Kamu Görevlileri Ücret Zamına Tepkili

Bu platformda yayımlanan köşe yazıları, yazarların kişisel görüşlerini yansıtır. www.baskentpostasi.com, bu içeriklerden sorumlu tutulamaz.

Ağu 14, 2025 - 12:47
Kamu Görevlileri Ücret Zamına Tepkili

KAMU GÖREVLİLERİ ÜCRET ZAMMINA TEPKİLİ

Zahit Borak

 

Komik, Adaletsiz ve Sosyal Devletle Bağdaşmayan Bir Zam Teklifi

4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası çerçevesinde yapılan kamu görevlileri ve emeklilere yönelik 8. Dönem Toplu Sözleşme görüşmeleri, takvim gereği yine 1 Ağustos’ta başladı. Masanın bir yanında, yüksek enflasyonun her yıl biraz daha kemirdiği maaşlarını telafi etme umuduyla bekleyen memurlar ve onları temsil eden sendikalar… Diğer yanında ise, bütçe disiplini bahanesiyle düşük zam oranlarını dayatan hükümet.

Yıllardır enflasyonun pençesinde alım gücü eriyen, altın karşısında maaşı yarı yarıya değersizleşen memur, bu masadan çıkacak kararı son umut kapısı olarak görüyordu. Ama hükümetin 2026 ve 2027 yıllarına ilişkin zam teklifi açıklandığında, o umut önerilen teklifle umutsuzluğa döndü.

 

Gerçek Enflasyon – Resmî Enflasyon Makası

TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları ile vatandaşın mutfağında, pazarında ve kirada yaşadığı gerçek artışlar arasındaki uçurum her geçen gün büyüyor. Resmî veriler yıllık enflasyonu yüzde 60’lar seviyesinde gösterirken, gıda, kira ve ulaşım gibi temel kalemlerdeki fiyat artışları çoktan yüzde 100’ü aşmış durumda. Bu fark, yalnızca istatistiksel bir sapma değil; çalışanların bütçesini kemiren, yaşam standardını gerileten somut bir gerçeklik. Böyle bir ortamda hükümetin teklif ettiği zam oranı, daha maaşa yansımadan enflasyonun değirmeninde öğütülüyor. Sonuç, kâğıt üzerinde bir “artış” gibi görünse de, cebinde hissedilen sadece alım gücünün biraz daha eksilmesi oluyor.

 

Alım Gücünün Eriyişi

Son iki yılda kamu çalışanının maaşı, döviz ve altın karşısında yarı yarıya değer kaybetti. Kiralar, asgari ücretin üzerine çıkarken, memur maaşı temel yaşam maliyetlerinin gerisinde kaldı.

Hükümet, 2026 yılı için ilk altı ay %10, ikinci altı ay %6; 2027 yılı için ise her iki dönem için %4 oranında artış önerdi. Bu, toplamda yıllık yaklaşık %16–%20’lik bir artış demek…

 TÜİK verilerine göre, Temmuz 2025 itibarıyla yıllık enflasyon %33,52, son altı aylık enflasyon ise %31,57. Bu koşullarda %6’lık zam, ancak “sıfır zam” etkisi yaratıyor. Reel artış değil, sadece erimeyi kısmen durdurma… Hem de gecikmeli olarak.

Uzun vadede tablo daha vahim: 2002’de memur maaşlarıyla 22,86 çeyrek altın alınabilirken bugün yalnızca 6,69 çeyrek altın alınabiliyor. Yani memur, altın karşısında %60’nin üzerinde değer kaybetmiş.

 

 

 

Teklif, Refah Payı İçermiyor

Hükümetin önerdiği zam oranları, yalnızca TÜİK’in açıkladığı yıllık resmî enflasyon farkını telafi etmeye yönelik. Oysa TÜİK verileri ile bağımsız araştırma kuruluşlarının açıkladığı enflasyon oranları arasında %15-20’yi bulan ciddi farklar bulunuyor. Son bir yılda kira, gıda ve enerji fiyatlarında yaşanan artış, resmî enflasyonun çok üzerinde gerçekleşti. Örneğin, kamu çalışanlarının maaşları 2024 başından bu yana ortalama %38 erirken, temel gıda fiyatlarındaki artış %65’i, kiralardaki artış ise %120’yi buldu. Bu durum, maaş zammının satın alma gücünü korumaktan uzak olduğunu açıkça gösteriyor. Kamu emekçilerinin beklentisi, yalnızca enflasyon farkının telafisi değil; aynı zamanda yıllardır biriken gelir kayıplarını giderecek ek bir refah payı ve vergide adalet düzenlemesi. Ancak masadaki teklif, bu iki temel talebi tamamen görmezden gelerek, fiilen çalışanı daha da yoksullaştıran bir tablo ortaya koyuyor.

 

Masadaki Eşitsizlik ve Bağımsız Hakem Heyeti Sorunu

Toplu sözleşme süreci, adı “müzakere” olsa da, masada güç dengesi hükümet lehine. Sendikaların yıllardır dillendirdiği “hakem kurulunun bağımsızlaştırılması” talebi yine görmezden geliniyor. Bu şartlarda teklif, teknik olarak kabul edilemez olmanın yanında, sendikal mücadelenin özüne de aykırı.

Toplu sözleşme görüşmeleri, kâğıt üzerinde “müzakere” olarak tanımlansa da, fiiliyatta güç dengesi hükümet lehine ağır basıyor. Görüşmeler anlaşmazlıkla sonuçlandığında devreye giren Kamu Hakem Heyeti ise bağımsız bir yapıdan ziyade, yürütmenin etkisine açık bir mekanizma olarak işliyor. Mevcut düzenleme gereği heyetin başkanlığını Sayıştay Başkanı yapıyor. Oysa Sayıştay, anayasal olarak TBMM’ye bağlı olsa da, pratikte bütçe ve kadro gibi konularda yürütmenin etkisinden tamamen arındırılmış bir kurum değil. Bu durum, “hakem” sıfatını taşıyan bir heyetin tarafsızlığına gölge düşürüyor. Sendikaların yıllardır dile getirdiği “bağımsız bir kamu hakem heyeti” talebi ise yine görmezden geliniyor. Hakem kurulunun bağımsızlığı sağlanmadığı sürece, toplu sözleşme süreci adalet ve eşitlik ilkelerinden uzak kalmaya, çalışanların güvenini zedelemeye devam edecektir.

 

Sosyal Devlet Nerede?

İşin bir de adalet boyutu var. 2 Ağustos 2025’te İşçi Sendikalarıyla imzalanan işçi toplu sözleşmelerinde verilen zam oranları, memurlara sunulan teklife göre daha insaflı. Oysa Anayasa, eşitlik ilkesini ve sosyal devlet anlayışını garanti altına alıyor. Memurların sürekli enflasyonla ezilip, diğer çalışan gruplara kıyasla geride bırakılması, yalnızca ekonomik değil; hukuki ve vicdani açıdan da kabul edilemez bir ayrımcılık.

 

Son Söz Yerine

Bu teklif, maalesef bir memur ya da emeklinin kaybını telafi edebilecek bir oran değildir. Enflasyon nedeniyle zaten ezilen kamu çalışanına bu oranlarla sözde bir “iyileştirme” gibi sunmak, kamu görevlilerini ve temsilcileri olan Kamu Sendikalarını kaale almamak, önemsememek anlamına gelmektedir.

Sosyal devlet ilkesi, adalet ve eşitlik duygusu göz ardı edilmemeli; memurun geçmiş kayıpları telafi edilmeli, üzerine refah payı eklenmelidir. Aksi halde bu teklif, yalnızca “komik” olarak anılmayacak; tarihe utanç verici bir sayfa olarak geçecektir.

Bugün kamu çalışanlarının teklife “hayır” demesi, sadece rakamlara bir itiraz değil; insanca yaşam koşullarına, emeğin değerine ve toplu pazarlığın gerçek anlamına sahip çıkma çağrısıdır. Bu çağrı duyulmazsa, masa yalnızca bir formaliteye dönüşür.