Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Yücel Can

ZAMANI DURDURABİLMEK

Dönem, devir, çağ, vakit, belirlenmiş olan andır… zaman. Nasıl önemli olmasın ki zaman?

Halk arasında hep denilir ya “Vakit nakittir.” diye! Zaman bir ilaçtır, sabrın arkadaşıdır. Her şey bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşir. Bakın üzerinde çok konuşulması gereken zaman ile ilgili olarak düşünürler neler söylemiş neler!

Curt Goertz’e göreZaman büyük bir öğretmendir, yalnız ne yazık ki daima öğrencilerini öldürür

Shakespeare, Zamanın, kime dost, kime düşman olacağı bilinmez demiş.

Emmanuel Kant zamanı, “sessiz bir testere” olarak nitelendirmiş.

Zaman; Allah’ın kendisinin zamandan ve mekândan münezzeh kılarak kâinatı ve içersindekileri yarattığı vakittir, dönemdir. Her şeyin bir zamanı ve süresi olduğuna göre, zamanı durdurmak ve bir daha yeniden başlatmak imkânı zor, hatta imkânsızsa…

Zamanı yerinde ve vaktinde, etkili, verimli bir şekilde kullanabilmek; bir noktada rutin, sıradan olmamak, bedenen ölse bile zamana inat gönüllerde yaşamak, hatta geçici, fani hayatı ebedileştirmek zamanı durdurmaktan daha kolay olduğu gibi hayalden öte mantıklı bir yol olsa gerek!

 Bozuk bir saatin bile bir gün içersinde iki defa doğruyu söylediği bir zamanda yaratılışın gayesine uygun bir şekilde şekilden öte insan olabilmek imkânını zaman ile yakalayabilmek aynı zamanda vakti en iyi bir şekilde değerlendirebilmek, şahsiyetli, ahlaklı, samimi dürüst, ilkeli, onurlu olabilmek. Basit bir ifadeyle başıboş olmamak! Öyle ya bedenen hiçbir insan ölümsüz olmadığına göre. Tarihi, zamanı güzelleştiren, hatta ölümsüzleştiren de insan değil midir?

 İnsanın ihtirası, beklentileri sınırsızdır, belki bu talepler de alanla ve mekanla sınırlı değildir. Ama maddenin sığmadığı küçücük bir kalbe koca insanı sığdırarak ölümsüzleşen eserler ile zamanı güzelleştiren kâinatın en harika sanatından neden istifade edilmesin ki?

 Zamana ve mekâna değer katan insan penceresinden bakalım zamanın sesine, kulak verelim zamanı ve dünyayı anlamlaştıran gönül dostlarına, karanlıklar içerisindeki aydınlığa, kaybolan yön gösteren pusulalara…

 Bir gün meşhur bir filozofa;

 – “Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?” diye sorulduğunda Filozof: – “Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan” diye cevap vermiş. Yine bir sohbet

 Sırasında, Arif Nihat Asya’ya:

-Eğilir, bükülür, katlanır ve istenilen şekle kolayca sokulur bir cam keşfedilmiş, derler. Arif Nihat Asya, şöyle cevap vermiş: – “ Desenize, eninde sonunda camı da kendimize benzettik!”

 Yani zamanı yaşamak ama zamana göre yaşayarak, şekilden şekle girerek, koltukların, makamların büyüsünde kaybolmadan. Öyle ki adeta Lokmanvari ve Akifvari bir şekilde tavır sergileyerek…

 Günlerden bir gün Lokman Hekim’e; – “Hastalarımıza ne yedirelim? diye sorulduğunda şu cevabı vermiş: -Acı söz yedirmeyin de, ne yedirirseniz olur.” Yine Lokman Hekim’e: – “Edebi kimden öğrendin?” diye sormuşlar. Zat-ı Alileri “Edepsizlerden.” diye cevap vermiş.

 Merhum Mehmet Akif, ikiyüzlü insanlara çok kızarmış. Bir gün bir arkadaşına şöyle demiş: – İkiyüzlüleri artık sever hale geldim. Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.”

 İki yüzlü elbisenin çirkinliğinden uzak, edebin güzellikleriyle süslenmiş, güzel bir sözün ağızlardan eksik edilmediği bir zamanı yaşayarak insanlığı layık olduğu en yüksek mertebelere taşıma adına türünün son örneği de olsa adam gibi adam olabilmek, insan onuruna yakışan bir şekilde tavizsiz bir hayatın emanetine hıyanet etmemek.

 Çünkü bu dünya farklı elbiseler giyerek insan sarrafı Hz. Mevlana’yı bile hayretlere düşürmüş. Rivayet edildiğine göre Mevlâna, bir öğrencisiyle beraber yürürken, birkaç köpeğin sarmaş dolaş uyuduğunu görmüş. Öğrencisi Hz. Mevlana’ya: Güzel bir kardeşlik örneği diyerek keşke insanlar da bunlardan ibret alsa diye sözüne devam etmiş. Mevlâna, tebessüm ederek talebesine şu karşılığı vermiş: “Aralarına bir kemik atıver de gör kardeşliklerini…”

 Öyle ya da böyle zaman su gibi akıp geçiyor, her başlangıcın bir sonu söz konusu!

 Başlangıç gibi son da kaçınılmaz bir gerçektir. Ölüm zamansız bir misafir gibidir. Nerede ve ne zaman kapıyı çalacağı da belli değildir. Halka arasında hep denilir her şeyin bir çaresi var diye. Ama şu ana kadar çaresi bulunmayan bir olgu da ölümdür. O halde hiç ölmeyecekmiş gibi görülen dünya hayatının da bir sonu olan ölümün de bir hakikat olduğunun farkına varılmalıdır. Üstelik ecelin her zaman gelme ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Ölüm nedir acaba?

 Bir gün Konfüçyüs’e- “Ölüm nedir?” diye sorulmuş. Konfüçyüs de şu cevabı vermiş: – Hayat hakkında ne biliyorsun ki, sana ölümden bahsedeyim.

 Aslında Behlül Dânâ hayatı ve ölümü unutulmaz bir şekilde öyle özetlemiş ki!

 Behlül Dânâ’ya biri sormuş:

 –         Oğlum öldü. Mezar taşına ne yazdırayım? Behlül Dânâ şu cevabı vermiş:

–         Şunu yazdır: “Dün altında olan çimenler bugün üstünde yeşerdi. Ey yolcu anla ki, şu toprak günahtan gayri her şeyi örter.”

 Zamanı durdurabilmek veya sabitleyebilmek imkânı var mıdır? Ya da ölüm yok edilir mi, ölüme çare bulunur mu bilinmez ama hayatı zamanı çok güzel bir şekilde değerlendirerek ölümsüzleştirmek, ölüm olsa bile geride bırakılan eserlerle ölümsüz kalabilme imkânı bir hakikattir. Onun için değer mi hiç şu üç günlük dünyada ölümle unutulmaya…

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER