Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Muhsin Akıl

BÜTÜN YÖNLERİYLE FÖTÜ GERÇEĞİ FETÖ Hala Devletin İçinde: Kriptolar Pusuda Yatıyor. Ortaya Çıkacakları Günü Bekliyorlar!.. Araştırma/Haber-Yorum: Muhsin AKIL

BÜTÜN YÖNLERİYLE FÖTÜ GERÇEĞİ -2-

FETÖ Hala Devletin İçinde: Kriptolar Pusuda Yatıyor. Ortaya Çıkacakları Günü Bekliyorlar!..

Araştırma/Haber-Yorum: Muhsin AKIL

 

Fethullah Gülen’in Telefon Konuşmaları, BDDK, TUSKON ve Holdingler: Bilhassa Fethullah Gülen ve Büyük Abi X ile arasında geçen ilk telefon konuşmasında Asya Bank üzerinde durulurken BDDK sözkonusu olunca “BDDK’da adamlarımız var” diyerek kendilerinden emin ve büyük bir özgüvenle umursamadıklarını ama tedbir ve önlem alarak nasıl bir yol takip edecekleri üzerinde durdukları düşünüldüğü zaman, bir dönem Anadolu’daki Holdinglere yapılan operasyonların da Cemaat tarafından yapılmış olacağı olasılığı ortaya çıkmakta. O dönemde BDDK operasyonları ile kaç Holding tarihe karışmıştı. Benim bildiğim sadece Konya’daki ve Yozgat’taki Holdingler… Kim bilir kaç holding daha var?!

İkinci konuşmada THY ve Bir banka üzerinde durulurken nasıl bir strateji izleyerek paçayı kurtarmaya çalıştıkları üzerinde duruluyor. En önemlisi de Zaman yazarı Hüseyin Gülerce’nin iktidar ve Fethullah Gülen arasında kilit adam olduğu intibası da açık bir şekilde ortadan kalkmış oluyordu. Demek ki Hüseyin Gülerce’ye kadar ne büyük abiler varmış!.. Hüseyin Gülerce ile ilgili Fethullah Gülen’e soru yönelten büyük abi bakın nasıl çark ediyor! Hüseyin Gülerce’nin iktidara koşmuş olduğu şartların Fethullah Gülen’den mi kaynaklandığı hususu sorulmuştu. Yani, “- Efendim 3 şart koşuyor. 1. yolsuzlukların üzerine gidilsin diyor. Yani paralel yapı varsa onları tasfiye edebilir. 2. Dedikodu gıybet etmeyelim. Bu bütün ülkeyi rahatsız ediyor. 3. Sulh yolunu teklif ediyor.” Bu sorular üzerine Fethullah Gülen’in bir süre sustuktan sonra ‘haberim yok’ demesi ve boşver dercesine serzenişte bulunması Hüseyin Gülerce gerçeğini de ortaya koymaktaydı.

Üçüncü telefon konuşmasında Cemaat’a Türkiye’den hangi iş adamlarının destek verdiği, Fethullah Gülen’i koruyan baronların isimleri aleni bir şekilde geçmekteydi. TUSKON ile birlikte Mustafa Koç, Adnan Polat, Turgay Ciner, Ali Sabancı ve Mehmet Nazif beyin isimlerinin geçmesi, ‘büyük patron (kastedilen herhalde Başbakan Erdoğan olsa gerek yanılmıyorsak!) duymasın’ sözleri ve Uganda’dan bahsedilirken Ananas şifresi, hatta ve hatta Cemaat’in yurt dışındaki okul hizmetleri kılıfı altında aslında uluslararası devletler bazında iş takipçiliği yaparak çok büyük kar paylarına ortak oldukları da anlaşılıyordu. TUSKON’un kapatılması ile ilgili dedikoduların, twetterdaki paylaşımların da sözkonusu edilmesi enteresandı! En önemlisi BDDK’nın Asya Finans üzerine gitmesinin olamayacağı ve BDDK da üst düzey bazı yöneticilerinin kendi adamları oldukları gerçeği ile de karşılaşıyorduk. Bütün bunlar apaçık gösteriyordu ki Fethullah Gülen ve Cemaati sadece Türkiye’de değil dünya çapında bir yapılanma ile küresel güç olmayı hedefleyerek Türkiye’deki devlet yapısının tamamen ele geçirip istedikleri gibi at oynatma düşünceleri karşısında tüylerimiz diken diken oluyordu.

Böylesi ülkemizin geleceğini tehlikeye sokan gelişmeler ve olaylar karşısında Devlet ve millet olarak ne yapmalıyız?! Şimdi ülkenin daha vahim, akıbeti daha da meçhul, neyin ne olacağı konusu bile belli değil, nasıl olsa iktidar ve cemaat arasında geri dönülmesi imkansız bir savaş başladı, kimin kazanacağı konusunda fikrim olmasına rağmen, yerel ve genel seçimler öncesi daha birçok kaset, telefon konuşmaları, operasyonlar ki asıl korkum bu duruma müdahale edecek dış istihbarat güçlerinin provokasyonları ve fail-i meçhul suikastların olması ihtimali… Ne iktidardan ne de Cemaat’ten böyle bir şey beklemiyorum, ama bulanık havadan yararlanmak isteyen yabancı güçler iktidar ve cemaat arasındaki savaş ortamından (bulanık havadan) yararlanarak düğmeye basmaları ve Türkiye’yi siyasi, ekonomik, istihbarı büyük bir krizin içine sokmaları… İşte bu nedenle iktidarı, muhalefeti, diğer siyasi partileri ve tüm sivil toplum örgütlerini itidale, sükunete, işbirliğine, dayanışmaya davet ederek aralarındaki sürtüşmeleri, kavgaları, kırgınlıkları, polemikleri bırakarak bir an önce TÜRKİYE’NİN Kİ DEVLETİN ve MİLLETİN BEKASI İÇİN GÜÇBİRLİĞİ OLUŞTURARAK MİLLİ MUTABAKAT İLAN EDİLMELİDİR. Bu kangren olmuş sorunu çözmek, ülkenin gidişatının önündeki tuzakları, engelleri kaldırarak ülke menfaatine, millet menfaatine herkes bir şeyler feda ederek MİLLİ MUTABAKAT yolunun açılmasında hemfikir olmalıdır.

“İktidar-Cemaat kavgası, internete düşen yeni ses kayıtları yeni tartışmalar yol açtı. Devlet içinde, toplumda ve medyada akla-hayale gelmedik komplo teoriler, derin yorumlar ve analizler yapılıyor.  Her iki tarafta elindeki kozları kullandıkça kimin haklı kimin haksız olduğu gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaya başladı. İktidarın hoşgörü, iyi niyet, saflığı ile birlikte gaflet ve dalaleti başına öyle dertler açtı ki… İktidarın Cemaate olan çok aşırı yakınlığı, hoşgörüsü ve sevginin faturasını bugün ülke olarak çok pahalı ödemek zorunda kaldık. Cemaate yönelik ortak paydalar arasında inanç duygusallığı, hoşgörü ve sempati ile birlikte bir o kadar basiret ve ferasetten yoksunluğun başına dert açmasıyla gözleri perdelenen iktidarın zihin açıklığından da körelmesi nedeniyle Cemaat tuzağına düştü ve devlet kurumlarının en kritik yerlerine Cemaat adamlarını getirerek kendi kuyusunu kazabildi?! Nihayet, cemaatin masum, saf ve temiz yüzünün aslında takiye mantığı üzerine giydirilmiş bir maske olduğu ortaya çıktı da iktidar acı gerçeği görebildi! Oysaki Cemaatin gerçek yüzünün şeytani ve sinsi izdüşümü, silueti ve asıl gizli şifreleri yolsuzluk ve rüşvet kılıfı altında iktidara yönelik 17-25  Aralık operasyonlarında ortaya çıktı. Cemaatle ilgili tüm gerçeklerin perde arkası 17-25  Aralık 2013 tarihleri itibarı ile aralandı ve iktidar şok üstüne şok geçirerek kendisini sorgulamaya başladı. 17-25  Aralık 2013 tarihi iktidar-cemaat kapışmasının miadı/miladıdır.”

FETÖ Kıskacında AK Parti – Cemaat Gerçeği: AK Parti’nin daha ilk kuruluş günlerindeki birçok olaya şahit oldum. R. Tayyip Erdoğan ve bir kısım dava arkadaşlarının samimi bir şekilde AK Parti’yi kurduklarını çok iyi biliyorum. Amaçlarından ve asıl niyetlerinden hiçbir zaman şüphem olmadı. Fakat ne olduysa sonradan oldu. Aynen Cemaate sızıldığı gibi, AK Parti’ye de içerden ve dışarıdan bazı güçler sızdı! Çıkarcı/menfaatçi insanlarla birlikte yalaka ve dalkavuk insanların da at başı yarış edercesine R. Tayyip Erdoğan dahil olmak üzere parti kurmaylarına yakın olabilmek için akla-hayale gelmedik yalan, dümen ve entrika ile iktidarın içine sızdıklarını çok iyi biliyoruz. Bu sızmaların önüne geçilemeyişi ile başlayan süreç içinde AK Parti zaman içinde bambaşka bir parti haline dönüştü. Ve bu durumu fırsat bilen dış güçlere de zaten gün doğmuştu. Dış güçlerin güdümünde ve kontrolünde olan bazı AK Parti ileri gelenlerin nasıl da R. Tayyip Erdoğan ve kurmaylarını etkileyerek her istediklerini yaptırdıklarını da unutmadık ve daha dün gibi hatırlıyoruz. Dış güçler bir ara iktidarı öyle bir hale getirdiler ki adeta uçurdular. Kendi yörüngelerinde her istediklerini yaptırdılar. O yüzde ABD ile sıcak diyaloglar başladı. O yüzden AB kapılarını açtılar. O yüzden BOP ortağı yaptılar. AK Parti iktidarını kanatlandırıp uçurdular. Ve tam bu sırada bugünler için hazırladıkları Cemaati iktidara monta edip asıl amaçlarını gerçekleştirmek için düğmeye bastılar. Önce geçmişteki kendi kontrollerindeki derin yapıyı bertaraf etmekle işe başladılar. Bu sayede TSK hedef haline getirildi. TSK’nın onuru, şerefi ve gururu ayaklar altına indirildi. Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile de hem PKK’nın hem de Cemaatin önünü açtılar. 70 yıllık derin yapıyı bertaraf ederken 25 yıllık paralel yapı iktidara montajlandı. Yani, sahte derin devlet yerine yeni paralel yapıyla devam etmek istediler. Çözüm Süreci bahanesi ile de PKK siyasallaştırılarak barış ortamı zuhur etti. Türkiye içerden üç ayrı kıskaç altında (derin, serin ve paralel) kontrole alındı. Derin derken, 70 yıllık NATO uzantılı siyasi, sivil toplumsal ve kurumsal derin yapının kalıntıları üzerinden hâlâ varlığını hissettiren bir yapıdan söz ediyorum. Serin yapı derken sıcak teması bırakmış PKK’nın BDP ile siyasallaşarak serin bir hava estirmesi üzerine iktidara her istediğini yaptıracak bir konuma gelmesinden söz ediyorum. Ve paralel yapıdan bahsederken de yıllardır köstebek misali tüm kurumları örümcek ağı gibi sızmış ve bilhassa yargı ve polis gücü ile devletin çok önemli kurumlarına sirayet edip iktidara alternatif paralel bir yapı ile Türkiye’nin yönetimini ele geçirmek için 17-25  Aralık Yargı/Polis darbesine kadar ki zaman süreci içindeki rüştünü tamamlamış paralel yapıdan bahsediyorum.

CEMAAT’İ/(FETÖ) Cemaat’ten Ayırmak Gerek (Paralel yapı ve kandırılmış cemaat): Cemaatin masum saf temiz yüzü derken aslında ayrı bir gerçeğin altını kalın bir çizgiyle çizmek isterim. Evet, Cemaati üçe ayırmak gerekiyor. İlki lider/imam, ikincisi lider/imamın emirlerini harfiyen uygulayan omurga imamlar! Üçüncüsü ise ana gövde dediğimiz asıl çoğunluğu oluşturanlar. Yani ana gövde… Lider/imam ve onun emirlerini harfiyen uygulayan omurga imamları dışında kalan ana gövde gerçekten saf, temiz, dürüst ve inanmış insanlar. Asıl Cemaat diye ben bunlara derim. Onlara hiçbir sözüm yok. Onların bir an önce bu sihirli/büyülü dünyadan sıyrılarak gerçekleri görmesi gerek. Zaten değil midir bu saf, temiz, dürüst insanlar sayesinde lider/imam ve onun emirlerini harfiyen yerine getiren omurga imamlar ayak duruyor ve nefes alıyor. O halde onların nefeslerini kesmek ve ayakların kaydırmak için bu saf, temiz ve dürüst insanları uyarmak, uyandırmak ve kendilerine getirmek gerekiyor. Gerçekten uyutulmuş ve uyuşturulmuş büyük bir kitle var cemaat içinde. Asıl ana gövde onlar. Keşke onlar bir uyansa, onlar kendilerine bir gelse ve onlar bu büyüyü/sihri bozup ah keşke gerçekleri bir görebilse! Bizlere düşen onlara dua edip bir an önce kendilerine gelmeleridir. Böyle düşünmekle de Cemaat düşmanlığı yapmadığımız gibi (tam aksine) Cemaatin ana gövdesinin safiyetine, samimiyetine, temizliğine ve dürüstlüğüne inandığımız ortaya çıkıyor.

17-25 Aralık Yargı-Polis darbesinin aylar öncesinden plânlı/programlı ve sistemli bir şekilde hazırlandığı ve iktidarın mutlak surette devrileceği üzerine yönelik operasyonların başlatıldığını belgeleyen ses kasetleri bir bir ortaya çıktıkça Türkiye’nin içerden ve dışarıdan nasıl kuşatma altına alınarak darbe zeminin hazırlandığına 17-25  Aralık Yargı-Polis operasyonları sayesinde şahit oluyorduk. Biz bile yıllardır Cemaati gerçekten samimi, ihlaslı, hizmet ehli olarak görmemize rağmen içimizdeki şüpheyi hiçbir zaman bir kenara atamamıştık. Bu nedenle de mevcut iktidarı bu konuda gerek yazarak ve gerekse yüz-yüze görüşmelerimizde defalarca uyarmıştık. Keşke uyarılarımıza kulak verselerdi. Keşke ne demek istediğimizi anlayabilselerdi. Keşke dikkatlerini uyarılarımıza vererek asıl anlatmak istediğimiz acı gerçeği fark edebilselerdi.

Neyse ki 17-25 Aralık Yargı-Polis operasyonları ile iktidar kış uykusundan uyandı ve korkunç gerçeği gördü! İş işten geçmeden hızlı bir manevra ile gerekli önlemleri alarak olması muhtemel olayların da önüne geçmiş oldu. Fakat yeterli miydi?! Hayır..! Tam aksine, iktidarın, Cemaatin boş durmayacağını göz önünde bulundurarak bundan sonra neler yapabileceği konusunda strateji geliştirip yine olması muhtemel birçok olayın daha şimdiden önüne geçilmesinin yollarını araması en doğal hakkıydı. Yolsuzluk ve rüşvet kılıfı altında iktidara yönelik darbe girişiminin fiyaskoyla sonuçlandığını anlayan Cemaatin telaşa kapılıp B Plânını devreye koyabilmek için ABD-Türkiye arasındaki telefon trafiğinin (ses kayıtlarının) internet ortamına düşmesiyle birlikte yazılan darbe senaryonun derinliği de apaçık gün yüzüne çıkıyordu.

Modern Lavrens Fethullah Gülen ve Günümüz Haşhaşileri FETÖ/PDY: Osmanlı parçaladıktan sonra şehit kanları üzerinde kurulmuş bir avuç toprak parçası üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bile hazmedemeyen emperyalist küresel güçler bu ülkeyi parçalamak için 100 yıllık bir proje hazırladılar. Bu 100 yıllık projenin nihai başarı tarihi 2023 yılıydı. Türkiye (AK Parti İktidarı)  bu acı gerçeği gördü, önlem ve alternatif olarak 2023 Projesi’ni hazırladı. Hatta 2053, 2071 projeleri ile birlikte… Belki yeni bir YÜZYIL PROJESİ olan 2123 Projesi bile yoldadır!

Emperyalist Küresel Güçler, Türkiye’deki asker içindeki (uzantıları/işbirlikçileri) Derin Devlet maskesi altındaki cuntacıları, Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile derdest edip yerine 40 yıldır hazırladıkları Cemaat kılıflı FETÖ/PDY ‘yi koyarak 15 Temmuz Darbe Girişimi ile amaçlarına ulaşmak istediler ama başaramadılar.

FETÖ/PYD tam 40 yıldır devleti ele geçirmek için sinsi ve kahpe yöntemlerle (takiye mantığı ve dışa kapalı, kendi içinde farklı yol, yöntem, taktik, şifreli haberleşme) ve daha akla-hayale gelmeyecek her türlü yoldan devletin bütün kurumlarına sızarak maalesef bugünlere geldiler.

Türkiye’de (1980 öncesi cemaatlerin yaygın olduğu dönemde) CEMAAT kılıfı altında çoğaldılar, eğitimi önemsedikleri için çekirdek yapıyı da oluşturmak amacıyla EĞİTİM şemsiyesi altında ağlarını örmeye başladılar ve zaman içinde de çağdaş/modern bir görüntü ile öğretmen, doktor, bürokrat, avukat, savcı, hakim, polis, asker ve daha birçok dalda yetiştirdikleri öğrencileri devletin içine yerleştirmeye başladılar. TAKİYE mantığı yaşam tarzlarının yegane silahı olduğu için yalan, iftira, hırsızlık, fitne, provokasyon FETÖ/PDY terör örgütü için büyük bir sığınak ve zırhtı!

Üç H parolası olan Hizmet, Himmet, Hikmet kavramlarının gölgesi altında Abiler, Ablalar, İmamlar önderliğinde Para, Unvan, Cennet vaatleriyle Fethullah Gülen’i uluhiyet makamına yükselterek (tarihte yaşandığı gibi) Hasan Sabbah formülü ile Mehdilik makamında görerek (sözde) önce Türkiye’yi sonra bütün dünyayı ele geçirmek için delicesine, çılgıncasına bir sarhoşlukla maalesef önce polis gücünü, sonra yargı gücünü kullanarak 17-25 Aralık’ta DARBE teşebbüsünde bulundular ama başaramadılar.

Amaçları deşifre oldu. Niyetleri ortaya çıktı. Devlet kurumları içindeki örümcek ağı su yüzüne çıktı. Büyük bir panik başladı. Kimi yurt dışına kaçtı, kimi kılık değiştirerek sessiz kaldı, kimi de gizliden gizliye B planını tatbik etmek için harekete geçti. A Planı başarısız olunca B Planına geçtiler. Maalesef asker içindeki gurupları devletin istihbarat kaynakları tarafından deşifre edilince paniğe kapıldılar. (YAŞ toplantısında zaten her biri bertaraf edilecekti.) Bunu (deşifre olduklarını) bilen asker içindeki FETÖ/PDY teröristleri bu sefer askeri güçlerini kullanarak 15 Temmuz 2016’da Darbe Girişimi’nde bulundular.

Savaş uçakları, Helikopterler, Tanklar halkın üzerine bomba ve kurşun yağdırdı..  Emniyet, MİT, Genelkurmay, TBMM binaları üzerine havadan bombalar yağdı. Tanklar insanlarımızın üzerinden geçti. Yüzlerce şehit ve binlerce yaralımız vardı.

15 Temmuz Darbe gecesi, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’a da suikast yapacaklardı fakat başarılı olamadılar. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın millete ‘meydanlara çıkın’ seslenişi ile milletin meydanlara akın etmesi, Cumhurbaşkanına, devletine, vatanına, bayrağına sahip çıkması, FETÖ/PDY terör örgütünün bu CİNNET diyebileceğimiz Darbe Girişimi’ni püskürtü ve bertaraf etti. Nihayetinde 40 yıllık hayal 22 saatte tuzla-buz oldu.

Yıllarca sözde CEMAAT denilen bu ihanet gurubunun aslında terör örgütü (FETÖ/PDY) olduğu gün gibi ortaya çıktı. Böylesi eli-kanlı bir terör örgütünün 40 yıl boyunca siyasi bir ayağı olmadı! Çünkü bütün siyasi partileri zaten yönlendiriyorlardı! Genellikle güçlü olanın yanında oldular. Bir dönem CHP, bir dönem ANAVATAN, bir dönem AK Parti içine takiye mantığı ile sinsice sızdılar.

Eli-kanlı FETÖ/PDY terör örgütünün polis, yargı ve asker ayağı ile birlikte siyasi, medya ve iş adamları ayağı da var! Şu anda yüzde 25’i deşifre edildi. Yüzde 75’i hâlâ içimizde! Uluslararası istihbarat ayağını zaten aleni bir şekilde bilmekteyiz.

Dünyada, bu örgüte kimlerin destek verdiği 15 Temmuz Darbe Girişimi ile ortaya çıktı. Türkiye’deki 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne sessiz kalanlar kimlerse, darbecilerin yanında olduklarını kimler ima ediyorsa onlar bu eli-kanlı FETÖ/PDY örgütüne destek vermiştir.

Tarih sanki tekerrür ediyordu. Tarihte Haşhaşiler ne ise, yıllarca Cemaat olarak bilinen aslında eli-kanlı bir terör örgütü olan FETÖ/PDY de günümüzün MODERN HAŞHAŞİLERİDİR. Aynı şekilde, tarihte Lavrens vardı. Günümüzün Modern Lavrens’i de Fethullah Gülen’dir.

Bu örgütün en büyük silahı DİNİ maske yapmasıdır. Örgüt lideri, hain, ajan, uşak, kukla, taşeron Fethullah Gülen, Ilımlı İslam, Dinlerarası Diyalog vs. argümanlar ile kendisini uluslararası alana taşıyarak ABD’yi ÜS yaptı! Masonik, Kabala, Tapınakçılar modeli bir örgütlenme şeklidir FETÖ/PDY. İşte böylesi bir örgüt lideri olan Fethullah Gülen bütün dünyaya sözde MEHDİ olduğunu ilan edecekti!

Onların amacı Türkiye’yi parçalamaktı. Onların amacı AK Parti iktidarını devirmekti. Onların amacı Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı öldürmekti. Onların amacı, AK Parti iktidarı ile yıllarca emperyalist küresel güçlerin gölgesinden kurtulan ve Hedef 2023’e adım adım yaklaşan Türkiye’nin büyümesini, yükselmesini, muasır medeniyetler seviyesine gelmesini engellemekti.

Onlar Türkiye’ye büyük bir tuzak kurdalar ama Allah’ın tuzağı, tuzakların en büyüğü ve en hayırlısıydı! Allah’ın tuzağı onların tuzağını bozdu ve perişan etti. Nihayetinde Allah’ın (büyük ve hayırlı) tuzağına düşerek tarumar oldular. 

Günümüzün Modern Lavrens’i Teröristbaşı FETÖ/PDY lideri Fethullah Gülen’e farklı bir açıdan baktıktan sonra şimdi FETÖ/PDY konusunda iktidarı(devleti) yıllar uyardığımızla ilgili yıllar önce yazmış olduğumuz yazılarımıza göz atalım.

Yıllar Önce Demiştik: ‘PARALEL YAPI NEŞTER ATILMALI?!’ (Peki, atıldı mı?!  Hayır… Ancak yıllar sonra neşter atılabildi. O da 17-25 Aralık ve 15 Temmuz Darbe girişimlerinden sonra” İşte yıllar önce devleti Paralel Yapıya Neşter Atılmalı diye uyardığımız yazı): “Türkiye’yi hiçbir zaman kendi haline bırakmayacaklar. Türkiye ne zaman siyasi, ekonomik, sosyal, askeri, istihbarı kendi ayakları üzerinde durmaya çalışsa, ne zaman dışa bağımlılığa yönelik hamleler yapsa, ne zaman tarihi derinliğinden gelen kültürüne, milli ve manevi değerlerine yönelik adımlar atmaya kalkışsa hem içerden hem de dışarıdan saldırılara maruz kalıyor. Gezi olaylarında, 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüslerinde olduğu gibi şimdi de Süleyman Şah Operasyonu’nda benzer saldırılar, provokasyonlar, manipülasyonlar yapılmaya başladı. Böylesi durumlarda muhalefet partileri ve Paralel Yapı’nın el-ele, kol-kola dirsek temasında mevcut AK Parti iktidarını düşman ilan etmeleri kadar manidar bir şey olamazdı. Maalesef şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu atmosfer her şeyi izah etmekte…

Dönemin Başbakanı bugünün Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’nın Paralel Yapı ile MÜCADELE konusundaki hassasiyeti, azmi, uyarıları üzerinde kafa yorduğumuz zaman acaba diyoruz AK Parti içinde bu mücadeleye aynı hassasiyet, aynı azimle kimler destek veriyor dersiniz?! Bakanlıklarda, kurumlarımızda, AK Parti il merkezlerinde Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın çağrılarına ne kadar uyuluyor?! Gerek Ankara’da gerekse Türkiye’nin bütün illeri üzerinde yapmış olduğumuz araştırmalarda, edindiğimiz istihbarat bilgilerinde maalesef bu çağrıya uyulmadığına şahit oluyoruz ve kahroluyoruz. Lafa geldiğinde mangalda kül bırakmayanların icraatta hiçbir şey yapmadıklarını aleni bir şekilde görmekteyiz. Tek amaçları koltuklarını sağlama almak, çıkarlarını düşünmek ve etliye-sütlüye karışmamak! Böylesi bir göz boyamaya, böylesi bir kurnazlığa, böylesi bir uyanıklığa da pes doğrusu…

Devası ekibimizle (binlerce kişi!) Türkiye genelinde başlatmış olduğumuz Paralel Yapı ile Mücadele’den bile ne FETÖ’nün ne de AK Parti iktidarının haberi yoktu! Sessiz ve derinden öyle bir mücadele ediyoruz ki Paralel Yapı’nın uzuvlarına neşter attıkça ses geliyor. İnanın kaçacak delik arıyorlar. Her zaman dediğimiz gibi Paralel Yapı ile Mücadele bizim işimiz. Keşke mevcut iktidar yaptıklarımızı görebilse, uğraşımızın farkına varabilse, mücadelemizin ciddiyetini anlayabilse!..

Yahu sözde Paralel Yapı ile Mücadele ediliyor! Paralel Yapı’nın ana damarında hâlâ taptaze kan dolaşıyor. Baş sağlam, gövde sağlam, ayaklar ve eller sağlam. Paralel Yapı sadece zaman kazanmak istiyor. Paralel Yapı öyle bir hazırlık yapıyor ki sormayın!.. Şimdilik korkar gibi yapıyorlar ama asıl amaçları zaman ve zemin gözetmek. Onların tek korktukları bizleriz. Bizleri gördükleri zaman nasıl da fizik kimyaları bozuluyor. Gölgemizden bile korkuyorlar. Çünkü biz farklı yöntemlerle mücadele ediyoruz. Çünkü biz çok daha stratejik ve profesyonelce hareket ediyoruz. Keşke bu mücadelemizi mevcut iktidar görüp-anlayabilse!..”

Türkiye’yi Bekleyen Büyük Tehlikeler!.. : “Cemaat ne kadar kendisini savunsa da ses kayıtları çözüldükçe iktidara yönelik darbenin şifreleri çözülüyordu. Bu şifreler üzerinden yola çıkılarak Cemaatin bundan sonra neler yapabileceğini kestirmek artık zor değildi. Hatta ve hatta karşı operasyon için zamanın, zeminin ve şartların oluşması gerekliydi. Ve iktidar bunun için de kolları sıvayarak gece-gündüz demeden yoğun bir çalışma ortamına girmişti.

Yerel seçimler öncesi Türkiye’yi karıştırmak isteyen dış güçlerin maşası ve taşeronu durumundaki Cemaat’in sinsi tuzakları üzerindeki mayınları bir bir patlatan hükümet demokrasinin tıkanmaması için yen bir yol haritası ile topluma rahat bir nefes aldırtmak için adresin sandık olduğunu gösteriyordu. Aynı zamanda fırsatı ganimet bilen bazı terör örgütlerinin, yabancı istihbarat ajanlarının ve bazı taşeronların Türkiye’yi karıştırmak ve siyasi, sosyal, ekonomik kaosa sokmak için her türlü provokasyonu yapabilme olasılığı karşısında da kesin/keskin önlemler almak zorunda.

İktidar yapmış olduğumuz uyarılar karşısında inşallah bu sefer duyarsız kalmaz ve bir an önce tüm önlemlerini, tedbirlerini alarak beklenen olası tehlikelerin önüne daha şimdiden geçmiş olur. Bizden uyarması. Gerisi iktidarın insiyatifi ve vicdanına kalmış…

Türkiye 100 yıllık cendere ve kumpastan kurtulmak için mücadele verirken, hâlâ bu cendere ve kumpastan kurtulmak istemeyenlerin mevcut iktidara olan kin, husumet ve öfkelerine bir anlam veremiyorum. Türkiye 100 yıllık dış bağlantılı zihinsel, fikirsel ve fiziksel sömürge zihniyetinden kurtulmak için mücadele verirken, hâlâ bu zihinsel, fikirsel ve fiziksel sömürge zihniyetinden memnun bir şekilde mevcut iktidara ateş püskürenlerin neyin mücadelesini vermiş olduklarını da bir türlü anlamış değilim. Türkiye 100 yıllık ahlaki, kültürel, tarihi işgale son vermek için diş-tırnak, gece-gündüz ve ölümüne mücadele verirken, hâlâ ahlaki, kültürel ve tarihi işgal edenlerle kol-kola, el-ele, sırt-sırta vermek isteyenlerin kime hizmet etmeye çalıştıklarını anlama da zorluk çekiyorum.

Ülke olarak 100 yıllık bir tarihi gaflet ve dalalet rüyasından daha yeni yeni uyanmaya başladık. Ülke olarak tarihin çarpıtılmış gerçek yüzünü daha yeni yeni görmeye başladık. Ülke olarak duyguda, düşüncede, kültürde ezildiğimizi ve sömürüldüğümüzü daha yeni yeni anlamaya başladık. Binlerce yıllık tarihimizi, kültürümüzü, inançlarımızı 100 yıl öncesinden nasıl bozmaya, değiştirmeye ve çarpıtmaya başladıklarını devlet ve millet olarak daha yeni yeni anlıyor ve kavrıyoruz. İnançlarımız, kültürümüz ve tarihimiz ile birlikte binlerce yıllık devletçilik anlayışımızı da 100 yıl öncesinden nasıl bozduklarını, çarpıttıklarını ve dejenere ettiklerini bugün artık çok mu çok iyi anlıyoruz. Ülkemizin ve milletimizin hali böyle iken, bugün bu köhne zihniyete neşter atıp tüm acı gerçekleri ortaya çıkartan şu andaki mevcut iktidarı anlayamayanların nasıl bir gaflet ve dalalet içinde olduklarını görebiliyorum!”

Ta o günlerde söylemiştim iktidar içinde aykırı sesler var diye… Ki Cemaat’in rahatsızlığı!.. AK Parti’nin ileriyi görememesi, iktidar sarhoşluğu içinde gaflet ve dalaletle kendi içindeki brütüsleri fark edememesi… Ve AK Parti’yi Cemaat konusunda dolaylı ve imalı ifadelerle sürekli uyarıyordum.

“Ben bu şekilde düşündüğüm için iktidar yanlısı olarak suçlanacağımı çok iyi biliyorum. Yahu, yıllarca iktidar hakkında en ağır eleştirileri yapan yazarlardan birisi olarak bugüne kadar sadece gerçekleri yazdım ve yazmaya da devam ediyorum. Görülemeyen, algılanamayan ve hissedilemeyen ülkemin, devletimin ve milletimin acı gerçeklerine ışık tutmaya çalışıyorum. Mevcut iktidar kendi hatalarını, kendi yanlışlarını ve kendi gaflet ve dalaletini de daha yeni yeni görmeye başladı. Bu yanlışlardan, bu hatalardan ve bu gaflet ve dalaletten kurtulmak ve arınmak için de hamleler yapmaya başlayınca kıyamet koptu! Ve iktidar içinde aykırı sesler yükselmeye başladı! Gücün vermiş olduğu sarhoşlukla aşırı kin ve husumet içinde olanların rahatsızlıklarını da bugün çok açık ve net bir şekilde görebilmekteyiz.”

“İktidara karşı kendi içinde yükselen aykırı seslerin kendi inançlarının temelini oluşturan merhamet, hoşgörü, anlayış ve af gibi yüksek/yüce değerleri bile görmezlikten gelip iktidarın bu yöndeki gayret ve çabalarına karşı ateş püskürmelerini samimi bulmuyorum. Hamaset, kin, husumet ruhlarını karartmış! Kendi dışlarındaki karşı tarafı gaflet ve dalalet içinde olmakla suçlayanların bugün kendi  gaflet ve dalaletlerini göremeyecek kadar basiret ve ferasetten yoksun olduklarını da apaçık görmekteyiz. Gücün vermiş olduğu sarhoşlukla ne yazdıklarını ve ne konuştuklarını bile bilmiyorlar”

“Aynı toprakların vatan, aynı ülkenin Türkiye ve bu topraklar (Türkiye) içinde yaşayan insanların MİLLET olduğu şuurunu da unuttular.Aynı bayrak altında yaşadıklarını ve ne kadar yüzeyde aykırı görüş ve fikirler olsa da özde aynı kanı, aynı tarihi, aynı kültürü ve aynı inançları paylaştıklarını da mı göremeyecek kadar kendilerini kaybetmişler ve karşı tarafa yönelik acımasız ve ağır ithamlar da bulunuyorlar. Gücü elinde bulundurmak karşı tarafı ez, çiğne, paspas yap anlamına gelmez!..”

Evet tam bir yıl önce Başbakan Erdoğan’ı dolaylı yollardan hem Cemaat konusunda  hem de bazı bakan ve milletvekillerinin brütüs çıkabilecekleri konusunda uyarmıştım.

“Bence mevcut AK Parti iktidarının şu andaki yapmış olduğu değişikliklerin ve yeniliklerin geç kalınmış olsa da bugüne kadar zaten yapması gereken şeyler olduğunu söyleyerek, tüm aykırı seslere rağmen pes etmemesini ve yolunda devam etmesini öneriyorum. Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki serzenişleri ve açıklamaları da çok doğrudur. Başbakan Erdoğan içindeki Brütüslere dikkat etmeli!..”

Başbakan Erdoğan’ın Konuşması Üzerine:  Başbakan Erdoğan’ın Beyoğlu Belediyesi’nin tapu dağıtım törenin yapmış olduğu konuşmasında başarısızlıkla sonuçlanan 17 Aralık darbesinin gerçek yüzünü apaçık izah ediyordu. Ve Başbakan Erdoğan aynen şöyle seslendi: “17 Aralık operasyonuna biz darbe dediğimizde ciddiye almayanlar. Mesele açıldıkça her şey ortaya çıkıyor. Bir yerde planlar, tuzaklar kurulmuş ve 17 Aralık tarihinde de düğmeye basılmış.” Yani, operasyonun başlangıcında ‘darbe’ denildiğinde ciddiye almayanlar zaman içinde internete düşen ses kasetlerindeki tüyler ürperten konuşmalar sonucunda 17 Aralık’ın aslında bir darbe olduğunu bütün yönleriyle ortaya koyuyordu. Başbakan Erdoğan bu gerçeğin altını çizerek sözü getiriyordu istifa eden milletvekillerine. İstifa eden milletvekillerinin hem partilerine hem de millete ihanet ettiğini belirtiyordu.

