Arap Baharı ile başlayan hak, hukuk, özgürlük, demokrasi arayışı Libya, Mısır gibi ülkelerden kısa bir süre sonra Suriye’ye de ulaştı. Suriyelilerin normal bir hak arama direnişi için yaptığı protestolar, bir anda Esed rejiminin güvenlik güçleri tarafında kanla bastırıldı. Birçok silahsız masum halk Esed güçlerinin mermileri ile can verdi. Bu olaylardan sonra ok yaydan çıktı ve 2011’de Suriye’de hiç bitmeyecek bir iç savaş başladı. İç savaşın hemen ardından IŞİD’in başlattığı saldırılar sonrasında ülkenin kuzeyinde bulunan bölgede PKK/YPG/PYD terör örgütü birçok kanton oluşturdu. 2014 yılının Eylül-Ekim aylarına gelindiğinde IŞİD terör örgütü PKK’nın kuşatması altındaki bölgelere saldırıları yoğunlaştırdı. 27 Eylül 2014 ‘de HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve 4 Ekim 2014’de PYD’nin sözde lideri Salih Müslim, Türkiye toprakları üzerinden çeşitli silah araç ve gerecin Kobani’ye aktarılması için koridor açmasını talep etti. Bu dönem AK Parti hükümetinin ‘çözüm süreci’ yürüttüğü bir zamana denk geldiği için olumlu yaklaşabileceği düşünülüyordu ancak bu olmadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bizim için IŞİD neyse PKK da odur”, diyerek Türkiye’nin sınır ötesinde çatışmakta olan güçlere herhangi bir yardım yapmayı kati olarak reddediyordu. IŞİD’in Kobani’ye girmesi ve Türkiye’den beklenen adımların atılmaması üzerine HDP, 6 Ekim’de ülke çapında sokak eylemi çağrısı yaptı. Diğer bir ifade ile HDP Türkiye Cumhuriyeti Devletine adeta başkaldırdı, halkı isyana ve suça teşvik etti. HDP’nin halkı adeta ateşin içine atarcasına başlatmış olduğu çağrı sonrası Türkiye’nin genelinde birçok Büyükşehir, il ve ilçede eylemler başladı. Diyarbakır, Siirt, Mardin, Muş, Batman, Tunceli, İstanbul, Van, Adıyaman, Şırnak, Iğdır, Ankara, Kocaeli, İzmir, Hakkâri, Mersin ve Ağrı’da yoğunlaşan eylemlerde göstericiler ile polis ve çeşitli siyasal gruplar arasında çatışmalar yaşandı. Olayların sonunda 37 kişi yaşamını yitirmiş, 326’sı güvenlik görevlisi 761 kişi de yaralanmıştı. Olaylarda yaşamını yitirenlerden biri de Diyarbakır’da vahşice katledilen 16 yaşındaki Yasin Börü’ydü. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na göre Kobani olayları 35 il ve 96 ilçeye yayılmıştı. Çıkan olaylarda 197 okul yakılmış, 269 kamu binası tahrip edilmiş, 1731 ev ve işyeri yağmalanmış, 1230 araç da zarar görmüştü. PKK ve siyasi uzantısı halkı ölüme ve öldürmeye teşvik ederken; Türkiye ise Kobani’de Suriye Kürtlerine desteğini IŞİD zulmünden kaçan on binlerce Kürt kardeşimize kapılarını açarak veriyordu. Olayların seyri böyle iken Kobani olaylarını sadece 6-8 Ekim 2014 tarihinde yapılan olaylar, katliamlar, yıkımlar şeklinde sirayet eden olaylar silsilesi gibi görürsek bu meseleyi çok basite indirgemiş oluruz. Onun için bu meseleye kırk yıldır bu coğrafyada kardeşkanı akıtan bebek katili PKK terör örgütünü ve bu kanlı örgüt ile aynı tarihlerde ortaya çıkan FETÖ terör örgütünün gizli ve çarpık ilişkilerini, kime hizmet ettiklerini, kimlerden talimat aldıklarını, hangi olaylarda işbirliği yaptıklarını bu ve buna benzer birçok sorunun cevaplarını bularak meseleye bakmak gerek. Yoksa eksik ve sakat bir anlatım olur. Kobani olayların zeminini oluşturan birçok etkenden bir tanesi de “çözüm süreci” dir. 1984 yılında ilk eyleminden itibaren, yaklaşık 40 yıldır süren çatışmalar neticesinde, 40.000’in üzerinde