BAŞKENT POSTASI YAZARLARI MERCEK ALTINDA 3: AHMET YAŞAR ZENGİN

Ara 2, 2025 - 09:33
BAŞKENT POSTASI YAZARLARI MERCEK ALTINDA 3: AHMET YAŞAR ZENGİN

Değerli Okuyucularım, 9 Kasım 2025 tarihinde başlattığımız “Başkent Postası Mercek Altında” yazı dizimize ilk hafta Mehmet Çatakçı ile başlatmıştık. İkinci hafta ise Nusret Kebapçı’nın yazıları üzerinde durduk. Şimdi de yazarımız Ahmet Yaşar Zengin’in yazılarını mercek altına alacağız. Yine bir hatırlatma yapmak istiyorum: “MERCEK ALTINDA” deyimi kesinlikle yanlış anlaşılmasın. Mercek Altında demek bir kişiyi, bir konuyu, bir olayı, bir durumu titiz, dikkatli ve ayrıntılı/detaylı bir şekilde araştırmak anlamına gelmektedir. Daha önce de belirttiğim gibi amacımız, yazarlarımızın düşünce, fikir ve görüşleri birbirinden farklı da olsa birbirlerini tanımaları, birbirlerinin yazılarını okumaları ve aralarında bir kaynaşmaya/dayanışma oluşturmak. Aynı zamanda burada belki de ilk defa bahsediyorum: benim yaptığım yazarın düşünce denizine girerek birlikte kulaç atmak gibi bir şey! Yani yazarın düşünce dünyasında gezinirken yakaladığım ipuçlarından yola çıkarak yeni tespitler yapmak da diyebilirim! Bilmiyorum Türkiye’de veya dünyada başka bir yazar bu şekilde yapıyor mu?! Bu analiz/yorumlama şekli, 45 yıllık gazetecilik ve yazarlık hayatımın bana kazandırmış olduğu bir düşünme ve yazma tarzıdır. Kısaca bunu izah ettikten sonra “Başkent Postası Yazarları Mercek Altında” yazı dizimizde değerli yazarımız Ahmet Yaşar Zengin’in yazılarını mercek altına alarak analiz etmeye çalışacağız.

2 Ocak 2025 tarihli “Vatandaşın Devlete Mesajı” başlığı altında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, PKK/YPG/PYD terör örgütü konusunda vatandaşımızın iktidara ve muhalefete vermek istediği mesajı konu edinmiş. Yazıda, terör örgütü PKK/YPG/PYD’nin Kürt vatandaşlarımızı temsil etmediği, İmralı mesajının muğlak ve tereddüt içerdiği, yumuşak diplomatik bir dil dışında herhangi bir zihniyet değişikliğine gidilmediği, devletle pazarlık yapmaya kalkıştıkları ve hatta metnin tartışmalı ve kafa karıştırıcı olduğunu ifade ediyor. Aynı zamanda terör örgütü PKK/YPG/PYD ‘nin Kürt vatandaşlarımızı asla temsil edemeyeceği vurgusu yapılarak vatandaşlarımızın iktidara ve muhalefete bu konuda baskı yapmaları isteniyor. Ahmet Yaşar Zengin’in İmralı’ya, vermiş olduğu mesaja ve PKK/YPG/PYD’ye bakışı böyle. Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin’in düşüncelerine katılmakla birlikte diyoruz ki olaylara ve gelişmelere küresel ölçekte derinlemesine bakıldığı zaman devletin ne yaptığını çok iyi bildiği ve doğru yaptığı da ortaya çıkıyor.

5 Ocak 2025 tarihli “Teröre Karşı Ortak Dil” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin, DEM Partisi’nin İmralı’ya gitmeden önce terör örgütünün Kürt vatandaşlarımızı temsil etmediği açıklamasını yapmış olsaydı durum daha farklı olacaktı. Böyle bir konunun gündeme getirilmesinin altında gerçekleri yansıtmayan iki farklı görüşün yattığı (iktidarın erken seçim arayışı ve Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı adayı gösterileceği ) belirtiliyor. Zengin, yazısında iktidarın böyle bir şeye ihtiyacı olmadığını, istediği zaman erken seçime gidebileceğini ve terörü yok etme konusunda samimi olduğunu ifade ediyor. Terörü sonlandırmada devlet samimiyetine vurgu yaparak geçmişte Kürt vatandaşlarımızın kültürel haklarının verildiği hatırlatıyor. Ve yazarımız sözü getiriyor İmralı mı Kandil mi güçlü sorusuna?! Cevabı zaten terör örgütünün silahları bırakması, kendisini fesh etmesi ve teslim olmasıyla alınmış olacak!

12 Ocak 2025 tarihli “Yap-İşlet-Devret Modeli” başlıklı yazısında yazarımız, devletin şirkete garanti vermesi izah ederek ekonomiden anlayanın da anlamayanın da konuştuğunu belirtiyor. Ve araştırmacı-yazar Murat Akgül ile yapmış olduğu söyleşi üzerinde yoğunlaşıyor. YİD modeline göre özel sektörün projeyi gerçekleştirebilmesi için finansman, işletme hakkı, altyapı ve devlete teslim… Yap-İşlet Devlet modelinde devletin karı ise KDV, Stopaj, SGK, Vergi ile şirket daha başlangıçta işin yüzde 20’sini devlete vermiş oluyor. Tabi ki şirketin işi bitirebilmesi için devletin garanti vermesi gerekiyor. Çanakkale köprüsü örnek verilerek işin bitirilebilmesi için önce devlet garantisi, sonra şirketin ihaleyi alarak ihtiyaç olan krediyi bulması lazım. Şirket devlete malzeme ve işçi stopaj vergisi, SGK primi, diğer vergi primleri ve dolaylı vergiler ödüyor. Devletin karına gelince vergi gelirleri düşürüldüğü için devletin kasasından para çıkmıyor. Sonunda şirket, köprüyü işletme süresi bitince devlete geri iade etmiş alacak, bölge halkı kalkınacak, bölgede sanayi tesisleri kurulacak ve bu sanayi tesislerinden devlet vergi alacak, döviz tasarrufu sağlayacak. Köprü şirket tarafından işletilmeye başladıktan sonra devletin kasasına girecek vergiler var. Şayet köprü yapılmamış olmasaydı devletin böyle bir geliri olmayacaktı. Ahmet Yaşar Zengin bu yazısıyla Yap-İşlet-Devret modelini halkın anlayacağı bir dilden izah etmeye çalışmış.

15 Ocak 2025 tarihli “Devlet, Diyarbakır’dan Terör Örgütlerine” başlıklı yazısında yazarımız Zengin, halkın devlete ne demek istediği konusunda terör örgütünün devletle pazarlık yapmamasını, silah bırakmasını ve devlete teslim olmasını istediğini hatırlatıyor. Aynı zamanda halkımızın böyle bir iktidar ve böyle bir muhalefet istediğini de dipnot olarak düşüyor. Ahmet Yaşar Zengin’in bu fikrine bizler de katılıyoruz. Terörsüz Türkiye için terör örgütü Suriye ve Irak’ta da Türkiye’yi tehdit eden bir unsur olmaktan çıkmalı ve Suriye’nin toprak bütünlüğü, Ortadoğu’da kardeşlik ve Kürt vatandaşları üzerindeki asılsız ve çarpık vesayet anlayışının sona ermeli. DEM, Türkiye Partisi olmalı. Cumhurbaşkanı Erdoğan(iktidar) Devlet Bahçeli (ittifak), bazı siyasi partiler ve halkımız da böyle istiyor. Çünkü terör örgütü PKK/YPG/PYD bugüne kadar Emperyalist ve Siyonist güçlerin desteği ile ayakta kaldı. Önceki Suriye rejimi, ABD ve İsrail desteği ile nefes-alıp verdi.  Yazarımız Türk, Kürt ve Arap kardeşliği ve birlikteliği konusunda Selçuklu ve Osmanlı’yı örnek veriyor. Kudüs/Selahaddin Eyyubi, Suriye/Şam Nurettin Zengi, Malazgirt/Alparslan, Çaldıran/Yavuz… Ayrıca Mohaç, Kosava, Sarıkamış, İstanbul’un Fethi, Çanakkale, İstiklal Mücadelesi ki KURTULUŞ SAVAŞI’nda Türk, Kürt ve Arap ayırımı yoktu. Bütün cephelerde birlikte savaşıldı, birlikte şehit ve gazi olundu. Türkiye artık Ortadoğu barışı ve kardeşliği sağlayacak en güçlü ülkedir. Ahmet Yaşar Zengin yazısının başında ve sonundaki cümlesi gerçekten muhteşem: “ TERÖR konusunda devlete destek vermek farz-ı ayındır.”

22 Ocak 2025 tarihli “DEM Partisinin Grup Toplantısı” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin, DEM Partisi ile muhalefetteki Atatürkçü ve Milliyetçi partilerin PKK/YPG/PYD’ye terör örgütü demediklerini, T.C. Devleti’nin Suriye’de barış getirecek demediklerini belirterek terör örgütünün Kürt vatandaşlarımızı temsil etmediğini ifade ediyor. Ayrıca Türkiye gündeminin iki sorunu olan ekonomi ve terör konusuna açıklık getiriyor. Terörsüz Türkiye için terör örgütünün silahı bırakarak devlete teslim olması ve Suriye’de toprak bütünlüğünün sağlanması mesajı! Yazarımız iktidarın bu açıklamalarından müsterih olsa da yine de temkinli olduğunu ifade ediyor. DEM Partisinin meclisteki konuşmasından bahsederken Türkiye aleyhine bazı olumsuz beyanları tırnak içine almış. DEM’in barışa katkı sağlayacak konuları gündeme getirmediğini belirtmiş. Muhalefetteki Atatürkçü ve Milliyetçi partilerin konuşmalarının tümünün ekonomi ve kayyum üzerine olduğunu ifade etmiş. Onların da PKK/YPG/PYD için terör örgütü diyemediklerini, terör örgütünün Kürt vatandaşlarımızı temsil etmediğini, silah bırakarak teslim olmaları konusunda da hiçbir şey yapmadıklarını ve T.C. Devleti’nin Suriye’de barış getireceği hususunda da herhangi bir açıklama yapmadıklarını belirtiyor.

30 Ocak 2025 tarihli “Taksim Platformu” başlıklı yazısında, terör örgütü ile ilgili daha önce ifade etmiş olduğu terör örgütünün neler yapması gerektiğini hatırlatırken bazı temennilerde de bulunuyor. Terör örgütünün Kürt vatandaşlarımızı temsil etmediği, Kürt-Türk kardeşliği ve Suriye’de barışın sağlanması konusunda açıklamalar yapılması gerektiği konusu ile birlikte bazı ifadeleriyle Ortadoğu’da barışın gelmesi, Türkiye ve Suriye toplumlarının barış ve huzur içinde yaşamasına vurgu yapıyor. Muhalefetten bu konularda yapıcı/olumlu cümleler duymadığını, kelime oyunları yaparak halkı kandırdıklarını açık bir ifade ile dile getiriyor. Gezi Parkı olayları üzerine birkaç örnek veriyor. Yazarımız Taksim Platformu’nda katılımcılardan terör örgütü PKK/YPG/PYD için silah bırakmaları, devlete teslim olmaları, terör örgütünün Kürt vatandaşlarımızı temsil etmediği, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterdikleri ve bölgede terör istemedikleri yönünde açıklamalar yapmalarını beklediğini belirterek çok iyi niyetli temennilerde bulunmuştu!