Başbakan Erdoğan konuşmasının devamında: “Önce yargı eliyle hükümet zayıflatılsın. Sonra vekiller istifa etsin. Bu kirli planlar şimdi ortaya çıkıyor. Milletin oyuyla gelenler birilerinin talimatıyla istifa ediyor. AK Parti’ye bazı tuzluklar sızmış. Sen milletin oyuyla gelip emirle istifa edeceksin. Sen bu millete ihanet içindesin. Bu millete yapılmış bir ihanettir.” Biz de burada Başbakan Erdoğan’a hak vererek istifa eden milletvekillerinin gerçekten ihanet ettiklerine inanıyoruz. Çünkü onları milletvekili olarak meclise taşıyan yine AK Parti tabanıydı. Cemaatin genel oy oranı yüzde 1 civarında olmasına rağmen Cemaat yanlısı kaç milletvekilinin bu şekilde vekil seçildiği hesap edildiğinde elbet ki yapılanın bir ihanet olduğu ortaya çıkmakta. Bu da gösteriyor ki takiye yolu ile AK Parti içine sızmış Cemaat yanlısı vekillerin zamanı gelince böyle bir ihanete kalkışacakların tahmin etmek bile akla ziyandı.

Öte yandan Başbakan Erdoğan, bazı vekillerin kimlerden emir aldıklarını ve kimlerin talimatı ile istifa ettiklerini izah ederken de acı bir gerçeğin de altını çiziyordu: “Bazı vekiller vaiz lobisinden, faiz lobisinden emir aldılar. Bugün de Türkiye düşmanlarından emir alanlara aziz milletim gerekli cevabı verecektir Bunları gördünüz Nisan ayından sonra hükümet atayacaklarmış, bakan atayacaklarmış. Hedefleri buymuş. Yolsuzluk ve rüşvet kılıfı adı altında ne yapmak istedikleri ortaya çıkıyor. Hükümetleri millet getirir millet alır. Çeşitli komplolarla hükümetimizi yıpratmak ve kendi istekleri doğrultusunda kuracaklarmış. Geçti o günler. Medya hükümet kuramaz. Sermaye kuramaz. Sadece millet kurar. Uluslararası sermaye guruplar Türkiye’de hükümet kuramaz. Şair ne demiş Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!” Elbet ki hükümetleri millet getirir ve millet götürür. Elbet ki bu hususta tek söz sahibi millettir.

Ve asıl hedefin Türk ekonomisi olduğunu açıklayan Başbakan Erdoğan, hükümetin müteahhitlerin parasını ödeyememiş yalanını da yüzlerine vurarak toplam 3 katrilyon küsür ödemeye yapıldığını izah ediyordu: “Gazete ve yurtdışındaki medyayla Türk ekonomisini hedef aldılar. Efendim neymiş hükümet müteahhitlerin parasını ödemiyormuş. Külliyen yalan 3 katrilyon 100 trilyon ödeme yaptık. Bu ayda bitireceğiz.” Başbakan Erdoğan’ın yatırımlar konusunda geri adım atılmayacağını belirterek özel okullar konusunda da şunları söylemiştir: “ Yatırımlarda durmak yok yola devam. Daha dün Milli Eğitim Bakanım ve Maliye Bakanımla görüştük. Okul noktasında, okullaşma noktasında bizler bir özel okulun 15 öğrenci eksiği var. Bize maliyeti nedir? Biz bu yavrularımızı özel okullara göndereceğiz. Bu konuda birçok teşviki bakanım da açıkladı. Seçim sonrası yasayı inşallah meclisten geçireceğiz. Türkiye’den bazı işadamlarıyla işbirliği yaptılar.”

Başbakan Erdoğan konuşmasının sonlarına doğru hükümete kumpas kuranların, darbe teşebbüsünde bulunanların, ihanet edenlerin asıl amaçlarının Türkiye’nin büyümesinden, gelişmesinden ve uluslararası arenada söz sahibi olmasından çok rahatsız olduklarını izah ediyordu. Milletin ekmeğine göz dikenlerin nelerle uğraştıklarını, dış güçlerle işbirliği yaparak ihanet içinde olanların barış ve huzura darbe vurduklarını, iktidarın 2023 hedefini baltalamak istediklerini, MİT’ten rahatsız olduklarını, İran ile olan ilişkilerden bile nemalanarak öküz altında buzağı aradıklarını ifşa eden konuşmasında aynen şunları söydi: “Şifre ne Ananas. Şifre ne tespih. Kimlerin kimlerle iş tuttuğunu görüyor musunuz? Maalesef benim 77 milyon vatandaşımın ekmeğine göz diktiler. Bu sefer sert kayaya tosladılar. Biz buraya akşam yatıp sabah kalkıp gelmedik. Biz paramızdan sıfırları atarak geldiler Devletin borçlanmasını yüzde 60’lardan tek haneye indirdik. Faizi yüzde 30’lardan tek rakama indirdik”

Erdoğan hiçbir gücün kendilerini (iktidarı) engelleyemeyeceğini, gelişmelerden ve olaylardan etkilenmeden 2023’e kilitlendiklerini ve dün rüzgarda giden ekonominin bugün fırtınaya ve boraya karşı bile çok dayanıklı olduğunu, iktidardan rahatsız olanların niçin rahatsız olduklarını izah ederek çok ilginç tespitlerde bulundu: “ Önceden bir rüzgarda giden ekonomimiz. Şimdi fırtınaya, borana karşı dimdik duran bir ekonomimiz var. 2008’deki krizi atlattığımızda tüm dünya bizi alkışladı. 2023 hedeflerimize durmadan yürüyeceğiz. 17 Aralık’ın bir hedefi de çözüm süreciydi. Çocuklarımızın kanı aksın diye çok uğraştılar. Güneydeki çok sevdikleri ülkeyle işbirliği yaptılar. Bu örgütün istismar ettiği ihlaslı gençlere söylüyorum: Bunlar Mavi Marmara’dan neden rahatsız? Orada şehit olan kardeşlerimiz bizim kardeşlerimiz değil mi? Bu olaylardan rahatsız olanlar bizden rahatsız? Bunlar bu ülkenin MİT’inden neden rahatsız? Bunlar asırladır komşumuz olan İran’dan neden rahatsız? Ben ve arkadaşlarım Ali Hamaney ile aynı odada oturuyoruz. Kendi yayın organlarında bu fotoğraf Türkiye’de şok etkisi yarattı. Ben başbakanla, görüşmüşüm. Hamaney’le görüşmemizden neden rahatsız? Bunlar güçlenen ekonomiden neden rahatsız? Güneydeki sevdikleri ülke var ya onlar rahatsız oluyor. Haşhaşi deyince çok rahatsız oluyorlar. Ajanlıktan, casusluk deyince rahatsız oluyorlar.”

Türkiye’de ilk defa CHP’yi uyararak Deniz Baykal’ın koltuğundan edileceği ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçeceğini hem de üç ay öncesinden Anayurt gazetesinde yazmama rağmen dudak altından gülenlerin, uyarımı komplo teori diyenlerin ve uyarımı umursamayanların maalesef olay gerçekleştiği zaman nasıl da beni ciddiye alarak görüşmek istediklerini hiç unutmuyorum. Yani, CHP’nin kasetle dizayn edileceğini… Aynı şekilde MHP’nin de kasetle dizayn edileceğini… Ve sonunda sadece CHP ve MHP değil AK Parti’nin de kasetle dizayn edileceğini yazmama da bir hayli gülmüşler ve komplo teori demişlerdi. Ve yazdıklarım bir bir gerçekleşti. Ve bugün Başbakan Erdoğan benim o gün söylediklerimi kendi ağzıyla söylüyordu. Ve bu konuda bakın ne diyor Başbakan Erdoğan:  “Biz bu süreci istiklal mücadelesi diyoruz. Bunları hedefleri alanlarla mücadele etmek İstiklal mücadelesidir. 17 Aralık darbe girişiminden biri de siyaseti dizayn etmedir. CHP’yi önce dizayn ettiler… Önce kasetle dizayn ettiler.”

Türkiye’nin yeni yüzü 2023’le bütün dünyayı şaşırtacaktı!.. Türkiye’nin gelişmiş, büyümüş ve modern hali tüm dünyayı etkileyecek… Türkiye’nin 2023’te dünyanın sayılı ülkeleri arasında yerini almış ve tam bağımsız bir ülke olarak ‘artık uluslar arası arenada bizde varız’ diye onurlu, şerefli ve gururlu bir ülke olarak devası adımlar atarken bu adımların önünü tıkamak isteyen dış güçler ve işbirlikçilerin hain tuzaklarına, oyunlarına gelmeden yoluna devam eden istikrarlı bir hükümetin önünü kesmek için akla-hayale gelmedik senaryolarla maalesef 17 Aralık operasyonu ile düğmeye basan şer güçlerin başarısızlığı 30 Mart’ta tescillenecektir. Bu konuda da Başbakan Erdoğan bakın neler söylüyor: “ Siyasette de bu darbe girişimine bazı partilere de girdiler. CHP’yi ellerinde oynatıyorlar. CHP’nin büyükşehir adayları hep dışarıdan. Bunlar en büyük darbeyi 30 Mart’ta alacaklar. Bir kez daha millet istikameti çizecek. 30 Mart’ta bunlara gerekli cevap verirken yeni Türkiye’ye sahip çıkacaksınız. 30 Mart’ta 3. Havalimanına, kanal İstanbul’a, 3. köprüye sahip çıkacaksınız. Aynı zamanda 30 Mart’ta boğazın derinliklerinden geçen tüp geçidine sahip çıkacaksınız. Dünyanın sayılı asma köprülerinden biri olan İzmit köprüsü Allah’ın izniyle su yüzüne çıkıyor. İstanbul-İzmir arasını 3 saate indiriyoruz. Şu anda 5 ayrı noktada çalışıyoruz. 2023 hedeflerine sizler omuz vereceksiniz. Yeni Türkiye’ye modern İstanbul’a sizler sahip çıkacaksınız.”

Başbakan Erdoğan’ın Beyoğlu Belediyesi’nin tapu dağıtma töreninde yapmış olduğu ibret verici konuşmasının sonunda yine Cemaat’in hain tuzaklarının altını çizerek bu tuzakların bozulduğunu, milletin gerçeği anladığını ve bu darbe girişiminin bir son olacağının da altını çizerek ve yola devam diyerek 76 milyonun kardeşçe durmaksızın ileriye yönelik yürümesi gerektiğinden söz ediyordu: “ Kardeşlerim hiç ama hiç merak etmeyin.. O kirli ittifaklar ters tepti. Ananaslar, tuzluklar, tespihler ters tepti. Tüm il, ilçe, belde tüm başkan adaylarımızı tespit ettik. Şimdi sıra belediye meclis üyelerimizin tespitine geldi. Bu seçim çok daha demokrat ve özgürlükçü olacak. Türkiye’de bu son darbe girişiminden sonra tüm engeller ortadan kalkacak. Kimse önümüzde duramayacak. Her kesimin sorununu daha fazla çözeceğiz. 76 milyon kardeşçe ileriye yürüyeceğiz.”

Başbakan Erdoğan’ın milleti uyarıcı tespitlerini yorumladıktan sonra Cemaat’in bundan sonra neler yapabileceği konusu üzerinde durup Türkiye’yi bekleyen tehlikelerden söz etmek isterim.

“PARALEL YAPI’nın Şahsıma Yönelik ERGENEKON TUZAĞI : Paralel Yapı’nın varlığını yıllar önce deşifre etmiştik. Ve yıllardır da Paralel Yapı ile yıllarca mücadele ettik. Paralel Yapı’nın varlığı konusunda İKTİDARI Anayurt gazetesindeki köşe yazılarımda yıllarca uyardım. İlk uyarım ‘Sahte Derin Devlet’ yazılarıyla yapmıştım. Fakat bir türlü inandırtamadım. İkinci uyarımızı CHP, MHP ve AK Parti’ye yönelik kasetleri deşifre ederek yaptı fakat yine kimse inanmadı. Fakat CHP, MHP ve AK Parti ile ilgili iddiaları gerçek çıkınca nihayet AK Parti iktidarı bir nebze olsun bizi ciddiye almaya başladı. Asıl son uyarımız ise 17 ve 25 Aralık Darbe Teşebbüsü’nden 13 gün önce AK Partili bir Milletvekili (H.Ü) ile dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan’a iletilmek üzere malum Paralel Yapı’nın bir darbe teşebbüsünde bulunacağı üzerineydi. Fakat yine ciddiye alınmadık. Ne zamanki 17 ve 25 Aralık Darbe teşebbüsü gerçekleşti işte o zaman önceki uyarılarımızı hatırlayanların pişmanlıklarını ve üzüntülerini daha sonradan öğrenmiştik. Fakat iş işten geçmişti. Zaten yıllarca Paralel Yapı’nın hedefindeydik. Yıllarca bize tuzak kurdular. İtibar kaybına uğramamız için yıllarca her türlü iftira ile saldırdılar. Paralel Yapı yıllarca bizimle uğraştı. Birkaç yıl boyunca teknik ve fiziki takibe alındığımızı çok iyi biliyorduk. Hatta öldürülmemiz için bile her türlü yola başvurmuşlardı. Fethullah Gülen’nin hakkımda açmış olduğu dava kamuoyu tarafından duyulmuştu. Ama Paralel Yapı, şahsımızı Ergenekon kapsamı içine alarak Silivri’ye göndermek istediğini kimse bilmiyordu. İstihbaratımız çok güçlü olduğu için biz biliyorduk. Fakat medya ve toplum bilmiyordu. Ta ki hakkımızda özel bir ‘gizli tanık’ hazırlandığı ortaya çıkıncaya kadar! Gizli Tanık AKDENİZ’in hakkımızdaki asılsız iddiaları, yalanları ve iftiraları ne kadar biliniyordu ki?! Ve bu iddialar, iftiralar, yalanlar Ergenekon Duruşma Tutanağı ile birlikte deşifre olmuştu. Hakkımız da hazırlana raporlar!.. Hakkımızda hazırlanan ERGENEKON süreci içindeki DURUŞMA TUTANAĞI’nda neler yoktu ki?! Gizli Tanık AKDENİZ’in akla-hayale gelmeyecek yalanları, iftiraları ve asılsız iddiaları… Hakkımda asılsız, yalan ve iftiralarla dolu öyle iddialarda bulunuyordu ki Gizli Tanak AKDENİZ!.. Devletin sözde savcıları (sözde diyorum çünkü tüm bu iddialara inanıp hakkımda yüzlerce sayfadan oluşan raporlar hazırlayan savcıların aslında FETÖ SAVCILARI olduğunu daha sonradan öğreniyorduk.) İddalar arasında korkunç şeyler vardı. Hakkımda hazırlanan Ergenekon raporunun altında dönemin FETÖ’cü savcısı Zekeriya Öz’ün imzası vardı. Raporda neler yoktu ki!.. Gizli Tanık AKDENİZ’in iddiaları arasında; Ankara’da 30’a yakın hücre evim varmış, bir çanta dolusu uzun namlulu silahı taşırken görmüş, YEŞİL lakaplı Muhmut Yıldırım’ı saklıyormuşum, Yahudi İş Adamı Üzeyir Garih’i suikaste uğramadan bir hafta önce ziyaret edip ‘yanlış yaptığı konusunda!’ uyarmışım, Danıştay Olay’ında parmağım varmış, birçok general ile irtibatlıymışım, (her gazeteci gibi elbet ki birçok askerle irtibatlı olabilirim. Fakat bu iritabatlarımı art niyetli olarak değerlendiriliyordu.) mafya uzantılı ofislerim ve adamlarım varmış vs.vs… Daha neler neler… Savcı Zekeriya Öz’ün hazırladığı raporla ilgili iddianame hâlâ internette dolaşıyor. Bu iddianeme okunduğu zaman Gizli Tanık AKDENİZ’in benim hakkımda daha neler iddia ettiğini göreceksiniz.

Benim hakkımda bu kadar iddiada bulunan ‘Gizli Tanık AKDENİZ’i biraz tanıyalım. 19 Temmuz 2012 tarihli Anayurt gazetesinde “ERGENEKON ve benim gizli tanığım AKDENİZ” başlıklı yazımda zaten bu malum, şizofren, hain kişiyi aleni bir şekilde anlatarak deşifre etmeye çalışmıştım. İşte o yazım:

“ERGENEKON ve Benim Gizli Tanığım AKDENİZ – (19 Temmuz 2012 – Anayurt Gazetesi): Okuyucularım hatırlayacak mı bilmiyorum, bir ara Ergenekon kapsamı içine alınmıştım ve hakkımda yüzlerce sayfa dolusu dosya/rapor hazırlanmıştı! Ergenekon kapsamı içine alınmamın elbet ki bir sebebi vardı! O da benim gizli tanığım AKDENİ(Z) sayesinde oldu! Derin konuları merak eden, bilinmeyen ve gizemli ne varsa peşine takılan ve aynı zamanda derinlemesine istihbaratını yapan araştırmacı bir gazeteci-yazar olduğumu herkes bilir. O yüzden de olayların üzerine ölümüne ve korkusuca gitme alışkanlığım vardır. Nasıl olsa kefenliyiz! Gelecek, mevki-makam, şan-şöhret, para-pul, rahat ve huzurlu bir yaşam amacımız yok! Kaza, belâ, olay neredeyse ben oradaydım! Tam 35 yıldır gazetecilik ve yazarlık hayatım böyle geçti. Bu da ülkemin ve milletimin bekası içindi. Doğruların gün ışığına çıkması için birileri kendini feda etmeliydi. Ben de gönüllü olarak o birilerinden ‘biri’ oldum. Elbet ki sadece ben değilim, benim gibi gözü kara, dünya umurunda olmayan başka gazeteci ve yazarlar da vardır! Fakat benim gibi davası uğruna, devleti ve milleti uğruna tüm yaşamını feda etmiş kaç gazeteci ve yazar vardır?! Onu artık okuyucularımın takdirine bırakıyorum.

