EKRAN DEĞİL AKRAN: GELECEĞİ KURTARMAK ELİMİZDE

Haz 19, 2025 - 16:18
Haz 19, 2025 - 16:26
EKRAN DEĞİL AKRAN: GELECEĞİ KURTARMAK ELİMİZDE

“Bir çocuğun eline verilen ekran, onun dünyayla kuracağı bağın önüne geçebilir.”

Artık çocukların ellerinde misketler değil tabletler, dizlerinde düşme yaraları değil ekran ışığından gelen yorgunluk var. Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, 5 ile 17 yaş arası çocuklar günde ortalama 7 saatten fazla ekran başında vakit geçiriyor. Bu süre, çoğu ülkede çocukların uyku dışında geçirdiği en uzun zaman dilimi. Yani artık çocukluk, ekran ışığının titrek yansımasında yaşanıyor.

Oysa bir zamanlar çocuk olmak; ağaca tırmanmak, düşüp dizini kanatmak, komşu çocuğuyla kavga edip ertesi gün barışmak demekti. Bugün ise sosyal medya beğenileriyle ölçülen bir özgüven, algoritmalarla biçimlenen dikkat süresi, sanal ortamlarda kurulup kolayca yıkılan ilişkiler var. Çocuklar artık gerçek dostluklar değil, takipçi sayılarıyla övünüyor.

Ekran karşısında büyüyen bir nesil; fiziksel aktiviteden uzak, göz teması kurmakta zorlanan, duygusal tepkilerini emojiyle ifade eden bireyler olarak yetişiyor. Bu sadece göz sağlığının ya da duruş bozukluklarının değil, empati yoksunluğunun, sosyal yalnızlığın ve dijital tükenmişliğin de temelini oluşturuyor. Ekran, çocukla gerçek dünya arasına bir filtre gibi giriyor; ona yalnızca dijital bir pencere sunarken, hayatın asıl dokusunu perde arkasına itiyor.

Akranlarla geçirilen zaman, yalnızca bir çocukluk hatırası değildir; o anlar bir karakterin mayalandığı, kimliğin şekillendiği en kıymetli zaman dilimleridir. Çocuk bir arkadaşıyla oyun oynarken sadece eğlenmez; paylaşmayı, sabretmeyi, yenilgiyi kabullenmeyi ve tekrar denemeyi öğrenir. Birlikte kurulan hayali dünyalarda roller üstlenir, liderliği dener, uzlaşmayı keşfeder. Kimi zaman küser, kimi zaman barışır; ama her seferinde büyür.

Bugün ise çocuklar bu deneyimleri ekran başında, tek başlarına, algoritmaların sunduğu içeriklerle yaşamaya çalışıyor. Rastgele önerilen videolar, hızla akan görseller, anında tatmin sağlayan içerikler; çocukların dikkat süresini kısaltıyor, derin düşünme becerilerini köreltiyor. Sürekli uyarılan ama derinleşemeyen bir zihin; sabırsız, odaklanamayan, yüzeyde kalan bireyler doğuruyor.

Bu durum sadece bireyin gelişimini sekteye uğratmakla kalmıyor. Akran ilişkilerinden mahrum kalan birey, toplumla bağ kurmakta zorlanıyor. Empati geliştiremeyen, farklılıklara tahammül edemeyen bireyler ise toplumsal uyumun değil, çatışmanın zeminini hazırlar. Dahası, böylesi bireylerin çoğaldığı toplumlar; kriz anlarında dayanışma gösteremeyen, dış etkilerle kolay yönlendirilen, güvenlik açısından zayıf yapılara dönüşür.

Bu yüzden, akranlarla geçirilen zaman sadece duygusal değil; aynı zamanda sosyolojik, psikolojik ve hatta stratejik bir öneme sahiptir.

Dijital dünyadaki manipülasyon, yalnızca ekranın ötesinde bir mesele değildir; günümüzde ulusal güvenliğin, toplumsal istikrarın ve hatta terörle mücadelenin kalbinde yer alır. Özellikle çocuklar ve gençler, henüz eleştirel düşünme becerilerini tam geliştiremeden dijital ortamlarda hedef haline geliyor. Algoritmalarla yönlendirilen içerikler, genç zihinleri yanlış bilgiye, komplo teorilerine ve aşırı uçlara sürükleyebilir. Bu manipülasyonlar, seçim süreçlerinden toplumsal hareketlere, uluslararası krizlerden kamusal güvene kadar birçok alanda derin etkiler yaratır.

Radikalleşme süreçleri artık yalnızca fiziksel örgütlenmelerle değil, çevrim içi platformlarda başlıyor. Terör örgütleri sosyal medya üzerinden propaganda yapıyor, mesajlarını çocuklara kadar indirebiliyor. Masum görünen videolarla başlayan dijital yolculuklar, zamanla ideolojik aşılamaya dönüşebiliyor. Bakıldığında dijital savunmasızlık, artık sınır ötesi bir güvenlik sorunu haline gelmiştir.

Siber zorbalık, dijital taciz ve veri hırsızlığı gibi tehditler de sadece bireysel travmalar yaratmakla kalmıyor; toplumsal güvenin zedelenmesine, kurumlara duyulan inancın sarsılmasına yol açıyor. Özellikle çocuklar bu saldırılara karşı en kırılgan grubu oluşturuyor. Dolayısıyla dijital dünyada yönünü kaybetmiş bir nesil, fiziksel dünyada yol göstermek yerine kolayca sürüklenir hale gelir.

