ASGARİ ÜCRET SADAKA GİBİ…
Komik bir asgari ücret rakamı bu ay belli olacak.
İşçi sendikaları ayakta, işçi ayakta, herkes dertli. İşveren zaten vergilerden şikâyetçi.
Daha bizimkiler masaya oturmadan, elin İngiliz’i HSBC 26 Kasım tarihli raporunda bombayı patlattı bile.
Diyorlar ki: “Türkiye’de asgari ücrete yüzde 20 zam yapılırsa şaşırmayın.”
Hatta üşenmemiş, kuruşu kuruşuna hesaplamışlar: 26.525 TL…
İnsan “Yüzde 30 yaparlar, o kadar da insafsız olmazlar” demek istiyor ama…
Bu ülkede şaşırma duygusunu da elimizden aldılar.
Peki HSBC bunu neye dayanarak söylüyor?
Çünkü Ankara’nın nabzını tutuyorlar. Ekonomi yönetiminin “enflasyonla mücadele” adı altında talebi nasıl kısmaya çalıştığını, vatandaşı harcamaz hale getirip fiyatları böylece düşürme hayalini görüyorlar.
HSBC raporunda 2026 sonunda enflasyonun yüzde 20’ye ineceği, büyümenin yüzde 3,5 olacağı ve faizin yüzde 25,5’e düşeceği varsayılıyor. Yani diyorlar ki:
“Sizinkiler vatandaşı iyice sıkacak, kemeri son deliğe kadar takacak, biz de bu süreçten iyi para kazanacağız.”
Sadece HSBC mi? Elbette hayır.
IMF de benzer taleplerini Mehmet Şimşek’e iletti:
“Asgari ücreti ve maaşları sakın geçmiş enflasyona göre artırmayın. Gelecek yıl için tutmayacak hedeflere göre artırın. Yılda bir kez zam yapın. Yetmezse sosyal yardım verin, sadaka dağıtın ama maaş zammını büyütmeyin.”
Şimdi gelelim “beyefendilerin keyfine” kalmış o zam oranlarının gerçek hayattaki karşılığına…
Senaryo 1: HSBC’nin ve ekonomi yönetiminin gönlünden geçen yüzde 20 zam.
Bu oranla asgari ücretli 2026 yılına açlık sınırının yaklaşık yüzde 10 altında başlıyor. Yıl bittiğinde ise açlık sınırının yaklaşık yüzde 19,5 gerisinde kalıyor. Yani yıl boyunca açlık çizgisinin altında, yıl sonunda iyice dibe vurmuş durumda. Üstelik bu tablo, enflasyon hedefleri tutarsa geçerli.
Senaryo 2: Yüzde 25 zam.
Değişen çok bir şey yok. Yıla açlık sınırının yüzde 6,5 gerisinde başlanıyor, yıl sonunda fark yaklaşık yüzde 16’ya çıkıyor. Yine hedeflenen enflasyon rakamlarına sadık kalındığı varsayımıyla.
Senaryo 3: Beyefendilerin “en bonkör” hali, yüzde 30 zam.
Diyelim ki “Seçim olur, gönlümüzden koptu” dediler.
Bu durumda 2026’ya girerken bile açlık sınırının yüzde 2,8 altında kalınıyor. Yıl biterken fark yaklaşık yüzde 13’e çıkıyor. Yine aynı şartla: Enflasyon hedefleri tutarsa.
Oturup gerçek bir maliyet hesabı yapılmıyor.
Çalışanın geçimi, sofradaki ekmeği, kirayı, faturayı karşılayabilmesi hesaplanmıyor. Açlık sınırı dikkate alınmıyor. Geriye tek bir soru kalıyor:
“Bu yıl ne kadar zam verirsek çok büyük tepki çekmeyiz?”
Fazlası bütçeyi zorlar, eksiği sosyal tepkiyi büyütür. Yani mesele vatandaşın nasıl yaşayacağı değil, siyasi ve mali dengenin nerede tutulacağı.
Devletin harcamalarından 5 kuruş kısıldı mı?
Saray masraflarından, lüks araçlardan, gösterişten tasarruf edildi mi?
Hayır. Fatura yine sade vatandaşa, bordroluya, emekliye kesiliyor.
Adamlar Ankara Etimesgut Askerî Havaalanı’nı alıyorlar, kendilerine VIP havalimanına dönüştürüyorlar. Bu iş için de 10 milyar lirayı gözden çıkardılar. HSBC’nin hesabıyla bakarsanız, bu tutar yaklaşık 377 bin asgari ücretlinin maaşına denk geliyor.
Ekonomiden bahsederken aslında hayat kalitesinden bahsediyoruz.
Ekonomi iyiyse yaşam standardın yükselir, kötü ise günü kurtarmaya çalışırsın.
Biz artık günü bile kurtaramıyoruz, sadece arkamızı kollamaya çalışıyoruz.
Ekonomiyi çoğu kişi sadece sayılardan ibaret sanır. Oysa adaletin dibe vurduğu yerde yangın büyür. Siz boşuna sadece enflasyonla, cari açıkla uğraşmayın; hukukun verdiği kararlara bakın, ülkenin nereye gittiğini oradan anlarsınız.
Vah halimize…