Devletimiz ve milletimiz üzerinde 100 yıllık oynanan oyunu bozmak ve bilinmeyen tüm sırları ifşa etmek için elbet ki toplumun her kesimiyle, devletin her birimiyle irtibatlı olmak zorundaydık. Zaten öyle geçti ömrümüz. Ve Ergenekon patlak verdi!.. Daha öncesinde devletin tüm kurumlarında ve tüm birimlerinde, toplumun her kesiminde, tüm sivil katmanlarında görüşüp-konuştuğum, irtibatlı olduğum, merhaba dediğim, ülke sorunlarını tartışıp istişare yaptığım, bilgi alış-verişinde bulunduğum siyasi, akademisyen, bilim ve kültür adamı, tarihçi, psikolog, istihbaratçı yüzlerce ki binlerce insan olmuştur. Zaten rutin ve günlük hayatımız böyle geçiyordu. Sivil ve askeri kesimden binlerce insanla muhatap olmuş olabiliriz. Önemli olan doğru haber yapmak ve doğru yazmaktı. Doğru bilgilerle haber, yorum ve analiz yaparak toplumu aydınlatmak yegâne görevimizdi biz gazeteci ve yazarlar için.

İşte böyle günlerde çok sevip-saydığı ve değer verdiğim kardeşim E.D; gariban, yardıma ihtiyacı olan, ailevi sorunlu ve elinden tutulması gerek biri var diyerek şu anda gizli tanığım olan X ile tanıştırdı. Bakmayın X dediğime (ne kadar gizli de olsa olay patlak verdikten sonra anında kim olduğunu öğrenmiştim: Z!) gerçek adını ve soy ismini öğrendiğim zaman şok olmuştum. Bu kişi elinden tutmaya çalıştığımız, yardım ettiğimiz, ailevi ve psikolojik sorunları olan burnumuzun dibinde ve her gün yanımızda, eteğimizde olan XZ çıkmaz mı?! Yahu zaten adam sorunlu,  ne dediğini bilmeyen, şarlatan, yalaka, dalkavuk bir o kadar yalancı, sahtekâr ve rol yapan, aynı zamanda sapık (ki sapık olduğunu kanıtlayabilirim, çünkü şahitlerim var!) bir ruh hastası! Hayal kuran, kendini Jitemci, derin devletçi tanıtan, maceraperest bir ruh hastası! Bu iddialarımı da kanıtlayabilirim, çünkü yine şahitlerim var! Maalesef böyle bir adamı ‘gizli tanık’ yaptılar! Kim olursa olsun, devletin hangi kurumu ve birimi olursa olsun çok üzülmüştüm: bu adamı hiç mi araştırıp-soruşturmadılar diye…

Gizli tanığım Akdeniz’in kim olduğunu en kısa bir zamanda öğrendikten sonra ne yaptım? Günlerce kahkahalarla güldüm! Yazık dedim, mahkemeleri yalan-dolan, hayal ve ipe-sapa gelmez beyanlarla oyalayacak bu ruh hastası adam! Vah devletime vah..! İşte bu duruma yanıyordum ben. Ve aynen dediğim gibi de oldu. Sadece beni değil Ergenekon kapsamı içinde halen tutuklu bulunan V.K, M.T,M.B, T.Ö. ve daha birçok tutuklu insanların karşısına (mahkemede) gizli tanık olarak çıkartıldı ve akla-hayale gelmedik saçma-sapan beyanlarla mahkemenin zamanını aldı. Yıllarca, aylarca, saatlerce ve günlerce..! Güvenlik Güçlerimize, İstihbarat Kurumlarımıza, Mahkemelerimize, Yargıçlarımıza (savcı ve hakimlerimize) yazık değil mi? Ergenekon davlarının bunca yıl sürmesinin yegane sebebi de benim gizli tanığım Akdeni(Z) gibileri yüzünden değil mi?! Şimdilik bir giriş yapmış olduk! Zamanı gelince detaylı/teferruatlı olarak benim gizli tanığım AKDENİ(Z) ile ilgili tüm sırları yazacağım. Şu anda mahkemeler devam ediyor. Beyanda bulunmak suçtur. Yüce Adalete saygım vardır. Hele bir zamanı gelsin bakın neler yazacağım bu adam hakkında neler! Fakat meşhur etmek de istemiyorum..!”

Nurettin Veren, ABD’nin ve Fethullah Gülen’in Kontr-Espiyonaj Maşası Mı?! Yoksa Gerçekleri Açıklayan Samimi Bir İnsan Mı?! “…önemli bir konu için İstanbul’daydım. Son günlerde Ulusal Kanal ve bazı TV kanallarında Fethullah Gülen’in sırlarını/şifrelerini açıklayan Nurettin Veren ile İstanbul’un bir semtinde sessiz ve gizli bir şekilde uzunca bir görüşme yaptım. Görüşme yerine Emniyet’ten koruma polisi ile birlikte gelen Nurettin Veren, Fethullah Gülen’in bilinmeyen bütün sırlarını kendisinden dinlerken aynı zamanda da psikolojik halini de gözlemlemeye çalıştım. Kendinden emin, soğukkanlı bir şekilde öyle şeyler anlattı ki… Fakat bütün bu anlattıkları şeyleri zaten medyadan ve Fethullah Gülen hakkında Kaynak Yayınları arasında çıkan “Fethullah Hoca’nın Şifreleri” kitabından dolayı biliyorduk. Nurettin Veren’i dinlerken ara sıra gözlerinin içine baktığımda daha birçok anlatacağı (ama anlatamadığı!) sırlar vardı! İşte ben ‘onları!’ anlatmasını bekliyordum.

Nurettin Veren’i yıllardır medyadan ve cemaati içindeki irtibat kurduğum yakın dostları vasıtasıyla gıyabında da olsa tanıyordum! O konuşurken beden dilinden ruh portresini (psikolojisini) çıkartmaya çalıştım. Ancak gözlerinin içine baktığım zaman daha çok şey bildiğini görebiliyordum. Sakin hali, cesareti ve soğukkanlılığı; kendisinden daha çok şey öğrenebileceğimizi umutlandırmıştı.

Türkiye sınırlarını aşmış, uluslararası müthiş bir teşkilatlanma/örgütlenme yapısını gerçekleştirmiş bir cemaatin lideri olan Fethullah Gülen’in sır perdelerini aralayarak tüm şifrelerini açıklayan Nurettin Veren hakkında okuyucularımızı da biraz bilgilendirmek istiyoruz.

Nurettin Veren, Fethullah Gülen’le 1966 yılında İzmir’de 16 yaşında iken tanışır. Fethullah Gülen genç bir vaiz. Bu tanışma sonunda 35 yıl süren bir beraberlik… Fethullah Gülen’in tek sırdaşı, yoldaşı ve sağ kolu… Aynı zamanda Nurettin Veren, Zaman gazetesinin kurucusu, genel müdürü, genel koordinatörü ve Feza gazetecilik şirketinin noter tasdikli yetkilisi. Samanyolu televizyonun yine kurucusu, hissedarı ve yönetim kurulu başkanı. Gazeteciler ve yazarlar Vakfı’nın kurucusu, mütevelli heyet başkanı. Çok ilginç olanı da Nurettin Veren; Fethullah Gülen’i Turgut Özal, Tansu Çiller, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk, Aydın Doğan, Nazlı Ilıcak, R. Tayyip Erdoğan ve daha birçok siyasi lider, iş adamı, bürokrat ile tanıştıran kişidir.

Daha önceki araştırmalarımızın ışığında şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki Fethullah Gülen; ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi için “Yeni Osmanlıcılık” kapsamı içinde Türkiye parçalandıktan sonra Anadolu’da kurulacak olan sahte Hilafet Devleti’nin lideri olarak çok özel yetiştirilmiş bir kişidir. Bilhassa Amerikan Büyükelçisi Eric Edelman’ın “Osmanlıcılık” fikirleri doğrultusunda ‘önder’ gösterilerek ABD çıkarlarının Türkiye üzerinden Büyük Ortadoğu Projesi içinde yer alan bir lider olarak Dinler Arası Diyalog ile de Hristiyanlık, Yahudilik ve İslâm dinlerinin birleşiminden yeni bir DİN ortaya atılarak dünya tarihinde görülmemiş bir fitnenin islâm dünyasına ve tüm insanlığa sunumu ki dayatmasıdır. Bunun en büyük kanıtı ise 2001 yılında Amerika İnsan Hakları Raporu’nda Fethullah Gülen için “ılımlı islâm önderi” olarak belirtilmesidir. İşte Türkiye’de “Ilımlı İslâm Projesi”nin temellerinin hangi amaçlarla atıldığının yegane belgesi, Fethullah Gülen ve cemaatinin misyonunda gizlidir! Bu gizemliliği/şifreleri ise Fethullah Gülen’le 35 yıl birlikte olduktan sonra yolları ayrılan eski sağ kolu ve Cemaat’in 2. adamı olarak bilinen Nurettin Veren tarafından medyada apaçık ifşa ediliyor!

Nurettin Veren’in iddiaları arasında Fethulah Gülen cemaatinin; Emniyet, MİT ve TSK içinde olağanüstü bir örgütlendiği de var! MİT ve Emniyet’in tamamı TSK’nın ise yüzde 40’ı ele geçirildiği söylenmekte! Biz tam olarak bu görüşlere katılmasak da bu durum “ateş olmayan yerden duman tütmez” sözü ışığında doğruluk derecesinin ne kadar mutedil olduğunu bilemiyorum! Fakat TSK içindeki oranı ancak yüzde 10 olabilir diyorum. Ayrıca bugünkü AKP iktidarının misyonu da bu acı gerçeğin en somut kanıtıdır!

Amerika’da 130 dönümlük çiftliğinde (sözde!) Türkiye’yi ve dünyayı kurtarmak için inzivaya çekilerek zamanı geldiğinde yeniden Türkiye’ye döneceği günleri hasretle bekleyen Fethullah Gülen hakkında garip ve bir o kadar da ilginç şeyler açıklayan Nurettin Veren de her an bir suikast korkusuyla polis tarafından korunmaktadır!

Şimdi ben Nurettin Veren’in bütün bu açıklamalarını derinlemesine düşündüğüm zaman bu işin içinde başka işler var demek zorunda kalıyorum! Nurettin Veren madem ki Fethullah Gülen’i bu kadar tanıyordu da niçin tüm bu açıklamaları yapmak için 35 yıl bekledi?! Nurettin Veren’in ipini kim çekti?! Fethullah Gülen’in 35 yıllık dostu ve sağ kolu olarak, gerek Fethullah Gülen’den ve cemaatinden aniden uzaklaşması ya da uzaklaştırılması kafalarda bir çok soru işareti bırakmıyor muydu?! Kendi iradesiyle mi Fethullah Gülen’den ve cemaatinden ayrıldı (!) yoksa birileri onu zorladı mı?! Nurettin Veren Fethullah Gülen’in sırlarını deşifre ederken o kadar rahat ve soğukkanlı ki! Acaba diyorum, Nurettin Veren misyonunu tamamlayarak müthiş bir propaganda yöntemiyle Kontr-Espiyonaj provokasyonu mu yapıyor?! Şayet çok samimi olsaydı 35 yıl (bütün bu bildiklerini açıklamak içine) bekler miydi?! Yoksa beklettirildi mii?! Ya da gerçekten samimi de büyük bir tehdit altında mıydı?!

Nurettin Veren hakkında bu şekilde düşünmemin asıl sebebi, geçen hafta samimi bir ortamda görüştükten sonra yarım kalan görüşmemizi tamamlamak için ikinci defa randevulaştığımız halde gelmemesi ve bizden uzaklaşmasıdır! O’nun ikinci defaki buluşmaya gelmemesi bizde ister-istemez şüpheler uyandırdı! Yoksa samimi yaklaşımımız ve psikolojik testlerimiz onu ürküttü mü?! Aslında biz gerçekten onun samimiyetine inanmaya başlamıştık. Fakat daha sonraki görüşmemize gelmemesi ve bizden kaçması bütün şüphelerimizi daha da artırdı. Yine de Nurettin Veren’e bir açık kapı bırakıyoruz. En kısa zamanda bizi arar ve bütün şüphelerden hem bizi hem de kendisini kurtarmış olur! İşte o zaman Nurettin Veren’in samimiyetine inanacağız.

Gülen mi haklı Veren mi diyemiyorum! Sadece Veren’e sesleniyorum: Tam 35 yıl sonra (niçin bu kadar bekledin?!) tüm bildiklerini medyaya ve kamuoyuna VEREN, soyadına yakışır bir şekilde, Fethullah Gülen karanlıktaki gerçeğini NUR ETTİN (!) diyorum ama hâlâ tam ikna olmuş değilim. Nurettin Veren’in samimi olduğuna inanmamız için yarım kalmış konuşmamızı tamamlamak temennisiyle…”

YARGITAY, FETÖ ÖRGÜT YAPISININ PİRAMİT ŞEKLİNDE VE 7 KAT OLDUĞUNU DAHA YAKIN BİR ZAMANDA BELİRLEDİ. OYSAKİ BİZ YILLAR ÖNCE FETÖ ÖRGÜT YAPISININ PİRAMİT ŞEKLİNDE VE 7 KATMAN OLDUĞUNU YAZMIŞTIK. AYRICA FETÖ’NÜN 5 AYRI ÖRGÜTLENME YAPISI VARDI !..

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, FETÖ Örgüt Dikey Yapılanmasını 7 Katlı Piramit ve Tabaka Halinde Olduğunu Belirledi: Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bu tabakalar haricinde örgüt içinde yer alanlar hakkında ise şu bilgilere yer verdi:

Yargıtay’ın 7 kat olarak tespit ettiği FETÖ örgütlenmesi: “Birinci Kat, Halk Tabakası: Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların birçoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir. Genellikle faaliyetlerden habersizdirler. Bu katmandakileri örgüte bağlayan ana unsur, istismar edilen İslami duyarlılık ve din duygularıdır. İkinci Kat, Sadık Tabaka: Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar, örgüt sohbetlerine katılır, düzenli aidat öder, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir. Üçüncü Kat, İdeolojik Örgütlenme Tabakası: Gayri resmi faaliyetlerde görev alırlar. Örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı çevresine propaganda yapan kişilerden oluşur. Dördüncü Kat, Teftiş Kontrol Tabakası: Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar. Beşinci Kat, Organize Eden ve Yürüten Tabaka: Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanır. Devletteki yapıyı organize edip yürüten tabakadır. Evliliklerinin örgüt içinden olması zorunludur. Altıncı Kat, Has Tabaka: Fetullah Gülen ile alt tabakaların irtibatını sağlar. Örgüt içi görev değişiklikleri yapar. Azillere bakar. Örgüt liderince bizzat atanırlar. Yedinci Kat, Kurmay Tabaka: Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen 17 kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir. Bu tabakalar dışında örgüte sempati besleyenlerden oluşan alt tabaka vardır. Örgüt hiyerarşisinde yer almazlar. Örgüte yönelik herhangi bir olumsuz düşünceleri yoktur. Örgütün bütün faaliyetlerini illegal bile olsa desteklerler. Talimat almaz ve rapor vermezler. Siyasetçi, sanatçı, yazar, gazeteci, akademisyen gibi çok geniş bir alana yayılmış olan bu sempatizan kitleyi örgüt zaman zaman lehine kamuoyu oluşturmak için kullanmaktadır.”

BİZ diyoruz ki, şu anda Yargıtay’ın yeni belirlediği FETÖ örgütlenmesinin yapısı sadece Piramit şeklinde ve 7 kat. Biz de dahası da var diyoruz. FETÖ’nün dikey örgütlenme yapısı da vardır. Aynı zamanda YATAY örgütlenme yapısı da vardır! Kısaca, FETÖ (Fethullah Gülen Terör Örgütü)’nün 5 ayrı yapılanma şekli vardır. 1) DİKEY ÖRGÜTLENME 2) YATAY ÖRGÜTLENME, 3) DERİN (AĞAÇ KÖKÜ) 4) ÜZÜM SALKIMI, 5) KRİPTO ÖRGÜTLENME…

Oysaki BİZ yıllar önce BU GERÇEĞİ Anayurt gazetesindeki köşemizde, Efece Haber internet sitesinde ve yakın bir zamanda www.akilbakis.com isimli internet sitemizde yazmış olduğumuz “Derin Milletin Ayak Sesleri KUMPAS” isimli romanımızda ve kendi internet sitemizde aleni/açık bir şekilde yazmıştık. Yani kısa bir süre önce Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin belirlediği FETÖ örgüt yapısından bahsediyoruz. Elbet ki bunu da belgelemek zorundayız. Aşağıda okuyacağınız yazımız, FETÖ örgüt yapısının nasıl piramit şeklinde ve 7 kattan oluştuğunun belgesidir.

Şimdi de 15 Temmuz Darbesi’nden sonra yayınladığımız “Derin Milletin Ayak Sesleri Kumpas” romanımızın 145 ve 146’ncı sayfalarında FETÖ Örgüt Yapılanması’ndan bahsederken 7 katlı binada nasıl yapılandıklarını izah etmiştik.

“Ankara’da çok özel yedi katlı bir bina… Binanın birinci, ikinci ve üçüncü katları dershane… Dördüncü katı, finans ve himmet merkezi… Aynı zamanda iş adamlarının toplantı yeri… Beşinci katı, il ve bölgelerin başındaki ablalara, ağabeylere ve imamlara ait. Altıncı katı ise en son teknolojik cihazlarla donatılmış Dinleme Merkezi. Mesleğindeki profesyonel özel bir istihbarat ekibi, üstlerinden aldıkları talimat gereği daha önceden dinlenmesi gereken telefonları bu katta dinliyorlar ve elde ettikleri tüm ses kayıtlarını rapora dönüştürüyorlardı. Bu raporlar, cemaatin Türkiye içinden sorumlu olan üç büyük abisi Yılmaz, Cemal ve Zafer’e ulaştırılıyor. Onlar da Türkiye İmamı vasıtası ile Amerika’daki liderleri Fethullah Gülen’e iletiyordu. Yedinci kat ise cemaatin üst düzey yetkililerinin biraraya gelerek istişare yaptıkları önemli bir kattı. Yani, yedinci kata sadece Türkiye imamı başta olmak üzere diğer ülke ve kıta imamları ile birlikte üç büyük abi olan Yılmaz, Cemal ve Zafer’den başka kimse giremezdi! Çok önemli gizli kararlar burada alınıyordu. Yedinci kat; aynı zamanda Amerika’nın kendisine tahsis ettiği Pensilvanya’daki malikanesinde ikamet etmekte olan Cemaatin lideri Başefendi Fethullah Gülen ile sürekli irtibat kurulan Ana Merkez sayılıyordu. Ana Merkez’e kimlerin girip-çıktığı aşağı kattakilerin bile bilmemesi gerekiyor! Çünkü binadaki yedinci katın diğer katlara herhangi bir merdiven ve asansör bağlantısı yoktu. Yedinci kata çıkabilmek için binanın başka bir giriş kapısından giriliyordu. Diğer katlarla alakası olmayan özel bir asansör direkt yedinci kata çıkartıyor. Binanın bu özel giriş kapısı olağanüstü güvenlikli ve şifreli. Fethullah Gülenle sürekli irtibat halinde olan Türkiye İmamı ve üç büyük abi olan Yılmaz, Cemal ve Zafer kendi aralarındaki olağan/rutin, haftalık, aylık ve yıllık toplantılarla birlikte çok önemli olağanüstü acil toplantılarını bu katta yapıyorlardı. Cemaatin hiyerarşik gizli yapısının kontrolü de bu kattan organize ediliyor.”

Şu anda asıl kriptolar devletin ve halkın içinde uyku modundalar! Asıl tehlike de bu ya! FETÖ bitmedi, bitirilemedi, bitmez de!.. Bu nedenle devlet ve millet olarak bu konu üzerinde hassasiyetle durum elden gelen yapılmalı. Bilhassa devletin, şu andaki iktidarın, istihbarat kurum ve birimlerimizin bu hususa yoğunlaşması gerekiyor. Ki FETÖ tehlike olmaktan çıksın!..

Ve sıra geldi 18 yıldır iktidarda olan AK Parti’yi yıllar öncesinden hem de defalarca nasıl uyardığımıza!..: Anayurt gazetesinde 11 Haziran 2012 tarihinde AK Parti ve BİZ başlıklı bir hafta süren yazı dizimizde Fethullah Gülen Cemaati’nin AK Parti’den rahatsız olmaya başladığını belirterek iktidarı uyarmaya çalışmıştık. Fakat AK Parti iktidarı hiçbir uyarımızı dikkate almadı!..

2012 yılında AK Parti ve BİZ Başlıklı yazı dizimizde, AK Parti iktidarı içinde Cemaatin homurdandığını sezmeye başlamıştık. Hatta dolaylı yollardan ‘uyuyan yılan uyandı!’ imalarıyla AK Parti iktidarını uyarıyorduk. Havanın kararmaya başladığını, arkasından gök gürültüsü geleceğini ve mutlaka bir yere yıldırım gibi düşeceğini ifade etmiştik. Ve fazla bir zaman geçmeden bir yıl sonra 17 Aralık’ta bu Cemaat Yıldırımı (Paralel Devlet) olarak AK Parti üzerine düştü!..

Daha 11 Haziran 2012 tarihinde “Yeri geldi edinmiş oldukları bu gücün bile bir gün kendilerini yiyeceğini belirtip ima ettik” Ve bir yıl sonra yani 17 Aralık 2013 tarihinde işte sinsi ihanet gücünün paralel devlete dönüşerek AK Parti’yi yemeye çalışmasına devlet ve millet olarak şahit olmuştuk. Yani, bir yıl sonra bu uyarılarımızın gerçek çıkması! Bizi de asıl üzen buydu. Keşke uyarılardımızı ciddiye alıp gerekli tedbirleri almış olsalardı. Ama iş işten geçmişti…

Cemaat’in bundan sonra neler yapabileceği konusu üzerinde durup Türkiye’yi bekleyen tehlikelerden söz etmek isterim.

Cemaat ne kadar kendisini savunsa da ses kayıtları çözüldükçe iktidara yönelik darbenin şifreleri çözülüyordu. Bu şifreler üzerinden yola çıkılarak Cemaat’in bundan sonra neler yapabileceğini kestirmek artık zor değildi. Hatta ve hatta karşı operasyon için zamanın, zeminin ve şartların oluşması gerekliydi! Ve iktidar bunun için de kolları sıvayarak gece-gündüz demeden yoğun bir çalışma ortamına girmişti. Yerel seçimler öncesi Türkiye’yi karıştırmak isteyen dış güçlerin maşası ve taşeronu durumundaki Cemaat’in sinsi tuzakları üzerindeki mayınları bir bir patlatan hükümet demokrasinin tıkanmaması için yen bir yol haritası ile topluma rahat bir nefes aldırtmak için adresin sandık olduğunu gösteriyordu. Aynı zamanda fırsatı ganimet bilen bazı terör örgütlerinin, yabancı istihbarat ajanlarının ve bazı taşeronların Türkiye’yi karıştırmak ve siyasi, sosyal, ekonomik kaosa sokmak için her türlü provokasyonu yapabilme olasılığı karşısında da kesin/keskin önlemler almak zorunda…

Sinsi ve kahpe oyun bozuldu..! Darbe deşifre oldu..! Arı kovanına çomak sokuldu..! Kılıçlar kınından çıktı..! İktidar-Cemaat arasında meydan muharebesi..! Ortalık toz-duman..! Türkiye’nin üzerini sisli ve puslu bir hava kapladı..! Bundan sonra her şey olabilir..! Siyasi kriz zaten başladı..! Muhalefet bile oyuna gelerek Cemaat’in değirmenine su taşıyabilir..! Taşeron terör örgütleri eyleme geçebilir..! BDP ve PKK da bu bulanık ortamdan nemalanabilir..! Yabancı istihbarat ajanları ve yerli işbirlikçileri silahlı terör eylemlerini başlatabilirler..! Bazı suikastlar de sözkonusu..! Başbakan Erdoğan’ın da hayatı tehlikede..! Önemi devlet adamlarına yönelik suikastlar olabilir..! Ayrıca Türkiye’yi bekleyen diğer tehlikeler arasında ekonomi de var..! Her an ekonomik kriz patlayabilir..! Suriye bile Türkiye’nin içinde bulunduğu bu durumu fırsat bilerek Türkiye içinde terör estirebilir..! Kısaca, yerel seçimler öncesi Türkiye’yi çok büyük bir felaketler beklemekte..! Yerel seçimler öncesi olacaklar genel seçimler öncesi olacakların da habercisidir..! İktidar yerel seçimler öncesi olması muhtemel olayların önüne geçebilirse genel seçimlere rahat girebilir..! Yine de iktidarın son derece tedbirli olması gerekir..! Bahsetmiş olduğumuz olması muhtemel olayları yerel seçimler öncesi engellense dahi genel seçimlerde yeniden patlak verebilir..! O yüzden iktidarın şimdiden çok sıkı önlemler alarak kendi güvenliği dahil olmak üzere ülke güvenliğini ön planda tutması gerekir..!

Şimdi yukarıda kısa başlıklar halinde sıraladığımız her biri ünlemli cümlelerimizin kısa ve öz bir şekilde açılımlarını yapmaya çalışacağım.

 “Sinsi ve kahpe oyun bozuldu..! Darbe deşifre oldu..! Arı kovanına çomak sokuldu..! Kılıçlar kınından çıktı..! İktidar-Cemaat arasında meydan muharebesi..! Ortalık toz-duman..! Türkiye’nin üzerini sisli ve puslu bir hava kapladı..! Bundan sonra her şey olabilir..!”

“Zaten oldu da arkasından 15 Temmuz darbesi gerçekleşti. Fakat asıl sinsi ve kahpe oyun bozulmadı. Arı kovanına çomak sokulup darbe deşifre olup gerçekleşmesine rağmen, kılıçlar kınından çıkıp gereken hukuki yolda büyük başarı katedilmesine rağmen, iktidar ve FETÖ arasında meydan muhaberesini iktidar kazanmış olmasına rağmen HÂLÂ ORTALIK TOZ DUMAN… Daha önce Türkiye’nin üzerindeki sisli ve puslu hava açılmasına rağmen bu sefer Türkiye’nin derinlerinde daha gizemli kriptolar üzerinde daha tehlikeli bir puslu ve sisli hava oluştu ama derinlerde! Zaten “bundan sonra her şey olabilir!..” dememize rağmen 15 Temmuz darbesi cereyan etmişti. Fakat aradan iki yıl geçmesine rağmen FETÖ bitmedi, bitirilemedi ve hala çok derinlerde çok güçlü. Her an her şeyi yapmaya hazırlar. Çünkü FETÖ sadece bir taşeron! Oysaki asıl güç KÜRESEL! Ve FETÖ’ye hala desteğini vermekte…

“Siyasi kriz zaten başladı..! Muhalefet bile oyuna gelerek Cemaat’in değirmenine su taşıyabilir..!”

Evet bundan 4 yıl önce böyle demiştik. Aynen de dediklerimiz bir bir çıktı. Oysaki siyasi kriz hâlâ devam ediyor. Muhalefet öyle bir oyuna geldi ki 2019 yerel seçimlerinde FETÖ’nün değirmenine 4 parti (CHP, İyi Parti, HDP ve Saadet) su taşıdı. Ve hala taşımaya da devam ediyor. Hem de Millet İttifakı adıyla…

“Taşeron terör örgütleri eyleme geçebilir.”

Taşeron terör örgütleri hâlâ eyleme geçmek için tetikte bekliyor!..

“BDP ve PKK da bu bulanık ortamdan nemalanabilir!..”

O günkü siyasi adıyla BDP, bugünkü adıyla HDP, ki PKK zaten Suriye de bulanık ortamdan nemalandı ve sözde ABD’nin desteği ile büyük bir güç olarak Türkiye’yi tehdit etmeye devam ediyor. İşte Türkiye’deki siyasi ayağı HDP’nin Kandil uzantılı PKK ayağı ve Suriye uzantılı YPG ve PYD ayağı Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için hala tehdit etmekte… Gerçi sınır ötemizdeki iki büyük operasyonumuzla gereken cevabı aldılar.

“Yabancı istihbarat ajanları ve yerli işbirlikçileri silahlı terör eylemlerini başlatabilirler..!”

Yukarıdaki cümle hâlâ geçerlidir. Türkiye’de yabancı istihbarat ajanları ve yerli işbirlikçileri terör eylemlerini başlatabilmek için uygun ortam, zaman ve bulanık havayı tetikte beklemektedirler.

“Başbakan Erdoğan’ın da hayatı tehlikede..! Önemi devlet adamlarına yönelik suikastlar olabilir..!”

O günlerde Başbakan Erdoğan’ın hayatının tehlikede olduğunu ve önemli devlet adamlarımıza yönelik suikastlar olabileceği konusunda devletimizi uyarmıştık. Şu anda Cumhurbaşkanı ki Başkan olan R. Tayyip Erdoğan’ın hala hayatı tehlikededir. Ayrıca önemli devlet adamlarımıza yönelik suikastlar de umulmadık bir anda vuku bulabilir.

“Ayrıca Türkiye’yi bekleyen diğer tehlikeler arasında ekonomi de var..! Her an ekonomik kriz patlayabilir..!”

Eh ekonomik kriz konusunda önce dolar ile denediler. Sonra 2019 yerel seçimler öncesi de sebze-hal krizi vs. gibi yollara başvurdular ama yine de ekonomik krizi çıkartamadılar.

“Suriye bile Türkiye’nin içinde bulunduğu bu durumu fırsat bilerek Türkiye içinde terör estirebilir. Kısaca, yerel seçimler öncesi Türkiye’yi çok büyük bir felaketler beklemekte!.. Yerel seçimler öncesi olacaklar genel seçimler öncesi olacakların da habercisidir. İktidar yerel seçimler öncesi olması muhtemel olayların önüne geçebilirse genel seçimlere rahat girebilir. Yine de iktidarın son derece tedbirli olmasında büyük yarar vardır. Bahsetmiş olduğumuz olması muhtemel olayları yerel seçimler öncesi engellense dahi genel seçimlerde yeniden patlak verebilir. O yüzden iktidarın şimdiden çok sıkı önlemler alarak kendi güvenliği dahil olmak üzere ülke güvenliğini önplanda tutması gerekir.”

Suriye bahanesiyle Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu zaten her zaman fırsat bilmekteler. Türkiye’de terör estirmek için her yolu denemekteler ama bir türlü başaramıyorlar. Çünkü Türkiye eski Türkiye değil!.. Karşılarında siyasi, ekonomik, askeri, istihbarı büyük ve güçlü bir Türkiye var. Yerel seçimler öncesi olması muhtemel tüm büyük felaketler çok şükür atlatıldı. Zaten genel seçimlerde de atlatılmıştı. İktidar tüm tedbirleri aldığı için ne genel seçimlerde ne de yerel seçimlerde herhangi bir büyük tehlike arzetmedi. Çünkü gerekli tüm önlemler alınmıştı.

TERÖRİSTBAŞI FETHULLAH GÜLEN’İN ÖLDÜ SENARYOSUNUN PERDE ARKASI: Türkiye’de bir dönem bazı gazete ve internet sitelerinde Teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğüne dair haberler dolaşmıştı. Yıllardır Amerika’da Penilvanya’da çiftliğinde yaşayan darbeci teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğüyle ilgili iddialardan bir yenisi daha eklenmişti. O dönemde Sosyal Medya teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğü iddiası ile çalkalanıyordu.

Böylesi bir konuyu bir profesör ve bir yazarın kaleminden okuduğunuz zaman ister-istemez “Acaba?!” diye tereddüt etmek zorundaydınız. İnanmasak bile acaba mı sorusunu sormuştuk kendimize.

Prof. Dr. Cevat Akşit, teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğünü ve cenazesinin Yahudi mezarlığına gömüldüğü iddia etmesi sosyal medyayı harekete geçirdi. Daha öncede sosyal medyada teröristbaşı Fethullah Gülen’in çok ağır hasta olduğu, hatta kalp krizi geçirdiği haberleri gündeme gelmişti.

Star gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’nin Twiter hesabında ‘Pensilvanya’daki yardımcılarından Osman Şimşek, F. Gülen’in kalp krizi geçirdiğini duyurdu. Hastaneye götürürlerse Gülen’i öldürebilirler’ paylaşımı üzerine Osman Şimşek’in Gülerce’yi yalanması kafaları karıştırmıştı.

Yine bazı iddialara göre de teröristbaşı Fethullah Gülen’i ölmüş gibi göstererek başka bir ülkeye kaçırılmak istenmesiydi.

Gündemde yine teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğü iddiaları var. Oysaki benzer iddialar yıllar öncede yapılmıştı. O yıllarda da biz bu konu üzerinde değinmiştik. Gündemdeki “Fethullah Gülen Öldü!” senaryosunun derinliğindeki gerçeği anlayabilmek için teröristbaşı Fethullah Gülen’in ve sözde cemaatinin (terör örgütünün) çalışma sistemini, metedolojisini, takiye yöntemini, sinsiliğini, iki yüzlülüğünü ve her türlü yalan, iftira ve atmaktaki ustalıklarını çok iyi bilmek gerekiyor. Ancak o zaman öldü mü ölmedi mi konusunda kesin bir yargıya varabilirsiniz.

Teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğü ile ilgili iddialar üzerine yıllar önce yazmış olduğum yazımın bir paragrafında aynen şöyle demiştim: “Şu anda sadece Cemaat içinde dolaşan teröristbaşı ‘Fethullah Gülen Öldü’ fısıltısındaki amaç nedir diyerek derin bir araştırma yaptım. Bu konuda istihbarat kaynaklarımı da harekete geçirerek yine çok ilginç sonuçlara ulaştım. Önümüzdeki günlerde (yerel seçim öncesi) teröristbaşı ‘Fethullah Gülen Öldü..!’ şaibesi/fısıltısının medya yoluyla gündeme bomba gibi düşeceği bilgisine ulaştım!”

Yukarıda da okuduğunuz gibi bu iddiamı/teşhisimi şu anda gündeme gelen “Fethullah Gülen Öldü” iddiasından aylar öncesinden gündeme getirmiştim. Hatta o günlerde aylar öncesindendi demiştik. Şu anda yıllar öncesinden de diyebiliriz!

Aslında sağ olan (yaşayan) teröristbaşı Fethullah Gülen’i öldü göstererek ne yapılmak isteniyordu?! Bu konuda iz sürerken maalesef teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü!” fısıltısı kulaktan kulağa yayıldığına şahit oldum. Yine bir oyun sahneye konmuş ve icraat aşamasındaydı. Yapmış olduğum araştırma ve istihbaratlar sonucu biz de bu oyunu bozmak için bu yazıyı kaleme aldık.

Bir dönem Teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğüne dair haberler internet sitelerinde dolaşmaya başlamıştı. Biz ne kadar inanmasak da acaba ‘Fethullah Gülen Öldü Mü?!’ diye şüphelerimiz oluşmuştu. Oysaki biz daha öncesinden teröristbaşı Fethullah Gülen ile ilgili ÖLDÜ şaibesinin fısıltı halinde seçimlere yakın medyada gündeme geleceğini iddia etmiştim. Bu konuyu o dönem hem Anayurt gazetesinde hem de kendi internet sitemde yazmıştım.

Aslında bu konu üzerinde yoğunlaştığımız zaman yazılacak o kadar çok şey olmasına rağmen biz sadece ipuçlarından yola çıkarak varılmak istenen nihai hedef üzerinde durmaya karar verdik. Yani, ayrıntılardan yola çıkarak bütüne ulaşmak, sonra da bütünden başlayıp mevzunun özünü vererek okuyucularımızı bilgi sahibi yapmak… 

Aşağı-yukarı 40 yıllık mazisi olan teröristbaşı Fethullah Gülen Cemaati’nin gelmiş-geçmiş bütün iktidarlara destek vermesindeki yegane nedenin devletin bütün kurumlarına sızarak yönetimi ele geçirmek olduğunu 17 Aralık 2013 Polis-Yargı darbe teşebüsü  ile çok iyi anlamış olduk. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi artık teröristbaşı Fethullah Gülen Cemaati’nin maskesi düştü ve asıl amaç bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmış oldu. Bu bile ülkenin hayrınadır. Bu plân daha önceki iktidarlar döneminde fark edilememiş olmasının yegane sebebi ilm-i siyaset ve takiye mantığının derinlemesine tatbik edilmesidir. Bir kere teröristbaşı  Fethullah Gülen’in özgeçmişi çok araştırıldığı zaman Nur Cemaati’nden (ve eski arkadaşlarından) niçin koptuğu ortaya çıkar. Aynı zamanda olağanüstü duygu sömürüsü ve bol gözyaşlı sahnelerinin yöntemlerinin yıllarca icraata konması müthiş bir zekâ ürünüdür. Eh, öldüğüne dair şaibeli haberlerin çakması da bizi hiç şaşırtmamıştı.

