Bizdeki rejime bir ad verelim denilse en uygunu “Ucube Rejim” olur kanaatindeyim. Devlet şekline bakacak olursak, ucubelik sırıtıyor zaten:
Yürürlükteki «1982 Anayasası»na göre, “Türkiye Devleti (gûya) bir Cumhuriyettir. (Nasıl bir cumhuriyettir?): Toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Daha a’lâ ucubelik mi olur? Hem «insàn hakları» diyeceksin hem de ilk ve temel insàn hakkı olan inanç ve fikir hürriyetinin önüne “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” olma şartını koyacaksın!..
Hattâ üstüne, kahir ekseriyetin (dominant nüfusun) dini olan İslâm Dinini değil, kerameti kendinden menkul “demokratik (olmayan), lâik (değil lâikçi, seküler)” diyecek sonra utanmadan bu ucubeye “hukuk devleti” diyeceksin!..
Yetmezmiş gibi, dördüncü madde ile de eşi benzeri görülmemiş, hiçbir gerçek demokrasinin anayasasında yer almayan bir madde daha koyup, bu ucube hükümlerin “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” olduklarını Anayasa’ya koyacak, totaliterlik yapacaksın.
İşte bu hal-i pür melâlimiz, bütün bu ucubeliklerimiz yüzünden Türkiye bir arpa boyu yol alamadı 99 senedir. (82 Anayasa’sı öncesindekiler de farklı sayılmazdı o yüzden 1982’den sene saymadık).
Şühedasının kanları ile bağımsız olmuş Türkiye’nin desteği ile, bizden 27 sene sonra bağımsızlığını kazanmış Güney Kore’nin yerli ve millî otomobilleri ABD’ye bile ihraç edilirken, dünya onların icadı telefonları kullanırken bizim şu halimiz utanılacak durum değil midir ey ilericiler, ey sahte Atatürkçü, sahte lâik lâikçiler….
Ucube rejim öyle haksızlıklara, öyle sapık işlere sebep oluyor ki, hangi birini yazacaksın? (Hergün bir tarafından yazıyoruz gerçi) Fakat Sabah yazarı Engin Ardıç Bey’i okuyunca daha önce bu konuda çok yazmış olmama rağmen «reklâm rezaleti»ne bir kez daha dokunayım istedim:
Zátıâlilerini tebrik ederim. «Reklâm rezaleti» daha güzel anlatılamazdı. Hülasa ederek bazı yerlerini aktaracağım:
“Gazetelerin “haber süsü altında reklâm” uygulamasına artık alıştık… (…….) Namuslu gazete hiç olmazsa o yarım ya da çeyrek sayfanın üstüne “Bu bir reklamdır” yazıyor, kimilerinde o da yok.
(…….) Geleneksel Türkbilmemne dostluğu, yeni ufuklar, falan filan. Buralardan gelen para da olmasa, Serenay’ın sık sık açtığı yelkenlerle ne kadar satış sağlayabilirsiniz? Neyse, dememiz o değil.
Sanal reklâmlar! Yani internet sitelerindeki reklamlar. (…….) Bir de baktılar ki, buradaki okuyucu gazete almayı bırakmış, internetten okuyor. Öyle ya, bedavası varken niçin para verip alsınlar?
O ara, sağdan soldan yazı toplayıp “kes yapıştır” yöntemiyle yayınlayanlar, (…….) “haybeci siteler” türedi. (…….) Yazılar, reklâmlardan okunmaz halde! Zırt sağdan giriyor, onu siliyorsun zırt soldan giriyor, yukarıdan iniyor, aşağıdan çıkıyor. (…….) Kendilerini de bilmemkaç saniyeden önce kapattırmıyorlar…”
Yazıda en bayıldığım cümleler ise şunlardı:
“Reklâmcılıkta yeni bir çığır: Zorla reklâm! (…….) Bıktırdılar. Kaç kere, ilgiyle okuduğum bir yazıyı zırt pıt giren reklâmlar yüzünden yarım bıraktığım oldu. Site para kazanıyor ama hem yazar hem okur zararlı çıkıyor. En ciddî yazının arasına serpiştirilen zırvalar da cabası… Adam hükümeti eleştirecek ya da savunacak, pat, ağda reklamı!”
Engin Bey’e ufak bir itirazım var. Üstat reklâm dediğin zaten zorlamadır.
Kapitalist uğursuzların tekelleşmek, kârlarını haram helâl demeden bin katına çıkartmak için icad edilmiş bir çeşit hipnozdur reklâm. Reklâm kitle psikolojisini bozan bir algı (idrâk) zorlamasıdır. Bu reklâmlı dünyada “toplumun huzuru” falan olmaz. Gariban esnaf ölür, öldürülür çünkü.
Ucube olmayan rejimli (dinimizin hükümferma olduğu) yıllarda ise, esnaf, çok fazla alışveriş yapmaya kalkan müşterisine “siftahımı sayenizde yapmış oldum, komşum siftah etmedi, kalan ihtiyaçlarınızı lütfen ondan alınız” dermiş. Bugünkü küçük esnaf bile “bırak ya onun malları kalitesiz” diyor komşusu için… Al sana huzur… 02.01.2022
YORUMLAR