TÜRKİYE’DE TARIM SEKTÖRÜNÜN SORUNLARI
Tarım dar ve geniş anlamda ifade edilebilmektedir. Dar anlamda; arazide ekim, dikim, bakım ve yetiştirme yollarıyla bitki hayvan ve hayvansal ürünler üretilmesi veya bunların üreticileri tarafından işlenip değerlendirilmesi gibi faaliyetlere tarım faaliyetleri denilmektedir. Bu anlamda tarım dikkate alındığında, çiftçilikle eş anlamlı olmaktadır. Ancak tarım çiftçilikten öte bir alandır. Bu manayı da geniş anlamda tarım tarifi vermektedir. Geniş anlamda tarım; çiftçilik faaliyetlerine ilaveten, ürünlerin yetiştiricileri tarafından işlenmesi, ormancılık ve balıkçılık faaliyetleri, tarımsal ürünlerin yetiştiricileri tarafından taşınması ve saklanması, mağazalara devredilmeden üreticileri tarafından satılması ve tarım alet ve makinalarının diğer tarım üreticilerinin üretimle ilgili faaliyetlerinde bir bedel karşılığında kullandırılması gibi faaliyetlerin tamamıdır.
Tarım sektörü, sanayi ve hizmetler sektörüyle birlikte ekonomilerin sahip olduğu üç ana sektörden birisidir. Allan Fisher, Colin Clark ve Jean Fourastié tarafından geliştirilen “üç sektör kanunu”na göre, toplumların gelişmemiş döneminde ekonomide ağırlık tarım sektöründedir. Toplum geliştikçe ağırlık sanayiye, tam gelişince de hizmetler sektörüne kayar. Osmanlı İmparatorluğu bu anlamda tam bir tarım toplumudur. Var olan tarım ise “geçimlik tarım” denilen özelliktedir. Yani, üretilenin daha çok toplumun gıda ihtiyacını karşılaması esasına dayanan bir üretim yapısı mevcuttur (Türkiye’deki mevcut tarım da geçimlik tarım özelliğindedir denilebilir). Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde tarımsal üretim milli gelirin yaklaşık yüzde 70’ini oluşturuyordu. Yine istihdamın ise yaklaşık yüzde 85’i tarım sektöründeydi. Tarım sektörüne birincil, sanayi sektörüne ikincil ve hizmetler sektörüne ise üçüncül sektör denilmektedir.
Bu yoğunlukta bir tarım devleti Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra, Cumhuriyet döneminde tarım bir taraftan temel üretim sektörü olduğu için desteklenirken bir taraftan da sanayi olmadan kalkınmanın olmayacağı bilindiği için sanayi sektörü tüm dönemlerde önceliklendirilmeye çalışılmıştır. Gelişimin doğal sonucu olarak, tarım sektörünün milli gelir ve istihdam içerisindeki payı sürekli azalmıştır. Günümüzde tarım sektörünün istihdamdaki payı yaklaşık yüzde 16,5, milli gelirdeki payı ise yaklaşık yüzde 6,5’tir. Özellikle 1980 sonrası dönemde, tarım sektörünün ihmal edilişine bağlı olarak Türkiye tarımsal üretim açısından kendi kendine yetme özelliğini kaybetmiştir. Toplam ithalat içerisinde tarımsal ürün ithalatının payı 1980’de yaklaşık yüzde 0,06 iken, günümüzde bu oran yaklaşık yüzde 7 olmuştur. Tarımsal ürün ihracatı ise toplam ihracatın yüzde 3’ü kadardır.
1980 sonrası tarım ve hayvancılıkta gerilemenin temel nedenleri;
1980 sonrası tarım ürünleri ithalatına yeşil ışık yakılması,
Yanlış tarımsal destek politikaları veya tarımsal desteklerin azaltılması,
Yem ve yakıt gibi tarımsal girdilerdeki fiyat artışları
Terör olaylarına bağlı olarak yaylacılık faaliyetlerinin durma noktasına gelmesidir.
Mevcut topraklarının yaklaşık yüzde 36’ı (Iğdır ilinde bu oran yüzde 33’tür) tarım arazisi olan Türkiye’de tarım ve hayvancılık açısından temel sorunlar şu şekilde sıralanabilir;
Planlama sorunu mevcuttur. Bu durumu her yıl televizyonlarda bir ürünün üreticileri tarafından traktörüyle ezilmesi veya nehre dökülmesi görüntüleriyle açıklamak mümkündür. Bir ürünün yüksek fiyatla satıldığı yıldan sonraki yıl çok sayıda üretici aynı ürünü ekince, arz fazlalığına bağlı olarak satış fiyatları katlanılan maliyeti bile karşılamamakta böylece çiftçiler de ürünü ya tarlada bırakmakta veya protesto amaçlı ezme gibi davranışlar göstermektedirler. İşte burada “devletin düzenleyicilik rolü” devreye sokulmalıdır. Yani işi devlet yapmamalı, ancak ilgili ürünle ilgili Türkiye’nin ihtiyacı belirlenip ona göre uygun bölgelerdeki çiftçiler desteklenmeli veya yönlendirilmelidir.