Kısaca böyle bir yol, bilinen psikolojik savaş yöntemlerini bile gölgede bırakıyor. Amaca gitmek için her kılığa girilebilmesi, her yola başvurulabilmesi ve her türlü sinsi eylemin gerçekleştirilebilmesi akılları ziyan edecek boyutta şaşkınlık yaratıyordu. Maalesef bizlerin bile çok önceden farkettiği ama önyargılı olmamak ve hüsnü-zanda bulunmamak için yazmadığı birçok gerçeğin yıllar sonra yavaş yavaş fark edilse de asıl 17 Aralık 2013 tarihinde gün yüzüne çıkması tesadüf olamazdı. Milletin milli ve ulvi duyarlılığı bile suistimal edilerek müthiş ve zekice duygu sömürüsüne gidilerek halka meşru yollardan inilip gayrimeşru/illegal yollardan örgütlenip çok ilginç ve enteresan bir ‘paralel yapı’ya dönüşümünün serüvenini anlatmamıza gerek yok! Zaten medyada yazılıp-çizilenler ve izlenenler her şeyi izah ediyor.

Bütün bu olup-bitenlerden sonra şu anda mevcut iktidara (AK Parti hükümeti) kurulan sinsi ve kahpe tuzağın yıllar önce nasıl hazırlandığı ve iktidar içine nasıl sızıldığı aleni bilinen bir gerçek. Devletin bütün kurumlarına sızma yoluyla sivil darbe girişiminde bulunan paralel yapının tüm foyası ortaya çıkınca sinsi bir şekilde Fethullah Gülen’in öldüğüne dair haberler yaymaya başladılar. Sözde Cemaatin, liderleri teröristbaşı Fethullah Güleni öldü gösterebilmek için yeni bir senaryo yazıldığını ve tatbik edilmeye çalışıldığını öğrenir-öğrenmiş olduk. Özetleyecek olursak, teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü!” senaryosu yazıldıktan sonra önce fısıltı halinde kulaktan kulağa duyularak inandırıcılığının artırılması ve daha sonra da medya gündemine taşınması hazırlıklarının yapıldığını bizzat araştırıp-soruşturarak öğrenmiş bulunuyorum. Ve bu konudaki düşüncelerimi 21 ve 22 Şubat 2014 tarihli Anayurt gazetesinde yazmıştım.

Son söze ve sonuca gitmeden önce 21 ve 22 Şubat 2014 tarihli Anayurt gazetelerinde yazmış olduğum yazılarımın okunmasını istiyorum. Daha sonra son söz olarak bu konuda neler düşündüğümü açıklayacağım.

21 Şubat 2014 Anayurt Gazetesi’nde  “Fethullah Gülen Öldü mü?!” başlığı altındaki bir yazımda Fethullah Gülen’in öldü senaryosunun perde arkasına neşter atmaya çalışmıştım.

“Fethullah Gülen Öldü Mü?! – (21 Şubat 2014 – Anayurt Gazetesi): İktidar-Cemaat savaşı her geçen gün derinden ve aleni bir şekilde sürmekte iken şua anda halk arasında fısıltı halinde dolaşan teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü” haberi üzerine yoğunlaşıp bazı araştırmalar yaptım. İlk önce böyle bir haberin doğruluk derecesini ölçmek için geçmişe yönelik tüm bilgileri gözden geçirerek ortalıkta dolaşan iddia ile ilgili enine-boyuna değerlendirmeler yaparak somut bir şeyler çıkartmak istedim. Daha sonra da aslı var mı yok mu sonucuna gidebilmek için de her zamanki gibi kendi istihbarat kaynaklarımı harekete geçirip resmi kanallarda bu konuyla ilgili ne var ne yok nabız yoklaması yaptırıp bazı sonuçlar elde etmeye çalıştım. Aynı zamanda sözde Cemaat’e yakın isimlerden de çok dolaylı yollardan ağızlarından bir şey kaçırırlar mı diye de bilgiler almaya çalıştım. Ve ortaya (doğruluğu ve yanlışlığı tartışılabilen) çok garip, tuhaf ve bir hayli de ilginç veriler çıktı.

Dünyada ve Türkiye’de gündemi sarsmış, skandallar yaratmış, uluslararası boyutta medya yönünden de önplâna çıkmış popüler ve şöhretli insanlar öldükleri zaman yaşadıkları iddia edilir. Aynı şekilde şayet yaşıyorlar ise yaşadıkları gizlenerek öldü haberleri yayılır. Bunlara örnek verecek olursak Türkiye’de Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve Yeşil ile iddiaları… Dünyadan örnek verecek olursak El Kaide lideri Usame bin Ladin. Tabi ki bu tür haberlerin pompalanmasının altında farklı gerçekler yatar! Aynı zamanda psikolojik savaşın da bir ürünüdür. Aynen bu şekilde şimdi de teröristbaşı  Fethullah Gülen’in öldü haberi yoğun bir şekilde yayılmaya başladı. Oysaki teröristbaşı Fethullah Gülen Öldü’ fısıltısı yayılırken teröristbaşı Gülen ile ilgili kendi sesinden kasetler ve röportajlar yayınlanıyordu. Yani, demek oluyordu ki kasetlerdeki sesin teröristbaşı Fethullah Gülen’e ait olmadığı ki benzetildiği ve yapılan röportajlardaki kişinin de teröristbaşı Fethullah Gülen değil de onun benzeri olduğu gibi bir his veya kanatın toplumda yerleşmesi için müthiş bir psikolojik savaş veriliyor.

Bu konuyla ilgili bizim yapmış olduğumuz istihbaratlar sonucu hem resmi kanalda hem de teröristbaşı  Fethullah Gülen’e yakın bazı isimlerce teröristbaşı ‘Fethullah Gülen Öldü’ haberinin dillendirildiğine şahit oluyorduk. Çünkü bilgi kaynağımız devletin içinde çok önemli görevlerde bulunmuş emekli bir yargı mensubuydu. Diğer kişi de malum sözde Cemaat’i babası kadar çok yakın tanıyan sözlerine güvenilip-inanılan saygın bir kişiydi. Teröristbaşı Fethullah Gülen konusundaki düşünceleri bir hayli iddia taşıyordu. Çünkü her ikisi de gerçekten teröristbaşı  Fethullah Gülen’in öldüğüne inanıyordu. Fakat medyada bu konuyla ilgili gerçek ve ciddi herhangi bir haber ve yorum yoktu. Acaba dedik teröristbaşı ‘Fethullah Gülen Öldü’ fısıltısı daha yeni mi başladı. Kaynaklarımız çok önemli ve ciddiye alınacak kişiler olduğu için bu haber/fısıltı önce halktan değil derinden mi başladı şüphelerimiz artmaya başladı. Elbet ki zaman içinde bu iddiaların ne kadar doğru ve yanlış olduğunu mutlaka öğreneceğiz. Fakat içimize düşen kuşkuyu kurcalamaya devam edecektik…

İktidar ve sözde Cemaat arasındaki kavganın savaşa dönüştüğü bir ortamda barışa yönelik herhangi bir gelişmenin olmaması, her geçen gün bu savaşın daha da büyümesi, sonunda bu savaşta kaybedecek bir tarafın olması az-çok anlaşılırken ve böylesi bulanık ve karışık bir atmosferde bir de teröristbaşı Fethullah Gülen Öldü haberi ortaya atılarak derinlerde kulaktan kulağa dolaşmasının altında acaba ne olabilirdi?! Evet, asıl önemlisi de buydu. Ve bu konuda da derinlemesine araştırmalar yapmaya başladık. Ve gerçekten de tuhaf, absürt, garip ve çok ilginç sonuçlar çıkmaya başladı. Hem de aynı günlerde Başbakan Erdoğan’ın ölmesi için dualar eden sözde Cemaat’in ses kayıtları gündemi sarsarken paralelinde teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğü haberi fısıltısının kulaktan kulağa yayınlaması bir tezatlık taşımıyor muydu?! Teröristbaşı Fethullah Gülen’in veya Başbakan Erdoğan’ın ölmesi sonucunda kazanan ve kaybeden kim olacaktı? Bu durum Türkiye’yi ne kadar etkilerdi? Neden ölmeleri isteniyordu?! Bizim tahminlerimize göre teröristbaşı Fethullah Gülen’in öldüğü haberi kasıtlı ve maksatlıydı. Bu gücün amacı ve niyeti ne olabilirdi ki?! Evet, şu andaki yaşayan teröristbaşı Fethullah Gülen’in kendisi mi yoksa benzeri mi?!”

“Teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü Mü?!” Fısıltısının Altında Ne Yatıyor?! (22 Şubat 2011 – Anayurt Gazetesi): Dünkü teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü Mü?” başlıklı yazımdaki asıl amacın detaylarına, ayrıntılarına ve inceliklerine girmeden önce AK Parti ve Cemaat kavgasının savaşa dönüşüm sürecini hatırlatarak ülkemiz üzerinde oynanan karanlık oyunlara ışık tutmak istiyoruz. Yani, AK Parti ve sözde Cemaat kavgasını kızıştıran ve doruk noktaya ulaştıran olayları ve gelişmeleri hatırlatarak asıl ne demek istediğimizi yazımın sonunda izah edeceğim. İsterseniz önce AK Parti ve Cemaat arasında bugüne kadar olup-bitmiş olayları kısaca bir hatırlamaya çalışalım.

İktidar ve sözde Cemaat kavgasının bardağı taşıran son damlası ülke üzerine adeta atom bombası gibi düşmüştü 17 Aralık 2013 tarihinde. Aslında bu kavganın tarihi çok eskiydi. İlk patlama Oslo olayının deşifre olması ile gerçekleşmişti. Zaten 17 Aralık 2013 tarihinden iki yıl öncesine dayanan bir süreci vardı bu amansız kavganın. Dershanelerin kapatılma kararı alınmasının hükümet gündemine taşınması sözde Cemaatin öfkesi…

17 Aralık 2013 tarihinde de gerekli yan malzemelerle tamamlanan tahrip gücü yüksek bombanın fitili de ateşlenince 17 Aralık DEPREMİ oldu. Yani, gündeme bomba gibi düşen yolsuzluk ve rüşvet kılıfı adı altında başlayan operasyonların AK Parti (iktidar) ve sözde Cemaat kavgasını aleni bir şekilde savaşa dönüştürmüştü. Bunca zaman içinde karşılıklı kasetlerle bu kavganın doruk noktaya ulaşması, artık geri dönüşü olmayan büyük bir savaşın başladığının da habercisiydi.

AK Parti ve sözde  Cemaat arasında 17 Aralık 2013 tarihinde başlayan amansız savaşın ‘paralel yapı’ (bugünkü tabirle FETÖ) üzerinden başlatılması ülkede derin bir kaos yaratmakla kalmadı uluslar arası arenayı da harekete geçirmişti. Bu savaştan nemalanmak için hazır bir şekilde dört gözle bekleyen uluslararası istihbarat birimlerinin Türkiye’deki ajanları da kolları sıvayarak yoğun bir tempoda Türkiye’de ne olup-bittiğini araştırıp ülkelerine bildirmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı.

Psikolojik savaş, kirli propaganda, havada uçuşan belgeler, birbiri arkasına internet ortamına sürülen kasetler vs. daha birçok şey Türkiye üzerinde ne kadar korkunç bir senaryonun icraata konduğunun apaçık göstergesiydi. Yakın tarihimizde birçok benzer olay yaşandığı için gerek devlet ve gerek millet olarak darbelere karşı olağanüstü bağışıklık kazanan milletimizin hassasiyeti sayesinde bazı gerçekler de su yüzüne çıkmaya başlamıştı.

Sözde Cemaat uzantılı paralel yapının üç aşamalı operasyonunun daha ilkinde açık vermesi şu andaki mevcut iktidarın acilen önlemler almasını ve karşı atağa geçmesini kolaylaştırdı. Bakan ve çocukları üzerinden düğmeye basılması manidardı! Ya Halk Bankası ile devam edilmesi… Sonra da Başbakan Erdoğan’ın hedef alınması her şeyi açıklıyordu. Fakat paralel yapı sert kayaya tosladı! Ne iktidardan ne de Başbakan Erdoğan’dan böylesi bir tepki beklemiyordu. Darbe teşebbüsünde bulunan paralel yapı (FETÖ) karşılaştığı durum ile şoka girdi ve şaşkınlığını gizlemeye çalışsa da ikinci ve üçüncü operasyonları da eline-yüzüne bulaştırdı. Hatta bu darbenin adı bile konmuştu: ‘dost-modern’ darbe!

Bu ülke post-modern darbeyi daha yeni atlatmışken arkasından bir de dost-modern darbe teşebbüsü millet içinde şok üstüne şok yaratmıştı! Akla ziyan veren sinsiliklerin, hayali bile düşünülmeyen kahpeliklerin, imkânsız denilebilecek kadar inanılması güç kurnazlıkların döndüğü bu korkunç paralel yapı (FETÖ) darbesinin maskesi nihayetinde düşmüş ve hükümet tüm bu yapılanları da karşılıksız bırakmayacaktı.

Bütün bunlardan sonra ülkemizi karıştırmak isteyen paralel yapının iktidarı devirmeye yönelik darbe teşebbüsünün başarısızlıkla sonuçlanmasından dolayı geriye bir tek teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü” fısıltısının çıkartılması gerekiyordu. Adamlar bunu yaptılar. Şu anda halk içinde teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü!” fısıltısının/haberinin yayılmasının amacı neydi acaba?! Sözde Cemaat uzantılı paralel yapı, duvara toslayınca şok geçirmişti! Kısaca; AK Parti iktidarı içine sızmış ‘paralel çete’yi (FETÖ) yönlendirenler baktılar ki olmuyor teröristbaşı “Fethullah Gülen Öldü” fısıltısı ile kendi akıbetlerini garantiye mi almak istiyorlardı! Elbet ki korkunun ecele faydası yoktu!..”

Yazımın başında belirttiğim hususlar ve 21 ve 22 Şubat 2014 tarihli Anayurt gazetesinde yayınlanan yazılarımı okudunuz. Şimdi de elinizi şakağınıza dayayıp NASIL, NEDEN, NİÇİN sorularını kendinize sormanızı istiyorum. Evet, nasıl, neden ve niçin sorularına mutlaka bir cevap bulacaksınız! Şayet diyelim bulamadınız! O zaman yine iş bize düşüyor…

FETÖ/PDY’nin ‘Devleti Ele Geçireceği’ Konusunda Devleti Bir Yıl Önce Uyarmıştım (Onlar devletin kılcal damarlarına kadar sızmışlar devleti ele geçirecek günleri bekliyorlar.) : Şu anda medyanın gündeminde FETÖ/PDY’nin Kaset Komplosu var! Oysaki bu olayı Türkiye’nin gündemine ben taşımıştım. Türkiye’de ilk defa üç ay öncesinden Ankara merkezli ulusal gazetedeki köşemde “CHP’de Deprem” başlıklı yazımla Deniz Baykal’ın gideceğini yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğini yazmıştım. Daha sonra da aynı akıbetin MHP’nin de başına gelebileceğini aynı gazetede yazmıştım. Ve hatta AK Parti ile ilgili de kasetlerin yayınlanabileceğini…

Bu yazıları yazmadan önce Parti Genel Başkanları’na ulaşmak istedim. Geri dönüş olmadı. Bir süre bekledim dönerler mi diye. Maalesef… Çünkü iddialarımın hayal, gülünç bulmuşlardı. Ve yazmaya karar verdim. Yazdım da. Yazdıktan sonra da herhangi bir tepki olmadı. Çünkü asla inanılmıyordu. Hayal diyorlardı. Bu adam uçmuş diyorlardı. Ya da komplo teori üretiyor diyorlardı. Ne zaman Reha Muhtar Vatan gazetesinde iki gün bu konuyu ve beni gündeme taşıdı işte o gün varlığım fark edildi! Gazeteler, televizyonlar röportaj yapmak için peşime düştüler. Ve ben Antalya’ya kaçtım! Üzüntüden, kahırdan kaçmıştım. Zamanında dikkate alınmamışım röportaj olsa ne olacak. Yine de birkaç gazete ve ajansa röportajım oldu. Ayrıca dönemin CHP Genel Başkanı ile Antalya’da yüz-yüze görüşerek konuyu birlikte irdeledik.

Yıllarca Ankara merkezli ulusal bir gazetede sesimi duyurabiliyordum. Ne yazık ki Paralel Yapı üzerine yazmış olduğum bir yazıdan dolayı uyarıldım ve o gazetede yazmama kararı aldım. Hakkımda, derin devletin adamı, istihbaratçı, potansiyel tehlikeli bir adam, aman ha bu adamdan uzak durun dediler! Daha sonra da CHP’deki Depremi yazarak Kaset olaylarını üç ay öncesinden tahmin ettiğim için adım kahine, müneccime, her şeyi bilen adama çıktığı için hiçbir gazetede yazamadım. Zaten yazdırtmazlardı!

Şu anda yine gündemde TIB var! Oysa ki yıllar önce FETÖ/PDY’nin TIB’daki varlığını, nasıl sızdıklarını ve neler yaptıklarını devlet erkanına bildirmiştik! TIB’de çalışan ve çok önemli bir görevde olan çok değerli bir ağabeyim Paralel Yapı’nın TIB de olağanüstü örgütlendiğini, devletin üst makamına bu konuda bilgi vermemi ve istedi. Kendisinin her türlü bilgiyi verebileceğini söylemiş ben de gerekli mercilerle bu durumu paylaşmıştım. Fakat gülüp geçmişlerdi! O kardeşimi de benimle ilgili diyalogu öğrenildiği için başka bir ile sürgün etmişlerdi. (Maalesef o kardeşim yıllarca X ilinde sürgün kaldı. Ara-sıra beni telefonla arayarak Ankara’ya tayinin çıkartılması için yardım isterdi. Ben de elimden geleni yapmama rağmen bir sonuç alamamıştım. İşte o X kardeşim sürgündeki ilde üzüntü ve kahırdan yakalanmış olduğu hastalığı yenemedi ve vefat etti. O’nun ölümüne/vefatına çok üzülmüştüm.) Devlet yine bizi hafife almış ve sesimize kulak vermemişti. Hatta dönemin Başbakanı şu andaki Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan ile aramıza büyük engel koymuşlardı! Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar sözünü fiilen yaşıyorduk!

Yine yıllar önce Paralel Yapı (FETÖ/PDY) hakkında MİT ile paylaşmak istediğimiz çok şey vardı. Yazılı ve fiili görüşme talebimizi iletmiştik. Yine her nedense büyük bir engel önümüze set olmuştu. Ne yapsak engelleniyorduk. CHP ve MHP ile ilgili Kaset Depremi’ni üç ay öncesinden, Ergenekon, Balyoz Operasyonlarını 7 ay öncesinden, E-Muhtıra’da üç gün öncesinden, 17-25 Aralık darbesini 13 gün öncesinden öğrenmiş gerekli mercilere bildirmek istemiştik. Maalesef dikkate alınmadık, umursanmadık ve gülüp-geçmişlerdi!

Artık adımıza derin devlet, istihbaratçı, meçhul, karanlık ve tehlikeli adam, hatta kahin, müneccim diyecek kadar da ileri gidilerek üzerimizde korkunç bir baskı, tehdit, kumpas oluşturuldu. Önümüz tıkandı. Yine de biz kendi gücümüzle kendi gazetemizde yazmaya devam ettik. Gazetede önümüz kesilince bu sefer kendi internet sitelerimizde yazıyorduk. Maalesef Paralel Yapı (FETÖ/PDY) internet sitelerimizi de mahkeme kararı ile kapatarak yine engellendik. İnternet sitelerimiz hâlâ kapalı. Amerika’da terörist başı Fethullah Gülen hakkımda davalar açmaya başladı. Şu anda hem benim hakkımda hem de internet sitelerimiz hakkında onlarca dava var. Davaların akıbeti umurumuzda değil. Biz mücadeleye devam ediyoruz.”

Yine bir yazımızda Paralel Yapı ile R. Tayyip Erdoğan ve samimi, sadakatli bir avuç insan dışında ciddi bir mücadele verilmediğini de İnternet sitemizde yazmıştık. Bu yüzden aforoz bile olmuştuk! Sen misin yazan!

Yine bir yıl kadar önce Paralel Yapı (FETÖ/PDY) avukatlarının açmış olduğu davalar nedeniyle kapatılan X İnternet sitemizde yazmış olduğum bir yazının önemine binaen siz değerli okuyucularımızla paylaşmak istiyorum.

“Türkiye Üzerinde Oyunlar ve Kirlenen Siyaset! : Son yıllarda Türkiye üzerinde oynanan oyunların perde arkasındaki karanlık sis perdesini araladığımız zaman korkunç gerçeklerle karşılaşıyoruz. İçerden ve dışarıdan ülkemize ve milletimize yönelik tuzaklar, tezgahlar, kumpaslar, akla-hayale gelmedik entrikalar, gelecekle ilgili endişelerimizi iyice artırmıştır.

Yazılan yeni senaryoların da icraata konmasıyla birlikte iç ve dış mihrakların sınır tanımaz haddini bilmezlikleri, şımarıklıkları ve sözde korkusuzlukları bu milletin sabrının taşmasına yol açmıştır. Çözüm Süreci’ndeki tıkanıklıklar, komşu iki ülke olan Suriye ve Irak’taki karışıklıklar ve son günlerde Paris’teki dergi baskını ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Somali’ye ziyaret öncesi gerçekleşen patlama maalesef Türkiye’yi derinden rahatsız etmiştir. Ve anlıyorduk ki Türkiye’ye hiçbir zaman rahat/huzur vermeyecekler. Ve anlıyorduk ki Türkiye’nin siyasi, ekonomik, sosyal, askeri ve istihbarı gelişmesinden ve büyümesinden sürekli rahatsız oluyorlar. Ve anlıyorduk ki Türkiye’nin istikbali ile oynuyorlar.

Küresel emperyalist güçler Türkiye üzerindeki emellerinden hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de ülkemiz ve milletimiz üzerinde karanlık senaryolarını tatbik ediyorlar. Etrafımız dost ve müttefik bildiğimiz düşmanlarla çevrili. Yüzümüze karşı gülerler, sırtımızı sıvarlar, gaz verirler ama arkamızdan her türlü fırıldağı çevirirler. Ben iddia ediyorum ki BOP ve Çözüm Süreci  farklı iki tuzak! Şu andaki mevcut iktidar nasıl ki Paralel Yapı tuzağını yıllarca fark edemedi şimdi de BOP ve Çözüm Süreci tuzağının farkında bile değil. Ankara merkezli ulusal gazetede yıllarca bu konular üzerinde yazdım. Olması muhtemel çok önemli olayları yıllar, aylar ve günler öncesinden deşifre edip devletimizi ve milletimizi uyardım!

Bilhassa şu andaki mevcut iktidarı Ergenekon, Balyoz operasyonları öncesi ve sonrasında o kadar çok ikaz ettim ki… Fakat dinleyen kim… Maalesef iddialarım bir bir gerçekleştikçe kahroldum, üzüldüm ama nafile çünkü iş işten geçmişti. Hiç olmazsa bundan sonraki uyarılarımı dinlerler mi diyorum yine de dinleyeceklerini zannetmiyorum. Çünkü Ankara’da devletin en üst düzeydeki yetkilileri ile yapmış olduğum tüm görüşmelerimde hep negatif sonuçlar almışımdır.

Yine yıllar önce (Paralel Yapı daha gündemde bile yoktu), gündemde sadece Ergenekon ve Balyoz Operasyonları vardı. İşte o günlerde iktidara yakın asker, emniyet, istihbarat ve bürokrat ağırlıklı dost sohbetindeydik; konu gündemdeki Ergenekon ve Balyoz operasyonları… Bana sormuşlardı “Muhsin bey siz neden Ergenekon ve Balyoz Operasyonları’nda haksızlıklar olduğunu gazetenizde yazıp duruyorsunuz?” Ben de onlara “Sizler devletin en üst düzey yetkililerisiniz fakat gerçekleri bir türlü göremiyorsunuz! Yahu, şu anda hedef asker-sivil iktidar karşıtları ki kendinizden olmayanlar ama benim gördüğüm tehlike çok mu çok büyük. Sizlerin içinde öylesine güçlü bir yapı var ki birgün gelip başınıza bela olacak. Şu anda sizleri kullanıyorlar. Oysaki onlar devletin kılcal damarlarına kadar sızmışlar devleti ele geçirecek günleri bekliyorlar. Asıl tehlike budur. Ne yazık ki siz bu tehlikeyi bile göremeyecek kadar gaflet ve dalalet içindesiniz.” dediğimde bana öyle kızdılar ki sormayın.. Ve bana “Devletin istihbaratı var, MİT dediğimiz kurum var, sen onlardan daha mı çok şey biliyorsun?” dediklerinde benim cevabım “Evet, onlardan daha çok şey biliyorum!” olmuştu. Elbette ki o günlerde mevcut iktidarın ve MİT’in bile göremediği Paralel Yapı gerçeğini biliyorduk. Çünkü yıllardır onların izini takip ediyorduk. Yıllar önce içlerine yerleştirdiğimiz insanlar vardı. Ne yaptıklarını, amaçlarını ve asıl hedeflerini elbet ki çok iyi biliyorduk. Zaten bütün yazılarımızda Paralel Yapı gerçeğini farklı bir üslupla dile getiriyorduk. Gerek gazetemdeki köşe yazılarımda ve gerekse konuşmalarımda sürekli olarak iktidarı uyarıyorduk. Ama dinleyen kim… Biz kimiz ki… Fakat birgün gelip bizim kim olduğumuzu öğrenecekler ve pişmanlık duyacaklar! Ama iş işten geçmiş olacak!  Yazık çok yazık deyip kendi kendimizi teselli ediyorduk.

Şimdi o güzelim dostlardan kimse kalmadı etrafımda çünkü yüzüme bile bakacak durumda değiller. Ankara’da yolda-sokakta, caddede karşılaştığımız zaman bile başlarını önlerine eğmek zorunda kalıyorlar. Çünkü o günlerde onlara söylediğim her şey gerçek çıkmıştı. Ve şu anda yine iktidara ve devletin istihbarat kurumlarına sesleniyorum. İç ve dış güçlerce ki paralel yapı da dahil genel seçim öncesi akla-hayale gelmeyecek provokasyonlar yolda!.. Bu duruma muhalefet partileri ve birçok sivil toplum örgütlerini de ekleyecek olursak Türkiye’yi karıştıracaklar. Bu yüzden muhalefet partilerini ve sivil toplum örgütlerini de uyarıyorum, oyuna gelmeyin. Güneydoğu’da tahrikler, provokasyonlar sonucu Kürt kardeşlerimizi ayaklanmaya teşvik edecekler. Bunun içinde Güneydoğu’da bazı illerimizde bombalar patlayabilir. Ayrıca fal-i meçhul cinayetler artabilir. Sadece Türkiye’de mi ülke dışında da Türkiye’ye yönelik kanlı saldırılar olabilir.Türk ve Müslüman düşmanlığı her geçen gün batıda yaygınlaşabilir. Aynı şekilde Türkiye’de de Kürt-Türk düşmanlığı ile her türlü provokasyon ve olaylar olabilir. Zaten rutin bir şekilde her gün bu tür provokasyonlar ve olaylar olmakta… Etrafımız mayınlı tarla!.. Hiç beklenmedik bir an bu mayınlar patlatılabilir!.. Türkiye’yi kan gölüne çevirebilirler. O yüzden devlet ve millet olarak her an uyanık olmak zorundayız. Bilhassa güvenlik güçlerimiz… Gün dayanışma, birlik ve beraberlik zamanı… Gün dik durma zamanı… Aynı zamanda gün ‘hesap sorma’ zamanı… Yanlışların hesabı sorulmazsa yanlış yapanlar yanlışlarına devam eder. Cezası olan cezasını çekmeli.

Öte yandan iktidar içinde de çatlaklar oluşacak. Genel Seçim öncesi birçok milletvekili içlerindeki kurtları dökecek. Rahatlarının, huzurlarının, çıkarlarının bozulmasını istemeyen birçok milletvekili mevcut iktidara başkaldırabilir. Nasıl olsa bir daha seçilemeyecekler. Bu durumun ilk sinyaller Yüce Divan mevzusuyla su yüzüne çıktı. Yakın bir zamanda maskelerini indirip aleni bir şekilde mevcut iktidara kafa tutmaya başlayacaklar. Ya da perde arkasında başkalarının ekmeğine yağ sürecekler. Dedikodular, fitne-fesat… Ve muhalefet partilerin de desteğiyle mevcut iktidar prese alınacak ve ateş topuna tutulacak. Bilhassa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun arasını açabilmek için her yola başvuracaklar. Türkiye üzerinde korkunç oyunlar tezgahlanacak. Türkiye’yi zor günler bekliyor.

Ey Müslüman mahallesinde salyangoz satanlar, ey inandıkları gibi yaşamayanlar, ey iki yüzlüler!.. Gerçek kimliğinizle, gerçek kişiliğinizle ve gerçek yüzünüzle milletin önüne çıkın da görsün millet sizin gerçek yüzünüzü, gerçek kişiliğinizi ve gerçek kimliğinizi… Ey milleti yalan, palavra, toz-pembe hayalle kandıranlar; yahu doğruları söyleseniz de millet sizlerin kim olduğunuz anlasa ya…”

(Not: Son paragrafımda serzenişim devletin ve milletin içindeki o günlerde adı Paralel Yapı olan bugün gerçek yüzü ortaya gün gibi çıkan FETÖ/PDY mensuplarınaydı.)

Yıllar önce 18 Nisan 2013 tarihli Anayurt gazetesinde “Başımdan geçen garip ve esrarengiz olaylar!” başlığı altında bir yazımda ilginç ve enteresan bir olayı yazmıştım. İşte o yazım:

“Başımdan Geçen Garip ve Esrarengiz Olaylar!.. – (18 Nisan 2013 –  Anayurt Gazetesi): Her insanın başından garip, ilginç, enteresan ve esrarengiz olaylar geçer. Geçtiğimiz günlerde başımdan geçen önemli esrarengiz ve garip bir olayı anlatmadan önce yıllar önce başımdan geçen ilginç birkaç olayı anlatarak konuya girmek isterim.

1980’yılları içinde X ilinde X gazetesini yayınladığımız sıralarda yapmış olduğumuz haber ve yorumlardan dolayı gündeme gelmiş ve gazetemiz yok satıyordu. Haklarında haber yaptığımız muhataplarımız arasında Belediye Başkanı, Eski Bakan, Eski General ve şehrin Ünlü İşadamları vardı. Hakkımızda onlarca dava açılmıştı. Biz mahkemelerle uğraştığımız bir akşam evime gitmek için otobüs durağında bekliyordum. Siyah bir araba yanaştı ve tam önümde durdu. Arabadan inen iki siyah takım elbiseli adam bellerindeki silahı göstererek arabaya binmemi istediler. Ben de soğukkanlı bir şekilde arabaya bindim. Beni arabaya bindirenler şehrin yabancısı idi. Ve gazetenin yayınını durdurmamızı ve muhataplarımız hakkında bir daha yayın yapmamamızı söylediler. Aleni bir şekilde ölümle tehdit etmişlerdi. Ben de kendilerine, kefenli olduğum için zaten ölü olduğumu ve şayet canlı isem bu arabadan sağ indirmemeleri gerektiğini söylemiştim. Bir süre araçla dolaştıktan sonra (adamlara ne olduysa!) beni aldıkları yere tekrar bıraktılar!..

Yıllar önce terör örgütü PKK’nın aleyhine yapmış olduğumuz yayınlardan dolayı defalarca tehditler almıştık. Asla geri adım atmadık ve yayınlarımızı devam ettirmiştik. Sonunda İstanbul’da işyerimiz kundaklandı (adına yangın deyip geçmiştik!) ve ben çok ağır bir şekilde yanarak üç ay komada kaldım, defalarca ameliyat oldum ve hatta bir kolumu kaybetmekten son anda genç bir doktorun müdahalesi ile kurtulmuştum. Birkaç yıl geçtikten sonra vücudumdaki ve kollarımdaki yanıklar iyileşti. Sadece serçe parmağımı kaybederek hayatıma devam ettim. Ve hiçbir şeyden korkmadan gazetecilik hayatımı sürdürdüm. Aradan birkaç yıl geçmemişti ki doğup-büyüdüğüm şehirde çıkarmakta olduğumuz gazetede yayınlanan haber ve yorumlarımızdan dolayı da ölümcül bir tehdit almıştım. Ergenekon ve Balyoz operasyonları süreci içinde de benzer olaylar/durumlar yaşadım. Fakat her oluyorsa her olay/durum da ölüme meydan okuyarak boyun eğmiyor ve asla da pes etmiyordum. Dolaylı ve dolaysız ölümle tehdit edenler, gözdağı verenler ve beni uyaranlar hiç eksik olmadı.

İki hafta önce ise (Annemin çok ağır hastalığından dolayısı ile X ilindeydim) Ankara’dan garip bir telefon geldi. X TV’den aradıklarını ve benimle röportaj yapmak istediklerini söylediler. Ankara dışında olduğumu ve Ankara’ya döndüğümde kendileri ile görüşebileceğimi söyledim. Ankara’ya döndüğümde beni aradıkları telefonu arayıp kendilerine geldiğimi söyledim. Randevulaştığımız saatte beni kendi araçlarıyla aldılar ve X TV stüdyolarında röportajımızı yaptık. Kaset olayları, Siyaset, AK Parti, Fethullah Gülen vs. çok ilginç sorularla karşılaştım. Pöportaj 2,5 saat sürmüştü. Röportaj yapanların hiçbirini tanımıyorum! Kitap imzalamayı bahane edip isimlerini ve telefonlarını almak istedim ama vermediler! Ve tekrar beni aldıkları yere araçlarıyla bıraktılar. İçime bir kurt düştü, şüphelerim arttı. Ve beni aradıklarını telefonla defalarca kendilerini aradım ama bir sonuç alamadım! Sonra beni aradıkları telefonu kendi istihbarat kaynağımdan araştırdım! Ne çıksa iyi?! Beni aradıkları cep telefonları Ankara’da bir Oto Galeri’ye ait! Bir kullanımlıkmış! Yahu neden korktular ki?! Eh, araştırma sırası bizdeydi! Fazla sürmedi kısa bir zamanda kim olduklarını öğrendik?! Ne de olsa meslektaşlarım! Görevlerini yapıyorlar!..”

Bir Zamanlar Teröristbaşı Fethullah Gülen Hakkımda Dava Açmıştı! : “Türkiye’de iktidar ve paralel yapı arasında savaş olanca hızıyla devam ediyordu. 17 ve 25 Aralık iktidara yönelik darbe girişiminden sonra Başbakan Erdoğan’ın paralel yapı hakkındaki açıklamaları sonucunda taşlar yerinden oynamaya başladı ve paralel yapıya da geçtiğimiz günlerde kapsamlı bir operasyon yapıldı. Paralel Yapı mensubu yüzlerce kişi tutuklandı.

Paralel Yapı boş durmamış benim hakkımda da bir dava açmıştı. Paralel Yapı’ya yönelik operasyonların başladığı günden bir gün sonra da açılan davayla ilgi tebligat elime ulaşmıştır.

