DOĞRUYA DOĞRU
DOĞRUYA DOĞRU 22/12/2022 Reis-i Cumhurumuzun boy resmi üstünde Türkiye Yüzyılında DOĞRUYA DOĞRU yazılı afişleri görünc...
DOĞRUYA DOĞRU
22/12/2022
Reis-i Cumhurumuzun boy resmi üstünde Türkiye Yüzyılında DOĞRUYA DOĞRU yazılı afişleri görünce düşünekaldım: Hangi
anlamdaydı? Doğru olanı kabul edin; yalanlamaya, yanlış göstermeye çalışmayın mı? Yalandan, yanlıştan bıktık; doğruya
yönelelim mi? Yanlışlarımı görmeyin, hep doğrularıma bakın mı? Yaptıklarım hep doğru, bunu görün mü? Propaganda amacı
düşünülürse sonuncu. Ancak kamuoyu önünde açıkça kendi özeleştirileri olmuştu. O zaman da sondan bir önceki denebilir.
Doğruya doğru, tartışmalarda ikna amacıyla çok kullanılan bir deyim. Halk, doğruyu mutlaka kabul edin demiş oluyor bu
kalıpladığı sözle. Ne yazık ki göz önündeki aydınlarımız halkla bütünleşmediği için bu doğruya doğru deme kültüründen
koptu. Egolarına teslim çoğu, kesin doğru bilgilere ulaşma çabası göstermeden hâlâ çekişeduruyorlar.
Son mahkeme gündemi ne acı! İBB seçimini yenileme kararı verilince madur aday da akıl almaz bulduğu bu kararı verenlere
ahmak deyivermişti. Lakin halk tahmin edilemez oy farkıyla sahiplenmişti onu. Gereken ders alınıp kapatılası bu olayla ilgili
şimdi de mahkeme kararı düştü gündeme. Tüm iletişim kanallarından yansıyan çekişmeye teşvik yorumlar yapıladuruyor.
Ahmak, aklını gereği gibi kullanamayan demektir. Anlamdaşı aptal. Karıştırılır genellikle ama abdal ise inanç benimsetmek
için ikna açıklamaları yapan gezgin derviş anlamındadır. Halk arasında ahmak ya da aptal yerine konma, akılla alay etme lafı
yaygındır. Tepki ve aşağılama içerse de genel ahlaka aykırı kem-küfür niteliği olmadığından ahmak, teamülen pek de hakaret
kabul edilmez. Yoksa mahkemeler ahmak-aptal dava dosyalarına boğulmaz mıydı? Hareketli çok güzel bir azerî türküsü var:
Bir kuru sözden ötürü dostla savaşmak olmaz. Yazık ki siyaset sahnesinde fon değil! İktidar ile muhalefet hizmet yarışında
düşman değil, rakiptir. Lakin bukalemunca yanlış bilgi, nifak, kutsallar, ego ve yargı kararları kullandırmayla düşmanlıklar
ürettirilir. Bu yüzden yine iletişim kanallarını sardı körtarafça tartışmalar. Haktaraflığı hak getire diyor kitleler. Bu özlemin
biteceğine inancı da kalmadı kimsenin. Neye yarıyor bu zıtlaşma? Tecrübe etmedik mi? İçimize casuslar, bukalemun akıl
vericiler sokulduğunu görmedik mi? Mazimizdeki hal buyken ve millet geçim derdindeyken siyaset sahnesinde yargı içerikli
ahmak adlı tiyatro oynamak, emperyalist ABD’ye de demokrasiniz adına üzgünüz dedirtmek yakıştı mı bize? Olan biteni
sessiz ve derinden takip ediyor insanlar, dertleri biz değiliz, oy; sırtımızda zar atma yarışı var diyor, çok kişiden duydum(!)
Bu yaşıma dek hakimlerin adil karar vermediği; aynı içerikli kararın Fatsa’da başka, Ünye’de başka olabildiği yakınmasıyla
gözyaşı dökenlere tanık oldum. Aynı suçla biri beraat ederken diğeri şahit durumdakilere minnetsizliği yüzünden mahkûm
edildi bu ülkede diyen kamu vicdanı serzenişleri dinledim. Yargılama zor iş. Devleti yönetenlerin en aciz kaldığı konu olageldi
dünden bugüne hep. Çok yönlü değerlendirmelerle dünyaya da model Türk yargısı düzenlememiz şart oldu, gayrı yeter!
