böylesi bir güce ulaşmıştı. Türkiye’deki 16 yıldır iktidarda olan AK Parti hükümetinin siyasi, ekonomik, askeri ve istihbarı alanda devrim diyebileceğimiz adımlar atması elbet ki terörle mücadele de daha güçlü hale getirmişti. Şimdi 2018 yılı üzerinden PKK’nın son durumu hakkında diyebileceğimiz tek şey PKK’nın sonunun geldiği… Yani PKK arka arkaya almış olduğu darbeler sonucunda büyük bir panik yaşamaya başladı. Artık TSK, PKK’yı bitirmeye kararlı. O yüzden de terörle mücadelede operasyonlar aralıksız sürmekte. PKK’nın ‘KANDİLİ’ sönmüş olacak! O günü de bekleyip göreceğiz.
“PKK’nın Ortadoğu’daki Çapraz İlişkileri..! (27 Eylül 2012 – Anayurt Gazetesi): Ortadoğu’da sular iyice ısınırken terör örgütü PKK’nın hamiliğine soyunan Irak hükümeti Türk uçaklarının düşürüleceğinden söz etmeye başladı. Türkiye’nin Irak toprakları içindeki PKK kamplarını vurmasından rahatsız olduğunu belirten Irak hükümeti, Türk uçaklarını vurmak için hazırlık yaptıklarını açıkladı. Irak Parlamentosu Güvenlik Komitesi Başkanı İskender Vitvit’in Türkiye aleyhine yapmış olduğu açıklamaları adeta teyit edercesine bu sefer ABD’nin Irak’taki ordu komutanı olan Tuğg. Robert L. Caslen, Türk jetlerinin Irak’taki PKK kamplarını sürekli bombalaması karşısında Irak hükümetinin son derecede rahatsız olduğunu ve güçlerine gittiğini söyledi. Bütün bu gelişmeler önümüzdeki günlerde Türkiye-Irak arasında büyük gerginlikler yaşanacağının en büyük göstergesiydi.
Türkiye siyasi, ekonomik, sosyal, askeri ve istihbarat alanlarında olarak dünya arenasında ‘ben de varım’ diyerek her geçen gün gücüne güç katmaya devam ediyor. Fakat terörle mücadele de hiçte öyle değildi. Bu nedenle de evdeki hesabın pazara uymadığını gören mevcut iktidar PKK terör örgütünü tam etkisiz hale getirebilmek için strateji değişikliğine gitti. Güneydoğu ve Kuzey Irak’ta karadan ve havadan saldırılarını daha da yoğunlaştırarak Türk güvenlik güçlerinin sayısını, harekat kabiliyetini ve motivasyonunu artırıcı yollara başvurdu. Bu durumdan en çok rahatsız olan ülke ise Irak hükümeti oldu.
Türkiye’nin Suriye’deki muhalefete desteğinin faturası pahalıya patladı. Esat misilleme de gecikmedi. PKK’nın Esat ile anlaşarak Kuzey Suriye boşluğunu doldurdu. Bu da Türkiye’yi adeta çıldırtmıştı. Zaten geçmişten bu yana PKK terör örgütünün Türkiye, Suriye, Irak ve İran kanadı vardı. Daha yakın bir zamanda İran, PJAK’a yönelik operasyonlarla Türkiye’ye jest yapmıştı. O günlerde Türkiye-İran ilişkileri gayet güzeldi. Şimdi ise Türkiye’nin Suriye politikası ve İran’ı Esat’ı desteklemesi yüzünden Türkiye ile İran’ın arası da bir hayli açıldı. Bu durum ister-istemez ABD ve İsrail’in ekmeğine yağ sürdü. ABD ikili bir politika ile Ortadoğu’daki dengeleri koruyabileceğini zannederken İsrail ise İran’ı vurmak için tüm hazırlıklarını yapmış bir halde bekliyor. Bu demektir ki Türkiye-Suriye ve İran-İsrail savaşı..! Daha sonra (Türkiye-İsrail arasında soğukluk kalkar ve İsrail Türkiye’nin şartlarını yerine getirirse) Türkiye-İran savaşı başlayabilir. Zaten BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, hem İranlı siyasileri hem de İsrail’i sert bir şekilde uyardı.
2012 yılı dünya için, Ortadoğu için ve Türkiye için sürprizlerle doluydu… Sürprizlerin merkezi Ortadoğu! Arap Baharı nedeniyle Türkiye’nin Suriye, İran ve Irak ile aniden arasının açılması dış politikadaki ‘komşularla sıfır sorun’ politikasını çürütmüştü. PKK ile aleni ve gizli uzlaşma/diyalog yollarından vazgeçerek tekrar eskiden olduğu gibi terörle mücadelede hiçbir taviz vermeden ve hiçbir koşul kabul etmeden PKK’ya yönelik askeri operasyonlarını çok sert bir şekilde başlatması PKK’yı sadece zor durumda bırakmadı daha çok eylem yaparak terörü şehirlerde de yaygın hale getirdi. Yani, çalıntı araçlı veya canlı bombalar!.. Aynı zamanda hedefin sivillere de uzanması ile birlikte hem güvenlik güçleri daha çok şehit verirken terör örgütü daha çok kayıp vermeye başladı. Bilhassa 2012 yılında Türkiye’de PKK terör örgütünün eylem ağını şehirlere kaydırması meclisteki siyasi kanadı BDP’yi çok zor duruma soktu. İktidar, BDP’nin kapatılması ve BDP’li milletvekillerinin yargılanabilmesi için dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda kararlar almaya başladı.”
“PKK ve BDP’ye SON ihtar..! – (4 Ekim 2012 – Anayurt Gazetesi): AK Parti kongresinin Türkiye’de ve dünyadaki yankıları üzerinde durmuştuk. Bilhassa Barzani’nin AK Parti’nin 4. Olağan Kongresi’ne katılması CHP, MHP ve bazı muhalifleri adeta çıldırttı. Hiç beklenmiyordu. Çünkü daha yakın tarihimizde Türkiye pasaportuyla dünyayı dolaşmasına ve yiyeceğinden gıdasına kadar Türkiye’den yararlanmasına rağmen ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin başına geçerek Türkiye’ye kafa tutması hafızalarımızdan hiç silinmedi. Elbet ki bu durum muhalefetin haklı olarak tepkisine yol açmıştı. İktidarın yapacağı şey bu tepkiler karşısında soğukkanlı olmak!
Ne zaman ki Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi lideri Mesut Barzani Irak hükümetiyle yollarını ayırdı ve Türkiye’den yana tavır almaya başladı işte o zaman kıyamet koptu. Barzani’nin kim güçlü ise ondan yana olduğu ortaya çıktı. Hatta bir yazımda Suriye lideri Esat ile anlaşma yaparak Kuzey Suriye’ye binlerce insan gönderdiğinden bahsetmiştim. Ve ağır eleştirilerim olmuştu. Oysaki dünkü yazımda Mesut Barzani’nin AK Parti 4. Olağan Kongresi’ne katılmasını pozitif bir gelişme olarak değerlendirdim! Yine de büyük bir kıvırma olabilir!..
Türkiye’nin PKK terörü ile mücadelesinde her yıl tezkerenin yenilenmesi gerekir. Tam da tezkerenin yenilenmesi yaklaştığı bir zamanda Irak hükümeti (merkezi yönetimi) artık sınırlarında Türk askeri istemediğini açıkladı. Irak Bakanlar Kurulu’nun yapmış olduğu açıklamaya göre TSK’nin Irak sınırlarında operasyon yapmasını kınayarak daha önce yapılmış olan tüm anlaşmaların iptal edilmesini istedi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’ta PKK’ya yönelik operasyon yapmasıyla ilgili iznin (17 Ekim 2012 tarihi itibari ile) 1 yıl daha uzatılması bekleniyor. İşte Irak Merkezi Hükümetin tepkileri de bu yüzden…
Bu durumu gözlemleyen Irak Merkezi Yönetimi Türkiye’ye ateş püskürerek sert demeçler verdi. Irak hükümeti ile arası açılan Türkiye’nin Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile arayı pekiştirmesi ise ayrı bir gelişme..! Bunun en aleni/açık göstergesi ise Barzani’nin AK Parti 4. Olağan Kongresi’ne katılmasıdır. Aslında Barzani’nin Türkiye ile ilişkilerini yoğunlaştırması ve terörle mücadelede Türkiye’ye destek vereceğini açıklaması kafaları hala karıştırıyor..! Bu durum derin bir manevra olsa da kolay anlaşılacağa benzemiyor! O yüzden AK Parti muhalifleri aynı zamanda Türkiye’de Barzani’ye karşı da seslerini gür bir şekilde yükselttiler.
PKK terör örgütünün meclisteki sivil kanadı AK Parti iktidarının önümüzdeki günlerde neler yapacağını bildiği için daha şimdiden U dönüşü yaparak Kürt Sorunu’nun çözümü için hükümete destek vereceklerini açıkladı. BDP’nin İmralı’da yatan teröristbaşı Abdullah Öcalan’ı gizliden de olsa gözden çıkartmaya başlaması patlak verince bu sefer PKK içinde büyük bir karışıklık meydana geldi. PKK Kandil’de ikiye bölünür bölünmez bocalayan BDP ne yapacağını şaşırdı. Yanlış bir strateji ile Suriye PKK’sı yönünde açıklamalar yaparak İmralı’yı kızdırdığının farkında bile değildi. Ne zaman ki AK Parti iktidarı bu konuda keskin kararlar aldı ve yeni bir strateji ile terörle mücadele açılımı yaptı BDP’yi bunalıma soktu. BDP baştan göremediği gerçeği terörün tırmanışındaki görünce ister-istemez kıvırmaya başladı. Ve her an masaya oturacakmış gibi demeçler vermesi de bu yüzden. Bana göre PKK’ya en büyük darbe Suriye kanadının ayrılmasıdır. PKK şu anda bocalamakta… Ya silahları bırakıp pes edip teslim olacak, ya da kendi sonunun altına imzasını atacak. Zaten başka da bir yol kalmadı. PKK ve BDP’nin bu konuda kararını verme vakti gelip-çattı!”
“Kandil, PKK’ya Mezar Olacak!.. – (4 Haziran 2018 – AKİL BAKIŞ): Türkiye sınır güvenliğimizi garantiye almak ve sınırlarımızın bir adım ötesinde terör koridorunu tamamen ortadan kaldırmak için ve komşu ülkelerimizin toprak bütünlüğünü korumak için atmış olduğu adımlar sonuç vermeye başladı.
DEAŞ/İŞİD tehdidi gerekçesiyle ABD’nin Suriye’de terör örgütüne vermiş olduğu siyasi, ekonomik ve silah desteğine karşılık Fırat Kalkanı Harekatı ve Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Operasyonu sonrasında sınır güvenliğimiz garantiye alınmıştı.
Fakat Türkiye’nin bütün uyarılarına rağmen ABD’nin terör örgütlerine vermiş olduğu destek devam ediyordu. Gerçi şu içinde bulunduğumuz günlerde Münbiç konusunda ne kadar ABD ile anlaşmaya varılsa da Türkiye’nin kendi koşulları altında a, b, c planları vardır! Uluslararası ilişkileri bozmadan bu planlarını er-geç icraata koyacak. İşte bu planlardan birisi Türkiye’nin Kandil’e girecek olmasıdır.
Türkiye’nin Suriye’deki terör örgütlerine yönelik Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatı ile sınırlarımızın biraz ötesindeki büyük oyunu bozmuştu. Girilmez denildiği halde girilmişti! Fırat Kalkanı Harekatı’nı baltalamak için ABD’yi adres gösterenlere karşı Fırat Kalkanı Harekatı ile gereken cevap verilmiş olundu. Türkiye Afrin’den çıkamaz diyenlere en büyük cevaptı Zeytin Dalı Operasyonu’ydu.
Şimdi de sırada Kandil’e gelmişti. Çok yakında Kandil’e operasyon var! Türkiye’yi daha önce sözde uyaran, tehdit eden unsurlar şimdi Kandil operasyonu karşısında sus-pus oldular. Çünkü söyleyecek sözleri kalmadı. Fırat Kalkanı Harekatı ve Zeytin Dalı Operasyonu onların sesini kesmeye yetmişti.
Hadi dış güçler ne derlerse desinler ya içimizdeki işbirlikçilerine ne demeliydi?! Daha yakın bir zamanda Türkiye’nin Suriye’deki Fırat Kalkanı Harekatı ve Zeytin Dalı Operasyonları’na karşı çıkanlar, eleştirenler, Türkiye’yi ABD ile korkutanlar, Türkiye’nin Afrin’den çıkamayacağını öne sürenler bugün siyasi partileri ile birlikte 24 Haziran Seçimleri’ne gidiyorlar?! Milletin yüzüne nasıl bakacaklar ve nasıl milletten oy isteyecekler?!
TSK’nın başlatmış olduğu Kandil’e yönelik kara operasyonlarının adım adım başarıyla sürmesi terör örgütü PKK/PYD/YPG üzerinde soğuk duş etkisi yapmaya devam ediyor.
