İsmail AKGÜN
MEYAD Genel Başkanı, Eğitimci-Yazar
akgismail@gmail.com
Küresel hegemonlar kimi zaman azınlık hakları, kimi zaman da demokrasi kavramını vitrin olarak kullanırlar. Nitekim yerle bir edilen, zenginlikleri çalınan, bir milyondan fazla insanın katledildiği, binlerce kadının namusunun kirletildiği, ülkenin üçe bölündüğü, mezhep ve etnik köken düşmanlıkları ile adeta ebedi kor ateşi haline getirilen Irak, demokrasi kılıfıyla ve ABD tarafından bu hale getirildi!
Hedef seçtikleri ülkenin yumuşak karnını ya da soykırım yalanı gibi uydurdukları bir bahane ile saldırırlar. Türkiye için şimdilik; Alevi-Sünni, dindar-laik, Kürt, Laz, Arap, Ermeni, Yunan, Kıbrıs, Akdeniz, Rum, Ege… Bunlarla başarılı olunmazsa yenilerini piyasaya sürerler! Osmanlı’nın azınlık hakları ile yıkılması gibi…
1910-1920 yılları arası, Osmanlı cepheden cepheye savaş halinde. Balkanlar (8 Eki 1912 – 18 Tem 1913), Trablus (29 Eyl 1911 – 18 Eki 1912), Kafkaslar (24 Eki 1914 – 30 Eki 1918), Yemen (10 Kasım 1914 – Haziran 1916), Çanakkale (19 Şub 1915 – 9 Oca 1916) ve daha birçok yerde çok uluslu güçlerle savaşmaktan bitap düşmüş durumda. Savaşacak neredeyse kimse kalmamış. Cephane, erzak, binek hayvanı desen tükenmiş durumda. Savaş teknolojisinden yoksun, içerde ve dışarda kışkırtma yapan hain ise; bugün ve her dönem olduğu gibi sürüyle…!
Bu yazımda üç yaşanmış olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Anlatacağım bu olaylar bu sorunu bir nebze daha anlaşılır kılacaktır diye düşünüyorum.
Olay 1: Adıyaman Doluca Köyü. Eski adıyla Keferme Köyü. Olayı anlatan; o köye 30 yıldan fazla muhtarlık yaparak hizmet etmiş, tahminen 80 yaşından fazla yaşadıktan sonra vefat etmiş bu amca, aynı zamanda arkadaşımın da babası idi. Lise öğrencisi iken bir yaz günü ziyaret etmiş, havanın sıcak olmasından dolayı toprak evin üstü yani damda yıldızları seyrederek yatmıştık. Amca, güngörmüş biri ve canlı tanık olarak bize anlatmıştı. “Erkekler birçok cephede savaşa gittiklerinden 1914’lü yıllarda köyde ve civarda hemen hiç erkek kalmamış, kimi şehit kimisi de cephelerde savaşmaya devam ediyordu” diye anlatmıştı. “Bildiğiniz üzere Osmanlı’da gayri Müslümler askere alınmazlar. Onlar zanaatkârlık ve ticaret ile uğraştıklarından sadece vergi verirlerdi. Bu nedenle nüfuslarında azalma söz konusu değildi. Bu bölgede de gayri Müslim olarak Ermeniler bulunmaktaydı. Komşularımızdı. Ciddi sorunumuz da olmamıştı. Birden canileşerek ve kimsede olmayan silahlarla kadın-çocuk-yaşlı demeden yakaladıklarına katliam yaptıklarını” ağlayarak anlatmıştı.
Olay 2: Ankara Hamamönü’nde bir vakıfta “Devlet Arşivleriyle Ermeni Olayları” konulu bir sunum dinliyordum. Ermeni katliamları anlatılıyordu. Dinleyerek öğrendiğim bir katliamı da onlara ben anlatmıştım. 1914’li yıllar. Fransızlar ve Ruslar başta olmak üzere Osmanlı’yı yıkmak için Ermeniler başta olmak üzere birçok etnik köken mensubunu örgütlemiş, kışkırtmış, silah-erzak gibi her türlü donanım ile donatmışlardı. Mitralyöz (makinalı tüfek) Osmanlı’da yok denecek kadar az olmasına rağmen Ermeni Hınçak ve Taşnak Çetelerine Fransızlar tarafından verilmişti. Malatya Doğanşehir, Sürgü, Erkenek bölgesinde yaşlı-kadın-çocuk ayrımı yapmaksızın katliam yaparak ve köyleri de yakarak ilerliyorlar. Adıyaman Besni’ye yaklaştığı haberi duyulunca, yaşlılar zamanın Besni Kaymakamından yardım isterler. Kaymakamın elinde de asker yok denecek kadar azdır. Tek bir çare vardır; o da kanun kaçakçısı olmaları nedeniyle dağlara kaçan eşkıyalardır. Ahali Kaymakam’dan eşkıyaların af edilmesini ve kendilerini Ermeni katliamından kurtarmalarını ister. Çaresizlikten kaymakam bu durumu kabul eder ve eşkıyaları affeder. Eşkıyalar, Ermeni çetelerini yok ederek ahaliyi kurtarırlar. İşin bundan sonrası daha ilginçtir. Çünkü eşkıyaları mecburen affeden kaymakamın cezalandırıldığını Devlet Arşivlerindeki o görevli ilave bilgi olarak bana ve oradaki herkese anlatmıştı. Ne garip değil mi? Kim katliam yapmış?
Olay 3: 2005-2009 yılları arasında Adıyaman Sosyal Hizmetler İl Müdürü iken yaşadığım bir hatırayı paylaşmak istiyorum. ABD Adana Konsolosluğundan bir yetkili, ili ziyaret kapsamında beni de Devletin bilgisi dâhilinde ziyaret etmişti. Gücün verdiği bir şımarıklık ve ukalalık, her halinden anlaşılıyordu. Sürekli sorular sorarak bilgi almak ve kanaatimce beni de ölçmek istiyordu. “Ülkenizdeki açlar, öldürülen Kürtler, aşağılanan kadınlar, fakirlere yardım yapılıyor mu” vb. konularla ilgili peş peşe sorular soruyor ve bende cevap veriyordum. Soruları cevaplarken; “Ülkemizde kimseye asla bir ayrımcılık yapılmaz. Sosyal Devlet anlayışı gereği ülkemizde aç kimse de yoktur ancak, fakiri bulunmaktadır.” şeklinde izah etmiştim. Kahveler de gelmiş ancak, cevaplarım memnun etmiyor ve aşağılayıcı yeni sorular soruyordu. Misafirim olan Konsolos hanımefendiye, “izin verirseniz birkaç soru da ben sorabilir miyim?” deyince “elbette, buyurun lütfen” dedi.
“ABD Dünya’nın ekonomik ve teknolojik olarak en gelişmiş ülkesi” diye söze başladım. Hoşuna gitti. Devam ettim. “Yaklaşık 300 milyon nüfusunuz var. Güçlü bir ülkesiniz. Aslında yok ettiğiniz Kızılderilileri de sormak isterdim ama onları burada sormam uygun olmaz. Bu nedenle sormayacağım. Ancak, bu kadar güçlü olan bir ülkenin, 20 milyondan fazla vatandaşının çöpten besleniyor ve sokaklarda yaşıyor olmasını anlayamıyorum. Eşit vatandaşlar olması gereken siyahiler, sürekli aşağılanıp köle muamelesi yapıldığını duyuyoruz. Bu durum gücünüze, demokrasinize ve insan hakları anlayışınıza uyuyor mu? Bu sorunları çözmemiş olmanız, savunduğunuz bu değerler ile bir çelişki oluşturmuyor mu? Ya da bu sorunları çözmek için neler yapmayı planladığınızı anlatmak ister misiniz?” diye sordum. Tercüman tercüme ettikçe, renkten renge giriyordu ve şöyle cevap verdi: “Siyasi sorulara cevap vermiyoruz. Misafirperverliğiniz için teşekkür ederim. Ziyaret bitmiştir” deyip kalktı. Onun yaptığı gibi aşağılayıcı sorular ile saygısızlık yapmadım. Kaba kuvvet ya da satın alma ile her şeyi çözeceklerine inandıkları için sorulara tahammül etmesi beklenemezdi!
Müstemleke muamelesi kabul edilemezdi, etmedim. Sorularımla gurur duyduğumu belirtmek isterim. Onların mankurtlaştırdığı köleler ya da satın aldıklarının verdikleri zarar, umurumda bile olmaz! Bu ülke, “kahramanlar can verir, yurdu yaşatmak için” sözünü icra edenlerle ayakta değil miydi?
Birçok cephede Dünya’nın en güçlü orduları ile kahramanca savaşan Osmanlı’nın eli silah tutan erkekleri, neredeyse tamamı yok olmuştu. Kimisi de savaş meydanlarında çarpışmaya devam ediyordu. Askere alınmadıkları için savaş meydanlarında ölmeyen ve bu nedenle nüfusunda azalma yerine çoğalma olan, özgürce zanaat ve ticaret ile oldukça zenginleşen, ülkenin en güzel yerleri ve köşklerinin sahibi olan, asırlardır huzur ve güven içinde yaşayan, Osmanlı’nın zayıflaması ile Rusya, Fransa ve diğer ülkelerin çıkarına hizmet edip örgütlenen Ermenilerin, katliam yapmalarını tarih asla affetmeyecektir. Hıyanet ile katliam yapan Ermenilerin sadece Tehcir (sürgün) cezası ile cezalandırılmaları ise bir merhamet olarak değerlendirilmelidir.
Soykırım diyen ABD’nin katliam karnesi oldukça kabarıktır. Kuzey ve Güney Amerika’da Kızılderili soykırımı, Vietnam, Irak, Kore, Japonya, Küba, Sudan, Afganistan… ve daha nice ülkelerde milyonlarca insan katliamı. Buna rağmen Türkiye’ye soykırım yaptı ifadesi (yumuşatarak söylüyorum) ahlaksızlıktır ve Dünya’ya “güçlüysen istediğini yapabilirsin” demekten başka bir şey değildir!
Bizim de eksiklerimiz çok. Hiçbir şey üretme, üretebilecek yerli ve milli insanları dışla ve yerine sadece kendine bağlı (!) olanları değerlendir, okumayı ve yazmayı önemseme, yeterince ar-ge ye önem verme, onların ürettiğini tüket, referans kaynağı olarak onlar doğru derse inan değilse inanma, sürekli onlara özen ve medet bekle ve sonra kahrolsun ABD, Fransa, İngiltere…! İnandırıcı mı?
Aslında milli hassasiyetleri güçlü bir ülkeyiz. Bakmayın mankurtlaşmış kriptoların ve efendilerinin söylemlerine. Bu söylemleri dikkate almaktansa; ülkede birlik ve beraberlik, adalet, durmaksızın üretim, güçlü savunma sanayii, kendine yeten ve fazla veren, huzur ve güven ortamı sağlanmalıdır. Dış politikada ise; dil, din, coğrafya, ekonomik birliktelikler ile duygusallıktan uzak karşılıklı çıkar birliktelikleri hızla inşa edilmeli veya bu yöndeki çabalar arttırılarak süratle ülke güçlendirilmelidir. Aksi takdirde, İncirlik, Malatya, İzmir, Kuzey Irak, Suriye, Kıbrıs Rum kesimi, Akdeniz, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Gürcistan’daki yüzlerce kara, deniz ve hava üsleri, size Türklerin Hilal kuşatmasını/harekâtını hatırlatmıyor mu?
YORUMLAR