Teröre Karşı En Büyük Güç: Ortak Kardeşlik
Bugün Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, güvene dayalı bir toplumsal sözleşmeyi yeniden inşa etmektir. Bu ihtiyaç bir ideolojinin değil, tarihsel hataların, acıların ve göz göre göre bırakılmış boşlukların neticesidir. Çünkü geçmişte yaşananlar yalnızca o günün değil, bugünün ve yarının da kaderini şekillendirmektedir.
Devletin Hataları Hafızalarda Taze
Türkiye Cumhuriyeti’nin doğu ve güneydoğusunda uzun yıllar uyguladığı sert güvenlik politikalarının halkta açtığı derin yaralar hâlâ tazeliğini koruyor. 1980 sonrası dönemde özellikle:
- Beyaz Toroslar ile kaçırılan gençler,
- Faili meçhul cinayetlerle kararan hayatlar,
- Diyarbakır ve Ulucanlar Cezaevlerinde ihlal edilen insan hakları,
- Köy boşaltmaları, zorunlu göçler,
- PKK’nın katliamlarına karşı devletin zaman zaman sessiz kalışı...
Bütün bu süreçler, devlet-halk bağını zedeledi. Devletin boş bıraktığı alanları terör örgütleri ve dış müdahaleler doldurdu. Bugün geldiğimiz noktada bu ihmalkârlığın faturası 40 binden fazla can, yaklaşık 2 trilyon dolarlık ekonomik kayıp ve parçalanmış bir toplumsal doku oldu.
Tarih Ne Söylüyor? Zaferler Birlikte Kazanıldı
Bu coğrafyada barışın, gücün ve zaferin formülü tarih boyunca netti: Birlik ve dayanışma.
- 1071 Malazgirt: Alparslan’ın ordusunda Türk, Kürt ve Arap aşiretleri birlikteydi.
- 1187 Kudüs Seferi: Selahaddin Eyyubi'nin ordusunda Türkler, Kürtler, Araplar ve hatta Hristiyan gönüllüler yer aldı.
- 1453 İstanbul’un Fethi: Fatih’in ordusunda Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar, Sırplar, Kürtler, Pomaklar, Kıpçaklar, Çerkesler, Balkan milletleri ve sınırlı sayıda Arap vardı.
- 1915 Çanakkale: Laz, Çerkez, Kürt, Arap, Gürcü, Musevi ve Ermeni vatandaşlar aynı cephede, aynı vatan için savaştılar.
Bu tarihi zaferlerin ortak noktası, etnik ya da mezhebi farklılıkların değil; ortak inanç, ortak kader ve ortak vatan idealinin öne çıkmasıydı.
“Ümmetçilik” Algısı ile Yıpratma Girişimleri
Ne zaman bu birlik ruhu hatırlatılmaya çalışılsa, ne zaman Türk-Kürt-Arap kardeşliği dile getirilse, bazı çevrelerden hızlıca şu etiket yapıştırılıyor:
“Ümmetçilik yapılıyor.”
Bu söylem, hem tarihi hem de stratejik olarak yanlıştır. Dahası, bu ithamın selektif biçimde kullanılıyor olması düşündürücüdür.
Zira Avrupa’da benzer bir yapı, “Hristiyan birliği” olarak fiilen mevcuttur:
- Avrupa Birliği’nin kurucu ilkeleri, Hristiyan kültürel mirasını temel alır.
- Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler, Vatikan’ın siyasi değil ama sembolik birliğinde buluşmuşlardır.
- Ortak savunma sistemleri, ortak siyasi duruşlar ve NATO içindeki iş birliği; bir nevi “Hristiyan ümmetçiliği” değil de nedir?
Ancak bu yapıya kimse “ümmetçilik” yaftası yapıştırmaz. O halde mesele, dinî temelli birliktelik değil; bu birlikteliğin kim tarafından, ne amaçla kurulduğudur.
Türkiye Ortadoğulaşmıyor, Coğrafyasına Sahip Çıkıyor
Türkiye, kendi güvenlik stratejisini belirlerken artık eski paradigmalara bağlı değil. Devletin en üst kademelerinden defalarca yapılan açıklamada, “PKK ile herhangi bir pazarlık yoktur” denilmişken, bu söylemi hâlâ “Öcalan’la masaya oturuluyor” şeklinde çarpıtmak, ancak toplumsal kutuplaşmayı körükler.
Cumhurbaşkanlığı hesapları... Bunların hepsi güncel politikanın satır arası olabilir. Ancak şu çok nettir:
Türkiye'nin esas meselesi, birlikte yaşama kültürünü kaybetmemesi ve devlet-toplum güvenini yeniden tesis etmesidir.
Savunma Sanayii Alaya Değil, Dayanışmaya Muhtaç
Kaan Milli Muharip Uçağı, Bayraktar SİHA’lar, Gökbey helikopteri, TCG Anadolu gemisi gibi savunma projeleri, sadece teknolojik değil; aynı zamanda psikolojik ve stratejik kazanımlardır.
Bu projeleri küçümseyenler, “kalorifer peteği”, “maket uçak” gibi tabirlerle alay ederken, belki iç politikada puan kazandıklarını sanıyor olabilirler. Ancak bu söylemler; dışarıda, “Türkiye caydırıcı değil” algısını körükleyen kara propagandaya hizmet eder.
Birliktelik sadece masada değil, savunma hattında da şarttır.
Avrupa’dan Ders Almak Gerekirse
Avrupa ülkeleri, geçmişte birbirleriyle savaşmış olsalar da bugün ortak çıkarları için birlikteler.
Sömürgeciliklerini, NATO içindeki ortak askeri stratejilerini, ekonomik iş birliklerini çıkar ortaklığı üzerinden kurdular.
Biz ise bin yıllık kardeşliğimizin gereği olan birlikteliği kurmaya çalışırken “ümmetçilik”le suçlanıyoruz. İşte bu noktada şu soruyu sormak gerekir:
Türk-Kürt-Arap birliği neden rahatsız ediyor?
Sonuç: Bu Bir İdeoloji Değil, Devlet Meselesidir
Türk-Kürt-Arap birlikteliğini "ümmetçilik" diyerek itibarsızlaştırmak, bu coğrafyada barış istemeyen odakların değirmenine su taşımaktır.
Bu birliktelik:
- Toplumsal barışın mayasıdır,
- Devletin bekasının güvencesidir,
- Bölgesel istikrarın temelidir.
Bu mesele ne bir siyasi partinin ne bir ideolojinin meselesidir. Bu, ülkenin selamet meselesidir.
Selam ve saygılarımla.