Egemenliğe Hava Saldırısı
Bu platformda yayımlanan köşe yazıları, yazarların kişisel görüşlerini yansıtır. www.baskentpostasi.com, bu içeriklerden sorumlu tutulamaz.
Egemenliğe Hava Saldırısı
Sevgili okuyucularım merhaba,
İsrail’in İran’a yönelik hava saldırıları son yıllarda daha sık ve daha derin bir şekilde gündeme geliyor. Ortadoğu'da hava sahasının ihlali, sadece bölgesel egemenliği tehdit etmekle kalmıyor; küresel güvenlik dengelerini de derinden sarsıyor.
Saldırılar, artık yalnızca İran’ın askeri kapasitesini hedef almıyor. Aynı zamanda Irak ve Suriye gibi üçüncü ülkelerin egemenliğini, hava sahası güvenliğini ve bölgesel dengeyi de doğrudan etkiliyor.
Bu bağlamda İsrail’in hava operasyonları bir “güvenlik müdahalesi” olmaktan çıkarak, bir jeopolitik yeniden yapılandırma stratejisine dönüşüyor.
Uluslararası Hukukun Aşındırılması ve Sessiz Onay Mekanizmaları
İsrail’in, İran hedeflerine ulaşmak için Irak ve Suriye hava sahalarını kullanması, Birleşmiş Milletler Antlaşması Madde 2(4) ve 1944 Chicago Sözleşmesinin 1. ve 3. Maddeleri uyarınca bu iki ülkenin izni olmaksızın gerçekleştirilen bu saldırılar, başka bir ülkenin egemenliğine yönelik açık bir ihlaldir.
Bu operasyonlar görünürde yalnız yürütülse de, ABD’nin dolaylı desteği olmadan mümkün değildir. Her ne kadar Washington bu tür saldırılarda doğrudan rol almasa da, bölgedeki Amerikan askeri varlığı, İsrail’e istihbarat, hava güvenliği ve lojistik destek açısından büyük bir zemin sağlamaktadır. Bu da bölgesel aktörlerin ulusal iradesini etkisizleştiren bir “sessiz onay” mekanizmasına dönüşmektedir.
Parçalanan Egemenlik, İkiye Ayrılan Coğrafya
İsrail’in saldırılarında en çok hedef alınan ülkelerden Irak ve Suriye. Özellikle Şam yönetiminin askeri altyapısı, radar sistemleri ve komuta merkezleri, sistemli bir şekilde zayıflatılıyor. Bu durum Irak ve Suriye'nin egemenliğini sadece askeri anlamda değil, politik bütünlük anlamında da çökertiyor.
ABD destekli özerk yapılar
Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli özerk yapılar fiilen güç kazanırken, güneyde ise İsrail’in kontrol noktaları ve karakollar kurmaya başladığı biliniyor.
Bu çift yönlü kuşatma, Suriye'nin parçalanmasına yol açacak jeopolitik bir süreci tetikliyor. Suriye’nin kuzeyi özerkleştirilmiş, güneyi ise İsrail etkisine açılmış bir yapı haline gelirse, Ortadoğu’nun merkez ülkelerinden Suriye’nin üniter yapısının fiilen zayıflatılması demektir.
Türkiye Açısından Stratejik Tehditler: Terör Koridoru ve Güvenlik Zaafı
Bu gelişmeler Türkiye’yi doğrudan etkileyen güvenlik tehditleri de barındırıyor.
Ankara’nın yıllardır karşı çıktığı “terör koridoru” senaryosu, Suriye’nin kuzeydoğusundaki özerk yapılarla yeniden güç kazandı. Türkiye'nin sınır güvenliği, bu bölgelerdeki fiili yapılanmaların kurumsallaşmasıyla zayıflıyor.
İsrail’in güney Suriye’deki etkisini artırması, her ne kadar İran’ı çevreleme amacıyla gerekçelense de, bu durum Türkiye’nin güney komşularındaki etkisini ve söz hakkını daha da azaltıyor.
Türkiye’nin “terörsüz bölge, terörsüz Türkiye” vizyonu, İsrail’in hava sahası ihlalleri ve bölgede oluşan güç boşlukları nedeniyle giderek zedeleniyor.
Yeni Bir Haritalama Süreci mi Başlıyor?
Irak ve Suriye’nin hava sahalarının izinsiz kullanılması, zamanla sadece bir askeri strateji değil, yeni bir haritalama sürecinin ön aşaması olarak okunabilir.
Bu tarz müdahaleler, devletlerin egemenlik sınırlarını sadece kağıt üzerinde bırakırken, sahada fiili yeni sınırlar oluşturuyor.
Bu gidişat, Ortadoğu’da sınırların masa başında değil, jetlerin gökyüzündeki rotalarıyla belirlendiği bir düzeni hızlandırabilir.
Egemenliğin Yeni Cephesi Hava Sahası
İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, görünürdeki hedefi aşarak Irak ve Suriye’yi kapsayan geniş bir coğrafyada egemenlik krizleri oluşturmaktadır.
Bu krizlerin devam etmesi, Irak ve Suriye’nin iç bütünlüğünü tehdit etmektedir. Aynı zamanda Türkiye gibi bölgesel aktörlerin güvenlik stratejileri ve diplomatik etkileri de doğrudan risk altındadır.
Eğer bu eğilim tersine çevrilmezse, yakın gelecekte Ortadoğu’da savaşlar değil, sessiz hava operasyonlarıyla çizilmiş yeni sınırlar istikrarsızlık riskini artırabilir. Ve o sınırlar, barışa değil, yeni çatışmalara zemin hazırlayacaktır.
Selam ve saygılarımla