Bir kere mahkemelerin dil uzmanlarından bilirkişi kurulları olmalı ve hangi sözle ne kastedildiğini rapora bağlamalıdır. İkincisi
hakimler suçlu-suçsuz ayrımı yapmamalı. Niye? Çünkü vicdanî kanaat de yorum da kişiden kişiye değişir. Yargılanan kişinin
bilgi versin diye tanıdığı çevreden 3, yabancı çevreden de 8, toplam 11 kişilik jüri yapmalı bu ayrımı. Hakim jüri çokluğunun
suçsuz bulduğuna beraat, suçlu kararı verdiğine de ilgili yasaya uygun cezayı takdir etmelidir.Yüz kızartıcı ağır suçlar para-zor
iş görme-hapis, diğer tüm cezalar ise para veya iş görme olarak yasalaşmalıdır. Yüz kızartıcı ağır suç dışındaki cezalar siyasî
yasak kapsamından mutlaka çıkarılmalı ki kimse yargı güdümünden söz edemesin artık bu ülkede!
Nihat Sami Banarlı’nın Destan Devri Türk Edebiyatı’nı inceleyerek okuyan herkes, hatalar-gaflar yapadursa bile felaketlerin
savılma sürecindeki liderlerin kolay kolay terk edilmeyeceğini anlar demiştim ama olmaz ki böyle de her şeye zam yapılmaz
ki! Atatürk heykel, poster, görüntü ve çeşit çeşit maskelerine karşı sunulan baş örtüsü-şeriat çığırtkanlıklarına medya da
alet edilmiş, askerî darbelerle vesayet zincirine bağlanmıştık. Şükür kırdık, ardından cemaat vesayet zinciri vurulmaya
kalkışıldı, onu da kırdık. Millet, bu tecrübesiyle şimdi yepyeni zincirleri kırmaya hazır bekler durumda artık. Çok partililiğe
geçtik geçeli sürdürülen farklı maduriyet versiyonlu yeni güdümlü liderlik ve mahiyeti oluşturma çabasını sezmez sananlar
yanılır. Lakin rehavete de kapılmak yanlış olur. Akla hayale gelmez oyunlar sahnelenebilir, manevramız pahalıya patlayabilir.
Kolay mı farklı coğrafyalardaki milletimizin ülkeleriyle iletişim kurmuş Türkiye önderliğini emperyalist şerrinden korumak?
Doğruya doğru diyecek, halk algılarını da doğru ölçeceksek başta Reis-i Cumhurumuz, ana muhalefet lideri ve ortakları
olmak üzere bütün aydınlarımıza iki önerim var: Çekim yeri Hindistan-Pakistan coğrafyası SEVGİNİN GÜCÜ adlı izlemeye
değer bir filmin içeriği şöyle: Bir aydın insan sürekli nefretle üstüne gelindiği, bu yüzden de işkenceler gördüğü halde
konuşma güçlüğü çeken kız çocuğunu kaybettiği ailesine kavuşturma mücadelesini bırakmıyor ve sonunda başarıyor. Halkın
geri uğurlaması sırasında çocuğun panik halinde kalabalıktan sıyrılarak onun arkasından babaaa diye çağırması ve koşarken
konuşması şaşkınlık yaratıyor. Kucaklaşma anında da herkes gözyaşlarına boğuluyor. Nefreti yaymak çok kolay, sevgiyi
yaymaksa zordur fikri işlenmiş filmde. Aydın, cesur ve merhametli insan olma sorumluluğu hissettiriyor izleyene.
Bünyemizi saran nefret yayma derdini savmak için siyasetçiler, yöneticiler, sanat eserleri üretenler ve insanım diyen herkes
sevginin gücünü artırıp yaymaya çalışmalı. Bu ilk görevle eş zamanlı olması gereken ikinci çabamız da geçim derdine derman
bulmak. İletişimin iyice yaygınlaştığı çağımızda sevgiyi güçlendirme ve yayma önündeki bu engeli aşmak şart çünkü. İslamın
şartı kırkta bir zekat ama vergi yükü ağır, sorumluluk devletin fikrinde herkes. Mülk-gelir fazlasından geçim derdine derman
paylaşım sistemi kurmak, dile bile gelmedi hiç. Oysa TBMM’de bu sistemi kurmak mümkündü. Gelir Adaleti Kanunu (GAK)
önermiştim Reis-i Cumhurumuza. Ya arz olmadı yazım ya da benimsemedi. Destanlar yazmış milletine bu en büyük ödülü
vermek yakışmaz mıydı dirayet ve cesaretine? Vermedi! 2023’e girerken ekonomi ve sevgi gücünü etkin kılma çabamız, en
doğruya doğrumuz olur. Bunu zorlayıcı, aklın yolu bir diyen ve asla bölünmeyen bilirkişi ve aydınlar korosu özlüyor millet!