Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ramazan Ercan BİTİKÇİOĞLU

«Türkiye» değil, hindi diyorlardı…

Sene 1963/64. Merhum babam, Hava-Savunma Füzeleri kursu için ABD’de bir yıldır görev yapıyordu. Biraz para biriktirmiş ve ertesi sene merhum annemle birlikte küçük bir yolcu gemisine atlayıp biz de yanına gitmiştik. Çocuğum, daha limanda bir Türk olduğumu isbat ettim gâvura.

Bir polis köprü iskelede kolunu set yapmış, karşımızdaki babamızın yanına gitmemize mani oluyordu. Birkaç hamle yaptım, bacak arasından geçmeyi bile denedim. Sonunda olmadı, adamın kolunu ısırıp koştum babamın kucağına atladım. Ve biraz sonra yapılan anonsta (babamdan dinlemiştik) “çocukları bırakın geçsinler” denilmiş liman müdürlüğünce.

Binaen’aleyh övünmek gibi olmasın, sayemde kardeşlerim ve sair tüm çocuklar koşup yakınlarına kavuşmuşlardı. Türk’e mani olamazsınız, o savaşçıdır, dişiyle tırnağıyla çabalar, bir çocuk da olsa ne yapar eder amacına ulaşır, işte bu kadar…

Fakat daha ilk günlerimizde öğrendik ki, ABD’de Türkiye’yi bilen yok…

Ne okulda öğretmenim ne arkadaşlarım, ne onların velileri Türkiye diye bir ülkeyi tanımıyorlardı. Babam bunlara Türkiye değil, «Turkey» dememiz gerektiğini “yoksa hiç anlamazlar” diyerek söylemişti.

Merhum babam, ayrıca “bu gerizekâlılar Türkiye’nin haritadaki yerini bile gösteremiyorlar, oysa devlet olarak ilk vergilerini ecdadımıza vermişlerdi” diye de bizi bilinçlendiriyor, ezik olmamamızı sağlıyordu. Nur içinde ve mekânı Cennet olsun.

Bu konuyu çocukken pek anlamamıştık aslında. Çok sonlaraları öğrendim ki, III. Selim’in hükümdarlığı döneminde, Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa, ABD ile 5 Eylül 1795’te Türkçe bir antlaşma imzalamış!. ABD’nin Akdeniz’de ticaret yapabilmesi için imzalanan bu antlaşmayla ABD, 29 yıl boyunca Osmanlı’ya vergi ödemişti… Ve ABD’nin tarihte, vergi vermeyi kabul ettiği tek devlet Osmanlı’ydı.

Dikkat!.. Bir beylerbeyimizin haraca bağladığı kıçıkırık Amerika, şimdi süper güç olmuş, başkanları dünya hâkimi gibi konuşuyor ve bizim gibi birçok ülke onlara adı konulmamış vergiler ödüyor, sömürülüyoruz.

Adam olmaz, ecdadına küfredersen, binyıllara uzanan millî kimliğini inkâr edip, mücadele etmez, ezikçe gâvura boyun bükersen, terakki için onlara benzemen gerektiği yalanına kanarsan olacağın budur ey halkım. Neyse, bundan sonrasına bakacağız artık. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki devletimiz nihayet bu ezikliğe karşı bazı güzel adımlar atıyor ve başımızı dik tutuyorlar.

Terör sevici İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmaması yàni bir üye olarak müracaatlarını veto edişimiz, bu adımlardan biridir. Bir diğeri ise yabancı dillerde (ülkelerde resmî konuşma ve yazışmalarda) «Türkiye» adının kullanımı kararı alındı ve NATO dahil tüm dünya ülkelerine bu kararımız resmî olarak da duyuruldu. Artık İngilizce’de hindi anlamına gelen «turkey» ülkemiz adı olarak kullanılamayacak.

Bendeniz ilkokul 2. Sınıfı ABD’de okudum. Ağabeyim ise 5. Sınıfı okumuştu. Daha dört sene kalacaktık fakat «Johnson Mektubu» ile[1] Türkiye – ABD ilişkileri bozuldu ve babamları geri çekti devletimiz.

Neyse, bendeniz ilk günden ABD’ye Türk’ü tanıtan bir çocuk olarak arkadaşlarımın “Turkey, turkey glu glu” şeklinde dalga geçmeleri yüzünden çok kavga ettim okul ve mahalle arkadaşlarımla. Türkiye diye bir ülkeyi tanımıyorlar ama «Turkey» deyince hindi taklidi yapıyorlardı…

Geldiğimiz noktayı idrâk edelim diye anlatıyorum bunları. Mahallede bir Kızılderili arkadaşım vardı. Aslında onlar zavallı idiler. Hem kabul edilmiyor hem de her fırsatta darbe yiyorlardı. Çocuk birgün benden bisikletimi istedi vermedim. Kavga sebebimiz oldu.

Çocuğu yatırıp yerdeki çamurları ağzına tıkmıştım hiç unutmuyorum. Sonra babası bunu babama şikayet etmiş, babam da bunu yüksek sesle bağıra bağıra kovalayınca mahallenin ırkçı Amerikalıları polis çağırmışlardı. Polis geldi, babama hiçbir şey sormadan zavallı adamcağızı karga tulumba alıp karakola götürdü.

Babam vaziyeti anlamış hemen arabasına atlayıp o da karakola gitmiş. Eğer zamanında yetişmese imiş, adamcağıza bir kamyon dayak atacak ve zavallıyı bu bahane ile mahvedeceklermiş.

Bu kavgam sonunda hem kızılderili çocukla daha iyi dost olmuş, hem de mahalleye insànlık dersi vermiştik. Hepsi zamanla bizi takdir de ettiler. Çok iyi komşuluk ilişkilerimiz gelişti.

Sonuç: ABD dediğiniz ülke yahut devlet, topraklarını yerli Kızılderililerden zorla almış, Afrika’lardan yarısını yollarda telef ederek getirip bedava çalıştırdığı zenci kölelerle kalkınmış, yurtiçi tarihinde Kuzeyli-Güneyli savaşından başka bir haltı olmayan, Vietnam’dan Afganistan’a, Irak’a ve nihayet güneyimizde PKK destekçiliğine kadar sürü sepet sabıkası olan bir zalim devlettir.

Süper güçmüş. Tüküreyim onların süperliğine… Artık inşá’allah biz onlara glu glu diyelim. Öyle hamleler yapalım ki, geleceğin süper gücü yeniden biz olalım… ecdadımız Osmanlı gibi fakat.

Sömürmeyen, bilakis nereden bir mazlûm feryadı yükselirse oraya gidip zalimlerin haddini bildiren bir Kerim Devlet olalım. Haydi inşá’allah, neden olmasın ey halkım?

Bendeniz ne iktidar yalakasıyım, ne din düşmanlığı yüzünden iktidara körü körüne saldıranlardanım háşa. Bendeniz âdil olalım diyorum, bu iktidarı mumla aratacak zalimlere yüz vermeyelim diyorum. 07.06.2022

—————————————–
[1] Johnson Mektubu, ABD başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye başbakanı İsmet İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla yazılmış mektuptu. Mektup, ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan ilk gerilimdi. Mektup kamuoyunda resmen 1966’da yayınlanmıştır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER