Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Bahadır Alemdaroğlu

Yaşamın Kısalığı Üzerine (1)

Ölüm kaçınılmazdır. İnsanoğlu bazen hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya kendini çok kaptırır. Onlar için dünyanın nimetleri sonsuz nimetlerdir. Onlar asla yaşamın kısalığı üzerine konuşmak istemezler. Çünkü onlar ölümü bilmezler. Korkuları ile yüzleşmek insan için çok zordur. Ve bir ölümlünün en büyük korkusu da nitekim ölmektir.

Doğduğumuz andan beri bilfiil bir uğraş içindeyiz: yaşama uğraşı. Aslında bütün görülen çabalarımızın altında yaşamımızı devam ettirme isteğinin yattığını söyleyemez miyiz? Doğarız, büyürüz ve en sonunda ölümle yüzleşiriz. Ve ölüm anında en korkunç şey Buscaglia’nın da dediği gibi “hiç yaşamamış olduğumuzu fark etmek” değil midir? Hayatınızı bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçirin ve sorun: Ben kendime ve bu dünyaya ne kattım? Bazen bir cümle, bazen iki cümle. Hanginiz söyledikleri ile sayfalar doldurabilir?

Kendimizi ölümsüz sanıyoruz. Yaşlanmayacağımızı ve o ipeksi saçlarımızın her daim öyle kalacağını düşünüyoruz. Ellerimizin, yüzümüzün ve vücudumuzun kırışmayacağını düşünüyoruz. Çünkü yaşamı kısa görmüyoruz. Kısa görmediğimiz gibi sırtımızda taşıdığımız “faydacılık” kefesini de boş bırakıyoruz. “Kime fayda ettim, kendime ne fayda sağladım” diye sorduğumuz anda bir gerçekle yüzleşiyoruz: aslında yaşamadığımız. 

Her gün kalktığımız gibi aynaya bakarız. Aslında her gün bir öncekinden yaşlıyızdır. Ancak bütüne önem veririz, tek tek parçalara değil. Yüksek şekere sahip olabiliriz, ama görüntümüz öylesine güzeldir ki kendi kendimize “Hayır ne hastalığı, ben bin sene yaşarım” deriz. Parçalar önemsizdir hayatımızda, ancak ölüm anındaki en mühim şey de o yeri doldurulamayan parçalar değil midir?

Ölüme giden süreci, yani büyüme ve yaşlanma evrelerini bir yapboza benzetelim. Büyüdükçe doğru parçaları doğru yerlere koymamız gerekir. Ta ki en son parçayı yani ölüm gerçeğini yapboza yerleştirdiğimizde herhangi bir parça eksik kalmamalıdır. Her eksik parça yanlış yaşanmış yılların, katkı sağlamayan arkadaşlıkların, çıkarcı ilişkilerin ve dünyevi hislerin birer kalıntısıdır. Senelerdir Allah’ın varlığını ve ona yaklaşmak için yapılması gerekenleri bilen birçok insan yaşlılık etkileri üzerlerine kara bir bulut gibi çöktüğünde namaza başlarlar. Çünkü yapbozdaki doğru parçalardan biri eksiktir. Doğru parça yapbozdan o kadar uzakta kalmıştır ki yerine koyulması için belki de gecikilmiştir.

Yaşamın kısalığı üzerine konuşmalıyız. Ölmeyecekmiş gibi yaşayarak varabileceğimiz tek yol vardır: umutsuzluk yolu. Kendinizi koyduğunuz yeri iyice tartmalısınız. Ve sonra ise yaşamı, yaşamayı koyduğunuz yeri. Kendinizi koyduğunuz yer daha ağır geliyorsa vay halinize. Çünkü yaşamı öncelik etmeden, yaşamın doğru parçalarını öncelik haline getirmeden kendinize fayda edemezsiniz.

Yaşamın Kısalığı Üzerine

Ölüm yaşla, sırayla değildir. Gençliğine güvenme. Kimin ölüp kimin kalacağını bir Mevla’m bilir.. der Hüseyin Rahmi.

İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar… der Victor Hugo.

Ölüm güç bir şeydir. Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır… der Yalom.

Ölümün sırası yoktur, yaşam ölüm bir an sonra gelebilecek kadar kısadır. Bütün insanlar zamanı belirsiz bir ölüm cezasının mahkumlarıdır, çünkü ölüm kaçınılmazdır. Ve ölüm güç bir şey olmasına karşın içinde bir iyilik taşır: tekrar ölmeyecek olmak. Yaşayamadığınızı, “faydacılık” kefenizin boş olduğunu düşündüğünüz anda tekrar yaşama şansına sahipsiniz. Ancak “ölümün kıyısına geldiğinizde hiç yaşamamış gibi hissetmek” istemiyorsanız.

Sağlıcakla kalın…

instagram: bahadirralemdaroglu

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER