Yargı Üzerinden Güç Savaşı: Demokrasiye mi, Kontrole mi Yatırım?
Yargı Üzerinden Güç Savaşı: Demokrasiye mi, Kontrole mi Yatırım?
Merhaba,
Siyaset üretilemediği ya da toplumsal desteğin zayıf olduğu dönemlerde CHP’nin çözümü, doğrudan halkla ilişki kurmaktan çok, kurumsal mekanizmalar – özellikle de ordu – aracılığıyla güç dengesini lehine çevirmek oldu. Bu tarihsel alışkanlık, bugün farklı bir zeminde, farklı araçlarla yeniden sahneye konuluyor olabilir: Bu kez ordu değil, yargı üzerinden.
CHP’nin Kurumsal Arayışı: Eskiden Ordu, Şimdi Yargı?
CHP’nin 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat gibi müdahalelerde doğrudan destek vermese de bu süreçlerden faydalanma eğiliminde olduğu yönünde güçlü bir algı vardır. İnönü’nün 27 Mayıs sonrası askerî yönetimle yakın ilişkisi (Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi 2004) ve 28 Şubat sürecindeki dolaylı destek, partinin orduyla kurduğu refleksif ilişkiyi gösterir.
Askerî vesayetin gerilemesiyle boşalan kurumsal alanı bugün yargı dolduruyor. Ancak CHP, bu alanı kontrol edemediği için, özellikle İstanbul İl Başkanlığı örneğinde olduğu gibi, aleyhine kararları “iktidarın yargısı” diyerek itibarsızlaştırma yoluna gidiyor.
Burada dikkat çeken bir detay da şudur:
CHP’ye çağrı heyeti atanmasına rağmen, parti içinden ısrarla “kayyum atandı” cümlesinin kullanılması, yargı kararlarına bakış açısının bir göstergesidir.
CHP, parti içi bir meselede yargı gözetiminde alınan kararı “kayyum” olarak niteleyerek tarafsız yargıya karşı siyasi tepki gösteriyor. Oysa 2016 sonrası HDP’li belediyelere merkezi iktidar eliyle kayyum atanırken, bu süreci “yasa gereğidir” diyerek meşrulaştırmıştı. Aynı hukuki zeminde kendi aleyhine çıkan kararı “siyasi” görmek, tutarsız bir yaklaşımdır. Bu tutum, çifte standart algısını güçlendiriyor.
Yargıya Yönelik Seçici Tutum: Çelişki mi, Strateji mi?
CHP’nin yargıya yaklaşımı tepkisel değil, stratejik bir tercihtir. Lehte kararlar sahiplenilirken, aleyhte kararlar "iktidarın yargısı" diyerek reddediliyor. Bu tutum, hem kamuoyunda mağduriyet algısı yaratıyor hem de parti içi krizleri gölgeliyor.Muhalefet yargı kararını beğenmediğinde o kararı tanımıyorsa, beğendiği yargı kararına “bu da iktidarın yargı kararıdır” dememesi bir çelişki değil midir?
Yani hukuk, yalnızca işimize geldiğinde meşruysa; bu, ilke değil, çıkar merkezli bir meşruiyet inşasıdır. Ve bu tutum, sadece hukukun değil, muhalefetin de ahlaki zeminini sorgulatır hale getiriyor.
Bu söylem, ne CHP’nin demokratikleşmesine ne de Türkiye’de hukuk devleti idealine katkı sağlar. Zira kamuoyunun hafızasında, Moğultay’ın hâkim-savcı atamalarına dair sözlerinde somutlaştığı gibi “Yargıya aldığım kişileri MHP'den mi alacaktım?"
Bu ifade, yargının yalnızca iktidar dönemlerinde değil, muhalefetin etkin olduğu dönemlerde de siyasal kadrolarla şekillendirildiğine dair algıyı pekiştiriyor. (Bkz: TBMM Tutanakları, 1997).
Demokrasi İçi Boşaltılan Bir Retorik mi?
Bugün CHP, demokrasi vurgusunu sıkça yapıyor. Ancak bu söylemin ne ölçüde içselleştirildiği tartışmalıdır. İstanbul İl Başkanlığı gibi bir iç meselede dahi mahkeme kararını tanımayıp, kendi üyelerini ihraç etmekten çekinmeyen bir siyasi organizasyon, dışarıya verdiği demokratik görüntüyle çelişiyor.
Demokrasi, sadece iktidara karşı savunulacak bir değer değil, partilerin kendi içinde de uygulaması gereken bir ilkedir. CHP, hukuka müdahale gerekçesiyle iktidarı eleştirirken, yargı kararlarını tanımayıp iç hukukunu siyasî amaçlarla kullanabiliyor. Bu tutum, hem inandırıcılığı zedeliyor hem de halkın sadece iktidara değil, muhalefete olan güvenini de sarsıyor.
Sonuç: Güçle Barışmak mı, İlkeyle Yüzleşmek mi?
CHP’nin ordu, bürokrasi ve yargıyla kurduğu tarihsel ilişkiler, bugün de siyasal reflekslerinde etkili. Oysa artık ne ordu eski ordu ne de yargı tartışmasız bir güç merkezi; günümüz siyaseti halkın katılımını, şeffaflığı ve hesap verebilirliği esas alıyor.
Eğer CHP, gerçekten demokratik bir dönüşüm hedefliyorsa, bu dönüşüm önce kendi içinden başlamalı. Aksi takdirde, geçmişte orduyla kurulan ilişkilerin bugün yargı üzerinden tekrar edilmeye çalışılması, sadece halkın güvenini değil, partinin meşruiyetini de aşındırır.
Türkiye, artık darbe imalı siyasetten, kurumsal vesayetten ve manipülatif hukuk yorumlarından çıkmak zorunda. Demokrasi, halkla kurulan samimi bağla; hukuk devleti, yargıya gösterilen tutarlı saygıyla mümkündür.
Son Söz:CHP, kendi içinde hâlâ demokrasi ile kontrol arayışı arasında sıkışmış durumda. Gerçek reform, bu tercihi netleştirmekle mümkün. Ya halkla birlikte yeni bir siyaset kurulacak, ya da geçmişin kurumsal gölgeleriyle yürümeye devam edilecek.
Selam ve saygılarımla