İnsan Önce Kendini Sorgulamalı: DÜNYA AHİRETİN AYNASIDIR!..
Değerli okuyucularım, Başkent Postası’nda yazmaya başlayalı beri bazen siyasi, bazen ekonomik, bazen teknolojik, bazen istihbarı, bazen toplumsa...
Değerli okuyucularım, Başkent Postası’nda yazmaya başlayalı beri bazen siyasi, bazen ekonomik, bazen teknolojik, bazen istihbarı, bazen toplumsal, bazen dış politika vs. çok farklı konular üzerinde durmaya çalıştık. İşte bu durum okuyucular açısından bazen de çok sıkıcı olabiliyor. Yılların gazetecilik ve yazarlık tecrübesi ışığında ben de bu hususa çok dikkat ediyorum. Bu yüzden de bugün farklı bir konu üzerinde duracağım. Yeni aynanın karşısına geçmek! Kendi gözlerimizin içine bakarak ruh dünyamıza yolculuk yapmak! Daha doğrusu kendimizi sorgulamaktan bahsediyorum. Varlığımızı, kimliğimizi, ne olduğumuzu, ne olmak istediğimizi, bugünümüzü, yarımızı ve ÖTEYİ!..
Mutlaka hepimiz, güvendiğimiz, değer verdiğimiz ve inandığımız insanlardan çoğu zaman büyük zararlar görmüşüzdür. Yani, ihanete uğradığımız günler olmuştur. En büyük zararları en yakınımızdaki ve en güvendiğimiz insanlardan görmüşüzdür! Hem de iyilik yaptığımız ve her türlü konuda yardımcı olduğumuz (tahmin bile edemeyeceğimiz) insanlardan. Dost, arkadaş, candaş, yoldaş dediğimiz insanlar!.. İşte bugün biraz da bu konu üzerinde durmaya çalışacağım…
İnsanı (içerden) bir kurt gibi kemiren en tehlikeli özellikler/(huylar) arasında başta yalan, kibir ve bencillik(ego) gelmektedir. İnsanın ‘ar’ damarını çatlatan yegane özelliği ise hayasızlığıdır! İnsanı acımasız/merhametsiz yapan (insanı zulme teşvik eden) zalim olmasıdır. Bu özelliğinin öyle bir yönü var ki o da zulme rıza gösterenin de bundan bir farkı olmaması! Ya da haksızlık karşısında susanın!.. Adil olmayan, hakkaniyet düşünmeyen ve kul hakkı gözetmeyen insanın nasıl bir vasfa sahip olduğunu izah etmeye gerek yoktur. Az-çok nasıl bir vasfa sahip olduğunu hepimiz biliriz. Bir de insanın cimri olması kadar tehlikeli bir özelliği yoktur! Tabi ki cimri derken kendi ihtiyaçları dışında olan varlığının fazlası üzerindeki cimrilikten bahsediyorum!
İnsanın dünyada kaldıramayacağı bir yük yoktur! O yüzden insanın isyankar olmasına hiç gerek yok! Çünkü Yüce Yaratan insana kaldıramayacağı hiçbir yük yüklememiştir. İnsan ne ektiyse onu biçmektedir. Yani, başına gelen her türlü kaza, bela ve felaketin tek sorumlusu yine kendisidir. Yani yaptıklarından/ettiklerinden dolayı gelmiştir başına ne gelmiş ise… Yüce Yaratan hiçbir zaman insana zulmetmez! İnsan ancak kendisine zulmeder!..
İnsanın en büyük hatalarından birisi de şükretmemesi! Şükürden yoksun olması! Varken şükretmeyen insanın yokken halini bir düşünün! Bir de yokken bile şükredenin hali!.. Yokken derken; olduğu kadarıyla kıt-kanaat geçinen, elindeki ile yetinen... Yani, elindekine şükreden. Şükredenlerin hali ile şükürden nasibini alamayanların hali hiçbir zaman bir olmamıştır. Şükredenler, şükürden nasiplenenler her zaman kazanmıştır! Hem şu içinde yaşadıklarını dünyada hem de gidecekleri (AHİR) dünyada!.. Şükretmeyenler ise hem bu dünyada hem de diğer (AHİR) dünyada ziyan/zarar içinde olmuşlardır. İşte bütün bunlardan dolayı insan şükrün kıymetini bilmeli ve her zaman ŞÜKRETMELİDİR...
İnsan bilhassa geçim (rızık temini) hususunda her türlü kötü amelden (eylemden/icraattan) sakınmalıdır. Mutlaka Yüce Yaratana şükretmeli ve tevekkül etmelidir. Yani elindekine razı olmalıdır. Bir dönemin büyük İslâm Alimi Ebu Sâid Muhammed Hâdimi’nin babasından almış olduğu nasihatten esinlenerek ben derim ki insan dünyalık ihtiyacını temin etmek (ya da derdini/tasasını/sıkıntısını gidermek) için önce Yüce Yaratana değil de herhangi bir kula/insana bildirirse işte o zaman Yüce Yaratan seni (elinden bir şey gelmeyen!) KUL’a muhtaç eder! Eğer ki insan dünyalık ihtiyacını veya derdini/tasanı/sıkıntını insanlardan önce Yüce Yaratana arz ederse (Yüce Yaratan’dan yardım isterse) işte o zaman insanlar senin ayağına gelir ve DÜNYA bile sana muhtaç olur.
Yine Hâdimi Hazretlerinin hayatına düstur edindiği Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in kutlu bir hadisi ışığında derim ki şu geçici/fani dünyada kalacağımız kadar çalışalım! Yarın, fani dünyadan göçüp gideceğim Ahret için de orada kalacağımız kadar amel edelim! Yüce Rabbimiz için de O’na ihtiyacımız olacağı kadar amel eyleyelim! Cehennem de sabredebileceğimiz kadar (ya dayanacağımız kadar)günah işleyelim! Zaten dilediğimiz gibi yaşamaktayız ve eninde-sonunda şu fani dünyadan göçüp gideceğiz. Yani öleceğiz!.. Öldüğümüz zaman zaten bütün sevdiklerimizden ayrılmayacak mıyız?! O halde her istediğimizi yapalım ama yarın AHİRETTE karşılığını mutlak göreceğimiz şekilde!..
Ne zaman hayırlı bir iş yapmaya kalkışsanız işte o zaman sivrisinekler, parazitler, solucanlar, akrepler, çıyanlar, yılanlar, yalakalar/yağcılar, dalkavuklar, ikiyüzlüler(riyakarlar) de ortaya çıkar (aleni/açık bir şekilde değil) başlarlar (şayet yakınındaysa) kanını emmek ve derini mıncıklamak, zehrini akıtmak için… Bu tür insanlar şayet uzağında ise ağalarına/beylerine yalakalık ve dalkavukluk yapmak için, ya da kuyruk acıları, kinleri, kıskançlıklar varsa) fiskos/dedikodu yapmak, kuyunu kazmak, yıpratmak, zarar vermek amacıyla harekete geçerler…
Maalesef böylesi insanlar açıkça, delikanlıca, yüreklice/mertçe değil (tam aksine) sinsice ve kahpece iş yaparlar!.. Çünkü geçmişte neler yaptığını bildikler ve gelecekte neler yapabileceğini de çok iyi tahmin ettikleri için korkuyorlar! Zaten korktukları için yiğitçe/mertçe/delikanlıca (yüzünüze karşı) değil arkanızdan (sinsice/gizlice) iş çevirerek yaparlar… Bu tür insanlar ya arkanızdan kuyunuzu kazarlar ya da yolunuzun üzerine pislik dökerler!.. Tek amaçları size zarar vermektir. Yani sizi rencide etmek, sizi yıpratmak, sizi aşağılamak!.. Hiç yapamazlarsa bile ÇAMUR AT İZİ KALSIN zihniyeti içinde…
Bu tür insanlar çok uzakta değildir! Mutlaka çok yakınınızda, hatta burnunuzun dibinde, veya etrafınızda ya da çevrenizdedirler!.. Çünkü düşmanınızı tanırsınız; nerede, ne zaman, nasıl ve ne şekilde zarar verecek çok iyi bilirsiniz!.. Ve bu nedenle de gerekli tedbirleri almışsınızdır!.. Fakat yukarıda bahsettiğimiz özelliklere/vasıflara sahip insanların nerede, ne zaman, nasıl ve ne şekilde zarar vereceğinizi bilemezsiniz!.. Ancak basiret ve feraset sahibi iseniz bazılarının kim olduklarını (tecrübelerinizden dolayı) az-çok tahmin edebilirsiniz. Ama zandan/şüpheden ve önyargıdan kaçınmak için kim oldukları hakkında kesin karar/hüküm veremezsiniz.
Bahsettiğimiz türdeki insanlara mutlaka bir faydanız/iyiliğiniz olmuştur. Onlara güvenmişsinizdir. Onlara inanmışsınızdır. Onlardan şüphe etmemişsinizdir. İşte asıl zaafınız da bu ya!.. Bu tür insanlar bu zaafınızı (yeri ve zamanı geldiğinde) size karşı silah olarak kullanmışlardır. Böylesi insanlar çok yakınınızda ise şayet bazen erken teşhis edebilirsiniz. Bazen aylar sonra, bazen de yıllar sonra… Tabi ki farkına vardığınızda iş işten çoktan geçmiş olur.
Ve yazımı bitirirken demek istiyorum ki doğru yaşayalım ve DOĞRU olalım! Doğrulardan asla ve asla ayrılmayalım ki DOĞRU kalalım! Kendimizi her zaman sorgulayalım. Önce ÖZ-ELEŞTİRİ!.. Sonra BAŞKASI!.. Nefsi dürtülerden ve bencillikten/enaniyetten uzak duralım. Başkalarını suçlarken önce kendimize bakalım!.. Yani iğneyi önce kendimize batıralım ki sonra çuvaldızı başkasına demek istiyorum. Şu içinde yaşadığımız dünyayı düşündüğümüz kadar asıl AHİRETİ de bir o kadar düşünebiliyor muyuz?! Kısaca, hiç ölmeyecekmiş gibi BU DÜNYA için, yarın ölecekmiş gibi de AHİRET için ÇALIŞALIM/YAŞAYALIM!.. Nasıl ki DÜNYA AHİRETİN TARLASI’dır. Ben de diyorum ki DÜNYA AHİRETİN AYNASIDIR!..