Kur’an’ı Anlamamak, Toplumsal Yolsuzluğun Kaynağı
Kur’an’ı Anlamamak, Toplumsal Yolsuzluğun Kaynağı
Merhaba,
Türkiye’de sağ ve sol siyaset, birçok konuda olduğu gibi Kur’an’a yaklaşımlarında da birbirinden farklı görünür. Ancak dikkatle bakıldığında bu fark, aslında aynı sorunun iki farklı yüzüdür: İlkelerin istismarı.
Kur’an sadece bir inanç metni değil, “adalet, özgürlük, ehliyet ve toplumsal sorumluluk” gibi ilkeleri merkeze alan evrensel bir değerler sistemidir. Ne var ki bu ilkeler, bugün hem sağ hem sol cenahın gündeminden büyük ölçüde düşmüş durumda.
Sağ: Kur’an’ı Süs Olarak Kullanmak Ama İçselleştirmemek
Türkiye’de sağ siyaset, uzun yıllar dini referanslarla halkın güvenini kazandı. Ancak bu dini referanslar, çoğu zaman içselleştirilmedi; aksine, meşruiyet aracı olarak kullanıldı.
“Emanet, ehliyet, liyakat, özgürlük” gibi Kur’an’ın temel ilkeleri, bilerek veya bilmeyerek göz ardı edildi.
Dinin özü, şekle ve slogana indirgendi. Kur’an, ahlakın değil, aidiyetin vitrini haline geldi. Dinin ruhu değil, imajı kullanıldı.
Sol: Kur’an’ı Anlamadan Dışlamak ve Batı’ya Teslimiyet
Sol siyaset, Kur’an’a genellikle mesafeli ve kuşkucu bir tutumla yaklaştı. Bu mesafenin birkaç nedeni vardır: ideolojik önyargılar, anlam eksikliği ve Batı düşüncesinin sorgulanmadan benimsenmesi.
Marx, Hegel, Gramsci ve Althusser gibi düşünürlerin eserlerinde “emanet, ehliyet, aklı kullanma, merhamet, dürüstlük, hakkaniyet, özgürlük, liyakat ve sorumluluk” gibi değerler özenle aranır. Oysa bu değerler, Kur’an’da da fazlasıyla yer alır. Buna rağmen, çoğu zaman görmezden gelinir.
Batı’dan gelen ilkeler “ilerici” olarak kabul edilirken, aynı değerler Kur’an’da geçtiğinde “gerici” ya da “dinci” damgası vurulur.
Bu yaklaşım, entelektüel bir çarpıklıktır. Aynı zamanda özgüven eksikliğinin ve kültürel bağımlılığın bir göstergesidir. Zaten Batı’nın da görmek istediği manzara budur.
Sol, haklı olarak adaletsizliğe karşı çıkar. Ancak Kur’an’ın da bu değerleri savunduğunu kabul etmek istemez.
Çünkü çoğu zaman Kur’an, sadece geleneksel bir “dini metin” olarak görülür. Bu da onu derinlemesine anlamayı engeller.
İktidar, İlkeyi Unutturur
Gerek sağ siyaset gerek sol siyaset, iktidarı ellerine aldıklarında yalnızca Kur’an’ın değil, hayran oldukları Batılı düşünürlerin ilkelerini de unutuyor.
Bu da bize gösteriyor ki mesele ne Kur’an’ın ne de Marx’ın ilkeleridir; mesele, ilkelerin istismarıdır.
Bugün “bazı sağ eğilimli iş çevreleri ile bazı sol eğilimli bürokratlar arasında adalet farkı kalmadı” cümlesi, sadece bir eleştiri değil; aynı zamanda bir çürüme raporudur.
Sağ, gücü dini söylemlerle meşrulaştırarak kullanırken; sol, ideolojik sadakati liyakatin önüne koyarak aynı sonuca ulaşabiliyor. Bu da liyakatsizliği, torpili, ihale yolsuzluğunu ve kurumsal yozlaşmayı beraberinde getirdi.
Kur’an, Sadece Devleti Değil, Bireyi de Sorgular
Kur’an’ın en radikal çağrısı, bireye dönüktür: “Bu adaletsizliğe karşı sen ne yaptın?” Bu sorudan kaçmak için sağ da sol da sorumluluğu sisteme yıkar. Oysa sistemin içinde bireyler vardır ve yolsuzluğu bireyler yaptı.
Kur’an’ın “Bir topluluğa olan öfkeniz bile sizi adaletsizliğe sevk etmesin” (Maide, 8) emri, bu noktada yönü ve kökeni ne olursa olsun her tür önyargılı tutumun karşısındadır. Önyargı, slogan ya da ideolojik bağlılık yolsuzluğu ve kaosu teşvik eder.
Gerçek Çözüm: Vicdanlı Bireyler
Bireylerde, Kur’an’daki ilkeler doğrultusunda olumlu yönde değişim olmazsa ve bu değişim içselleştirilmezse sorunlar sadece yer değiştirir. Çözüm yalnızca siyasal sistemde değil, vicdanlı bireylerin yetişmesindedir.
Bireylerin “adalet, emanet, ehliyet, özgürlük ve sorumluluk” ilkelerini içselleştirebilmesi için bu değerlerin sadece teoride değil, hayatın pratiğinde de karşılık bulması gerekir.
Bu nedenle ideolojileri eleştirebilecek özgür ve vicdanlı bireyler olmalıdır. Diğer yandan ideolojiler de bireylere şantaj yapmayan siyaset üretmelidir.
Özetle temiz toplum için vicdanlı bireyler yetişmelidir. İşte Kur’an, bu ilkeleri yaşanabilir kılacak bir zihinsel ve ahlaki dönüşüm çağrısıdır.
Kur’an’a yaklaşmak, önyargıların ötesine geçmeyi ve samimi bir arayışı gerektirir. Kur’an’a yaklaşmak, yalnızca bir inanç meselesi değil; bir cesaret meselesidir.
Cesaret, bazı çevrelerin çıkar düzenine çomak sokmaktır, konforlu önyargılardan, entelektüel kibirden vazgeçmeyi gerektirir.
Ezberleri bozmak, sahici sorumluluklar almak kolay değildir. Ama yolsuzlukları en aza indirmek için başka çaremiz de yoktur.
Selam ve saygılarımla