Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Adem Yavuz Irgatoğlu

Ehliyet, liyakat ve sadakat…

Başlıkta okuduğunuz kelimeler herkes için en önemli kavramlar idi.

Saatler, günler, haftalar, yıllar, hatta mevsimler gibi kavramlar da değişti. Devir öyle bir değişti ki tıpkı ocak ayında kavurucu sıcağı, mayıs ayında dondurucu soğuğu yaşadığımız gibi…

2021’de yine bu köşeden ‘Devrin sadıkları’ başlıklı bir yazı kaleme almış ve “Herkes, her şey kendi mecrasından uzaklaştı.” demiştik. Ardından şu soru cümlesini eklemiş ve buna cevap aramıştık: “Bizim medeniyet değerlerimizde en önemli şey neydi? Ehliyet ve liyakat idi. Bir işi yapan kişi o işin ehliyse yani liyakat sahibiyse en büyük sadık o idi.”

Peki, dün neydi, şimdi ne oldu ya da en çok neyden yakınıyoruz?

Dünyevi işleri takip ediyorsak gözlerimiz televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında; kulaklarımız radyoların frekanslarında, siyasetçilerin konuşmalarına, sosyal medyanın hashtag’lerine, magazin sayfalarının “aldatma” haberlerine odaklanmış vaziyette.

Her yıl, her hafta, hatta her gün aynı kelimelerin değişik versiyonlarını izliyoruz/dinliyoruz. Partiler aynı “kavga”nın peşinde, televizyon yorumcuları aynı kavganın “primi”nde, onların taraftarları da aynı söylemlerin peşinde… Senaryolar farklı olsa da aktörler ve oyuncular aynı… Bazen iyi bir karakteri canlandırırken bir de bakmışsınız başka bir “devirde” kötü bir karakteri oynamak zorunda kalmışsınız. Dolayısıyla bize ne sunulmak isteniyorsa biz de onu algılıyoruz.

Hangi taraftan olursa olsun farklı düşündüğünüzde “öteki”, aynı düşündüğünde “bizden” diye yaftalanıyorsunuz. Makamlar ve mevkiler de böyledir. Sizi o makamlara getirenler, size bazı görevler/roller verir. Siz o rolü, o göreve getirenlerin istediği gibi oynamak “zorundasınız.” Aksi halde rolleriniz ve görevleriniz elinizden alınır. Eğer dik durmak, ehliyet ve liyakati ilke edinmek gibi bir gayeniz varsa o zaman da boyun eğmediğiniz için maceranız uzun sürmez…

Böylece…

“Eskiden ve şimdi” diye başlayan cümleler kurmak zorunda kalıyoruz. Geçmişi yerdiğimizde, gelecekten de “Elbet değişir” deyip umut bekleriz. Şimdiyi eleştirdiğimizde ise geçmişe özlem duyarız. “Ne güzel günlerdi” diyerek içten içe hayıflanırız. Yalnızlaştıkça, çaresiz kaldıkça, öfkelendikçe, yanlışları gördükçe, üzüldükçe, dönüp dolaşıp; “ehliyet, liyakat ve adalet” der dururuz…

Birazcık vicdan ve inanç sahibiyseniz “rolünüzü” iyi yapmak istersiniz. Çünkü asıl sizi yaratanın sizden beklediği bir “rol” vardır. Dolayısıyla bunun hem bu dünyada hem de öteki dünyada hesabının olduğunu bilir, “Amenna” der yola revan olursunuz.

Oysa hayallerini gerçekleştirmek isteyenler için sizden istenen “sadakat”ın içeriği çoktan değişmiştir bile. İşte o zaman da değişen sadakat, sizin sabıkanız olur. Böylece ortaya “devrin sadıkları” çıkar. Kimi kendi hayalinin, kimi makamının, kimi de o makama getirenlerin sadığı olur. O devrin sadıklarının hayalleri, sizin mağduriyetiniz; sizin samimiyetiniz ve sadakatiniz ise yine kendi “sabıkanız” olur.

Unutmayalım ki “Rollerinden” emin olanlar, “sabıkalarına” karşı “amenna” der yola devam ederler. Çünkü “Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya…”

Ama… Hayalleri uğruna başkalarını mağdur edenler, sözlerine sadık olmayanlar yolun sonunda ayağa kalkamazlar!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER