Babam öldüğünde çocuktum. Kışın zemherinde pembe hayallerle adımlarımı atarken bir kartopuna takılmış düşmüştüm. Gözlerime iri iri damlalar birikmiş, soğuk karlı havada donmuştu düşmeden yere. Annem Kürtçe ‘negri kuro’ ‘Ağlama oğlum’ dedi. Bilirsin erkekler ağlamaz. Çocuktum. Kayıp ve karanlık bir köyün girdabında kimse farkında değildi annemle biz sessizce ağlıyorduk. Naylon kaplı pencerenin dibinde gözlerimizin ıslak ışıklarını buğusuna kaptırdığımız anda ikimizde aynı şeyi düşünüyorduk. Babamın zamansız aramızda gidişini… Yine ağlıyorduk. Anlamamıştı yine kimse… Çocuktum kışa inat damarlarımda kan sıcak akıyordu. Etrafımda herkesin babası vardı. Benimde hayallerim vardı belki bir gün babam gelir diye kurardım hayallerimi. Altı yaşında bir çocuk nerde bile bilirdi ki ölümü. Gurbet gibi geliyordu ölüm bana sanki bir gün bitecek dönecek babam. Çocukça umutlarım bana göz kırpıyordu bir gün dönecek diye. Hâlbuki babam çoktan varmıştı varacağı yere, ölüm binasından düşünce kanayan kafasına aldırmadan. Yıllarca o kadar gizli ağladım ki hıçkırıklarım adeta melodileşmişti bende. Bilmeyenler anlamıyorlardı terlemenin sebebini. Hava da soğuk, kar, kış, boran diyorlardı… Hasta mı acaba? Diyenler bile vardı. Duymak istemiyordum duydukça hırçınlaşıyordum. Bir rüyalar kurtarıyordu bu sıkıntılarından beni. Çünkü hep babamı görüyordum. Son rüyamda köyde okulun bahçesinde yürüyordum. Baba diye seslenmiştim. O yürüdü ben yürüdüm döndü, baktı, ben baban değilim dedi, yanıldın, kaybettin, baban öldü gelmeyecek dedi. Ama babamın kokusuydu biliyorum… Sonra kayboldu ve bir daha hiç rüyama girmemecesine… Aniden uyandım çocuk yüreğim kıpır kıpırken yüzüme ne kadar da sert çarpmıştı gerçekler. Kızdım kendime, yazık bana dedim ne yaptım ki babam gitti benden diye. Karlı buzlu karanlık yollarda, uzun yürüyüşler içinde, babamı hayal edip çaresizlikler içinde, özlem dolu, heyecanlı bir bekleyişe girmiştim oysa hep. En basit savunma aracı en kolay rahatlama yolu olan unutmayı denemek istesem de hep bir yerlerden defalarca karşıma çıktı babasızlık. Dönüp dolaşıp hep babama açılıyor kapılarım..Yanılgılarım, yangınlarım,yalnızlığım hep babama yöneliktir aslında…Bazen söylemeden yazdığım cümleler bazen iç sızısından damlayan hüzünlerim… Düşlerden kopmayan koparılamayan bir parça gibi… En dibe vurulmuş bir hal gibi… Keşke sadece bir akşam dönse babam diyorum. Beklesem onu köy camisinin avlusunda ya da Kars Ardahan yolunda… Sonra babam inse otobüste yüzüme baksa, ben sıkı sarılsam boynuna ve unutuversek yalnız geçen acı dolu günleri. Elimden tutsa babam, sıkı sıkıya yürüsek birlikte evimize doğru… Hayatımdaki bu hüzün son bulsa babamın bir sarılışıyla… Sonra ilkokula başlasam, ilk kez giysem kara önlüğümü babam elimde tutsa okula kadar götürse, ben çocuk olduğumu unutacak kadar çocuk olsam yeniden, yeniden. İlk karnemi birlikte alsak, yeniden paylaşsam yemeğimi düşüncelerimi kutsadığım adamla. Sonra hiç uyanmamaya gönül vermiş gibi bir an anlayabilsek yaşadığımız anın kıymetini, anlayabilsek yakası kopuk anları.. Sonra komşu köyün eski otobüsünde paylaşsak bizi yeni bir umuda taşıyan koltuğu, kötü düşünmeden, masumca tüm çocuk düşlerimi… Babamı sayfalara dökmek hayatın en güzel işi olsa gerek… Söylenmemiş sözlerimdeki acılarımla seviyorum onu… Elimi uzatacağım anda öyle bir boşluk girdi ki aramıza yerkürede kapanması mümkün olmayan cinsten… Ben her daim sessiz çığlığımla seni sevdiğimi haykıracağım belki duyarsın diye babam. Yokluğunda onlarca neden ve niçinlerle hep sana dair sorularıma sensiz sende cevap aradım… Ama hiçbirinin cevabını bulamadım… Yalnızım. Ölümüne yalnız aslında… Yokluğunda bazen her şey anlamsızlaşıyor, boğulur gibi hissediyorum kendimi. Babacığım, sen İzmir’e gittiğinde ben senin özlemindim. Şimdi sen benim özlemim oldun. Keşke şimdi sesini duyabilseydim, yanaklarından öpüp sana sarılabilseydim. Keşke geceleri seni rüyamda değil de gerçekte görebilseydim. Söz vermiştin oysa bize ebediyete, aynı kapıdan gireceğimize… Özlemimsin, hasretimsin iliklerime kadar babam. Aklıma geldikçe burnumun direği sızlarcasına özledim seni… Gülüşünü, kızışını hatta bağırışını, ellerimi tutmanı, söylediğin her kelimenin ruhumun okşamasını özledim. “Ben senin yaşındayken” diye başlayan cümleyi hiç bana kullanmadın babam. Sen öldüğünde kırk yaşındaydın ben ise şimdi kırk üç yaşındayım, senden 3 yaş büyüğüm canım babam… Kar yağıyor, korkuyorum baba çünkü senin ölüm haberin böyle bir günde ulaşmıştı üç gün sonra ancak bize… Sanki yeryüzüne değil, yüreğime yağıyor kar taneleri. İçimi acıtıyordu her bir kar tanesi. Sessizlik ne zormuş gecenin karanlığında, umutsuzluğun bağrında babam. Gece insafsızlığını koruyor yine. Sesimi duyurmuyorum sana baba. Yokluğun çok yoruyor sızlayan yüreğimi. Artık zamanı mı geldi ayrılığın yoksa? Hani ayrılık olmayacaktı, baba oğul arasında. Kim bilir belki kar yağar, kapanır bütün yollar. Ben susarım, sen dönemezsin sanırım; belki de gerçekten dönemezsin, burası Kısır Dağı 3100 rakım kar, kış bu, belli mi olur? En iyisi gitme be babam, kal öylece sen 40 ben 6 yaşında kalayım olmaz mı? Seni çok seviyorum “BABA”. Hakkın rahmetine kavuşan tüm babalara yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Yerleri nur mekânları Cennet olsun.
Dr. İmbat MUĞLU
YORUMLAR