Uluslararası Tepkiler ve Sessizlik
İsrail’in Filistin’e yönelik askeri operasyonları, abluka uygulamaları ve yerleşim politikaları, onlarca yıldır dünya kamuoyunun gündeminde yer almasına rağmen, uluslararası tepkiler genellikle yetersiz, çift standartlı ve etkisiz kalmıştır. Bu durum, Filistin halkı açısından yalnız bırakılmışlık hissini derinleştirirken, İsrail’e yönelik fiili bir yaptırım uygulanmaması, bu politikaların sürdürülmesine olanak sağlamaktadır.
BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu, İsrail’in ihlallerine karşı birçok kınama kararı almıştır. Ancak özellikle ABD’nin Güvenlik Konseyi'nde veto hakkını kullanarak İsrail aleyhindeki kararları engellemesi, bu kararların çoğunu kâğıt üzerinde bırakmıştır. BM İnsan Hakları Konseyi, İsrail’i sıkça eleştirmiş olsa da bu eleştiriler pratikte caydırıcı olmamıştır.
2023–2024 ve sonrası Özellikle Ekim 2023’ten sonra başlayan saldırılar tarihin en yıkıcıları arasına girdi. 60.000’in üzerinde sivil hayatını kaybettiği bildirildi. Gazze neredeyse tamamen yıkıldı.
İsrail’in düzenlediği operasyonlarda, sivillerin, çocukların ve kadınların yaşamını yitirmesi, uluslararası hukuk ihlali olarak değerlendirilmektedir. Cenevre Sözleşmeleri ‘ne göre, sivillerin korunması zorunludur. Ancak İsrail, çoğu zaman bu ihlalleri Hamas’ın sivillerin arasına saklandığı gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Gazze’deki saldırılarda sadece can kaybı değil, yaşamsal altyapı da hedef alınmaktadır:
Elektrik santralleri, Su arıtma tesisleri, Sağlık merkezleri, Okullar ve üniversiteler, Bu, bölgede uzun vadeli insani bir krize neden olmaktadır.
Sürekli bombardıman, çocuklar başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerinde ağır psikolojik travmalara yol açmaktadır. Eğitim, sağlık ve güvenlikten mahrum bırakılan bir nesil, geleceksizliğe mahkûm edilmektedir.
İsrail’in özellikle işgal altındaki Filistin topraklarında ve Gazze Şeridi’nde yürüttüğü politikalar, sistematik şekilde insan hakları ihlallerine yol açmaktadır. Bu ihlaller, uluslararası hukuk, Cenevre Sözleşmeleri ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi belgelerde açıkça yasaklanmış uygulamaları kapsamaktadır.
Filistinliler, en temel haklardan olan yaşam hakkı, eğitim, sağlık, seyahat özgürlüğü, barınma ve güvenlik gibi haklara erişimde sürekli engellerle karşılaşmaktadır. Özellikle Gazze’de uygulanan abluka, 2 milyondan fazla insanı açık hava hapishanesine mahkûm etmiştir.
Birçok sözde saygın insan hakları örgütü, İsrail’in uyguladığı politikaları (ırk ayrımcılığı) olarak tanımlamıştır. Bu raporlara göre, Filistinlilere yönelik hukuki sistem farklılığı uygulanıyor, İsrailli yerleşimcilere ayrıcalık tanınırken, Filistinliler sıkı kısıtlamalarla yaşıyor, Arazilerine el konuluyor, evleri yıkılıyor, vatandaşlık hakları dahi sorgulanıyor, Binlerce Filistinli, hiçbir suçlama olmaksızın idari tutuklama adı altında aylarca hatta yıllarca hapsedilebiliyor, Aralarında çok sayıda çocuk ve kadın da bulunuyor, Tutuklular, kötü muameleye ve işkenceye maruz kalıyor, Cezaevlerinde sağlık hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle çok sayıda ölüm yaşanıyor.
2007’den bu yana İsrail’in denizden, karadan ve havadan uyguladığı abluka, toplu cezalandırma olarak değerlendiriliyor. Bu abluka
Temel ilaçların, tıbbi cihazların girişini engelliyor, Temiz su ve gıda erişimini kısıtlıyor, Ekonomiyi çökertiyor, işsizliği ve yoksulluğu artırıyor.
Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail’in politikalarının insan hakları ihlallerine ve savaş suçlarına yol açtığını defalarca dile getirmiştir. Ancak bu çağrılar genellikle siyasi baskılar nedeniyle sonuçsuz kalmakta ve İsrail herhangi bir yaptırımla karşılaşmamaktadır.
İsrail’in Filistin topraklarında uyguladığı sistematik işgal, abluka, askerî saldırılar ve ayrımcı politikalar; onlarca yıldır süregelen, derinleşen bir insanlık krizine dönüşmüştür. Bu süreçte en ağır bedeli ödeyen taraf ise sivil halk, özellikle kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olmuştur.
Uluslararası toplumun, özellikle Batılı güçlerin ve BM gibi küresel kurumların çifte standartlı tutumu ve etkisizliği, bu zulmün sürmesine zemin hazırlamıştır. İsrail’in işlediği insan hakları ihlalleri ve savaş suçları, birçok uluslararası raporla belgelenmiş olmasına rağmen, somut bir yaptırım uygulanmaması, cezasızlık kültürünü pekiştirmiştir.
Öte yandan, küresel çapta artan toplumsal farkındalık, sivil direnişler ve boykot kampanyaları, Filistin davasının canlı kalmasına katkı sağlamaktadır. Ancak kalıcı bir çözüm için, uluslararası hukuk ve insan hakları ilkeleri temelinde, adil ve sürdürülebilir bir barışın sağlanması kaçınılmazdır.
Gerçek barış, sadece silahların susmasıyla değil; adaletin, özgürlüğün ve eşitliğin tesis edilmesiyle mümkündür. Filistin halkının on yıllardır gasp edilen hakları iade edilmeden, bölgeye huzur gelmesi mümkün değil gibi gözükmektedir.