Sulama sorunu bulunmaktadır. Türkiye’deki tarım topraklarının yaklaşık yüzde 18’i sulanmaktadır. Türkiye’nin su potansiyeli ve arazi yapısı gereği yaklaşık 9 milyon hektarlık bir arazi sulanabilir potansiyele sahip olmasına rağmen, 5 milyon hektarlık bir arazi sulanmaktadır. Bu durum temel verimsizlik sebeplerinden birisidir.
İşletmeler cüce aile işletmesi şeklindedir. Bir işletmeye düşen ortalama arazi miktarı Türkiye’de yaklaşık 61 dekar iken, bu rakam; Almanya’da 281 dekar, Fransa’da 351 dekar, İngiltere’de 671 dekardır. Bu durum işletme maliyetini artırmakta ve üretimi karlı olmaktan çıkarmaktadır.
Tarımsal nüfus fazladır. Toplam istihdamın 16,5’i tarım sektöründe olsa da, bu oran gelişmiş ülkelerde yüzde 5’in altındadır. Türkiye’deki durum gizli işsizliğin ve verim düşüklüğünün bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Tarım toprakları amaç dışı kullanılmaktadır. Türkiye, dünyada toprak rezervi kalmayan 19 ülkeden biridir. Son 20 yılda yalnızca yerleşim alanı elde etmek için tarım dışı bırakılan alan 1 milyon hektara yakındır.
Tarım topraklarında önemli düzeyde erezyon sorunu bulunmaktadır. Erozyon nedeniyle Türkiye her yıl 1.2 milyar ton verimli tarım toprağını kaybetmektedir. Tarım topraklarının 5 milyon hektarında şiddetli, 7 milyon hektarında ise çok şiddetli erezyon sorunu bulunmaktadır.
Verim ve üretim düşüktür. Bunun temel sebebi, teknolojinin tarıma yeterince adapte edilmemesi, bilinçsiz çiftçilik faaliyetleri, uygun tohumluk ve damızlık sağlanamaması, gübre ve tarım ilaçlarının eksik ya da yanlış kullanılışı gibi hususlardır. Örneğin AB ülkelerinde bir dekardan yaklaşık 500 kg buğday alınabilirken, Türkiye’de bu rakam ortalama 250 kg’dır. Yine ileri tarımsal verime ulaşmış ülkelerde, ortalama sığır karkas ağırlığı 250 kg iken, bu rakam Türkiye’de 160-170 kg kadardır. Sığır başına süt verimi gelişmiş ülkelerde ortalama 5000-6000 kg/laktasyon iken, Türkiye’de 1400-1500 kg/laktasyondur.
İlaç ve gübre kimi bölgelerde yetersiz, kimi bölgelerde ise aşırı kullanılmaktadır. Bir sorun da özellikle tohum açısından dışa bağımlılık söz konusudur.
Bu sorunları çoğaltmak mümkündür. Ancak amaç gereği birkaç öneri getirmek daha doğru olacaktır.
Bundan sonraki dönemlerde mevcut tarım topraklarının bölünmesine kesinlikle müsade edilmemeli, mümkünse toplulaştırmalar daha çok yapılmalıdır.
Özellikle verilen desteklerin denetimi etkin yapılmalı ve mutlaka üretime katkısına bakılmalıdır.
Iğdır gibi kentlerde meyve ve sebzecilik ile sanayiye yönelik ürünlerin üretimi teşvik edilmelidir.
Kooperatifleşme teşvik edilerek etkin ve verimli bir üretim politikası oluşturulmalıdır.
Iğdır gibi kentlerde özellikle pazarlama, soğuk hava deposu yetersizliği, paketleme ve işleme eksiklikleri, satılan ürünün bedelini alamama gibi sorunlar bulunmaktadır. Bu gibi eksikliklerin düzenlenmesi ve giderilmesi için devlet desteği sağlanmalıdır.
Iğdır gibi topraklarının önemli bir bölümü 1980 sonrası dönemde kullanılmayan kırsal alanlardaki topraklar ve yaylalar, özellikle organik tarım ve organik hayvancılığın yapılması konusunda yönlendirilmelidir. Bu amaçla devlet öncülüğünde model işletmeler kurularak işletilmelidir. Uzun dönemde bu işletmeler özel sektöre devredilebilir. Böylece hem istihdama katkı olacak hem de halkın bu alandan kar edilebilirliğini görmesi sağlanarak yeni işletmelerin oluşması sağlanabilecektir.
Son söz: pandemi süreci de göstermiştir ki, katma değeri düşük bir sektör de olsa “tarım sektörü stratejik ve yaşamsal bir sektördür”. Bu nedenle Türkiye’nin tarım açısından kendine yeterliliğini devam ettirecek önlemleri alması gerekmektedir. Bu manada, Iğdır bölgedeki birçok ili besleyebilecek üretim potansiyeline sahiptir.
kaynak : https://yesiligdir.com/yazar/yazi/7773