Merhaba sevgili Başkent Postası’nın kıymetli okurları,
Temmuz ayının en sıcak günlerindeyiz. Yavaş yavaş ilimizin tek geçim kaynağı olan fındığın toplanma sezonu geliyor. Geliyor ama bu fındık olgunlaşana kadar nasıl emek verildi, kaç çeşit ilaçlama yapıldı, kaç kez bakımı yapıldı bunları da aklımızdan çıkarmayalım. Önce gübresi, sonra ilaçlaması, ışkalarının alınması ve şimdi de paldır zamanı. Daha bitmedi tabi ki, daha ırgat gelecek, tek tek dallardaki fındıklar toplanacak, harmana koyulacak, sonra patoza çektirilecek, çeci kavsulu ayrılacak, kurutulacak, seçilecek, yeniden içi boş olanlar ayıklanacak. Mart ayında başlayan maraton Ağustos ayı sonunda ancak bitecek. Aylarca hizmet edip mahsullerini kurutup tüccara vereceği zamanda maliyetinin çok çok altında bir fiyatla satmak zorunda kalacak. Çünkü memleketimizin nüfusunun çok büyük bir kısmı gurbette. İzin alıp bir ay içinde halledip pazara indirmek zorunda gurbetçi fındığını. Hem okul sezonunun başlangıcına denk geliyor, çocuklar okula gidecek, formasıdır kırtasiye masrafıdır eksik çok, hem de evde bıraksa evden çalınma riski var. Ne yapsın gurbetçi, mecbur pazara indirmek zorunda fındığını. Oysa piyasayı bile kendisi belirleyemiyor fındıkçı. Bir İtalyan firması tarafından piyasa zapt edilmiş durumda. Ne emekçinin alın terini hesaba katıyor sistem ne de maliyetini. Aslında bunun kabahati biraz da bizde. Biz kooperatifleşmeyi, birbirine kenetlenmeyi bilmiyoruz. Dünyanın en kaliteli fındığı ilimizde üretiliyor, boşuna fındığın başkenti demiyorlar Giresun’umuza. Ama biz o kadar bireyselleşmişiz ki hiç çaba harcamıyoruz bu konuda. Oysa haberlerde çok izliyoruz, köylüler birleşip reçeller üretip satıyorlar, çiçek kurutup satıyorlar, ceviz toplayıp satıyorlar, öyle ki kendilerine dış pazar bile bulmuşlar ürünlerini satmak için. Bizde takım ruhu yok, girişimci ruhu yok. Hala bizim ilçemizde neden bir çikolata imalathanesi yok ya da kooperatif eliyle dış pazarlar bulup fındık satışımız yok. İstese insanlarımız bunu çoktan başarırdı ama biz bize söyleneni yapmaya alışmışız. Araştırmıyoruz, neler yapabiliriz kafa yormuyoruz. Sezonun sonuna kadar fındık fiyatı belirlenecek diye bekleşip duruyoruz. Sadece gurbetçi mi mağdur bu durumdan? Elbette ki hayır. Geçimini fındığa bağlamış köylü ne yapsın? Fındığı diyelim 150’den satsa kilosunu, bir kilo fındıkla bir kilo peynir alamıyor, on kilo fındık satsa bir market poşeti dolduramıyor. Yani bu ülkenin sadece emeklisi değil emekçisi de kan ağlıyor. Hükümetin yapması gereken, üreticiyi üretime teşvik etmek her alanda; tarımda, hayvancılıkta, sanayide üreticinin yanında olmak, hem iç piyasayı rahatlatmak, halkın ürünlere daha uygun fiyatlarla ulaşmasını sağlamak hem de bu üretilen ürünleri dışarı ihraç etmek, dışa bağımlılığı bitirmek, paranın sürekli dışarı akmasını önleyip iç piyasada rahatlamayı sağlamak olmalıdır. Halkın ürünlerine dış pazarlarda yer bulmalı, ithalatı değil ihracatı teşvik etmelidir. Fındıkçı fındığını, zeytinci zeytinini bol bol üretip dışarı satmalıdır. Öyle bir araba alırken iki arabalık vergi ödemek zorunda kalmamalıdır halk. Sanayimiz geliştirilmeli, öyle numune gibi bir arabayı şehir şehir gezdirmek yerine her bölgeye büyük organize sanayi merkezleri kurulmalı, arabayı üretecek fabrikalar açılmalı, hem istihdam sağlanmalı hem de o bölgenin sanayisi o bölgeyi kalkındıracak kapasitede üretim yapmalıdır. Bu ülkeyi ancak üretim ayağa kaldırabilir. Atatürk’ün dediği gibi, her fabrika bir kaledir. Kalelerimizi yeniden inşa etmeli, gerçekten kıskanılacak bir konuma gelmeliyiz. Türkiye’nin kaynakları iyi idare edilip iyi yönetilirse, israf ve gösterişten vazgeçilip gereken yatırımlar yapılırsa mutlaka kısa zamanda çok güzel sonuçlar elde edilir. Ayrıca, şu anki enflasyonun, yoksulluğun, kira artışlarının en büyük sebeplerinden biri olan mülteci sorunu da bir an önce çözülmelidir. Çünkü bizim ülke nüfusunun ihtiyaçlarına taleplerine göre planlanan bir yatırım ve üretim programı var. Ülkeye hiç hesapta olmayan en az 30 milyon mülteciyi doldurduk. Bu ne demek? 30 milyonluk konut ihtiyacı, 30 milyonluk gıda ihtiyacı, 30 milyonluk sağlık hizmetleri ihtiyacı, eğitim kurumlarında 30 milyonluk ekstra bir yük. Bir ailenin bile bütçesi, programı vardır, ona göre kendini ayarlamıştır. Bu düzensiz, programsız yük, ülkenin ayarlarını bozmuştur. En öncelikli konu onların kendi vatanına gönderilip kendi insanlarımızın ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra onlara da el uzatmamızdır. Üstelik kendi vatanlarında olurlarsa, uluslararası yardım kuruluşları da onların ihtiyaçlarına kalıcı çözümler üretirler; ev, okul, hastane vs. Ağustos sayımızda buluşmak umuduyla sevgiler saygılar kıymetli okurlarım.
YORUMLAR