1 Şubat 2025 tarihli “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz Demişlerdi…” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin, Atatürk’ün askerlerine “Düşman karşısında ölmeyi emrediyorum”  sözünü hatırlatarak terör örgütü PKK/YPG/PYD’nin devlet düşmanı olduğunu ifade ediyor. Sonra’da Uğur Mumcu’nun “Bankayı soyanlar kar maskesi, ülkeyi soyanlar Atatürk maskesi taktılar” sözünden yola çıkarak yakın tarihimizle ilgili teknolojik gelişmeleri, kurulan uçak ve silah fabrikalarımızı örnek veriyor.  Ayrıca Şeyh Sait isyanı, Balkan Paktı ve Sadabat Paktı’ndan bahsediyor. Bu yazıda benim dikkatimi çeken Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937’de söylemiş olduğu “İslam’ın mukaddes belgelerini gayri Müslimlerin ele geçirmesine müsaade etmeyeceğiz” sözüdür! Bugünün Atatürkçüleri, ulusalcıları sadece bu söz üzerine düşünseler bela ibretlik ders çıkartırlar! Ve 1960 ve 2025 yılları arasında gerçekleşen askeri darbeler ve muhtıralar… Ve 15 Temmuz darbe teşebbüsü: bu konuyu izah etmememe gerek yok 7’den 70’e zaten terör örgütü FETÖ gerçeğini herkes biliyor. Yazarımızın asıl dikkat çekmek istediği hususlar tarihte yaşanan tüm askeri darbe ve muhtıralar dahil olmak üzere FETÖ terör örgütüne destek verenlerin aynı zamanda geçmişte uçak ve silah fabrikalarını kapatanların, Şeyh Sait isyanını kışkırtanların, Balkan Paktını ve Sadabat Paktını lağv edenlerin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937’de “İslam’ın mukaddes belgelerini gayri Müslimlerin ele geçirmesine müsaade etmeyeceğiz” cümlesinin yazılı olduğu kitabı yasaklayanların ve  PKK/YPG/PYD ve FETÖ terör örgütlerine aleni ve gizli destek verenlerin de aynı zihniyetin mensupları olduklarıdır!..

16 Şubat 2025 tarihli “Vatan Partisinin Tavrı Net” başlıklı yazısında yazarımız, başta İYİ Parti olmak üzere diğer Milliyetçi ve Atatürkçü ve Sol partilerin terör örgütü PKK/YPG/PYD’ye  karşı Vatan Partisi kadar net açık bir tavır koyamadıklarını izah ediyor. Vatan Partisi’nin bir kahvaltı davetine katılan yazarımız, kendisine yöneltilen terör örgütü PKK/YPG ile ilgili bir soruya iktidar ve müttefikinin PKK/YPG konusunda terör örgütü olduğunu açıkça ifade etmelerine rağmen ana muhalefet ve bazı Atatürkçü, Milliyetçi, Ulusalcı ve Sol partilerin tam aksi yönde terör örgütünü meşrulaştırmaya çalıştıkları cevabını veriyor.  Muhalefetteki bazı Atatürkçü Sol ve Milliyetçi partilerin DEM ve HDP’ye destek vermeleri, PKK/YPG’ye terör örgütü diyememeleri, Türkiye’nin Suriye ve Kuzey Irak askeri operasyonları yönelik tavırları, Türk askerine “İt Sürüleri” sözü karşısında sessiz kalmalarını sorguluyor. Ve bu konuda Vatan Partisi’nin düşünce ve tavırlarını Beykoz Vatan Partisi ilçe başkanı E. Yarbay Hakan Ekiz maddeler halinde cevap veriyor.  Vatan Partisi, PKK/YPG’ye terör örgütü diyebiliyor, Mustafa Kemal’in Askerlerine “it sürüleri” diyen malum kişiyi ve Atatürk’e hakaret edenleri kınayabiliyor, ABD ve İsrail’in terör örgütüne vermiş olduğu desteği açık bir şekilde dile getirebiliyor, terör örgütüne yönelik devletin askeri operasyonlarına destek verebiliyor. İşte Vatan Partisi ile diğer kendilerini Atatürkçü, Ulusalcı ve Milliyetçi zanneden siyasi partiler arasındaki fark budur!..

19 Şubat 2025 tarihli “İktidarın Denetim Zafiyeti” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin daha önceki yazılarında terörle mücadele konusunda başarılarını takdir ederken bu sefer şu andaki mevcut iktidarın zafiyetlerinden bahsederek Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılara değiniyor. Birbiri arkasına gelen astronomik zamlar ve kira artışları, halkın alım gücü zayıflığı, emekli maaşlarının düşüklüğü, asgari ücret vs. diğer ekonomik sorunlar üzerinde duruyor.  Ayrıca asgari ücretle çalışan ve düşük dereceden emekli olanları, sıkıntıya sokan durumlardan, fiyatların aşırı derecede oluşmasının nedenlerinden ve tüm bu sorunlar karşısında iktidarın neler yapması gerektiğini örnekler vererek iktidarın tüm bu konulardaki zaaflarına neşter atıyor.

22 Şubat 2025 tarihli “Terörün Takadı Kalmadı” başlık yazısında yazarımız, Vatan Partisi ve BBP’nin terörle mücadele konusunda hükümetin yanında olduklarını belirterek aynı desteğin diğer Atatürkçü ve Milliyetçi siyasi partilerden de beklediği temennisinde bulunuyor. Terörü köküyle birlikte kazımak ve sonlandırmak için yazılarında çok sıkça bahsettiği terör örgütlerinin silah bırakması, devlete teslim olması, Suriye’nin toprak bütünlüğünü tanıması, terör örgütüyle pazarlık yapılmaması hususunu ısrarlı bir şekilde tekrar hatırlatıyor. Terörün dayanma gücünün kalmamasına rağmen terör sorunun devam ettiğinin altını çiziyor. Ayrıca küresel güçlerin muhtemel pazarlık yapmasına dikkat çeker DEM Partisi’nin sorunu çözmek istemediğine vurgu yapıyor. Ve 2002 yılında ABD’nin yapmış olduğu Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesine karşılık İran’dan alınacak Güney Azerbaycan teklifinden bahsediyor. Böyle bir teklifi Türkiye’nin asla ve asla kabul etmeyeceğinin de altını çiziyor. Ve yazısının sonunda Vatan Partisi ve Büyük Birlik Partisi’nin bu konularda yapmış olduğu açıklamalara değiniyor.

24 Şubat 2025 tarihli “AK Parti Kongresinde Pazarlık Yoktur Mesajı” başlıklı yazısında yazarımız, AK Parti Kongresi’ni Beykoz’un bir köyünde köylülerle birlikte TV’den izlediğini anlatıyor. Sohbet esnasında köylülerin siyasilere çok kızgın olduklarını öğreniyor. Sebebi İYİ Parti ve CHP siyasetçileri köye gelmişler ne yapacaklarını anlatmadan iktidarın olumsuz yönlerini anlatarak çekip gitmişler. Ve seçimlerde de hiçbir siyasetçi köye uğramamış. Köylülerin ülke siyasetini çok yakından takip ettiklerini, kimin ne kadar ciddi ve samimi olduğunu bildiklerini izah ederken köylülerin siyasetçileri PKK/YPG’ye terör örgütü diyenler ve demeyenler olarak ikiye ayırmış olduklarını belirtiyor. Köylülerle sohbet ederken terör örgütü ile ilgili sormuş olduğu sorulara her birinin duyarlı olduğunu ve bazıları anılarını anlatarak PKK/YPG terör örgütünün ne lanet bir örgüt olduğunu belirttiğini ifade ediyor. Köy kahvesinde bazı köylülerin AK Parti ve MHP’yi terör örgütü ile pazarlık yaptıklarını, terör örgütü elebaşı APO’nun serbest bırakılacağını ifade etmeleri farklı bir yaklaşımdı! Demek ki onlar öyle inanıyorlar. Öyle inanmalarının sebebi kirli propaganda, yalan, asılsız ve asparagas haberler ve sosyal medyadaki AK Parti ve MHP düşmanlığının sonuçları olsa gerek. Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, son olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devletin sahada güçlü olduğunu ve terör örgütü ile asla pazarlık yapmayacağını ifade etmesi ile yazısını tamamlıyor.

28 Şubat 2025 tarihli “Havaya Girmeyin, Sonucu Görelim” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, TBMM heyetinin İmralı yolculuğunu ve terör örgütü elebaşıyla görüşmelerin sonucuyla ilgili olarak “bekleyip göreceğiz” şimdiden“ havaya girmeyelim” diyerek gelecek çağrının bir dönemeç olarak önemli olduğunun altını çiziyor. Fakat barış için atılacak her adımın karmaşık ve birçok zorlu dengeyi içerdiğini ifade ediyor. Terör örgütünün kendisini fesh etmesini herhangi bir şart sürmeden “gönüllü” kelimesinden anlıyoruz! Yazısında terör örgütünün ‘olumlu cevabına’ Avrupa yapısının tepkisini de merak ediliyor! Yazarımız Zengin, Kandil-İmralı, Suriye ve Irak’ta petrol, doğal gaz vs. ile birlikte uyuşturucudan elde edilecek gelir kaynaklarını, İmralı’nın olumlu çağrısı karşısında BATI ne yapacağını ve İmralı çağrısı yeterli olup-olmayacağını  da ayrıca sorguluyor!.. Her türlü ihtimalin göze alınması gerektiği üzerinde durarak sonucun olumlu olmasının önemli bir kilometre taşı olabileceğinin altını çiziyor. Yazısının sonunda bölgenin geleceği ile ilgili düşüncelerini açıklayayarak barışın yalnızca Türkiye’nin değil bölgenin geleceği için bir fırsat olabileceğini ve bu konuda Avrupa’nın tavrının önemini belirterek, bu yolculuğun umut verici olmasını temenni ediyor.

2 Mart 2025 tarihli “Terör Örgütlerinin Artık Bahanesi Kalmadı” yazısında Ahmet Yaşar Zengin, terör örgütünün artık hiçbir bahanesinin kalmadığını belirterek devletin terörsüz Türkiye ve Demokratik Uzlaşma için gereğini yapacağının altını çiziyor. Son 40 yıl içinde Türkiye’nin çok büyük bedeller ödediğine değiniyor. 40 yıl içinde binlerce can ve 2 trilyon dolar ekonomik kayıptan söz ediyor. Yazarımız, terör sorunu sonuca ulaşırsa terör örgütü üyesi olup da teröre bulaşmayan Kürt vatandaşlarımızın artık kimliklere saygı, kendini özgürce ifade edebilme ve demokratik anlamda örgütlenme yolunun açılacağına vurgu yapıyor. Bu konuda Almanya’da yaşayan 1 milyonun üzerindeki vatandaşlarımızdan bahsederek Almanya’yı örnek gösteriyor. Türkiye’de ise demokratik uzlaşmanın zaten var olduğunu, Kürt vatandaşlarımızın diğer vatandaşlarımız gibi tüm demokratik haklardan yararlandığını ifade ederek asıl sorunun ‘Kürt Sorunu’ değil ‘Terör Sorunu’ olduğu belirtiyor.

10 Mart 2025 tarihli “Hilekâr Marangoz” başlıklı yazısında yazarımız, ibretlik bir marangoz hikayesini anlatıyor. Bu konuyu yorumsuz bir şekilde tırnak içinde yazarımızın anlatımına bırakıyorum. “Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işimden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Müteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti! İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye." Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı?”

12 Mart 2025 tarihli “15 Temmuz ve Suriye'nin Bölünme Senaryosu” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, Suriye’den bahsederek Lazkiye ve Tartus’un önemine vurgu yaparak Hatay’ın işgalini hatırlatıyor! Bu konunun (tuhaf da olsa!) 15 Temmuz ile ne alakası var diyoruz?! Yazarımız, Lazkiye ve Tartus’un tarihi ve coğrafi önemini tarihten örnekler vererek izah ediyor. Aynı şekilde Suriye’nin bölünmesi gerçeklerini de izah ediyor. Ve sözü getiriyor 15 Temmuz ve Suriye'nin Bölünme Senaryosuna…  Yine bu hususta yorum yapmadan yazarımızın ifadelerine bırakıyorum. “15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı, çok daha farklı bir dünya düzeniyle karşı karşıya olabilirdik. 15 Temmuz darbe teşebbüsünde başarılı olunsaydı, İstanbul’un Avrupa yakası, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri, Birleşmiş Milletler ’in denetimine verilecekti.Suriye’de operasyon başarılı olsaydı, Lazkiye ve Tartus bölgeleri, Birleşmiş Milletler ‘in denetimine verilecekti ve bölünmüş bir Suriye inşa edilecekti. Lazkiye ve Tartus ’un stratejik önemi, Türkiye için büyük bir tehdit oluşturuyor. Hatay’ın işgali ile Lazkiye ve Tartus ’un işgali arasında hiçbir fark yoktur.”

22 Mart 2025 tarihli “Sokak Provokasyonu Yakışmadı” başlıklı yazısında yazarımız, Ekrem İmamoğlu ile ilgili iddialar, mahkeme süreci, soruşturmalar vs. sebepleriyle sokak provokasyonlarına dikkat çekerek “Hukuk ile demokrasiyi, adalet ile sandığı, milli iradeyle mülkün temelini çatıştıracak şekilde eylemlerde bulunmak şiddeti artırır, istikrarsızlığa neden olur.” diyerek sokaklar insanı haklı çıkarmadığını belirtiyor. Karar verilebilmesi için daha ortada sağlıklı bilgi ve belgenin olmadığını ifade ederek Ekrem İmamoğlu’nun ‘diploma’ konusunun içeriğini izah ediyor.  İBB soruşturması ve gelişmeleri üzerinde duruyor. Olayların ve gelişmelerin bu hale gelmesi CHP itirafçılarından kaynaklandığına vurgu yapıyor. Yargıyı etkilemeye çalışan medya gruplarından bahsediyor. Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı ile ilgili kararına değiniyor. Yazarımızın son sözü “Demokratik mücadele haktır ve  CHP’ye demokratik mücadele yapmak yakışır…”

3 Nisan 2025 tarihli “Resneli Niyazi Olayı ve Tarihten Alınacak Dersler” başlıklı yazısında yazarımız bir olayı irdeleyerek bu sefer tarihten ışık tutmaya çalışıyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşunu, Abdülhamid’e karşı öğrenci isyanlarını, Fransa/Paris’teki Jön Türkleri üzerinde dururken ülkenin bölünebileceği, sömürge altına alınabileceği ve iş savaş çıkabileceği iddialarını masaya yatırıyor. Asıl konu Resneli Niyazi’nin ihaneti! Resneli Niyazi bir Osmanlı Paşası ve İttihat Terakki Cemiyeti üyesidir. 1906-1908 yılları arasında Bulgar teröristleri Osmanlı’ya isyan etmesine karşı isyanı bastırmak için Osmanlı Resneli Niyazi Paşa’yı görevlendirmiş. Fakat Resneli Niyazi elindeki Osmanlı askerleri ile birlikte dağa çıkıp teröristlere katılmış. Sebebi Abdülhamid’in başarısız gösterilmesi ve iktidarın İttihat ve Terakki’ye bırakılması… Yazarımız yazısında Atatürk, Çerkez Ethem ve Resneli Niyazi arasındaki paradigmadan bahsediyor! Çerkez Ethem de aynen Resneli Niyazi gibi isyancıdır! Resneli Niyazi Paşa Osmanlıya, Çerkez Ethem de Atatürk’e isyan etmiştir. Zaten Ahmet Yaşar Zengin bu isyanların içeriğini özetlemiştir. Bizim asıl dikkatimizi çeken yazarımızın bu isyanlar ve isyancıları örnek göstererek günümüzdeki olaylara ve gelişmeye ışık tutmaya çalışmasıdır. Yani, yıllar önce terör örgütü PKK’nın devlete karşı isyan amaçlı kuruluşu ve başındaki lideri Abdullah Öcalan’ın geçmişte yaptıkları ve günümüzde aynı paralelde sadece politik söylemleriyle yine devlete karşı isyancı düşünceleriyle saldıran kendilerini Atatürkçü, Milliyetçi ve Ulusalcı kabil eden siyasi partiler ve aktörleridir. Teröre bulaşmasalar da terör örgütlerine destek vermelerini bir türlü anlayabilmiş değiliz!

13 Nisan 2025 tarihli “Devlet ile Kavga Değil, Devleti Anlamak” yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, son günlerde devletin başlatmış olduğu yolsuzluk ve terör bağlantılı soruşturmalar yüzünden halkın gerçek sorunlarını unutulduğunu belirterek devletle kavga değil devleti anlamak gerektiğine vurgu yapıyor. Zengin, son günlerdeki olaylar ve gelişmelerle üzerine ciddi iddiaları ilgilendiren belgelerin bugüne kadar neden paylaşılmadığını, şikayetçilerin ve tanıkların aynı siyasi partiden olmalarını ve bu durumun tesadüf mü yoksa bilinçli bir tercih mi olduğunu sorguluyor. Gizli Tanık hususunun artık algı unsuru haline geldiğini, gizli tanık üzerinden ifade üretmenin davalara ve adalete zarar verdiğini belirtiyor. 1990 ülkenin ekonomik gidişatıyla ilgili Özel döneminde Cumhurbaşkanı Demirel’den ve 2008’de de hükümetle iyi geçinen Özkök Paşa’dan örnek veriyor. Yani, demokrasiye müdahale edilemeyeceği, devletle kavganın bir sonuç getirmeyeceği hatırlatılıyor ve devlete güvenilmesi gerektiği belirtiliyordu. Zaten Zengin yazısının sonunda gerekli mesajı vermiş: “Hukuka güvenmek, toplumsal barışın ve devlet ciddiyetinin temelidir.”

30 Nisan 2025 tarihli “Anayasal Çerçevede Özgürlük, Güvenlik ve Ekonomi” başlıklı yazısında yazarımız, Anayasal düzen içinde özgürlük ve güvenlik arasında hassas dengeden bahsediyor ve devletin ne olduğu ve kimleri kapsadığı konusuna açıklık getiriyor. Anayasanın 12. ve 13 maddelerine göre hiçbir özgürlük sınırsız değildir. Bireylerin hak ve özgürlükleri, başkalarının hakkının başladığı yerde sona erer… Tam da bu nedenle, anayasal düzen içinde özgürlük ile güvenlik arasında hassas bir denge kurulması gerekir. Ayrıca vatandaşların protesto hakkı ve hukuki sınırlarını Anayasa maddelerinden örnek vererek izah ediyor. Sonra da sokak olaylarında ve protestolarda suç teşkil eden Türk Ceza Kanunu maddelerini hatırlatıyor. Ekonomik istikrar ve toplumsal güvenden bahsederek toplumsal olayların sadece güvenliği değil ekonomiyi de etkilediğini belirtiyor. Ve yerli ürün boykotları ve ekonomik sorumlulukları üzerinde duruyor. Ve sonuç olarak yazarımızın son cümleleri: “ Denge ve ortak sorumluluk, özgürlük ile güvenlik bir tercih değil, bir denge meselesidir. Asıl olan, bu iki değeri birbirine rakip görmek değil, birlikte yaşatabilmektir. Anayasal düzen içinde özgürlük ile güvenlik arasında hassas bir dengeyi kurmada ‘iktidar kadar muhalefet’ de sorumludur… ‘Önce devletim, sonra her şey…”

6 Mayıs 2025 tarihli “Sokağa İnme ve Yargıya Yönelik Eleştirilerin Riskleri” başlıklı yazısında yazarımız, demokrasinin siyasette, medyada ve sandıkta bir tepki, itiraz olduğuna vurgu yaparak bazen bu tepkilerin rayından çıkabileceğini de belirtiyor. Son günlerde devlete, yargıya ve devlet idarecilerine karşı yapılan haksız iftira, hakaret ve parmak sallamalar birer örnektir. Böylesi durumlar toplumsal kutuplaşma körükler. Gezi Parkı örneği! Ve eski İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik destek yürüyüşleri, protestolar ve olaylarda yasal ve toplumsal hukuk sınırlarının geçilmesi! Bu konuda yazarımız “Yargının bağımsızlığına yönelik tehditler ve Güvenlik güçlerine yönelik eleştirilerin tehlikesi” ile ilgili düşüncelerini izah ediyor. Sözü getiriyor muhalefetin ne yapacağına?! Bunu da birkaç madde içinde izah ediyor: “İlkesel ve tutarlı bir duruş sergilemeli, hukukun üstünlüğünü savunmalı, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesini vurgulamalı, hukuka güveni teşvik etmeli”.  Yazarımız kendi ifadesiyle son sözü:  “Muhalefetin inandırıcılığı, kriz zamanlarında sergilediği tutumla ölçülür. Popülist ve duygusal tepkiler kısa vadede ilgi çekebilir; ancak uzun vadede güveni ve itibarı besleyen, ilkeli, dengeli ve hukuka bağlı bir duruştur. Bu yaklaşım, sadece muhalefetin değil, demokrasinin de geleceğini sağlam bir zemine oturtur. Demokrasi, sadece hak arama değil, aynı zamanda sorumluluk alma rejimidir…”

10 Mayıs 2025 tarihli “Kriz Değil, Sorumluluk Zamanı” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin, Türkiye’nin içinde bulduğu durumdan bahsederek toplumsal olaylara ışık tutmaya çalışıyor. Her türlü içerden ve dışardan yapılan tehditlere karşı devletin ve milletin ortak bir duruş sergilemesi gerektiğine vurgu yapıyor. Toplumsal kutuplaşmaları aşmak için neler yapılacağını izah ederek kamu düzenini tehdit eden tutumlara bir kaç örnek veriyor. Ayrıca vatandaşların protesto hakkı ile Kamu Düzeni arasında denge unsuruna dikkat çekiyor! Siyasi şiddete karşı ortak tepki, Suriye politikası ve güvenlikte ortak dil konusunu değiniyor. Göç sorunu konusunda da benzer dengesizliklerin olduğunu ifade ederek toplumsal gerilimleri körükleyecek şeylerden kaçınılması gerektiğine vurgu yaparak göç politikalarının kısa vadeli söylemlerle değil uzun vadeli planlarla yürütülmesi gerektiğini belirtiyor. Bütün bunların olabilmesi için ilkeli bir siyaset ve ortak sorumluluk doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

14 Mayıs 2025 tarihli “Türkiye’nin Suriye Güvenlik Stratejisi: Sahada Asker, Masada Diplomasi” başlıklı yazısında yazarımız, Türkiye, 2010’lu yıllarda Suriye’nin kuzeyinde terör tehdidi karşısında askeri, diplomatik ve istihbarat başarıları elde etmiştir. Suriye’nin Kuzeyine yönelik Türkiye 2016 yılında başlatmış olduğu Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Planı hareketlerinin başarılarından söz ediyor. Bu harekatlar sonrası sınırımızdaki tehditlerin azaldığını ve 600 bin civarında Suriyelinin evlerine döndüğünden bahsediyor. Bu üç harekatın başarısı toplumumuz tarafından da kabul görüp desteklenmiştir. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yapmış olduğu istihbarat merkezli sessiz ve etkili nokta operasyonlarının, ülke güvenliği stratejisinde ki önemi herkes tarafından bilinmektedir.  Yazarımız bu konuda MİT ve TSK işbirliği konusunda birkaç da örnek veriyor ve terör örgütü bu operasyonlar sonucunda zayıflamış, moral olarak çökmüş ve sahadaki kontrolünü kaybettiğinin altını çizerek bu sayede diplomatik girişimler sonucu masada kazanımlar sağlandığını belirtiyor. Türkiye’nin bu mücadelesi, askeri ve diplomatik başarıları kamuoyunda büyük bir etki göstermiş ve iç siyasi dayanışmayı da beraberinde getirmiştir. Yine son sözü yorumsuz yazarımıza bırakalım: “Bir Mücadele, Üç Cephe Türkiye, hem ulusal güvenliğini sağlamada hem de uluslararası alanda haklılığını ortaya koymada önemli bir rol oynamıştır. Bu strateji üç temel cephede yürütülmektedir: Askerî Cephe: Sahada yapılan operasyonlarla terör yapılarının fiziki varlığı azaltılmıştır. İstihbarî Cephe: Lider kadrolara yapılan nokta operasyonlarla örgütün yönetim yapısı zayıflatılmıştır. Diplomatik Cephe: Uluslararası platformlarda YPG'nin meşruiyet arayışları kırılmıştır.”

18 Mayıs 2025 tarihli “Devletin Pazarlık Etmeyeceği Üç Konu” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, her devletin kırmızı çizgileri olduğu gibi Türkiye’nin kırmızı çizgileri olduğuna işaret ederek asla pazarlık yapılamayacağı üç konudan bahsediyor. Yazarımız, Devletin Üniter Yapısı Bayrağı ve Dili Türkiye’nin kırmızıçizgileridir diyerek bu üç madde anayasal düzenimizin ve milli bütünlüğümüzün temel güvencesi ve garantisi olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3. Maddesi bu konuya zaten açıklık getirmektedir.  Ayrıca,  Anayasamızda T.C. Devleti’nin federal, konfederal ve bölgesel yönetimlere asla ve asla bağımsızlık ve egemenlik yetkisi tanımadığını kesin bir şekilde belirtilmiştir. Hatırlanacak olunursa yakın tarihimizde (“çözüm süreci” döneminde) bazı kesimler bu konuda ‘özerklik’ tartışmaları başlatarak eylemler ve protestolar yapmışlardı. Tabi ki T.C. Devleti bunlara asla ve asla fırsat vermedi.  Ahmet Yaşar Zengin, ulusal kimliğimizin temsili olan resmi dil ve bayrak konusunda yine Anayasamızın 3. Maddesine vurgu yaparak resmi dilimizin ve bayrağımızın devletimizin temel sembolleri olduğunu özellikle belirtmiştir. Zaten Anayasal güvence altındadır. Türkiye, milli konularda ve kırmızı çizgilerinden tarihte ve günümüzde hiçbir taviz vermemiştir. Yazarımızın son cümlesi de bu konuyu içeriyor: “Milli bütünlük ve anayasal sadakat, siyasi belirsizlik ortamında bir kez daha güçlü bir şekilde üniter yapı, bayrak ve dil konularındaki hassasiyet…”

22 Mayıs 2025 tarihli “Müstağnicilik: Ben Bilirimciliğin Psikolojisi” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, Müstağnilik kavramını kutsal kitabımızdan örnek vererek izah ediyor. “Kur’an’da “müstağni”, insanın kendini Allah’a muhtaç görmemesi demektir. Müstağni kişi, bağımsızlığını mutlaklaştırarak kibre ve nankörlüğe kapılır… “ Yazarımız, Müstağniliği başkasını önemsemeyen, farklı görüşleri  dikkate almayan, eleştiriyi küçümseyen ve “Ben bilirim” anlayışını mutlaklaştıran insanlar için kullanıldığını ifade ediyor.  Müstağnicilik sadece bireylerde değil aynı zamanda yöneticilerde, siyasi liderlerde, kanaat önderlerinde ve bilim insanlarında sık görüldüğünden bahsediyor. Biz de ekleme yapacak olursak Müstağnicilik günümüzde sanatçılarda/(sinema, tiyatro, ressam vs.), gazeteci ve yazarlarda, tanınmış iş adamlarında da çok görülmektedir. Yazarımız Zengin Müstağniciliği izah ederken sadece kibir olmadığını aynı zamanda haddini bilmeyen kişileri de kapsadığını belirtir. Bu konuda Kur’an’dan örnekler veriyor: Tanrısal iddialarda bulunan ve toplumu küçümseyen Karun, Firavun, Nemrut, Ebu Cehil vs. Ayrıca bilgi ve otoritenin kendisinde olduğuna inanırlar ve kendilerini mutlak doğru kabul ederler ve hiçbir kural ve eleştiriye bile tahammül edemezler. Yazarımıza göre “Toplumda müstağni figürlerin artması, sosyal yapıyı olumsuz etkiler.” Zaten yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, Müstağnilik konusunu son cümlelerinde çok güzel izah ediyor: “Müstağnilik, bireysel özgüvenden çok, hakikate karşı bir körlük ve haddini bilmemektir. Toplumun sağlıklı işleyebilmesi için aşağıdaki ilkeler yeniden inşa edilmelidir… Müstağnicilik, bilgiyi tevazu yerine tahakküm aracı yapanların haddini aşma biçimidir; bu da hem bireyi hem toplumu çürütür.”

30 Mayıs 2025 tarihli “Emekli Açken, Susan Sendikaya Sendika Denmez” başlıklı yazısında yazarımız, emeklilerin sorunlarını izah ederken susan sendikaları eleştiriyor. Zengin “ Türkiye’de milyonlarca emekli, her geçen gün artan hayat pahalılığı karşısında eziliyor. Aldıkları maaş, bırakın refahı, temel ihtiyaçlarını bile karşılamıyor… Peki, Sendikalar Nerede?” diye soruyor. Ahmet Yaşar Zengin devam ediyor: “ Emekçinin ve emeklinin sesi olması gereken sendikalar, ne yazık ki artık üyelerinin değil, siyasilerin sözcüsü gibi davranıyor. Bağlı oldukları siyasi partilerin söylemleriyle hareket ediyor, sanki ortada bir sorun yokmuş gibi davranıyorlar. Oysa emekliler, herhangi bir sendikanın üyesi olmasalar da; sendikalar bazen bir avukat gibi, emeklinin hakkını savunmakla yükümlüdür. Fakat ne yapıyor sendikalar ? Sonuçta emekliler istismar ediliyor. Gerçek, etkili bir mücadele yok. Emeklileri istismar etmeyen ve çözüm üreten sendikalar istiyoruz.” diyerek son sözü yine yazısının başındaki “Emekli açken, susan sendikaya sendika denmez.” oluyor.

3 Haziran 2025 tarihli “Tanıklar Konuşmazsa, Suçlular Konuşur” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin, geçmişte olduğu gibi son günlerde de gizli tanık ifadelerinin ifşa edilmesinin yargıya güvenirliği zedelediğini belirtiyor. Gizli tanık ifadelerinin ifşa olması yargıya müdahale olduğu gibi adalete olan güveni zayıflatmakla birlikte yargı sisteminin itibarını da sarsmaktadır.  Zengin, yazısında “Gizli Tanık Neden Vardır?” sorusuna da açıklık getirerek bu durum devam ederse yeni tanıkların ifade vermekten çekineceğini belirtiyor. Çünkü tanıklar kendilerini güvenme hissetmezler. Böylece yargı süreci zarar gördüğü gibi yargının suçlarla mücadelesi zayıflar. Bu sebeple yargı da toplum da sorumluluklarını yerine getirmelidir. Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin’in tabiriyle ve SONUÇ: “Gizli tanıkların ifşa edilmesi, sadece bireysel bir suçu değil; toplumun adalet duygusunu tehdit eder. Tanık susarsa, suç konuşur. Suç konuşursa, adalet susar. Bu zinciri kırmak, yargının, medyanın, toplumun ve her bir bireyin ortak sorumluluğudur.”

9 Haziran 2025 tarihli “Silahlar Sustukça Devlet Konuşur” başlıklı yazısında yazarımız, devletin terörle mücadeleyi sadece sahada yürütmediğini aynı zamanda toplumsal hafızada, siyasi platformlarda ve uluslararası düzeyde bir strateji izleyerek yürütmekte olduğunu belirtiyor. Daha önceki yıllarda devlet silahların susması için demokratikleşmeye yönelik bazı adımlar attı ama terör örgütü PKK’nın samimiyetsizliği ve tutarsızlığı sebebiyle sona ermiştir. O yüzden barışın kalıcı ve sürdürebilir olması için stratejik kararlılık ile birlikte sabır ve zaman gerekmektedir.  Güçlü bir savunma için elbet ki şartlara göre askeri operasyonlarda gerekmektedir. 2008 - 2020 arası askeri operasyonları örnek verebiliriz. Yazarımızın yazısının sonuna doğru Türkiye’nin refahı, huzuru ve geleceğinin garantisi için  “Siyasi ve Toplumsal Reformlarla Barışa Zemin Hazırlama”, “Uluslararası ve Bölgesel Dinamikleri Yönetme”, “PKK’nın Silah Bırakmama Direncinin Aşılması” üst başlıkları altında ayrıntılı bir şekilde izah etmiştir. Ve yazısının sonunda yazarımız Zengin “Devlet aklı, Türkiye’nin üniter yapısını, bayrağını ve ortak dilini koruma kararlılığını göstermektedir.  Bu kararlılık, terörden arınmış, huzurlu ve kapsayıcı bir toplumsal düzen kurma hedefiyle şekillenmektedir.” diyerek noktayı koymuştur.

15 Haziran 2025 tarihli “Egemenliğe Hava Saldırısı” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin, Ortadoğu’da hava sahalarının ihlali bölgesel ve küresel dengeleri derinden sarsıyor diyerek, bu saldırıları gerçekleştiren İsrail’i örnek veriyor. Evet, İsrail Ortadoğu’da Suriye, Lübnan ve hatta İran hiçbir hava sahasını dikkate almadan ihlal etti.  İsrail uluslararası hiçbir hukuk kuralını tanımadı. BM umurunda bile değildi. İsrail’e destek veren en büyük gücün ABD’nin olduğunu bilmeyen yok. ABD, İsrail’e istihbarat, hava güvenliği, silah/mühimmat ve her türlü lojistik desteği vermiştir. Vermeye de devam etmektedir.  Peki, böylesi bir ortamda Ortadoğu’da hava güvenliğinin garantisi olabilir mi?! Egemenliklere yapılan hava saldırıları elbet ki bölgeyi ve tüm dünyayı etkileyecektir. Yazarımıza göre egemenliğe saldırı oldukça, bölge parçalanmaya devam ettikçe, ABD İsrail’e ve özerk yapılara destek verdikçe ve bilhassa Ortadoğu’nun en güçlü ülkesi olan Türkiye’yi stratejik ve güvenlik tehditler devam ettikçe bu SORUN devam edecektir. O yüzden Ortadoğu coğrafyasında egemenliğin ihlali ve krizleri sonlandırılması gerekiyor. Bu ihlaller ve krizler devam ettikçe başta Türkiye ve bölge ülkeleri olarak sıkıntılar yaşanacaktır. Bu durum böyle devam ederse Ortadoğu’ya barış değil kaos, istikrarsızlık ve yeni savaş rüzgarları esecek.

19 Haziran 2025 tarihli “İran’da Devlet İçinden Gelen Suikastlar: Korunaklı Ölüm” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, İran’da birbiri arkasına gelen suikastları mercek altına alarak analiz ederken müdahillerin yalnızca dışardan kaynaklı değil aynı zamanda içerden de olabileceğini belirtiyor. Asıl önemlisi suikasta uğrayan isimlerin hepsinin ortak özelliği devletin en korunaklı bölgelerinde olması, halk tarafından ‘dokunulmaz’ zannedilmesi ve tümünün büyük bir istihbarat koordinasyonu ile nokta atışı öldürülmeleri bir hayli düşündürücü değil midir?! Gerçi yazarımız Zengin bu tür olayları bile “Korunaklı ölümler veya sipariş edilen suikastlar” şeklinde isimlendirmiş. İki önemli örnek isim olan Kasım Süleyman, Muhsin Fahrizadeh’e yapılan suikastlar bile her şeyi açık bir şekilde izah etmektedir. İster-istemez bu durum İran’da görünmeyen bir devlet yapısını (Pers Gladi) olduğunu apaçık ifşa ediyor! Böylesi bir gücün petrole, orduya, istihbarata da hükmetmesi doğaldır. Ve sonuç olarak yazarımız, İran’ı devlet mi yönetiyor yoksa sipariş veren mi? diye soruyor. Devleti yönetenle suikastların kaderi farklı! Vitrindeki devlet ve derindeki devlet! Bir zamanlar Türkiye’de olduğu gibi!.. O yüzden yazarımız Zengin yazısının sonlarında ‘devlet içinden gelin suikastlar ve korunaklı ölümler’ ifadesini kullanarak İran’daki suikastların devlet zaafından değil derin yapının gücünden kaynaklandığını ve bu durum bir istihbarat savaşı değil bir iç hesaplaşma olduğunu ve korunaklı olanlar değil içerden destek alamayanlar korunaksız durumda kaldığını özellikle belirtiyor. 

27 Haziran 2025 tarihli “Kınamadan Fazlası: Türkiye’nin Sessiz Ama Etkili Diplomasisi” başlıklı yazısına yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, ABD ve İran arasında kontrollü gerilimden bahsederek İsrail’in nükleer tehdit bahanesi ile saldırılar yaptığına değiniyor. Türkiye ise sessiz ve derinden stratejik hamle yapmak zorunda kaldığına vurgu yapıyor. Türkiye klasik kınamaların ötesine geçerek yapmış olduğu stratejik ve diplomatik hamleleriyle dünyada bir güç olduğunu gösterdi. Örnek olarak Türkiye’nin diğer ülkelerden farklı bir yol izleyerek aleni bir şekilde ABD’yi hedef almadan veTrump’ı kınamadan  derin bir stratejik hamle yaparak olduğunu ifade ediyor yazarımız. Böylece İran’a da açık bir çek vermemiş oldu.  Türkiye’nin bu konuda izlemiş olduğu politika ve tavrı derin ve çok sessizdi! Ama isabetliydi! Yani, Türkiye “bölgesel barışı tehdit eder” mesajıyla doğru zamanda doğru bir hamle yapmış oldu.  Kısaca Türkiye böyle yapmakla bölgede ve uluslararası arenada sadece konuşan değil diplomasi ve arabulucu yönüyle Ortadoğu’da büyük ve lider bir güç olduğunu gösterdi. Bunlara örnek olarak Ukrayna-Rusya savaşındaki esir takası ve gıda/tahıl krizindeki arabuluculuğu ve İsrail-Filistin/Gazze savaşında ateşkes için Mısır’da barış masasında oynamış olduğu rol… Antalya Diplomasi Forumu, Afrika’da Somali-Etiyopya arasındaki arabuluculuğu bir o kadar önemli girişimlerdi. Ahmet Yaşar Zengin,  Nükleer ve Kontrollü gerilimlerle ilgili İsrail ve İran’ın temelinde Fransa ve ABD izleri olduğunu belirtiyor. Yani, kontrollü çatışmalar ve gerilimler anlaşmalı, karşılıklı haberdar edilerek çıkartılıyor. Böylesi ortamlarda Türkiye’nin dengede etkinlik politikaları devreye giriyor. Yani, ilkesel tutum, stratejik sessizlik, çok taraflı diplomasi ve ekonomik kartları… Türkiye’nin bu politikası sadece belgede değil etkisini küresel alanda da hissettiriyor. Yazarımıza göre Türkiye’nin suskunluğu derin strateji izlemesinden kaynaklanıyor. Aslında sessiz kalmıyor doğru zamanda doğru hamleler yapıyor.

30 Haziran 2025 tarihli “Milli Kazanımları Siyasetle Tartmak: Savunma Sanayisi Üzerinden Objektifliğe Davet” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, Türkiye’nin savunma sanayisindeki büyümesin bahsederek “Türkiye, yerli İHA/SİHA’lar, zırhlı araçlar, milli gemiler ve hava savunma sistemlerinde büyük ilerleme kaydetti” diyor. Türkiye’nin bu başarısı bazı kesimler tarafından hazımsızlıkla karşılanıyordu. Düşmana malzeme vermek! Yazarımızın yapmış olduğu tespitlerden Türkiye’nin savunmada dışa bağımlılıktan kurtulduğunu anlıyorduk. Örnek mi: Türkiye, Bayraktar TB2, İHA, MİLGEM, ÇELİK KUBBE vs. Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, Türkiye’nin stratejik bağımsızlık, ekonomik kalkınma ve teknolojik yayılma ile çağ atladığını çok güzel ifade ediyordu. Ayrıca konuya farklı perspektiflerden değerlendirerek “Siyasi Duygularla Gerçekleri Boğmak, Önce Partim, Sonra Vatanım”ın Zararları, Milli Meselelere Milli Duruşla Yaklaşmak, Gerçek Vatanseverlik, Gerçek Objektifliktir” başlıkları altında detaylı izahlar yapıyor. Türkiye son çeyrek asırda siyasi, ekonomik, askeri, teknolojik ve istihbarı atılımlar yaparak gücüne güç katmıştır. Türkiye stratejik bağımsızlığını, ekonomik kalkınmayı ve teknolojik yayılmayı dengeli ve isabetli politikasına borçludur.

3 Temmuz 2025 tarihli “Savaşın Yeni Yüzü: İran Direndi, İsrail Sarsıldı Ama Kim Kazandı?” başlıklı yazısında yazarımız, Ortadoğu cehenneminden bahsediyor! Son İran-İsrail çatışmasının Ortadoğu’daki dengeleri tümden değiştirdiğini belirterek askeri hamlelerin dışında bölgesel dengeler, diplomasi, istihbarat ve toplum psikolojisinin savaşın görünmeyen cephelerini oluşturduğuna dikkat çekiyor! İsrail’in nükleer tesislerine yönelik saldırıları karşısında İran’ın soğukkanlılığını koruyarak direnişten taarruza geçmesi ve tepkilerini hesaplı-kitaplı yapması artık bölgede sadece savunma oyuncusu olmadığını aynı zamanda etkin bir saldırı oyuncusu olduğunu da gösteriyordu. Rejim karşıtı muhalifler bile milliyetçi bir duruş sergileyerek İran yönetimine destek verdiler. İran teknolojik gücü İsrail’in Demir Kubbesini, lazer savunma sistemlerini ve ileri siber teknolojisine yetmedi ama İsrail karizmasını çizmeye, dünyadaki prestijini düşürmeye ve üstün gücünün belini kırmaya yetti! İran’ın vermiş olduğu ekonomik hasar İsrail’i endişelendirmiş ve korkutmuştu! Yine İsrail’i hafife almak doğru değildir. Hala bölgede etkinliğini sürdürmektedir. İran her şeye rağmen iç güvenliğini koruyarak İsrail için tehlike oluşturmaya devam ediyor. Buraya kadar yazarımız Ahmet Yaşar Zengin’in neler demek istediğini çok iyi anlıyorduk. Ayrıca yazısının sonuna doğru “Diplomasi, Yeni Cephenin Adı, Toplumlar Ne Düşünüyor, Kazanan Kim? Belki De Hiç Kimse” başlıkları altında yapmış olduğu izahlar bu konuda daha ayrıntılı bilgi veriyordu. Ahmet Yaşar Zengin, yazısını bitirirken son söz olarak şu ifadeleri kullandı. “Artık savaşlar, kazananın alkışlandığı, kaybedenin diz çöktüğü bir arena değil. Kazanmak; sabır, akıl ve strateji işi. Ve bu denklemde mutlak zafer diye bir şey yok ama galiba galibiyetin tanımı değişiyor.”

8 Temmuz 2025 tarihli “Milli Şuurla Bağımsızlık Üretiyoruz” başlıklı yazısında yazarımız, Ortadoğu coğrafyasında silahın değil akıl ve birliğin kazandığını ifade ederek İran eski Cumhurbaşkanının yapmış olduğu itiraf üzerine İsrail’e karşı kurulan gizli teşkilatın başındaki malum zat meğer İsrail ajanıymış! Şimdi anlaşılıyordu İran’ın önemli liderleri ve komutanları neden suikastlara kurban gittikleri… Demek ki dış düşman kadar iç düşman da bir o kadar önemliydi. Bu devlet zafiyetini İran yaşayıp-gördü ama bölgedeki başka ülkelerin yaşamayacağı garantisini veremeyiz! Ve fail olarak sadece İsrail’i görmek doğru mudur?! İsrail’in arkasında sadece ABD mi var?! Yoksa ABD’nin dümeninde İsrail mi var?! Yoksa ABD’nin de İsrail’in de arkasında YAHUDİ LOBİSİ mi var?! İşte cevaplandırılması gereken asıl sorular bunlar!..  O yüzden sadece teknolojik üstünlük yetmiyor aynı zamanda istihbarat ve iç güvenlik yapıları da çok önemlidir. Bu tür saldırı ve operasyonlara karşı devletlerin öncesinden hazırlık olması ve her türlü güvenlik tedbirlerini alması gerektiği ortaya çıkıyor. Gerçek tehdit dışardan çok içerde aranmalıdır. Bu konularda Türkiye olağanüstü deneyimlere sahip… Ve birçok örnek verilebilir… ABD’nin bütün ambargolarına rağmen göstermiş olduğu devlet duruşu. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı başarısı… Türkiye’de askeri darbeler, muhtıralar, terör örgütleri, ambargolar, içerdeki hainler bile bu devleti yıkmaya güç yetiremedi!..  İran ve Türkiye arasında fark bu olsa gerek! Yazarımız Zengin, Savunma Sanayimizin sadece teknolojik gelişme değil bağımsızlık projesi olduğunun altını çizerek bin yıllık tarihi geçmişi ile Türk ordusunun milli/ulvi/manevi değerlere bağlı olarak disiplinli ve harekat kabiliyeti çok yüksek bir ordu olduğunu ifade ediyor. Şimdi bu duruma bir de teknolojik savunma ve savaşma gücü eklenirse! Yani, KAAN, Bayraktar TB2, AKINCI, ANKA gibi İHA/SİHA HİSAR + ve O+ sistemleri, SİPER BLOK-1 ve BLOK-2 ve KORKUT gibi yerli savunma platformları, ADA VE İSTİF sınıfı savaş gemileri, TF-2000 muhariplerine eklenecek olursa… O yüzden ASELSAN, ROKETSANK, TUSAŞ, HAVELSAN ve AFSAT gibi milli ve yerli kurumlarımız deniz, kara ve hava sahamızda tam bağımsızlık savunması oluşturmak için olağanüstü bir çalışma gayreti içindeler. Ve örnek mi: ÇELİK KUBBE!..

10 Temmuz2025 tarihli “Bir Figür İçin Adalet, Milyonlar İçin Sessizlik” başlıklı yazısında yazarımız, ‘Toplumun Adalet Algısında Derin Yarıklar” alt başlığı ile farklı bir konunun derinliğine dalıyor! Türkiye’nin son yıllarını masaya yatırıp analiz ederken olayların ve gelişmelerin ‘demokrasi kimler için işliyor?” sorusunu yeniden gündeme taşıdığını ifade ederek toplumda hukuk ve adalet kavramlarının nasıl işlediği konusunda örnekler veriyor. Yargısal sorunlar arasında sürmekte olan davalar üzerinden daha suçlu olup olmadıkları belli değilken yargılananlara verilen destek mitingleri, yürüyüşleri ve protestoları… Daha baştan yargılananlar için “suçsuzdur” önyargısı altında yatan acı gerçekler ve bu konudaki psikolojik travmalar! Ve yargının bağımsızlığı ile ilgili başlayan tartışmalar… Bütün bunlar toplumun adalet algısını da derinden etkilemekte. Hukuk ve demokrasi herkes için eşit işlemiyor algısının öne çıkarak tartışma konusu yapılması… Ve yazarımız yine toplumsal yara olan hayat pahalılığından bahsediyor:“Gecekondusu yıkılan ve çaresiz kalan bir yurttaş, üreticinin aylarca emek vererek yetiştirdiği ürünlerin yok pahasına elinden alınan çiftçiler, emeğinin karşılığını alamayan bir işçi, ya da yıllardır sonuçlanmamış bir davada çözüm bekleyen vatandaşlar için benzer bir toplumsal duyarlılık neden ortaya çıkmıyor?” sorusuna cevap arıyor!.. Belediyelerde işten çıkarılanlara siyasi partilerin ortak refleks gösterememesi! Yapılamayan adalet arayışı! 2017’de düzenlenen ve geniş katılımlarla 25 gün süren adalet yürüyüşü! Ve günümüz!.. Benzer mağduriyetler yaşanırken siyasi partilerde ve toplumdaki sessizlik ve suskunluk!.. Kısır döngüde de olsa bu tür yürüyüşler yapılsa bile taraflı, partizan ve kasıtlı! Çünkü etkisi ve tepkisi olmayan boş yürüyüşler ve eylemler…  Yazarımız bu konuları ifade ederken demokrasinin yalnızca sandıktan oluşmadığının altını çizerek adalet, eşitlik ve hukuk doğrultusundaki temel ilkelere vurgu yapıyor. Daha açıkçası yazarımız Ahmet Yaşar Zengin yargı güvenliği üzerinde durarak hukukun üstünlüğüne farklı bir yaklaşım getiriyor. Adalet arayanların sesinin duyulmamasını karşı sözkonusu siyasi aktör olursa aniden refleksler ve tepkiler oluştuğundan bahsediyor. Ve sözü getiriyor demokrasinin yalnızca güçlülerin değil zayıf/mazlum ve güçsüzlerin güvencesi olduğuna…

13 Temmuz 2025 tarihli “Müttefiklik mi Maskeli Ortaklık mı? ABD’nin PKK/YPG Çıkmazında Diplomasi Oyunu” başlıklı yazısında yazarımız Zengin, PKK’nın silahı bırakıyor ama sahadaki silahlar kimin elinde diye soruyor?! Ve PKK’nın silah bırakması konusunda tatmin olmadığını belirtiyor. Çünkü samimi değiller. Hala da varlıklarını sürdürebiliyorlar. Açıklamalar ve icraatlar örtüşmüyor! Bir kere ABD, PKK/YPG/PYD üzerinden desteğini kesip-kesmediğini de bilmiyoruz! O yüzden bu konuda samimi olduklarına nasıl inanabiliriz?! 1 Nisan 2025’te ABD Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack’ın açıklamaları YPG/PYD ile işbirliğinin devam edeceği ve siyasi destek verilmeyeceği belirtiliyordu!  Alın size büyük bir şüphe! Ve T. Barrack’ın 11 Temmuz 2025’te “SDF = YPG = PKK türevidir” açıklaması yazarımıza göre “iki dil, çift yönlü politika”! Yazarımız soruyor “Sabır mı, Şüphe mi?” diye. T. Barrack’ın açıklamaları Türkiye’nin kararlı duruşu ve baskısından kaynaklandığını çok iyi anlıyorduk.

15 Temmuz 2025 tarihli “Silahlar Susar, Kardeşlik ve Yatırım Konuşur” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, silahların susmadığını belirterek barış konusundaki yürüyüşün kazasız-belasız bir şekilde başarıya ulaşmasını temenni ediyor. Bu konuda ciddi, samimi ve tutarlı adım atan tek ülkenin Türkiye olduğu gün gibi aşikar. Bu ülke Terörsüz Türkiye yoluna emin adımlarla devam edecek. Aynı şekilde sadece güvenlik politikaları değil ekonomi, medeniyet ve kardeşlik hayalini de gerçekleştirecektir. Yazarımız terörle mücadelenin sadece askeri sahada yürütülmediğini aynı zamanda kültürel, ekonomik ve siyasi katmanlardan oluşan karmaşık bir yapı olduğunun altını çiziyor. O yüzden bölgesel dengeler, emperyalist çıkarlar ve iç toplumsal adalet arayışları bu denklemin vazgeçilmez parçaları olduğunu ifade ediyor. Terörsüz Türkiye demek sadece ülkemiz için değil aynı zamanda bölge halklarının birlik-beraberliği, huzuru, refahı ve barış için de çok önemlidir. O yüzden  Ortadoğu’yu dünyanın en güvenilir bir limanlarından biri yapmak gerekiyor. Dünyada İrlanda/İRA ve Kolombiya/FARC örneği!  İrlanda’da IRA’nın İngiltere’ye karşı yürüttüğü 30 yıllık mücadele ve Kolombiya’da FARC’ın devlet ile 50 yıllık çatışması/mücadelesi nihayetinde sona erdi. Her iki örgüt de silahları bırakarak barışa razı oldular. Ve barış sonrası her ülke de hızlı bir kalkınma yaşayarak demokratikleşme yolunda devası adımlar attılar. Ve şimdi soruyoruz neden Türkiye’de olmasın?! Başladı bile… PKK/YPG/PYD silah bırakma kararı aldı. DEM atak yaptı İmralı görüşmeleri başladı. Şimdi sıra Suriye’deki PKK uzantısı YPG/PYD’de de. Türkiye 40 yıldır terörle mücadele ediyor. Binlerce can kaybı milyarlarca ekonomik kayıp… Yazarımız bu durumu “Barışın Maliyeti mi, Terörün Bedeli mi?” diye sorguluyor. Barış günü yakın! Türkiye barışa giden yolu ilmik ilmik dokudu! Önündeki bütün mayınları temizledi! Bu konudaki kararlığını ve gücünü icraatlarıyla bütün dünyaya gösterdi. O yüzden ülkemizde ve Ortadoğu’da BARIŞ, HUZUR, REFAH yakın diyoruz. Peki, BARIŞ olmaz ise ne olur? Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, bu sorunun cevabını verirken terörün yeniden hortlayacağını, bölgeye yatırımların duracağını, iç göçün artacağını, toplumsal kutuplaşmaların yeniden derinleşeceğini,  uluslararası itibarımızın sarsılacağını, yabancıların sermayelerini geri çekeceğini, toplumda büyük bir tedirginlik, korku ve öfke oluşacağını ifade ederek bu durumun yeni nesillere vurulacak büyük bir darbe olacağını özellikle belirtiyor. Yazarımız yazısının sonunda ortak akıl ve ortak gelecekten bahsediyor. Bu sebeple barış sürecine tüm siyasi partilerin katkı sunmasını, sivil toplum diyalog zeminini canlı tutmasını, medya ve sosyal medyanın provokasyon yerine sorumluluk üstlenmesini istiyor. Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, yazısını “Barış, sabır ve kararlılık ister. Bugün atılan her olumlu adım, yarının güvenli, güçlü ve kalkınmış Türkiye’sinin teminatıdır. Ve unutmamalı: Silahların sustuğu her yerde, vicdan konuşur. Vicdanın konuştuğu her yerde ise barış büyür.” diyerek sonlandırıyor.

21 Temmuz 2025 tarihli “Teröre Karşı En Büyük Güç: Ortak Kardeşlik” başlıklı yazısında, Ahmet Yaşar Zengin, Türkiye’nin bugün en büyük ihtiyacının güvene dayalı bir toplumsal sözleşmeyi yeniden inşa etmek olduğunu ifade ediyor. Bu ihtiyaç, ideolojik değil tarihsel hataların ve acıların neticesinden kaynaklanmıştır. Devletin yapmış olduğu hataların hala hafızalarda taptaze!  Yakın tarihimizdeki (1980 sonrası)  fail-i meçhullerden, cezaevleri ihlallerinden, köy boşaltmalarından, PKK katliamlarındaki devletin zafiyeti ve acizlikleri, Güneydoğu’da uygulanan sert güvenlik politikaları vs. daha birçok şey sayabiliriz. Ve bu karanlık süreç halkın güvenini zedeledi. Devletin boş bıraktığı yerleri terör örgütleri doldurdu. 40 binin üzerinde can kaybı (şehitlerimiz!) ve 2 trilyon dolarlık ekonomik kayıp ile birlikte toplumsal dokunun bozulması…  Yazarımız Zengin, tarihten örnekler vererek milletimiz için barışın, gücün ve zaferin formülünün birlik ve dayanışma olduğunun altını çiziyor. Ümmetçilik üzerinde algı operasyonları! İslam/Müslümanlıkta Ümmet ve Avrupa’daki karşılığı Hristiyan Birliği!.. Yazarımız şu andaki BATI’daki uluslararası kuruluşların kaynağının Hristiyan Birliği olduğunu söylüyor. İşte bütün bu sebeplerden dolayı “Teröre Karşı En Büyük Güç: Ortak Kardeşlik” olduğu bir kez daha çok iyi anlaşılmaktadır.

25 Temmuz 2025 tarihli “Politika Faizi: Cebimize Dokunan Sessiz Güç” başlıklı yazısında yazarımız, ekonomik teknik terimlerin bazen karmaşık görünmesindeki doğallıktan söz ediyor. Fakat bu terimlerin sadeliğinin daha anlaşılır olmasının toplumun bireysel ve kolektif kararlarında büyük farklar oluşturduğuna dikkat çekerek politika faizinden bahsediyor. Bu konuda Avrupa'da ekonomi eğitimi görmüş deneyimli uzman Hasan Bey’in düşünceleri doğrultusunda izahlar yapıyor. Politika faizin sadece bir oran değil bir niyet ve sinyal olduğunu Merkez Bankası bakışı değerlendiriyor. Yani, Merkez Bankası  “önümüzdeki dönemde sıkı duracağım” derse faizi artırır, “canlanmaya destek vereceğim” derse faizi düşürür demek istiyor. Faiz artışı ifadesi enflasyonu düşürmek için kullanılan bir fren sistemidir. Sistemin göstergeleri arasında enflasyon, döviz kuru, büyüme rakamları, işsizlik oranı, cari açık gibi unsurlar var. Tabi ki böylesi bir durumda FED ve Avrupa Merkez Bankası gibi uluslararası aktörlerin hamleleri de çok önemlidir. Faiz kararları teknik olmakla birlikte siyasi, ekonomik ve psikolojik de olabiliyor. Yazarımız Zengin, “Ekonomiye etkisi: Cephe, Raflarda, Ekranlarda” başlığı altında politika faizindeki değişikliklerin doğrudan halkı nasıl ilgilendirdiğini de izah ediyor. Yani, kredi faizlerinin artması veya düşmesine ev almak isteyenlerin hayalinin şekillenmesi veya ertelenmesini örnek veriyor. Mevduat faizlerinin değişmesi, döviz kurlarının etkilenmesi, borsanın dalgalanması gibi durumların piyasada nasıl dalgalanmalar oluşturduğuna dikkat çekerek Merkez Bankası’nın politika faizinin sadece ekonomik bültenleri değil aynı zamanda halkın temel ihtiyaçları olan ekmeği, suyu, domatesi, elektriği, doğalgazı vs. ihtiyaçların da dili olduğunu belirtiyor. Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin son söz olarak ekonomi uzmanı Hasan Beye teşekkür ederek “Politika faizi, çoğu zaman halktan uzak bir mesele gibi görülse de, aslında doğrudan mutfağımızı etkileyen bir ekonomi enstrümanıdır. Merkez bankalarının bu aracı kullanırken gösterdiği hassasiyet, sadece ekonominin değil, toplumun da geleceğini şekillendirir.” diyerek son noktayı koyuyor.

7 Ağustos 2025 tarihli “Kur’an’ı Anlamamak, Toplumsal Yolsuzluğun Kaynağı” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, Türkiye’de Kur’an’a yaklaşımların farklılığından bahsederek Kur’an’ın sadece bir inanç metni olmadığını, “adalet, özgürlük, ehliyet ve toplumsal sorumluluk” gibi ilkeleri merkeze alan evrensel bir değerler sistemi olduğunu belirtiyor. Biz de yazarımıza katkıda bulunmak için diyoruz ki Kur’an insanın doğuşundan ölümüne kadar tüm hayatı hakkında ne yapacağı ile ilgili hükümler barındırır diyoruz. Aynı şekilde Kur’an topluluklar ve devletler içinde sistematik bir yapıyı kapsam içine almıştır. Doğa ve dünyadaki tüm canlılar hakkında Kur’an’ın hükümleri mevcuttur. Kur’an sadece ahlak, ibadet dua kitabı değildir. Kur’an ekonomiden, teknolojiden, siyasetten, toplumsal davranış şekillerinden de ayrıntılı bir şekilde düzenler! O yüzden Kur’an’ı çok mu çok iyi anlamak gerekiyor. Bu konudaki hassas düşüncelerinden dolayı yazarımız Ahmet Yaşar Zengin’i tebrik etmek istiyorum. Kur’an konusunda Türkiye’de muhafazakar/sağ kesim Kur’an’ı bir referans olarak tam içselleştiremedi! Maalesef Yazarımızın ifadesiyle “Emanet, ehliyet, liyakat, özgürlük” gibi Kur’an’ın temel ilkeleri, bilerek veya bilmeyerek göz ardı edildi.” Kur’an yıllarca raflarda, kitaplıklarda adeta bir süs eşyası gibi asılı kaldı! Kur’an, ahlakın değil, aidiyetin vitrini haline geldi. Dinin ruhu değil, imajı kullanıldı.” diyerek çok güzel bir tespitte bulunmuş. Yazarımız Zengin, Kur’an’ı anlamadan Batı’ya teslimiyet hasıl olduğunu ifade ederken Kur’an’ı anlayamamanın başlıca sebepleri arasında yaşam tarzı, önyargılar, ideolojik düşünceler, anlam eksikliği ve Batı düşüncesinin sorgulanmadan benimsenmesi geliyor. Yazarımız Zengin, iktidar(güç) zehirlenmesinin bağlı oldukları ilkeleri de unutturduğunu ifade ederken Kur’an ilkelerinin de unutulması akla getiriyor! Kur’an’ın devleti değil bireyi sorguladığını ve gerçek çözümün vicdanlı bireyler olduğunu belirtiyor.

14 Ağustos 2025 tarihli “Zengezur: Bir Yol Değil, Bir Dönüşüm Çizgisi” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin’e göre Zengezur Koridoru,  2020’de Dağlık Karabağ savaşı sonrası imzalanan üçlü bildiri sonucu gündeme oturmuştu. Haritada basit bir kara yolu gibi görünse de aslında Stratejik olarak çok daha derin bir hat olarak Azerbaycan’ı Nahçıvan’a bağlıyordu! Bölgedeki dengeleri etkilemekle birlikte küresel ölçekte jeopolitik dönüşümün bir anahtarıydı. Bu koridor Ermenistan topraklarında yer alıyor. Ermenistan-Azerbaycan bu koridoru sonrası bir anda ABD’nin kiralayacağı gündeme geldi. Tabi ki Türkiye, Rusya ve İran’ın müdahalesi ile hukuki düzenlemeler yapılarak durduruldu. Sonrası malum, Zengezur Koridoru jeopolitik yönüyle küresel güçlerin rekabet alanı haline geldi. Ermeni diasporası (Uluslararası Ermeni Lobisi bu durumu tehdit olarak algılayarak Zengezur Koridoru’na şiddetle karşı çıksa da tarihi sembolik politikaların yerini somut ve stratejik planlara bıraktı. Yazarımız Zengin’in ifadesiyle bu koridor Azerbaycan ve İran arasındaki geçişi de etkilediği için İran’ın çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecekti. Türkiye’nin aktör olarak bu koridorda etkisi İran’ın bölgesel yalnızlığa itebilir! Aynı şekilde bu durumdan Rusya’da olumsuz yönde etkilenecektir. Çünkü Rusya bu coğrafyayı arka bahçesi olarak görmekte. Zengezur Koridoru Türkiye ve Azerbaycan için iyi bir fırsata dönüşebilir. Zengezur Koriidoru’nun açılması bölgede ekonomik ilişkileri ve istikrarı artıracaktır.

28 Ağustos 2025 tarihli “Terörsüz Bir Ülke Neden İstenmeyebilir?” başlıklı yazısında yazarımız Zengin, Türkiye terörsüz bir ülke olduğunda toplumda oluşacak olan huzur, barış, istikrar bazı (Türkiye düşmanı) dış güçleri rahatsız edeceği için istenmeyebileceğinin altını çiziyor. Çünkü terörsüz Türkiye’de barışın, huzurun/refahın oluşması ülkemizde gözü olan kimi güçleri ve ülkeleri elbet ki rahatsız edecektir! Çıkarları elden gitmiş ve kontrol gücünü kaybetmiş oluyorlar. Bu durum Türkiye’ye ekonomik kazanç sağlayacaktır. Barış ve huzur bazı siyasi çevrelerin ve sermaye gruplarının ‘zararı’ anlamına gelmektedir! Yazarımızın tespitlerinden bizde oluşan düşünceleri ifade edecek olursak başta Türkiye düşmanı dış ve iç güçlerin ellerindeki terör silahı bertaraf edilecek, yani Türkiye siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak daha da güçlenecek, terörsüz ortam Türkiye’nin lehine gelişmeler sağlayacak, terör dönemindeki eğitim, sağlık gibi temel hizmetler yapılamaması artık terörsüz dönemde çok rahat yapılabilecek.  En önemlisi de halkın tehdit ve baskılar sonucu terör örgütüne yönelimi sona erecek olmasıdır. Bu da bölgenin ekonomik kalkınmasına ve sosyal gelişmesine yol açacak. Çünkü terör, uluslararası çıkarlar doğrultusunda müdahale ve meşruiyet aracı olarak kullanılmıştı! Artık terör bataklığı kuruduğu için Türkiye aleyhine hiçbir güç terörü müdahale ve meşruiyet aracı olarak kullanamayacak. Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin yazısının sonunu ‘Barış Herkesin Çıkarına Değil’ başlığının açılımını yaparak noktalamıştır.

5 Eylül 2025 tarihli “Beykoz Devlet Hastanesi’nde Değişen Bir Hikâye” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin, İstanbul Beykoz Devlet Hastanesi’nde geçmişte yaşadığı bir anısını hatırlayarak kendisin bırakmış olduğu iz üzerinden düşüncelerini açıklıyor. Yazarımız, 2016’da Beykoz Hastanesi’nde bir rahatsızlığından dolayı tedavi sırasında doktorun soğuk ve mesafeli yaklaşımı sağlık sorunundan daha çok fazla yara açarak hafızasında olumsuz bir izi bırakmış ve bir daha bu hastaneye adım atmamıştı. Fakat yıllar sonra (2025’te) yine başka bir rahatsızlığından dolayı yolu Beykoz Devlet Hastanesi’ne düşmüştü! Bu sefer yaşadıkları önyargısını değiştirmişti. Demek ki yıllar içinde insanlar da kurumlar da değişebiliyordu. Kurumsal dönüşüm insan odaklı yaklaşımı getirmişti!  Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, Beykoz Devlet Hastanesi’nde bu sefer görmüş olduğu tedavi ve ilgiden çok memnun olduğunu ifade ederek dün ‘hayal kırıklığı’ yaşatan bu kurumun bugün umutlarını artırması şahsi bir olaydan çok toplumsal bir olay olarak da algılanması gerekiyor. Yazarımız son sözleri  “Bazen bir hastane, sadece bir tedavi yeri değil; güvenin, saygının ve insanlığın yeniden inşa edildiği bir mekân olabilir. Beykoz Devlet Hastanesi, benim için işte tam da böyle bir yer oldu.”

8 Eylül 2025 tarihli “Yargı Üzerinden Güç Savaşı: Demokrasiye mi, Kontrole mi Yatırım?” başlıklı yazısında yazarımız Zengin,  CHP’nin toplumsal desteğin zayıf olduğu dönemlerde güç dengesini lehine çevirmek için başvurduğu yollardan bahsediyor! Geçmişte çareyi Ordu’da arakken bu sefer Yargı’da aradığının altını çiziyor. Geçmişte CHP, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat müdahalelerine doğrudan ve dolaylı destekler vermişti. Yani, askeri vesayetin boşalttığı kurumları şimdi yargı dolduruyordu. CHP’nin İstanbul İl Başkanlığı ilgili yaşadıkları bu durumun somut örneğidir! Yazarımıza göre CHP’nin yaptığı kendi aleyhine çıkan kararları siyasi görmesi ayrı bir tutarsızlıktı. Bu da çifte standart algısını güçlendiriyordu. CHP’nin böyle yapması seçicilik mi yoksa strateji miydi?! Hukuk çıkarlara göre işlemiyor ama işe yaradığı zaman meşru bir hal alıyordu! CHP İstanbul İl Başkanlığı sorununda kendi üyelerini ihraç etmesi ile dışa verdiği görüntü ne kadar çelişiyordu! Ve nerede demokrasi?! CHP’nin geçmişte ordu, bürokrasi ve yargı ile ilgili tarihsel ilişkileri bugün siyasi reflekslerine yön veriyor! Yargı tartışmasız ve tarafsız bir güç olmak zorunda… Şeffaf ve Adil… Yazarımız yazısının sonunda CHP’nin kendi içindeki demokrasi ve kontrol arayışı arasındaki sıkışmışlıktan kurtulamamasına vurgu yaparak bu cendereden kurtulması gerektiğini belirtiyor.

14 Eylül 2025 tarihli “Bir Eğitim Yönteminin Hatırası: Paçanlı Hoca’dan Müzakereyle Öğrenmek” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin, geçmişte örnek aldığı (babası dahil) hocalarından bahsederken yetiştirdikleri insanlarda bir yöntem ve duruş miras bıraktıklarını belirtiyor. Eğitimde sadece anlatma, dinleme ve soru-cevap değil uygulamanın önemine vurgu yapar. Eğitimde Medrese günümüzde yanlış algılanıyordu. Tarihte medreseler sadece dini eğitimi yeri değil daha geniş ve çok yönlü bir eğitimin verildiği okullardı. Hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında da bu eğitim süreci devam etmiştir. Medreseler sadece teori değil pratik uygulama sistemleri üzerinden eğitim vermişlerdir. Yazarımız Zengin babasının bir ifadesini tırnak içine alarak “"Medresede dersten geçmek yoktu, konudan geçmek vardı." konuya açıklık getirmeye çalışıyor. Cumhuriyet Medrese’yi tümüyle reddetmiştir. Fakat Medrese’nin bazı yöntemleri modern sisteme entegre edilmiştir. Yazarımız son satırlarında günümüzde eğitimde uygulanan birçok yeniliğin aslında geçmişte tatbik edilmiş klasik yöntemler olduğunun altını çizip babasını örnek göstererek şu ifadeleri kullanıyor: “Babamın yöntemini sadece hatırlamak değil; yaşatmak da görevim. Çünkü bazı insanlar, sadece yaşarken değil, aramızdan ayrıldıktan sonra da öğretmeye devam eder. Ruhun şâd olsun Paçanlı Mehmet Hoca… Senin öğretme biçimin, bir eğitim felsefesi olarak bugün hâlâ sınıflarda, kürsülerde ve gönüllerde yankılanıyor.”

16 Eylül 2025 tarihli “S-400 Gerçeği: Katar Örneği ve Egemenliğin Savunulması” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, “2023 sonrası Orta Doğu’da artan askeri gerilimler, sadece savaş stratejilerini değil, ülkelerin savunma sistemlerindeki dışa bağımlılığı da gözler önüne sermiştir.” diyerek İsrail’in Katar’a yapmış olduğu saldırılardan bahsediyor. Yani, savunma sistemlerinin nerede olduğu değil kimin elinde olduğu önemine vurgu yaparak Katar’ı örnek veriyor. Biz de yazarımızın tespit ve teşhisleri üzerinden bazı düşünce katkısında bulunmak istiyoruz. Türkiye gerçeğini anlamayanlar Türkiye’nin S-400 tercihini nasıl anlayacaklar?! Türkiye’nin savunma sanayiindeki ihtiyaçları dışardan temin edilse de artık milli ve yerli üretimde teknolojik adımlar atılmaya başladı. Bu gelişmeler Türkiye’nin savunma sanayindeki dışa bağımlılığını yüzde 10’lara düşürmüştü. Elbet ki Türkiye S-400 kararı, Türkiye’nin ABD ve İngiltere’den gelişmiş teknolojik savaş uçakları almaya çalışması, sanayinde insansız hava araçlarında (İHA ve SİHA’lar…) devası adımlar atması ve asıl ÇELİK KUBBE düşüncesini icraata koyması daha şimdiden geleceğin TÜRKİYE YÜZYILI olacağı konusunda umutları daha çok artırmaya başlamıştır. Zaten yazarımızın bu konulara farklı bir açıdan bakarak önemli tespit ve teşhislerde bulunmuştur.

3 Ekim 2025 tarihli “İthal Motorla Uçak Satmak İzne Tabidir – Yani Satamazsın” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, “ Son günlerde Türkiye’nin 5. nesil savaş uçağı KAAN hakkındaki tartışmalar yeniden gündemde. Bu ilgi boşuna değil. Ancak konuyu sağduyuyla değerlendirmekte fayda var. Çünkü birçok eleştiri hâlâ 2017 öncesi varsayımlara dayanıyor. Oysa artık bambaşka bir noktadayız. KAAN bugün sadece bir uçak değil; Türkiye’nin savunma sanayisinde bağımsızlık iddiasının ve teknolojiye hükmetme kararlılığının en somut göstergesi.” diyerek “İthal Motorla Uçak Satmak İzne Tabidir – Yani Satamazsın” ifadesine ışık tutmaya çalışıyor. Uçak dışardan alınırsa başka ülkeye satılamıyor! Çünkü motoru satan ülkenin izni gerekiyor!  Bu sorunun çözümü yerli motorda. TF35000 Türkiye’nin geliştirdiği en güçlü motor olma yolunda…  KAAN’a entegrasyonu 2032’de… Uzun bir süreç ama sabırlı olmalıyız. Belki daha erkende olabilir. Yazarımız bu konuda bazı eleştirilerin zamansız ve tutarsız olduğunu örnekler vererek izah ediyor. Ve yazarımız Ahmet Yaşar Yılmaz’ın bu husustaki son sözleri: “ Gerçekle Yüzleşme Zamanı. KAAN, Türkiye’nin sadece hava sahasında değil; teknolojide ve stratejide de bağımsızlık hedefinin sembolüdür. Elbette eleştiri olmalı. Ancak bu eleştiriler güncel bilgiye, sağlam veriye ve iyi niyete dayanmalı.”

9 Kasım 2025 tarihli “Barikatın Adı: Vicdan” başlıklı yazısında yazarımız Zengin, Beykoz Belediye Başkan Vekili Özlem Vural Gürzel’in sistemi sarsan “Kişisel zenginleşmenin önünde barikat kurmamdır.” sözü siyasete ayna oldu! Yazarımıza göre bu söz manifestoya dönüşerek yıllardır sürmekte olan belediye kavgaların, görevden almaların ve istifaların perde arkasına ışık tuttu. Yazarımız Zengin,  Kavgaların neden çıkıyor?! Hep aynı senaryo, liyakat mı,  akrabalık mı:  vicdanın sesi susturulmaz, Aynaya bakma zamanı başlıkları altında tek tek izah ediyor ve son söz olarak da Beykoz Belediye Başkanı  Özlem Vural Gürzel’i alkışlanması gerektiğinin altını çizerek “ Özlem Hanım bu ülkede kolay söylenmeyen bir cümleyi kurdu. Barikatın adını koydu: Vicdan. Ve biz, bu cesareti alkışlamak zorundayız. Çünkü dürüstlüğün sesi kısılmamalı. Çünkü siyasette barikat kurmak hâlâ en tehlikeli ama en onurlu iştir.”

13 Kasım 2025 tarihli “70 Bin Kişilik Dijital Ordu” başlıklı yazısında Ahmet Yaşar Zengin “ Dijital çağın en tehlikeli silahı: Algı yönetimi” olduğunu belirterek son günlerde devletin güvenlik birimlerinin sıkça ifade ettiği “70 bin kişilik dijital ordu.” hususunu masaya yatırıyor. Bunun bir iddia olmadığını belirterek dünyada devletli destekli istihbarat yapılarının varlığına dikkat çekiyor. Yazarımız asıl amacın Türkiye’de düzeni sarmak ve kamuoyunu manipüle etmek olduğunun altını çiziyor. Artık savaşın şekli de değişti. Dijital Darbe algısı yaygınlaştı. Dijital Ordu da yeni nesil savaş ifadeleri arasına girdi. Değişen ne olursa olsun yöntemin hep aynı olduğunu hatırlatan yazarımız Zengin ‘çamur at izi kalsın’ stratejisinin hala devam ettiğine vurgu yapıyor. Yazarımız bu ülkeyi çökertmek için artık sokaklara çıkmaya gerek olmadığının bu işin masadan da yapılabileceğini dijital ağlarla ülkemize  yapılan saldırıları örnek gösteriyor. Ekrem İmamoğlu tutuklaması sonrası perde arkasında yürütülen dijital operasyonlar! Siyasi dosyalarda dijital arka plan! Yazarımızın düşüncesine göre İddialar FETÖ kalıntısı doğrultusunda! Amaç Türkiye’yi yeniden içerden kuşatma altına almak! Savaşlar cephede değil dijital sosyal medyada yapılmaya başladı. Savaş cepheleri artık meydanlar değil Twitter, TikTok ve YouTube. Ve güvenlik sorunu! Yazarımız dijital güvenliğin askeri güvenlik kadar önemli olduğunu belirterek “Devletin sınırlarını korumak kadar, bilgi sınırlarını da korumak gerekiyor.” diyor. Devlet dijital kuşatmayı ‘siber tehdit’ olarak algılıyor ve milli güvenlik meselesi olarak değerlendiriyor. Artık bu sorun bir siyasi partinin değil T.C. Deveti’nin sorunu olarak istikrar ve bağımsızlık meselesi haline geldiğini ifade ediyor yazarımız Zengin. Ve “Bu nedenle devletin kararlı ve güçlü duruşu, dijital çağın en stratejik savunma hattını oluşturuyor.” Ve yazarımızın son sözü:  “70 bin kişilik dijital ordu” sadece bir sayı değil; Türkiye’ye karşı yürütülen bilgi savaşının fotoğrafı.”

18 Kasım 2025 tarihli “Dijital Kuşatma: Türkiye Alarmda” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, yazısına “Dijital Kuşatma: Türkiye Alarmda. Türkiye, tarihinin en kritik dönemlerinden geçiyor. Etrafımız ateş çemberi, coğrafya gerilim hattı, dünya dengesi kaygan. Devletin güçlü olması gerektiği bir anda sosyal medya kaynaklı bir iç zafiyet yaşıyoruz. Asıl tehlike dışarıdan değil; içeriden, klavye başından geliyor.” İfadeleriyle başlıyor ve ‘Bilgisiz Cesaretin Dijital Ateşi’ adı altında ortaya çıkan “ben her şeyi bilirim” diyenler bir güruhun Türkiye’nin savunma sanayisindeki jeopolitik hamlelerine rastgele klavye atışları yaptıklarına değiniyor. Bu güruh savunma sanayimizdeki teknolojik gelişmeleri küçümseyerek sözde devleti itibarsızlaşmaya çalışıyor! Yazarımız, bu tür gayri milli grup ve güruhların Cumhurbaşkanına ve bazı devlet kurumlarına hakaret ederek tehdit edebilme cesareti gösterebildikleri ne vurgu yaparak Mavi Vatan’ın lüzumsuzluğundan, Türk Ordusu’nun Suriye’yi işgal ettiğinden, diplomatik adımların komplo olduğundan bahsederek bilinçli veya bilinçsiz düşmana argüman/veri sağladıklarını ifade ediyor. Ve bütün bu gelişmeler karşısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, devletin ne yapması gerektiğini 7 maddeyle özetliyor: “ Dijital güvenlik politikası yenilenmeli. Milli güvenlikle ilgili manipülasyonlar cezalandırılmalı. Argo kelime kullananları, hakaret edenleri önlemek için sistem geliştirilmeli. Fenomen kaynaklı dezenformasyon disipline edilmeli. Bot ağları tek tek ayıklanmalı. Aynı merkezden yönetilen sahte hesaplar denetim altına alınmalı. Toplumun dijital okuryazarlığı artırılmalı.”

21 Kasım 2025 tarihli “Komisyon Gitmezse Ben Giderim” başlıklı yazısında yazarımız Zengin, yazısına başlarken PKK’nın silah bırakma süreciyle ilgili MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin İmralı’ya gidilmesi konusunda “Komisyon adaya gitmezse… Ben giderim” çıkışını çıkışında bulunması üzerinde durarak bu cesur meydan okumanın Meclis’te, medyada ve toplumda paniğe, tedirginliğe ve meraka yol açtığına belirtiyor. Yıllardır terör sorununa ‘çözüm’ diyenlerin bile icraata gelince karanlık kuytulara saklanması! Bu durum en çok  PKK’ye terör örgütü diyemeyen siyasiler rahatsız etmiştir! Bahçeli’nin mesajı net ve şeffaf…  O halde İmralı’ya “Komisyon Gitmezse Ben Giderim” açıklamasından neden rahatsız oluyorlar?! Dün PKK’ya terör örgütü diyemeyenlerin bugün İmralı görüşmelerinden neden rahatsız oluğu sorgulanmalıdır! Risk alan Bahçeli, tedirgin olan kendileri! Yazarımıza göre sonuç: “ Bahçeli’nin çıkışı, kimseyi hedef almadan pozisyonları görünür kıldı. Ve ironik olan şu: Bugün komisyon fikrine en sert tepkiyi verenler, dün meclisteki grup konuşmalarında PKK’ya  terördür örgüdür demeyenler veya  söylemekte zorlananlarla aynı çevrelerden çıkıyor. Bundan sonrası siyasetin işi. Yorum milletin.”

27 Kasım 2025 tarihli “Devlet Gerekeni Yapar” başlıklı yazısında yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, Türkiye’nin 60 yıllık mücadelesinde hala devletin kiminle görüşüp-görüşmeyeceği tartışılıyor konusuna açıklık getiriyor. Yazarımız, “Devlet kiminle konuşacağını kimseye sormaz… Sabırlıdır, kibir yapmaz, kapıları hızla kapatmaz. Sorunu çözmek için bütün kanalları devreye sokar. Denenecek yöntemler kalmadıysa gerekeni yapar, hem de en sert şekliyle!  Ama bütün bunları yaparken bir çizgiyi asla ihlal etmez: Şehit ailelerinin yüreğini incitmez, milletin vicdanını da çiğnemez. En önemlisi ise Türkiye’nin üniter yapısını asla tartışmaya açmaz. Devletin Yöntemi Esnektir; Devletin Omurgası Değil Modern devlet dediğimiz yapı: Bir elde operasyon yürütürken diğer elde diplomasi üretebilen bir güçtür. İstihbaratla temas kurabilir. Masada ve sahada aynı anda varlık gösterebilen bir mekanizmadır. Yöntem değişir… Ama devletin devletliği değişmez. Devletin hesabı duyguyla değil, sonuca bakar”. Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin, aslında bu yazısındaki tüm ifade ve yorumlarını yazısının başlığı olan “Devlet Gerekeni Yapar” cümlesinde özetlemiştir. Yazarımız Ahmet Yaşar Zengin yazısının devamında “Müzakere Bir Araçtır; Teslimiyet Değil Müzakerenin kendisi meşruiyet üretmez. Devlet Aklı Vicdana Kör Değildir Ama Duygusallığa Teslim Olmaz. Devlet Sorunu Çözer ve Çözmek Zorundadır.” başlıklar altında ayrıntılı bir şekilde izah etmeye çalışmıştır.