can kaybı ve milyar dolarlık ekonomik zarara neden olan bebek katili PKK terör örgütünü temelden çözmeyi amaçlayan AK Parti Hükümeti, siyasi bir çözüm arayışına girdi. AK Parti Hükümeti tarafından kardeşkanının durması için başlatılan bu süreçte barışçıl tüm yolların denendiği hatta birçok tavizinde verildiği görünmektedir. Yaşadığımız Anadolu coğrafyasında bin yıllık tarihi, sosyal, kültürel ve İslam çatısı gerçeği ile Türklerle Kürtlerin geçen bin yılda her zaman bir kader ortaklığı, bir din kardeşliği yaptığı gerçeği ışığında son kırk yılda yaşanan üzücü hadiselerin ortadan topyekûn kaldırılması ve ülkemizin daha huzurlu ve müreffeh bir ülke olması için düğmeye basılmıştı. Kırk yıldır akan kanın durması hiç de uzak olmayan bir ihtimal olarak beliriyor, güzel ülkemin güzel insanının gözünde bir umut ışığı yanmaya başlıyordu. Türkiye’de silâhların sustuğu, kanlı eylemlerin durduğu güzel yarınlar için hep birlikte yeni bir geleceğin inşa edilebileceği bir zemin yakalanmıştı. Bu kadar güzel umutlar yeşerirken çoğumuzun içinde bir tedirginlik, bir bilinmezlik vardı. Çünkü Türkiye ne zaman atağa geçse ya bir darbe ya bir isyan ile bu umutlar yok edilmiştir. Acaba yine bir yerden bir provokasyon, bir baltalama hamlesi gelir mi kuşkusu da bir çoğumuzun özellikle bu açılara tanıklık etmiş bizlerin içini kemiriyordu. Zira yüz yıllık bir sorunu nihayet çözmekten bahsediyordu Sayın Recep Tayyip Erdoğan. Şunu hepimiz biliyorduk ki ateşten gömlek giyerek alınan bu karar neticesinde sorunun çözümünde yürünecek her yol adeta mayın tarlası, tuzak ve aşılmaz engeller ile hazırlanmış yorucu bir yol olduğunu. Ama buna rağmen ve her şeye rağmen karar verilmişti Sürecin olmaması için hem içerde hem de dışarıda birçok aktör, kuruluş hatta devletler; hep köstek ve engel oldular. PKK terör örgütünün sözde lideri bebek katili Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013 tarihindeki ‘Silâhlara Veda’ çağrısının üzerinden henüz iki buçuk ay geçmişti ki, bir anda İstanbul’dan başlayarak bütün ülkeyi kasıp kavuran ‘Gezi olayları’ patlak verdi. Taksim’de başlayan olaylar İstanbul sınırlarını açtı bir anda Türkiye’nin dört bir yanına yayılmaya, hükümete karşı yaygın protesto gösterilerine dönüşmeye başladı. Otuz’dan fazla şehirde protesto gösterileri başladı. Gezi olayları çözüm sürecini aksatmış, hatta durdurmuştu. Aslında 2009’da sürecin resmen ilânından sonra da defalarca engellerle, provokasyonlarla karşılaşılmıştı. Süreç ilk kez kesintiye uğramamıştı. O kesintilerden sonra başlayan çatışmalarda çok sayıda insan da hayatını kaybetmişti. Bu gelişmeler devam ederken Türkiye ve Suriye ilişkileri 2008 yılında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed, Türkiye’ye Suriye’nin kuzeyindeki ‘Kürtlere’ karşı ortak askeri harekât düzenleyelim diye teklifte bulunmuştu. Türkiye’nin bu süreçte halklardan yana bir tavır alması Beşar Esed’i Türkiye’ye düşman etti. Türkiye Suriye ilişkilerin mükemmel olduğu yıllarda PKK adeta Kandil’e hapis olmuş durumdaydı. Türkiye’nin resti ile Suriye ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ düşüncesiyle Kandil ile yeniden irtibata geçti. PKK terör örgütü için bu bağlantı bir kurtuluş reçetesi oldu. Esed rejiminin ülke içindeki demokratik dönüşüme izin vermeyeceğinin ortaya çıkması, ardından İran ve Irak gibi bölge ülkelerinin de ona destek vermesiyle Türkiye’nin tek başına