Artık Kandil’e uzanan yol iyice kısaldı. Kandil’e sadece 22 km kaldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başarılı operasyonlarına bir yenisi daha eklenecek… Kandil teröristlerden temizlenecek. PKK’nın merkezi Kandil alt-üst edilecek. Bölgemizde Türkiye’ye yönelik en büyük terör örgütünün merkez üssünden yapılan tehditler artık kalkacak.
Bölgenin coğrafi şartlarından dolayı PKK teröristleri yıllardır Kandil Dağı’nı merkez üs edinmişti. TSK’nın Suriye’deki operasyonlarının başarıyla sonuçlanmasından olağanüstü rahatsız olan PKK şimdi Kandil’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı ne yapacakları konusunda şaşırmış bir vaziyette!
Türkiye Kandil’deki terör yuvasını er-geç dağıtmaya söz vermişti. Şimdi de zamanı geldiği için adım adım Kandil’e yönelik operasyonlara hız verildi. Şu anda PKK Kandil’de savunma durumunda!
Bölge’nin dağlık, engebeli ve zor şartlarda olması Türkiye açısından Kandil operasyonunun zorluğuna işaret etse de artık terör örgütüne yardım eden dış unsurlar dikkate alınmadığı için Türkiye’nin böyle bir sorunu da ortadan kalkmış oluyor. PKK’lı teröristler Kandil’in dağlık, engebeli ve zor şartlarda olmasını yıllardır fırsat bilmişti. Bu yüzden de yıllardır Kandil’den Hakki ve Şırnak’a sızabiliyorlar ve vur-kaç taktiği ile Türkiye’ye yönelik saldırılarını gerçekleştirebiliyorlardı.
TSK bu bölgeye ne kadar hava operasyonları düzenlese de sızmalar karadan yapıldığı için bir türlü engel olunamıyordu. Artık bu bölgeye karadan operasyon yapılması zorunlu hale gelmişti. Şayet TSK buraya nokta atışı kara operasyonu yaptığı takdirde PKK çok zor durumda kalacak ve bölgeyi terk edecek. Daha sonra sıra Kandil’e gelecek.
Kandil ne kadar bu kamplara nazaran biraz daha uzak mesafede olsa da yakın bir zamanda Kandil’i üs/merkez edinen PKK, TSK tarafından yerle-bir edilecek. Bu günlerde PKK’nın tek korkulu rüyası budur. Daha şimdiden Kandil’deki PKK’lı terörist liderler uykuları kaçıyor. Her gece rüyalarında TSK’yı görüyorlar.
Kandil’i yıllardır üs/merkez edinen PKK’nın ek yapacakları şey Kandil’i terk edip İran’a kaçmak… Tabi ki kaçabilirlerse… Türk Silahlı Kuvvetleri, PKK’nın kaçmasına asla izin vermeyecek. Kandil PKK’ya mezar olacak…
Türk Silahlı Kuvvetleri, Afrin’e göre Kandil’de daha geniş bir alanda operasyon yapacak. Fakat Irak Hava Sahası şu anda ABD’nin kontrolünde olması ayrı bir engel teşkil ediyor.
Daha önce olduğu gibi Türkiye’nin Irak’taki operasyonlarında ABD sözde yardımcı oluyordu! Perde arkasında ise PKK’ya bilgi sızdırarak her türlü yardımda bulunuyordu. İşte bu durum ABD’nin nasıl bir dost olduğunu apaçık ortaya koymaktaydı.
Son yıllarda Suriye’deki operasyonlar nedeniyle ABD-Türkiye arasında yaşanan gerginlikler Kandil’deki TSK operasyonlarını ne kadar etkiler bilinmez! Ama şu biliniyor ki bundan sonra ABD’nin Türkiye’ye terörle mücadele konusundaki yardım edeceği asla düşünülemez.
Türkiye, Irak’ta PKK’ya yönelik yapacağı operasyonlarda ABD’den hiçbir destek almayacak. ABD, sözde terörle mücadelede Türkiye’yi yalnız bırakmış olacak! Özde ise her zaman olduğu gibi yine PKK’ye aleni veya gizli her türlü yardımda bulunacak! Türkiye’nin zaten ABD’nin herhangi bir yardımına ihtiyacı yok. Yeter ki ABD Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da ayak altında dolaşmasın!
Gerçi ABD, Suriye’de terör örgütlerine yönelik Fırat Kalkanı Harekatı ve Zeytin Dalı Operasyonu’nda Türkiye’nin neler yapacağına şahit oldu! O yüzden Türkiye’nin Kandil operasyonuna karışacağını pek zannetmiyorum. Evet, karışmayacak ama terör örgütü PKK’ya her türlü desteği vermeye devam edeceğinde hiç şüphemiz yok.
Bütün bunlar apaçık gösteriyor ki Türkiye en kısa bir zamanda Kandil’e girerek terör örgütü PKK’nın merkez üstünü yerle bir edecek. Artık Kandil tarihe karışacak. Böylece Türkiye’yi yıllardır Kandil’den tehdit eden PKK mezarı Kandil olmuş olacak.”
“Kandil PKK’ya Mezar Oldu… : www.akilbakis.com internet sitemizde “4 Haziran 2018 tarihli bir haberimizde “Kandil PKK’ya Mezar Olacak!..” demiştik. Haziran ayı içinde TSK’nın karadan ve havadan yapmış olduğu operasyonlarda 300 terörist öldürüldü 200’ü de etkisiz hale getirildi. Terör örgütüne ait sığınak, barınak, silah mevzisi ve mühimmat deposu olarak kullanılan hedefler imha edildi. PYD/PKK saldırılarında da 19 güvenlik görevlimiz şehit oldu.
TSK terör örgütü PKK/PYD’yi tamamen temizlemek üzere Kuzey Irak’ta Kandil başta olmak üzere Hakurk, Avaşin-Basyan, Gara, Metina, Zap bölgelerine havadan ve karadan düzenlenen operasyonlar düzenledi. Nihayetinde adım adım bölge PKK/PYD’den temizleniyor. Terör örgütü elebaşları kaçacak delik aramaya başladılar. Daha şimdiden birçoğu bölgeyi terketti.
Operasyonlar aynı hızlılıkla devam ederse 2018 yılı içinde Kandil tamamen terör örgütünden temizlenmiş olacak. TSK Kandil’e operasyon yaparken eşzamanlı olarak da ülke içinde de operasyonlarını sürdürmekteydi. Yurt içinde PKK’nın sözde Doğu Merkez sorumlusu “Kurtay Rojova” kod adlı Kaniar Müslim, diğer bölge sorumlularından Erkan Ordu, Ramazan Yasugey, Ferhat Dersim kod adlı Ertan Erol, Dicle Hevirdar kod adlı Fatih Kırtay, Hamza Kod adlı Ahmet Taşçı gibi teröristler etkisiz hale getirilmiştir. Operasyonlarda 400 şüpheli gözaltına alınırken 80’ı de tutuklanmıştır.”
“Fırat Kalkanı Operasyonu ABD’yi Korkutmuştu… – (2018 – AKİL BAKIŞ): ABD’nin Yeni ‘Trump Yönetimi’ DEAŞ İle Mücadele Bahanesi İle PKK/PYD’ye 500 Milyon Dolarlık Silah Yardımı Yaparak Türkiye’yi Köşeye Sıkıştırmak İstiyor! ABD’nin Amacı Suriye’nin Kuzeyi’nde Yeni Bir KÜRDİSTAN Devleti Kurmak
ABD’nin Trump Başkanlığındaki yeni yönetimi Ortadoğu’daki (Suriye ve Irak) teröristlere (PKK/PYD) DEAŞ ile mücadele bahanesi ile 2018 mali bütçesinden dış operasyonlar fonu olarak ayrılan 1 milyar 769 milyon dolarlık nakti yardımın 500 milyon dolarını Suriye’deki PKK/PYD’ye verileceğini onaylaması Türkiye açısından nasıl izah edilecek dersiniz?!
ABD ve Türkiye arasındaki FETÖ gerilimi bugüne kadar bir sonuç vermediği gibi şimdi de PKK/PYD gerilimi başladı. ABD Trump Yönetimi 2018 mali yılı savunma bütçesinden Suriye’deki eğit-donat programı doğrultusunda PKK/PYD’ye 500 Milyon Dolar para ve Milyonlarca dolarlık ağır silahlar başta olmak üzere (Kalaşnikof, Tanksavar ve Roketatar) binlerce mühimmat yardımını onaylaması ABD-Türkiye ilişkilerinin yenide gözden geçirilmesine yol açtı.
Evet, ABD’nin PKK/PYD’ye DEAŞ bahanesi ile yapacağı 500 milyon dolarlık silah yardımı konusunda Türkiye ne yapmıştı? Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın NTV’de yapmış olduğu canlı yayında bu konuda açık bir şekilde şunları söylemişti: “ Sayın Cumhurbaşkanımız, Trump ile yapmış olduğu görüşmede ABD’nin almış olduğu kararın yanlış olduğunu ifade etmişti. Biz iddiamızda ısrarcıyız. ÖSO ve Rakka operasyonu yapılabilirdi. Obama yönetimi teklifimizi bir kenara koydu. Başka hesaplar olduğu belirgin. Obama yönetiminin hataları kaybedilen zaman süreçlerine baktığımızda Suriye’deki tablonun bu kadar karanlık hale gelmesinin nedenleri burada aramamız gerekir. DEAŞ başka coğrafyalarda da ortaya çıkmaya başlıyor. Obama yönetimi baştan beri bir terör örgütünü başka bir terör örgütüyle baş edemeyeceği yönünde eleştirdik. Obama yönetimi maalesef Trump’ı ikna etti. Biz baştan beri söyledik. Rakka operasyonunda YPG yer alırsa biz yokuz dedik. Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye yönelik bir tehdit algılanırsa gereğini yaparız dedik. ABD’de Türkiye’nin güvenlik endişeleri giderecek adımları atacağız açıklaması geldi. İşbirliğine tabii ki açığız. ABD ile çalışmaya devam edeceğiz. ABD’nin bu konuda hata yaptığı çok açık…”
Türkiye’nin resmi açıklaması ancak bu kadar olabilir. Fakat biz, Türkiye’nin yapmış olduğu bu üstü kapalı açıklamanın içeriği ve derinliğindeki acı gerçeği izah etmek zorundayız.
ABD’li yetkililer, Suriye’de 30 bine yakın milis gücün eğitimi için açılan 500 milyon dolarlık bütçenin 393 milyon dolarının silah ve ekipmanlar olduğu açıkladılar. Düşünebiliyor musunuz Suriye’deki PKK/PYD’ye 12 bin adet Kalaşnikof, 6 bin adet makineli tüfek, 3500 adet ağır makineli tüfek, Amerikan yapımı 3000 bin adet RPG-7 ve AT-4 Tanksavar, değişik kalibrede 235 Havan Topu, 100 adet Keskin Nişancı Tüfeği, 150’si lazer aydınlatıcısı, 450 adet PV-7 tipi toplam 600 adet Gece Görüş Dürbünü ekipmanlar arasında yer almaktadır.
ABD yeni Trump yönetiminin Suriye ve Irak’taki müttefiki milis güçlere (PKK/PYD ve diğer müttefikleri!) yapacağı bu yardımın tek gerekçesi DEAŞ ile mücadeleymiş! Yoksa DEAŞ mücadelesi sekteye uğrayacakmış! Şayet bu yardım yapılmaz ise Suriye’deki müttefik güçlerin güvenirliği zedelenecekmiş! Görüyor musunuz ABD’nin mazeretlerine! Sözde Ortadoğu’da en büyük müttefiki Türkiye ya! Bu nasıl bir müttefiklik ise?!..
Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu belli ki ABD’yi olağanüstü rahatsız etmiş! Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlarının devam edeceğini anlayınca hemen kolları sıvayıp böyle bir yola başvurdu. Amacı Türkiye’yi durdurmaktı. Ey Amerika daha önce neredeydin?! Senin yaptığın Türkiye ile dalga geçmek, Türkiye’yi aşağılamak değil midir?!
Türkiye tam Rakka operasyonuna hazırlanırken sen çık Türkiye’ye “dur” de ve Rakka operasyonlarını kontrolündeki müttefikin PKK/PYD ile birlikte yapacak ol! Demek ki ABD olarak bugüne kadar PKK/PYD’nin tüm silahlarını gayriresmi bir şekilde verdiği ortaya çıkıyor. Eh, bunu da aleni bir şekilde açıkladığına göre… DEAŞ ile mücadele bahanesi ile PKK/PYD’ye hafif silahlarla askeri araçları gönderdiğini aleni bir şekilde açıkladığına göre bakalım daha ne gibi hamleleri olacak Amerika’nın?!..
Sözde ABD, müttefiki Türkiye’ye PKK/PYD’ye yapacağı silahların listesini verecek olmasına rağmen! ABD, Türkiye ile adeta dalga geçiyor. Türkiye olarak bu nasıl bir müttefiklik, bu nasıl bir dostluk diye düşünmemiz gerekmiyor mu?!
ABD utanıp-sıkılmadan PKK/PYD’ye Rakka operasyonları için vereceği silahların listesini Türkiye’ye bildireceğini DEAŞ karşıtı koalisyon sözcüsü Albay Ryan Dillon’un ağzında açıklamasına ne diyeceğiz?! Güya Türkiye’ye karşı şeffaflarmış. O yüzden de silahların tipi, markası ve sayısı ve nerede olduklarına dair bilgileri Türkiye ile paylaşacaklarmış. Hatta RAKKA operasyonu sırasında da ağır silahlar gönderilecekmiş. Zamanı gelince ağır silahların listesini de Türkiye’ye bildireceklermiş.
