Modern dünyada rasyonel düşünebilme yeteneği geliştiremeyen toplumumuz, ütopik yanıyla çağdaş dünyada yer almaya çalışmakta, ideolojik tarafgirliklerini, çıkar tutkularına heba eden bir siyaset biçimine dönüştürmektedir.
Başarıyı geçmişe yüklemeyi maharet sayan abartılı yüceltmeleri, ait oldukları düşünce dünyalarına payanda yapmaya çalışırken, çağdaş dünyanın ruhuna uygun davranmadıklarının farkına bile varamamaktadırlar.
Abartı yanı gelişkin olan Asya toplumu olmamızdan kaynaklı, kurtarıcı arayış umudumuz her dönem devam etmektedir. Egemenlik anlayışları siyasete rol biçen ve çıkar tutkuları politik hırslara dönüşen siyasi aidiyetler, ülkede kurtarıcı kahramanlıklar peşinde koşturup durmaktadır.
Bir kesimimiz ait olduğu düşünce dünyasının kutsanan liderlik döneminin handikaplarını, yanlışlarını görmezden gelerek yüceltirken, bir diğer kesim ise, hilafetin terk edilmesini gerekçe göstererek kötülemekte, halkın saltanata karşı zaferini görmezden gelmektedir.
Ülkemizde, halkın iradesinin saltanata galip gelmesini ve Cumhuriyetin kuruluşunu bayram olarak kutlamakta ve büyük önem atfetmektedir. Kurtuluş Savaşında aynı cephelerde birlikte kan ve can veren ve Cumhuriyeti birlikte kuranlardan; etnik, dini, mezhepsel farklılıklar nedeniyle asli unsur olarak görülmemekte, demokratik talepleri ötelenmektedir.
Ülkede rejim sorunundan öte, bir demokrasi sorunu olduğu bariz bir şekilde orta yerde durmaktadır. Kuvvetler ayrılığının olmadığı, devlet denetim mekanizmasının yeterli çalışmadığı, yargı mekanizmasının iyi işlemediği bir ülkede, kuralsızlıklar ve disiplinsizliklerin meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Bir kesimimiz Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’nin mevcut islam ülkeleri içinde rasyonel düşünebilen topluluk olduğu gerçeğini göz ardı ederek, “teba” olmaktan kurtulan yanını görmekten imtina edebiliyor. Başka bir kesimimiz ise, batılı modern dünyanın toplumumuzu dini değerlerimizden uzaklaştırarak yozlaştırdığını ait olduğu kültürü yok ettiğini düşünebiliyor.
Bir şairin dediği gibi politik aidiyetler; “Hangi dünyaya kulak kesilmişse, öbürüne Sağır” oluyor. Bu çatışmaların ülkemize çok şey kaybettirdiğini, hamasetin çözüm olmadığını ne zaman anlayacağız?
Neden hem geçmişin doğru yanlarını tecrübe olarak alıp, hem de dini kültürel değerlerimizi harmanlayarak orta bir yol bulamıyoruz?
Ülke gerçekliği ile umutlarımız arasında, geçmişteki bilgilerimizle bugünü inşa edemeyeceğimiz gibi, bugünkü bilgi, çözüm ve yaklaşımlarla da geleceği değiştiremeyeceğimizi ne zaman öğreneceğiz?
Harbiye öğrencilerinin mezuniyet töreninde kendileri için hazırlanan yemin metnine tepki olarak, tören sonrasında bir kısım Teğmen’in toplanarak eski yemin metnini okuması, kılıç sallayarak; “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganını atması iktidara tehdit olarak algılandı.
Gündeme bomba gibi düşen bu durum bir kesim tarafından alkışlanırken, bir diğer kesim had bildirilmesi gerektirdiğini dillendirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da tartışmalara dahil olarak “Kime Kılıç Sallıyorsunuz” diyerek sorumluların tespit edilerek ihraç edileceklerini ifade etti.
Tarihsel olaylara vurgu yapmamız, anlam, amaç ve etkileri üzerinde yeterince düşünüp ders çıkarmamız daha önemli değil mi?
Ülkede bunca yoksulluk varken; insanların %70’i yoksulluk sınırının altında açlıkla mücadele ederken, halk enflasyon altında inim inim inlerken, politik çatışmalarla hamaset yapmak, karşıtlıkları kışkırtmak iktidara mı yarar, yoksa protesto yapanlara mı?
Tarihi kuran, yöneten, değiştiren, dönüştüren yasaları anlamaya çalışmak, ülkeyi daha kapsayıcı demokratik bir yapıya kavuşturmak mı daha önemli? Yoksa kurumsal devlet organlarını disipline eden bir anlayışa getirerek çatıştırmamak mı?
Bu eylemi organize edenler ne yapmaya çalışıyorlar?
Kimin değirmenine Değirmen’ine su taşıyorlar?
Saygılarımla…
YORUMLAR