Masadaki Rakamlar Gerçeği Yansıtıyor mu?
Bu platformda yayımlanan köşe yazıları, yazarların kişisel görüşlerini yansıtır. www.baskentpostasi.com, bu içeriklerden sorumlu tutulamaz.
Masadaki Rakamlar Gerçeği Yansıtıyor mu?
Toplu Sözleşme Görüşmelerinde Kamu Çalışanlarının Derin Yarası: Geçim !
Her iki yılda bir 1 Ağustos’ta başlayan memur toplu sözleşme görüşmeleri, bu yıl yine derin bir eşitsizliğin, daha doğrusu görünmez kılınmaya çalışılan bir gerçekliğin gölgesinde başlıyor.
4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikalar Yasası gereği yürütülen bu süreç, kamu çalışanlarının ve emeklilerinin gelecek iki yılını şekillendirecek. Ancak masa başında konuşulan rakamlar ile sokakta yaşanan hayat arasında gittikçe büyüyen bir uçurum var.
Resmî olarak TÜİK tarafından açıklanan enflasyon oranları, hâlâ maaş artışlarının temel belirleyicisi konumunda. Fakat sahada, pazarda, kasapta, kırtasiyede hissedilen enflasyon ile TÜİK verileri arasında ciddi bir kopukluk yaşanıyor. Bu kopukluk, doğrudan memurun, öğretmenin, hemşirenin, polisin, mühendisin cebini ilgilendiriyor. Enflasyon rakamları her ne kadar teknik olarak hesaplansa da gerçek hayatın içinde yaşayan herkes, maaşlarının her ay biraz daha eridiğini acı bir biçimde tecrübe ediyor.
Alım Gücü Eriyor, Umut Tükeniyor
Özellikle son iki yılda yüksek enflasyon, kamu çalışanlarının alım gücünü ciddi şekilde zayıflattı. Bugün bir memurun maaşı, iki yıl önceki satın alma gücünün çok altında. Üstelik bu düşüş yalnızca sabit gelirli çalışanları değil, aynı zamanda emeklileri de daha derin bir açlığa sürüklüyor. Memur, işçi emeklisi, açlık sınırının altında yaşamaya çalışıyor. Yüksek enflasyonun, kontrolsüz piyasa fiyat artışlarının olduğu bir ortamda düşük maaşlarla yaşamak zor oluyor. Açlık sınırının altındaki maaşlarla geçinmeye çalışan yüz binlerce emekli, adeta görünmez bir yokluğa mahkûm edilmiş durumda.
Kiralar Kâbus, Faizler Umutsuzluk Getiriyor
Büyük şehirlerde kira artışları, kamu görevlilerinin maaşlarını sollamış durumda. Ev kiraları son iki yılda yüzde 200’ün üzerinde artarken, maaş artışları bu oranın çok altında kaldı. Kiraya ödenen tutar birçok memurun maaşının yarısını geçerken, banka kredi faizlerinin yüzde 45-50 aralığında seyretmesi, ihtiyaç kredisi veya borç kapama yolunu da imkânsız hâle getiriyor. Borçla geçinmeye çalışan memur, artık borcun da kapısını çalamıyor. Çünkü kapının önüne faiz denen duvar örülmüş durumda.
Tencerede Et Yok, Manavda Etiket Yakar
Gıda fiyatları da başka bir çıkmaz. Sebze ve meyvede taneyle satış dönemi resmen başlamış durumda. Domatesin, biberin, patatesin bile pahalı olduğu bir ülkede memurun, sabit gelirlilerin geçimi nasıl mümkün olsun? Aylık bütçeler artık marketten markete, indirim gününden promosyon sepetine taşınan bir mücadeleye dönüştü.
Özellikle çocuklu aileler için bu yük daha da ağır. Eğitim masrafları, okul servisleri, kıyafet, kırtasiye ve beslenme çantaları... Okula başlamak, artık ekonomik bir eşik hâline geldi. Anayasa’da güvence altına alınan “eğitim hakkı”, birçok aile için adeta lüks bir harcama gibi görünüyor.
Sözleşme Değil, Geçim Masası
Bu tablo karşısında kamu çalışanlarının beklentisi, sadece zam değil; yaşamlarını sürdürebilecekleri bir ücret politikasının hayata geçirilmesi. Her toplu sözleşme döneminde tekrar edilen yüzde kaç zam tartışmaları, artık bir anlam taşımıyor. Çünkü bu tartışmalar memurun gerçek derdine dokunmuyor. Bu masa artık bir “sözleşme masası” değil, bir “geçim masası”dır. Oraya konulacak her teklif, sadece cebimize değil; geleceğimize, onurumuza, emeğimize yazılacak bir kayıt olacaktır.
Unutulmamalıdır ki kamu çalışanı yalnızca bir maaş kalemi değil; bu ülkenin eğitimi, sağlığı, güvenliği, idaresi demektir. O yüzden bugün sadece zam değil, adalet talep ediliyor. Bu adaletin bir kesime değil, topyekûn kamu emekçisine yansıması gerekiyor.
Toplu sözleşme görüşmeleri, artık teknik bir süreç değil; vicdani bir sınavdır. Bu sınavda başarılı olmak, sadece kamu çalışanlarını değil; ülkenin tüm sosyal dengesini ilgilendirir. Çünkü adaletli bir gelir dağılımı, toplumsal barışın temelidir.