bir çözüm sürecini yürütmesi bölgesel konjonktür itibariyle neredeyse imkânsız hale gelmişti. Beşar Esed rejimi Türkiye’nin artık kendisinin yanında olmadığını gördükten sonra PKK/PYD’ye sıcak mesajlar göndermeye başlamış, ülkenin kuzey bölgelerinde ayrı bir cephe açmak istemediği için bu grupla anlaşma, bazı bölgeleri onlara bırakma yoluna gitmişti. Suriye rejimi bu yolla hem kendisi için daha kritik olan bölgelere güç kaydırma imkânına kavuşuyor hem de isyanı destekleyen Türkiye’ye karşı da bir tehdit yaratmış oluyordu. Türkiye, 16 Kasım 2013 günü süreçle ilgili olarak sembolik değeri yüksek bir adım attı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin lideri Mesut Barzani’yle birlikte Diyarbakır’daydı. Yanlarına, bölgedeki Kürtlerin gözünde, gönlünde bir karşılığı olan sanatçılar Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses’i de almışlardı. Diyarbakır’dan bütün bölgeye birlik ve barış mesajı veriliyordu. Çok güzel bir ahenk yakalanan bu süreç maalesef uzun sürmeyecek ve yeryüzünün en sinsi terör örgütü FETÖ sahneye çıkacaktı. Türkiye 17 Aralık sabahı soruşturmalarla uyandı. Ortalığı bir anda bazı bakanlara dair yolsuzluk iddiaları, telefon tapeleri, gözaltı kararları kapladı. FETÖ terör örgütü AK Parti Hükümetini hedef almış 25 Aralık’ta terörist başı Gülen’in talimatı ile yeni soruşturmalarla baş başa kalmıştır. 17- 25 Aralık soruşturmaları hükümeti devirmeyi hedefleyen bir hamleydi. Birkaç ay önceki Gezi Parkı olaylarında da hükümet benzer bir tabloyla karşı karşıya kalmıştı. Gezi sürecinde sokaklar üzerinden devrilemeyen hükümet, şimdi polis-yargı hamlesi üzerinden hedef alınmıştı. FETÖ ile mücadele de yeni bir süreç girmişken bu kez de 6 Ekim 2014 günü HDP’den kamuoyuna şöyle bir çağrı yapıldı: “Şu anda toplantı halinde olan HDP MYK’dan halkımıza acil çağrıdır: Kobane’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobane’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz.” Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya yönelik bir Kandil hamlesiydi. HDP’nin bu çağrısıyla FETÖ terör örgütünün de büyük desteği ile PKK’nın Güneydoğu illerindeki bütün milisleri harekete geçti, şehirlerde ortalık yangın yerine döndü, evler, işyerleri, sokaklar, caddeler kamu binaları, okullar tahrip edildi, yakıldı ve yıkıldı. Bu olayların neticesinde, çözüm sürecinin en ayırıcı vasıflarından olan şiddetin artık geçmişte kaldığına ilişkin algı zedelendi, barışa ilişkin umutlar hezimete uğradı ve sürecin arkasındaki halk desteği ciddi zarar gördü. Bu olayları isteyerek bu seviyeye getiren ve bilerek süreci zayıflatmayı isteyen iki kesim vardı; biri FETÖ diğeri de PKK ve siyasi uzantısı olan HDP. Bu çarpık ilişkiyi en iyi anlatan Türk siyasi tarihinin temel taşlarından olan Sayın Mehdi Eker’in Kobani olayları ile ilgili bir sohbetinde birkaç önemli cümlesini paylaşmak isterim. Sayın Eker: ‘‘Kobani olaylarını FETÖ’de bağımsız düşünürsek anlayamayız. Kobani olaylarını sorgularken dönemin polis ve askeri yetkililerini yani güvenlik bürokrasisini de incelemek gerekir. Sadece Kobani olayları değil, Uludere olaylarını, Sur olaylarını, hendek olaylarını değerlendirirken FETÖ ve PKK’yı birlikte değerlendirmezseniz sonuç alamazsınız. Mesela o günlerde vatandaşlardan “500 TL’ye kaleşnikof satılmaya başlandı” bilgisi geliyordu ama bunun cevabını alamıyorduk. İl emniyet müdürlüğünde oluşturulan kriz masasının 48 saat boyunca başındaydım. Orada üst düzey emniyet ve askeri personel de vardı. Kritik yol kavşaklarında araçlar terk ediliyordu. Çok kritik kavşaklara bir araç bırakıyorlardı. Diyarbakır, Batman, Siirt yolları kapanıyordu. Mesela çekici araç lazım yolu açmak için. Belediyeler işbirliği yapmıyordu. Emniyetten toplumsal olaylara müdahalede kullanılan TOMA araçlarını istiyorduk. Arızalı ya da yetersiz şeklinde açıklama yapılıyordu. Yolun açılması bir şekilde engelleniyordu. Bu tür şeylerle çok sık karşılaşıyorduk ve iyi niyetle yorumlamıyoruz. O isimlerin neredeyse tamamı FETÖ soruşturması geçirdi, görevden alındı ve birçoğu hala cezaevinde. Diyarbakır’daki güvenlik bürokrasisinde FETÖ çok güçlüydü. HDP, kanlı Kobani olaylarında yaptığı açıklamalar ve sosyal medya mesajları ile yangına körükle gittiler, vatandaşı tahrik ettiler ve kışkırttılar. Dahası meslek kuruluşlarına da baskı uyguladılar. Diyelim Kandil’den bir mesaj yayınlanıyor, yerel siyasi uzantılar da aynı mesajı yaygınlaştırıyorlar. Bakın tekrar söylüyorum. PKK, HDP ve FETÖ Kobani olaylarında birlikte hareket etti. Bunları yöneten bir akıl vardı. Orayı bir eylem sahnesi yaptılar. Sivil masum insanlar hayatını kaybetti. PKK/FETÖ ittifakının amacı Diyarbakır’daki eylemleri Türkiye’nin başka şehirlerine yaymaktı. Dünyanın gözünün Türkiye dönmesini sağlayarak ülkemizi dış müdahaleye açık hale getirmeyi planlıyorlardı. Biz Efkan Ala ve Numan Kurtulmuş ile sınıra gitmiştik. Türkiye’nin dört bir yanından sivil araçlar vardı. Bizi protesto ettiler. O organizasyonda FETÖ’nün olduğunu düşünüyorum.’’ diye ifade etmişti.
Ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan FETÖ çatı iddianamesinde, 6-7 Ekim 2014 Kobani olayları sırasında öldürülen Yasin Börü’nün cesedine ve olay yerine müdahalede kasten ihmalkâr davranıldığı ve olayların büyümesinin beklendiği ifade ediliyor. Emniyetin içindeki FETÖ kadrolarının, 2014 yılından itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde PKK’nın isini kolaylaştıran işlemler gerçekleştirdiğine dikkat çekilen iddianamede, konuya ilişkin şu ifadelere yer verildi:
“- Hakkari’de polis aracından yola torpil atılıp patlaması sağlanarak halkın olaylara karışması amaçlanmıştır.
– Barış sürecini bitirmek için Cizre’de olaylar başlamış, 2015 yılının Ocak ayının ikinci yarısında günlerce müdahale edilmeyip ölümlerin artması beklenerek örgüt için fayda sağlanmaya çalışılmıştır.
– Diyarbakır’da 6-7 Ekim 2014 Kobani olayları sırasında bir apartmandan dövülüp atılarak öldürülen Yasin Börü’nun cesedine ve olay yerine müdahalede emniyet kasten ihmalkâr ve geç davranarak olayların büyümesini beklemiştir.”
Sürecin bu noktaya gelmesinde yaşanan hadiselerin, HDP’nin olayları yatıştırmak için hiçbir uzlaşmaya yanaşmaması ve ayak diremesinin arka planında iş ortağı FETÖ’nun olduğu ortaya çıkmıştır. Tekrar ediyorum PKK ile FETÖ şu anda birlikte hareket ediyorlar ve aynı prizden elektirik alıyorlar. Türkiye üzerindeki oynanan oyunda PKK ve FETÖ’ye farklı kimlik ama aynı rol verilmiştir. Türkiye’deki tüm kanlı eylemlerinde sözde farklı yerlerde durmuş profili çizmiş olsalar da birlikte hareket etmişlerdir. Kan ile beslenen bu terör örgütlerinin ve siyasi uzantılarının son kırıntılarının dahi kökü temizlenmedikçe huzur ortamı ırak kalmaktadır. Milletçe bu hainlere asla geçit vermeyeceğiz.
Dr. İmbat MUĞLU
YORUMLAR