Ah Amerika ah!.. Gel bunu külahımıza anlat. Biz senin Suriye ve Irak’taki DEAŞ ile mücadele bahanesi ile ileride neler yapacağını da çok iyi biliyoruz. Türkiye bu dolmaları yutmaz. Yutmayacak da. Artık karşında eski Türkiye yok. Kendi yağıyla kavrulan, kendi bildiği yolda giden, kararlı, dinamik ve her şeyi göze almış Milli bir Türkiye var.
O yüzden asıl sen kendine dikkat et Amerika… Sen Türkiye’ye ya dost olduğunu bildir ya da aleni bir şekilde düşman olduğunu ilan et ki daha şeffaf ol diyoruz. Elbet ki Türkiye uluslararası anlaşmalar ve kurallar nedeniyle böyle bir açıklama yapmaz. Fakat senden rahatsızlığını dolaylı yollardan her zaman dile getirmiştir. Biz sadece Türkiye’ni dolaylı yollardan söylediğini aleni bir şekilde belirterek dile getirmeye çalışıyoruz. Biz senin FETÖ’ye sahip çıkmanla nasıl bir dost olduğunu gördük!.. Sözde ‘müttefikiz’ öyle mi Amerika?! Geç orayı bir sen…”
Türkiye Kartal-Pençe Operasyonu İle Dost ve Düşmanlarına Şu Mesajı Verdi “KARARLIYIM, ÖNÜME ÇIKANI TEPELERİM!..” – (2020 – AKİL BAKIŞ): Terör örgütü PKK, dünyanın içinde bulunduğu Koronavirüs Salgın sürecini ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Ege, Suriye ve diğer sorunlara odaklanmasını fırsat bilerek tekrar yeni tacizler ve saldırıların planını yapmak için Kandil dışında oluşturdukları yeni yuvalarında hazırlık yapıyorlardı. Tabi ki ABD başta olmak üzere diğer bazı ülkelerin de desteği ile…
Türkiye’nin sessizliğini, Koronavirüs salgını ve dışarıya odaklanmasını bir boşluk bir fırsat olarak değerlendirmeyi düşünen terör örgütü PKK maalesef yanılmıştı! Çünkü hiç umulmadık, hiç beklenilmedik, hiç akla-hayale gelinmeyecek bir zaman diliminde Kartal-Pençe operasyonu ile neye uğradıklarını şaşırarak büyük bir şoka girmişlerdi.
Türkiye, terörle mücadelede en ufak bir taviz vermeden mücadelesini misliyle devem ettirme kararlığını Kuzey Irak’ta PKK’nın yeni terör yuvalarına yönelik Kartal-Pençe operasyonu ile bütün dünyaya göstermiştir.
Kartal-Pençe operasyonu Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, TSK Komuta Kademesi, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Hareket Merkezi ve diğer yan unsurlarla birlikte daha önceki operasyonların çok üzerinde bir motivasyon, üstün harekat kabiliyeti, daha çok zayiata yönelik ve profesyonelce gerçekleştirdi. Böylece ABD’nin bölgedeki PKK üzerinden yeni planı/oyunu da bozulmuş oldu. Terör örgütü PKK’nın ve destekleyicilerinin tahmin etmediği gibi hayal bile edemeyeceği bir titizlikle bu operasyon hazırlanmıştı. Bilhassa operasyonun psikolojik boyutlarının tahlili çok önemli veriler ortaya koyacaktır. Kartal-Pençe operasyonu üzerinde elbet ki çok farklı yorumlar yapılacak. Fakat ben bu operasyonu üç boyutlu operasyon olarak yorumlayabilirim. İstihbarı, stratejik ve psikolojik olmak üzere üç boyuttan ve çok büyük bir titizlik gereken profesyonellikle hazırlandığına inanıyorum.
Çünkü Kartal-Pençe operasyonunun etkisi, tepkisi ve yankıları aynen bu söylediğim hususun doğruluğunu kanıtlıyordu. Aynı anda çoklu savaş uçaklarıyla, çoklu hedeflerin imhası!.. Toplam 81 hedefin vurulması bugüne kadar benzer bir operasyonda görülmemişti. Bu tür operasyonları bugüne kadar ne ABD, ne İsrail ne de başka bir ülke denemişti! Yani, bu şekilde, bu yöntemle, bu mantıkla, bu planla demek istiyorum. Gerçi bu tür operasyonların örnekleri vardı. Çok sayıdaki savaş uçaklarıyla yaptığımız operasyonlar… Daha önceki Sincar operasyonu bir örnektir.
Kartal-Pençe operasyonu ile sadece PKK’ya değil Türkiye’yi düşmanca karşısına almış tüm güçlere karşı da bir mesajdı. Türkiye terörle mücadeledeki kararlığını devam ettirmesi açısından da örnek bir operasyon olarak kabul edebiliriz. ABD, Rusya, İsrail, İran, Yunanistan ve daha birçok ülke Türkiye’nin bu önemli operasyonunu tartışmaya başladı. Çünkü bugüne kadar Türkiye’den böylesi kapsamlı, çok yönlü ve çok odaklı (çok hedefli) bir operasyon görmemişlerdi.
Önce İHA ve SİHA’larımızla neler yaptığımızı zaten bütün dünya bilmekteydi. İlerde TİHA’larımızla neler yapabileceğimizi anlamış olacaklar! Hatta (istihbarat ağımızın güçlü olması ve devletin önemli kurumlarıyla hassas ilişkilerimizden dolayı) az-çok bildiğimiz yeni projelerin olduğu konusu!.. Türkiye boş durmuyor! Artık eski Türkiye yok! Belki dünyada eşi-benzeri olmayan silahlar geliştirmiş olabiliriz!
TSK zaten dünyanın sayılı orduları arasında… TSK’nın gücünü, psikolojisini, hareket kabiliyetini zayıflatmak, itibar kaybına uğratmak ve etkisini zayıflatmak için her yolu zaten denediler. En son FETÖ örneğini devlet ve millet olarak yaşayıp gördük. Ve FETÖ terör örgütü hainlerinin TSK’ya sızmaları neticesinde ordumuzun zayıfladığını söyleyen aklı başında, duayen, önemli yazarlar, akademisyenler şu anda acaba ne düşünüyorlardır?! Bu milletin özüyle/mayasıyla yoğurulmuş bir Ordu asla ve asla zayıflamaz. Tam aksine olaylar ve gelişmeler Ordumuza güç katmıştır. Motivasyonunu yükseltmiştir. FETÖ de öyle yaptı. Ordumuz zayıflamadı tam aksine iyice güçlendi.
Kartal-Pençe operasyonu ile ABD ve Fransa’nın PKK üzerinden yaptıkları planlar daha şimdiden bozuldu. Artık ABD PKK’ya olan desteğini gözden geçirmek zorunda… Aynı şekilde Avrupa ülkeleri de… Kim ki PKK’ya destek veriyor Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararı sonucu şoka uğraşacaktır!
Kartal-Pençe operasyonu PKK’ya aleni veya dolaylı yollardan veren siyasi partileri, sivil toplum örgütleri ve medyadaki sempatizanları da bu operasyonla alacakları mesajı inşallah almışlardır. Kartal-Pençe Operasyonu öyle bir zamanda yapıldı ki!.. Yani, tam zamanıydı!..
Demek istiyorum ki PKK’nın ağır darbeler aldığı, psikolojik travmaya girdiği, ne yapacağını şaşırdığı bir dönemde ABD, Fransa gibi terör örgütü PKK’ya destek veren bazı ülkeler, zayıflayan, yok olmaya yüz tutan, her an dağılma ve parçalanma olasılığı bulunan terör örgütü PKK’ya yeni bir motivasyon, yeni silah ve ekonomik destek ve hatta yeni bir ‘merkezi üs’ planları ile terör örgütünü güçlendirmek, büyütmek için ve bölgedeki dengeleri kontrol altına almak, gidişatı kendi lehlerine çevirmek, Barzani dahil olmak üzere Suriye ve Irak’taki PKK unsurlarını birleştirmek, kaynaştırmak ve yeni bir güç yapmak için planların yapıldığı bir zamanda gerçekleşti bu operasyon.
İşte Kartal-Pençe Operasyonu’na bir de bu açıdan bakılırsa Türkiye’nin ne yapmak istediği aleni bir şekilde görülebilir. Ayrıca bu operasyonla kimlere nasıl bir mesaj vermek istediği de çok iyi anlaşılır. Asıl önemlisi de Kartal-Pençe operasyonu ile Türkiye’nin bölgede ne kadar büyük oynadığının anlaşılmasıdır.”
YORUMLAR