Bir kış gecesi, Nasreddin Hoca merhum, Yatsı namazından gelip henüz yatağına uzanmıştı ki, sokaktan bir patırtı, gürültü, velvele işitir.
Hoca pencereden bakar, adamlara seslenir ancak oralı olmazlar. Bir kötülük cerayan etmesin diye (hava da oldukça soğuk olduğundan) yeni diktirdiği güzelim yorganı sırtına bürünüp sokağa çıkar.
Kavga edenlerin arasına girip ayırmak ister. Herifler hocanın yorganını kapıp kaçarlar. Tuzağa düştüğünü anlayan merhum, çaresiz eve girer.
Karısı da telaş etmiştir, sorar. “Hoca Efendi, ne kavgasıymış o? Sen vardın hallettin herhalde, sesleri kesildi.” Hoca acı bir tebessümle hadiseyi bilgece hülasa eder: “Sorma hatun, sorma… Yorgan gitti, dâva (kavga) bitti” der.
Kıssadan hisse değil belki ama ben de “(bizde) liderler gider dâva biter…” diyorum.
* * *
Müteveffa Ecevit ve Demirel’in siyasî ikbal dışında bir dâvası yoktu.
Merhum Erbakan hoca ve Türkeş’in dâvaları vardı. Lâkin Türkeş’in dâvası Türkiye’nin dâvası olacak hacimde değildi. Kafatasçıydı, belirli bir zümreye hitap ediyor, milleti bölüyordu.
Erbakan hoca merhum, dâva sahibiydi. Fakat (Allah taksiratını afvetsin) dâvanın çilesine talip olamadı. Demirel ve Ecevit arasında kâh ciddîyetten uzak, kâh siyasî ikbal ciheti ağır basan bir çizgide yürüdü.
Yerine birini bırakmak istemedi. Recep Tayyip Erdoğan o yeri kendisi kaptı, ona da demediğini bırakmadı hoca…
Adeta Türkiye’nin kaderiydi bu durum. Türkiye’de insànlar fikir ve dâva aşkına (uğruna) değil, lider karizması büyüsüyle toplanıyorlardı.
Böyle olunca da her şey liderin iki dudağı arasında gelişiyordu. O ne derse oydu. Üst kadrodan tabana kimsenin itiraz etme lüksü yoktu. (Gençliğimde müteveffa A. E. haini bizi yedi bitirdi, uyananları aforoz ettirdi.)
Bugün bazıları CB Erdoğan’ın tek adam liderliği için despot, oligark, diktatör falan diyorlar, kendi cenahlarında durum farklıymış gibi.
Yahu şu halinize bir bakın; yıllardır “çıkmış yenilmiş, çıkmış yenilmiş, yenilmiş de yenilmiş” ama «bay müdür» ya da «bay Kemal» koltuğa çivili. Gücünüz yetiyorsa, samimi iseniz indirin de görelim.
Türkiye’de sağda da solda da vaziyet aynı. Lider ölür veya giderse o parti de ölür. Hattâ kimi tarikat ve cemaatlerde bile durum böyledir. Cübbeli Ahmet olayına bakınız yeter.
Devlet Bahçeli bir istisna gibi dursa da, başta söylediğim gibi kayda değer bir dâvanın isimleri değiller. Erbakan sonrası Refah Partisi, Özal sonrası ANAP yok oldu. Demirel sonrası AP ve devamındaki DYP kayboldu. (Tabelâlar dâva değildir, onu ileri sürmesin kimse.)
Yarın bir gün Recep Tayyip Erdoğan ölür veya çekilirse (o da yerine birini yetiştirmedi) Ak Parti diye bir şey kalmayacak. Yorgan gitti kavga bitti, karizma gitti dâva bitti.
Gerçek demokrasi ya da Batı’lı mánâda kıstasları olan demokrasi bizim için lüks. Biz han, hakan, padişah, hünkâr, örfî idare geleneğinden geliyoruz. Bizde lider çobandır, sürüyü o güder. Çobanlık (demokrasi olsa da) hak, yàni bir gerçeklik. Ancak çobanların sürüyü helâk etmemesi için kontrol edilmeleri gerekir. Hataları söylenebilmelidir.
Kitle şark âleminde çoğu kez hakka «sürü» gibidir. Bu durum ise dinimiz İslâm’ın (háşa sümme háşa) icabı değil, İslâm’ı yanlış yorumlamanın, Ehl-i Sünnet yolundan sapmanın sonucudur.
Şura’yı devlet, meşveret olmayınca lider sultası olur. Birileri de mücadeleyi, dâvayı bir kenara koyar, “böyle gelmiş böyle gider” der işin içinden çıkar… 30.07.2022
YORUMLAR