Aile ve evlilik kurumunda her zaman bazı sıkıntılar olmuştur. Geçmişte de böyleydi, bugün de böyle. Ancak geçmişte sorun dışarıya yansıtılmadan, aile büyüklerinin araya girmesiyle çözülürdü. Eğer çözülmezse, kişiler sineye çeker, tahammül eder, sabrederdi. Bu dayanma ve sineye çekme, dışarıdan gerçi “sorunsuz evlilik” gibi algılansa da yine de kol kırılır yen içinde kalırdı.
Şimdi artık kimse kırılan kolu saklamıyor, hatta her şeyi göze alıp tv programlarında tüm ayrıntıları, bazen de iğrençlikleriyle anlatmakta bir sakınca görmüyor. Merakla izlediğimiz bu aile mahremiyetleri ve zaman zaman evrensel ahlakın sınırlarını zorlayan iğrençlikler, giderek normalimiz haline dönüşüyor.
Gelinen bu durum, sadece evlilik ve aile hayatındaki köklü değişmeleri göstermiyor, aynı zamanda toplum ve fert hayatındaki derin ve kaygı verici değişmeleri de yansıtıyor.
Öncelikle toplumunda diğergamlık, yani ‘başkalarını düşünme’ davranışı, yerini bencilliğe bıraktı. Nitekim önceleri kişiler adım atarken aile şerefini, eşin onurunu, anne-babanın gururunu, çocukların sorumluluğunu düşünürdü. Bunlar aileyi ayakta tutan değerlerdi. Şimdi ise kişilerin davranış ve sözlerini belirleyen motivasyon, birinci derecede kişisel çıkar, rahatlık, gurur, haz, menfaat ve keyiftir. “Önce benim keyfim, benim rahatım benim hayatım, benim onurum” felsefesi bütün muhafazakar değerleri alt üst etti.
Öyle olmasa, bugün kadın çocuklarını sorumsuzca evde kendi başlarına bırakıp başka birisine kaçmazdı. Kocanın, anne-babanın, çocukların ne hissedeceğini, ömür boyu bunun travmasını beraberlerinde taşıyacaklarını umursamadan gitmezdi. Öyle olmasa erkek, keyfi uğruna, beş çocuğunu ve hanımını terk edip başka bir kadınla nikâhsız yaşamayı göze alamazdı. Kadına ve çocuklara terk edilme, sahipsizlik, güvensizlik, acımasızlık, nefret duygularını aşılamaktan kaçınırdı.
Dünya hayatının anlamı, yaşamın anlamı yeniden sorgulanmalıdır. Çünkü hayatın anlamını sadece bu dünya ile sınırlı göstermek, gençleri sürekli mutlu olmaya, stresten kaçınmaya, “hayatın tadını çıkarmaya” teşvik etmenin sonucu işte sürekli bu şekilde haz arayışıdır.
Bunun yanında önceleri evli çiftler arasında yaşanan sorunlar karşısında aile büyükleri devreye girer, bir ara yol bulunurdu. Şimdi ya büyükler bundan kaçınıyor, ya tek taraflı yaklaştıkları için çözüme katkıları olmuyor ya da sorunu anlamadan, çözmeden sadece boşanmaya karşı gelerek evliliği kurtaracaklarını zannediyorlar. Oysaki sadece boşanmayı teşvikle veya boşanmaya engel olmakla rayından çıkan evlilik yeniden düzelmez. Nitekim evliliğini ahlaki olmayan yöntemlerle harap edenlere, neden baba evine gitmedin?” diye sorulduğunda verilen cevap hep aynı oluyor. “Gitsem bile hiçbir şey değişmeyecekti. Onlar bana sadece “boşanma” diyorlar, başka bir şey yapmıyorlar.”
Oysaki çocuklarının evliliğinde bir sorun olan aileler bir araya gelmeli, tarafsız bir gözle adil davranmalıdırlar. Bunun yanında yürümeyen, sevginin yok olduğu, öldüğü, eşlerin aynı evde paralel iki ayrı dünya kurduğu evliliklerde uzun süre ısrar etmenin, çiftleri bu evliliğe mahkum etmenin anlamı yoktur. Unutmayın ekmeksiz, susuz yaşanmayacağı gibi, sevgi ve saygının olmadığı, şefkat ve merhametin yok olduğu evliliklerde yaşanmaz.
Bunların yanında eskiye göre maddi ve sosyal imkânlar arttı. Erkek, iş bulamasa bile kadın iş bulabiliyor. Bunun yanında TV programları kadınları sürekli “kendi ayakları üzerinde durmaya” teşvik ediyor. 17 yaşındaki genç kız evinden ayrılıp başka birisinin yanında yaşamaya başlıyor. Neden böyle yaptın? diye sorduklarında gururla “kendi ayaklarımın üstünde durmak istedim,” diye cevap veriyor. Bu anlayış da ailelerin ve evliliklerin dağılmasında etkili bir faktördür.
Evlilik ve ailenin bozulmasının nedenlerini dün ve bugün üzerinden daha başka etkenlerle de karşılaştırabiliriz. Bunlara muhakkak başkalarını da ekleyebiliriz. Burada önemli olan sorunun farkında olmak, daha da önemlisi çözüme odaklanmaktır.
Sorun küresel faktörlerin etkisi altında geliştiği için birinci görev hiç şüphesiz devlete düşüyor. İnternet imkânlarıyla herkesin her şeye rahatlıkla ulaştığı bir dünyada, aileye, değerlere, toplumun geleceğine yapılan saldırıları önlemenin en önemli yolu eğitimden geçiyor. Oysaki bugün eğitimde manevi ve kültürel değerleri vermediğimiz gibi, gelen saldırıla karşı korunmayı da öğretemedik. Örneğin bugün hala okullarımızda medyayı anlamak, kullanmak, etkilenmemek için çok önemli olan “medya okur-yazarlığı” dersi ya yoktur, ya da en önemsiz derslerden biri olarak hiçbir işlev görmemektedir.
Bir an önce “medya okuryazarlığı” dersi yaygınlaştırılmalı ve özel eğitimlerden geçmiş öğretmenler tarafından verilmelidir. Mutlaka İletişim Fakültesi mezunları olmalıdır, ancak tek ölçü mezun olmak olmamalı. İlgili fakülte mezunların tekrar sadece bu ders için eğitime tabi tutulmalıdırlar. Önce onlar, manevi ve milli değerleri benimsemeli, sonra da formasyonu verilmelidir.
Aile ve evlilik hayatını ayakta tutan değerler her zaman, karşılıklı sevgi, saygı, şefkat, merhamet olmuştur. Ancak bu değerler günümüzde olduğu kadar hiçbir dönemde bu kadar hayatı anlam kazanmadı. Şimdiki aile hayatında erkeğe de kadına da düşen en büyük görev, eskisinden daha fazla merhamet, şefkat, sevgi ve saygı duygularını yaşamak ve yaşatmaktır.
Bu duygular, şiddete, boşanmaya, sadakatsizliğe, çatışmaya da en büyük çarelerdir. Aşıdaki hadis-i şerif herkesin yatak odasında asılı durusn:
“Eşler birbirinin gözlerine şefkatle bakarsa Allah da onlara rahmet nazarıyla bakar. Eşler birbirinin elini sevgi ile sıkarlarsa, elleri ayrıldığında günahları, buruklukları, öfkeleri, kalbi yükleri dağılır gider.”
YORUMLAR