Bu nedenle dijital okuryazarlık, yalnızca bir eğitim politikası değil; aynı zamanda bir milli güvenlik stratejisi olarak ele alınmalıdır. Ekranlar üzerinden şekillenen bilinç, gerektiğinde bir ülkenin geleceğini bile tehdit edebilir. Çocukları bu görünmez ama etkili tehdide karşı korumak, uzun vadeli bir toplumsal sigorta, küresel bir sorumluluktur.

Çözüm ise ekran değil, akran sloganıyla oluşturulacak bir devlet stratejisidir.

Çocuklarımızın ekranla ilişkisini yeniden tanımlamak, artık bir tercih değil, toplumsal bir zorunluluktur. Aileler, evde teknoloji kullanımına yönelik bilinçli sınırlar koyarak çocuklarına dijital dünyanın bir araç, ama asla amaç olmadığını öğretmelidir. Okullar, “dijital detoks” günleriyle öğrencilerin teknoloji dışı etkinliklere yönelmesini teşvik etmeli; doğayla, sanatla, sporla yeniden bağ kurmalarına imkân tanımalıdır. Belediyeler ve yerel yönetimler, çocukların bir araya gelip özgürce oynayabileceği, güvenli ve sosyal etkileşimi destekleyen alanlar oluşturmalı; bu alanlar yalnızca fiziksel değil, duygusal gelişim için de bir fırsat sunmalıdır. Eğitim sistemimizde medya okuryazarlığı, artık isteğe bağlı bir içerik değil, erken yaşta verilmesi gereken temel bir beceri olarak ele alınmalıdır. Ve nihayet, sosyal medya platformları da bu sürecin dışında kalamaz; çocukları hedefleyen içeriklerin kontrol altına alınması, zararlı algoritmalara karşı güvenlik duvarlarının güçlendirilmesi, bu şirketlerin toplumsal sorumluluğudur. Bu bütüncül yaklaşım, sadece çocukları değil; geleceği de korur.

Gelin, çocuklarımızı yalnızca ekranlardan değil, aynı zamanda yalnızlıktan ve duygusal kopuştan da koruyalım. Çünkü ekran karşısında uzun süre kalan çocuklar zamanla bilinç, sorgulama ve eleştirel düşünme yetilerini kaybediyor. Telefonda ya da bilgisayarda oynanan sonsuz döngüdeki oyunlar, video içerikleri, zihni pasif ve hareketsiz bir hâle getiriyor. Bu durumun uzun vadede doğurduğu sonuç ise, düşünme kabiliyeti zayıflamış, yönlendirmeye açık bireylerin çoğalmasıdır.

İşte tam da bu noktada terör örgütleri ve benzer yapılar devreye giriyor. Bu karanlık yapılar, aile bağları zayıflamış, empati becerisi gelişmemiş, sorgulamayan ve yalnız bireyleri hedef alarak eleman kazanma yoluna gidiyor. Çünkü düşünmeyen zihinler, kolayca başkalarının fikriyle doldurulabilir. Ekran bağımlılığı böylece yalnızca sağlık ya da eğitim sorunu değil; ulusal güvenliği ilgilendiren büyük bir tehdit haline gelir.

 

Bu kapsamda, Türkiye'nin iç güvenlik stratejisi çerçevesinde; Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı gibi kilit kurumlar arasında güçlü bir koordinasyon sağlanmalıdır. Bu iş birliği yalnızca güvenlik eksenli değil, aynı zamanda toplumsal bilinç oluşturma ve koruyucu önleyici hizmetlerin güçlendirilmesi yönünde de etkili olacaktır.

Özellikle okullarda düzenlenen programlar kapsamında, hem öğrencilere hem de velilere yönelik dijital farkındalık seminerleri, teknoloji bağımlılığıyla mücadele çalışmaları, çevrim içi risklerle başa çıkma yolları ve bilinçli medya kullanımı konularında kapsamlı eğitimler verilmelidir. Bu eğitimler, çocuklara sadece neyin doğru ya da yanlış olduğunu öğretmekle kalmaz; aynı zamanda dijital dünyada karşılaşabilecekleri tehditlere karşı eleştirel düşünme ve dijital direnç becerilerini de kazandırmayı hedefler.

Veliler ise bu sürecin en kritik halkasıdır. Ailelere yönelik oturumlarda çocukların dijital ortamda neyle karşılaşabilecekleri, nasıl sınırlar konulabileceği ve dijital iletişimin ev içi ilişkilere etkisi detaylı biçimde ele alınmalıdır. Çünkü çocuk, okulda öğrendiği farkındalığı ancak evde pekiştirdiğinde gerçek bir davranış dönüşümü yaşanabilir.

Bu çok katmanlı ve kurumsal iş birliğine dayanan yaklaşım, yalnızca bireysel dijital farkındalığı değil; aynı zamanda ulusal düzeyde dijital güvenlik bağışıklığı oluşturmayı hedeflemektedir. Nihayetinde, dijital çağın en önemli savunması; bilinçli bireylerden ve duyarlı toplum yapısından geçmektedir.

Geleceğimiz; ekranlara değil, bir arada olmayı bilen, empati kurabilen, sorgulayan ve düşünebilen bireylere emanet edilmeli.
Ekran değil, akran diyerek başlamalı; birlikte büyümeyi, birlikte korumayı ve birlikte bilinçlenmeyi yeniden öğrenmeliyiz.