Bu da gösteriyor ki Paralel Yapı, Başbakan Erdoğan ve iktidarı destekleyen medyaya karşı susturma operasyonları başlatmış.

Yıllardır Amerika’da bulunan Fethullah Gülen, Anayurt gazetesinde yazmış olduğum bir yazımdan dolayı hakkımda dava açmıştı.

Bu davayla ilgili 25 Temmuz 2014 tarihi Anayurt gazetesindeki köşemde şunları demiştim: “Paralel Yapı nedeniyle Fethullah Gülen’i eleştirilerimle ilgili hakkımda açılan dava dilekçesinde de belirtildiği gibi mevcut iktidarın ve başbakan Erdoğan’ın söylemlerinden hiçbir farkı yoktur. Hakkımda açılan dava ile ilgili mahkemeye sunulan dilekçede de benzer şeyler beyan ediliyordu. Görüldüğü gibi hakkımda açılan davadaki iddialar böyle. Buradan da şu çıkıyor ki paralel yapı ve Fethullah Gülen ile ilgili söylemlerim, teşhislerim, öngörülerim ve iddialarım aslında iktidar partisi mensupları ve Başbakan Erdoğan’ın söylemleri, teşhisleri, öngörüleri ve iddiaları da inanın paralellik taşıyor.”

Yani, ha benim yazdıklarım ha iktidar partisi mensupları ve Başbakan Erdoğan’ın paralel yapı ve Fethullah Gülen  ile söyledikleri ve ithamları hemen hemen aynı. O zaman hakkımda açılan davadan herhangi bir rahatsızlığım yok. Ayrıca saygı ile karşılıyorum. Çünkü adalet önünde davayı açanda, hakkında dava açılanda eşittir. Kararı yüce yargı verecektir. Tabi ki dava konusuna sebep olan yazımda Fethullah Gülen ve Paralel Yapı hakkında neler söylediğimi, ne gibi ithamlarda bulunduğumu Anayurt arşivine gidilerek 1 Nisan 2013 tarihli “Sandık Ortam dinlemedi, kazanan MİLLİ İRADE oldu..!” başlıklı yazım okunduğu zaman konu daha iyi anlaşılacaktır. Açılan davaya saygılıyım. Biz de gerekli hukuki yollara başvurarak haklarımızı arayacağız. Hukukun üstünlüğüne hepimiz inanıyoruz! Nasıl olsa adalet yerini bulacaktır. Biz adaletin vereceği karara inanıyor ve güveniyoruz.

FETÖ avukatlarınca hakkımda dava açılmasına sebep olan yazım:

“Sandık ORTAM Dinlemedi, Kazanan MİLLİ İRADE Oldu..! – (1 Nisan 2014 – Anayurt Gazetesi): Türkiye 30 Mart 2014 yerel seçimleri kazasız-belâsız ve olaysız sona erdi ve kazanan MİLLİ İRADE oldu. Sandıktan yine AK Parti 1’inci parti olarak çıktı. Yerel seçimlere yakın bir süre kala (daha düne kadar cemaat denilen örgütün) mevcut AK Parti iktidarına yönelik iğrenç saldırıları (montajlı ses kayıtları, devletin en mahrem sırlarının ifşası) sonucunda oluşan kaos ortamına rağmen sandığa gidildi ve sandıkta ‘milli irade’ zuhur etti! Türkiye’yi karıştırmak isteyen dış güç uzantılı işbirlikçilerin provokasyonları, dezenformasyonları ve karalama kampanyaları da milli iradeyi etkileyemedi. Bizim üzüldüğümüz CHP ve MHP’nin bu dış uzantılı cemaat denilen casusluk örgütünün taşeronluğuna soyunması ve değirmenine su taşımasıydı! AK Parti iktidarı hakkındaki iddialar ve iftiralar şayet gerçek olmuş olsaydı AK Parti bugün sandıktan çıkar mıydı?! Hiç mi sormuyorlar ‘neden milletin teveccühü AK Parti’den yana oldu?!’ Nihayetinde sandık ‘ortam’ dinlemedi, kazanan ‘milli irade’ oldu.

Bu millet oyuna gelmedi, tuzağa düşmedi ve milletin iradesi AK Parti’yi yeniden 1’inci parti yaptı?! Muhalefet partileri milli iradeye halâ niçin saygı gösterilmiyorlar?! Diğer üçüncü muhalefet partisi olan BDP bile böylesi bir ortamda sözkonusu cemaat denilen örgütün tuzağına düşmedi, sağduyulu ve dengeli bir politika ile sandığa gitmesini bildi.  Daha açıkçası CHP ve MHP maalesef BDP kadar olamadı. Oysaki biz CHP ve MHP’den çok farklı bir muhalefet bekliyorduk. Başbakan Erdoğan bile ‘AK Parti sandıktan 1’inci parti çıkmazsa genel başkanlığı bırakırım’ demişti. Ve muhalefet parti liderlerine ‘siz de bırakabilir misiniz’ diye sormuştu. Cemaat denilen örgütün bunca iddiasına, bunca iftirasına ve bunca provokasyonuna alet olan CHP ve MHP liderlerinin AK Parti’nin 1’inci parti çıkması karşısında tek yapacakları şey susmak ve yenilgiyi kabullenmek değil miydi?! Fakat nerede böyle bir onurlu davranış?! Nerede böyle bir irade?! Nerede ‘adam’ gibi bir muhalefet?!

Aylarca gündemden düşmeyen yolsuzluk, rüşvet iddiaları ve ortalığı toz-duman eden ses kayıtlarına rağmen AK Parti’nin yeniden sandıktan çıkması bir hayli düşündürücü değil mi?! Madem ki AK Parti hırsızdı, soysuzdu, rüşvetçiydi o halde neden sandıktan yeniden çıkarak 1’inci parti oldu?! Türkiye’deki oyların yüzde 50’sine yakınını alan AK Parti tabanı bu kadar aptal mıydı ki sandığa gidip tekrar oyunu AK Parti’ye versin?! Bu da milletin yarısı demek. Muhalefet partileri milletin yarısını nasıl görmezden gelebiliyor?! AK Parti dışında kalan yüzde 50 de sandığa gidip oy veren milletin yarısıdır. Elbet ki kendi partilerine oy verecekler. Bu konuda herhangi bir itirazımız ve eleştirimiz yok. Aynı şekilde muhalefet partilerinin AK Parti hazımsızlığı milli iradeye saygısızlıktan başka bir şey değildir. Ve şu anda sandıktan 1’inci parti olarak çıkan AK Parti’ye tahammülsüzlük de ayrı bir saygısızlıktır. Bir söz var ‘yenilen pehlivan yenilgiye doymazmış’! Muhalefet parti liderlerine sesleniyorum hâlâ mı yenilgiye doymadınız?!’ Yenilgiyi kabullenip onurlu bir davranış gösterseydiniz!

Ey ‘cemaat’ denilen hain, casus ve şeytani örgüt! Yaptın yapacağını da eline ne geçti?! Milli iradeyi yok edebildin mi? Milli iradenin şamarı (hem de sandıkta) suratına inmesine rağmen hâlâ uslanmadın! Hâlâ inadına hakareti, provokasyonu ve iftiraları devam ettiriyorsun! Hâlâ ve hâlâ akıllanmadın! Zannetme ki bu ihanetin, bu casusluğun, bu şeytanlığın hesabı sorulmayacak! Çok yakında kaçacak delik arayacaksınız! Anlıyoruz ki yarım asra yakın sana ‘cemaat’ denilmesi bile ne büyük gaflet ve dalaletmiş! Şimdi anlıyoruz ki yarım asra yakındır ‘hizmet’ değil ‘ihanet’ içindeymişsin! Senin adın ‘cemaat’ değil casusluk örgütü..! Takiye yoluyla bu milletin samimi duyguları üzerinden inanç sömürüsü yaptın! Bu milletin temel değerlerine, devlet anlayışına, ülke sevgisine yönelik hakaretlerin, saldırıların, iftiraların ve casusluğun mutlaka hesabını vereceksin! Ey bugüne kadar ‘cemaat’ denilen şeytani örgüt; artık masken düştü! Millet hainliğini, ihanetini ve casusluğunu apaçık gördü! Her şey affedilebilir ama ihanet, casusluk ve ulviyetle oynamak asla affedilmez..!”

Bu Davanın Mahiyeti/içeriği İle ilgili 26 Temmuz 2014 Tarihli Anayurt Gazetesi’nde Şunları Yazmıştım.: “Paralel Yapı üzerine son aylarda yazmış olduğum yazılar nedeniyle bir hayli dikkati çekmişim. Fethullah Gülen’e yönelik çok ağır eleştirilerde bulunmuşum. Ve Fethullah Gülen hakkımda dava açmış!.. Ada Hukuk Bürosu Avukatlarından Av. Nurullah Albayrak’ın Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak Fethullah Gülen adına hakkımda açmış olduğu dava konusu Yine Anayurt’ta 1 Nisan 2014 tarihinde “Sandık Ortam dinlemedi, kazanan MİLLİ İRADE oldu!..” başlıklı yazımdaki ifadelerimde “açık iftira olan ithamlar, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güven zedeleyici bir üslupla dile getirilerek..” müvekkilinin kişilik haklarına saldırdığım iddiasıyla 20.000 (yirmibin) TL. değerinde manevi tazminat davası açtığı ile ilgili tebligat geçen gün elime geçti. Bu yazımda açılan dava ile ilgili herhangi bir yorum yapmam zaten hukuken doğru olmaz. Tabi ki bizde sözkonusu dava ile ilgili cevap dilekçemizi verilen süre içinde mahkemeye ulaştıracağız. Paralel Yapı nedeniyle Fethullah Gülen’i eleştirilerimle ilgili hakkımda açılan dava dilekçesinde de belirtildiği gibi mevcut iktidarın ve başbakan Erdoğan’ın söylemlerinden hiçbir farkı yoktur. Hakkımda açılan dava ile ilgili mahkemeye sunulan dilekçede de benzer şeyler beyan ediliyordu:

 “17 Aralık 2013 yılında yapılan bir soruşturma işlemi sonrasında, Başbakan ve hükümet partisi mensupları tarafından illegal bir örgüt tanımlaması yapılmaktadır. Bu tanımlamaya göre ‘paralel devlet’ denilen illegal bir yapının ne kadar hukuka aykırı iş varsa yaptığı iddia edilmektedir. Bu paralel yapının liderinin de müvekkilimin olduğu iddia edilmektedir. Paralel devlet iddiası ve müvekkilimin örgüt lideri olduğu iddiası açık bir iftiradır. Meydanlarda bir takım iktidar yanlısı medyada tamamen yalan üzerine yapılan haberlerle bu tür iddialarda bulunulması ne hukuk anlayışına ne de ahlak anlayışına sığmaz. Mesnetsiz ve delilsiz ispatı gibi bir amaç güdülmeksizin kullanılması kabul edilemez. Davalı tarafından müvekkilime isnat edilen iddialar ile müvekkilim aleyhine bazı insanların nazarında nefret ve hor görme duygularının beslenmesine sebebiyet verilmesi, kamuoyuna olumsuz tanıtılması, insanlar nazarında küçük düşürülmesi suretiyle kişilik haklarına saldırılmıştır.”

Görüldüğü gibi hakkımda açılan davadaki iddialar böyle. Buradan da şu çıkıyor ki paralel yapı ve Fethullah Gülen ile ilgili söylemlerim, teşhislerim, öngörülerim ve iddialarım aslında iktidar partisi mensupları ve Başbakan Erdoğan’ın söylemleri, teşhisleri, öngörüleri ve iddiaları da inanın paralellik taşıyor..! Yani, ha benim yazdıklarım ha iktidar partisi mensupları ve Başbakan Erdoğan’ın paralel yapı ve Fethullah Gülen ile söyledikleri ve ithamları hemen hemen aynı.

Geçmişte hakkımda onlarca dava açılmıştı. Bir ilimizin eski belediye başkanı, birkaç ünlü iş adamı eski içişleri bakanı, emniyet mensupları ve savcılar vs. daha birçok tanınmış ve önemli isim hakkımda topluca dava açmışlardı… Basın davaları… Davalara aslanlar gibi girip-çıktık… Bu konularda tecrübeliyiz. Herhangi bir korkumuz da yok. Yerimiz-yurdumuz belli. Davadan kaçan da yok. Alnımız açık, yüreğimiz pek. Eh boş da değiliz!..  Mahkemeye giderken çıkınımız dolu gideceğiz!.. Bu tür davaların yabancısı da değilim. Davayı kim haklıysa o kazansın. BİZ ne yapıyorsak, ne yazıyorsak ve ne söylüyorsak ülkemiz, devletimiz ve milletimiz içindir. Ve yaptıklarımızın, yazdıklarımızın ve söylemlerimizin arkasındayız. Gerisi teferruat ve laf ile iştigaldir.

“FETÖ İle Mücadelede Devletin Zaafları, Eksiklikleri ve Göremedikleri… FETÖ İLE SADECE DEVLET Mİ MÜCADELE ETMELİ? …MİLLET EDEMEZ Mİ?!: Devlet ve Millet olarak FETÖ ile mücadelenin başlangıç tarihinin miladı 17 ve 25 Aralık 2013 tarihi olarak bilinir. Oysaki bizim FETÖ ile mücadele tarihimizin başlangıcı 1980’li yıllardır. Yani, tam 40 yıl önce… Tabi ki o yıllarda bu mücadelenin adı FETÖ değil Fethullah Gülen ve Cemaatiydi. Daha o yıllarda Fethullah Gülen’in salya-sümük gözyaşlarına boğulmuş vaazlarından anlıyorduk ileriye yönelik amaçlarının, niyetlerinin ne olduğunu… O dönemin sağ-sol çatışmaları, kardeş kavgası, siyasi kargaşa ile birlikte İslami kesimin, tarikat ve cemaatlere olan ilgisi, yönelimi, sempati ve empatisi maalesef Fethullah Gülen ve Cemaati’nin gerçek yüzünü maskeliyordu. İnanç/din girince işin içine gözler perdeleniyordu. Bir de buna gaflet ve dalaleti ekleyin!.. Sıradan, normal veya herhangi bir cemaat olarak bakılıyordu Fethullah Gülen ve çevresine. Fakat BİZ ta o günlerde görmüştük ilerde olması muhtemel her türlü tehlikeyi. İşte o günlerde başlayan bu mücadele tam 40 yıl boyunca sürmüştü derinlerde. İslami kesimin yumuşak karnı ‘dindarlığı’, ‘merhameti’, ‘duygusallığı’ ne yazık ki Fethullah Gülen ve Cemaati’nin iğrenç, sinsi, riyakâr yüzünü perdeliyordu. 1980’li yıllarda SIZINTI, 1990’lı yıllarda Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonu ve daha sonraki yıllarda farklı MEDYA kuruluşları ile yükselişe geçen teröristbaşı Fethullah Gülen ve sözde Cemaati toplumun her kesimine adeta bir virüs gibi sızmakla kalmamış aynı zamanda devletin bütün kurumlarına da sızmayı başarmışlardı. Bilhassa polis, yargı ve askerin içine sızmak için akla-hayale gelmeyecek her yol ve yöntemi denemişlerdi. Ve başarmışlardı da… 40 yıl içinde medya dahil olmak üzere devletin bütün kurumları ile birlikte iş dünyası, sivil toplum örgütleri ve uluslararası her alanda büyük bir güce ulaşmışlardı. 1980 askeri darbesine alkış tutan bunlardı. Merhum Özal, Demirel, Ecevit hükümetlerine yakın olmak için de siyasi girişimlerde bulunmuşlar ve yavaş yavaş ileride ‘terör örgütü’ olarak anılacak cemaatlerinin gücüne güç katmaya başlamışlardı. İktidara kim gelirse gelsin mutlaka bir yolunu bulup diyaloğa giriyorlardı. Bir tek merhum Erbakan Hoca taviz vermemiş ve uzak durmuştu Fethullah Gülen’den ve cemaatinden. 2000’li yıllar gelip-çattığında yeni siyasi oluşumları yakinen takip etmeye başladılar. AK Parti’nin kuruluş çalışmaları başladığında siyasi uzantılarını araya sokarak sızma girişimlerinde bulundular. İşte bu sızma girişimlerine yönelik bizler AK Parti kurmaylarını sürekli uyardık. Fakat dinleyen olmadı. AK Parti kurmayları ne kadar uzak durmaya çalışsalar da derinlerden sızmışlardı zaten. Çünkü teröristbaşı Fethullah Gülen ve sözde Cemaati’ne sıradan, rutin, doğal bir cemaat anlayışı içinde bakıyorlardı. Herhangi bir zarar gelmez inancı hakimdi hepsinde. AK Parti kurmayları içinde dini yönden duygusallığı ağır basan ‘ağır abiler’ sonunda dayanamadılar teröristbaşı Fethullah Gülen ve sözde Cemaati ile diyaloğa girmede herhangi bir sakınca görmediler. Hem öyle bir diyaloga girdiler ki siyasi, finansal ve sosyal… Çünkü ileride neler olabileceğini onlar da bilmiyordu. Gaflet, cehalet ve dini duygusallık maalesef en zayıf yönleri olmuştu. Sızmıştı AK Parti içine Fethullah Gülen ve Cemaati…  Gerçi devletin içine sızmaları sadece AK Parti döneminde olmadı. Yıllar önce başlamıştı devletin içine sızmalar. AK Parti’nin yumuşak karnı dini inançlarıydı. İşte eli kanlı terör örgütü FETÖ maalesef takiye, ilmi siyaset, fitne, yalan, hile, iftira, İslami kavramlar (Hoca, cemaat, himmet vs…) gibi daha birçok yoldan devleti yavaş yavaş ele geçirmeye başladılar. Kutsal, ulvi kavramlarla birlikte milli kavramları da kirletmişti teröristbaşı Fethullah Gülen ve sözde Cemaati. Yıllar içinde polis, yargı ve asker içinde güçlerine güç kattılar. Ta ki 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerine kadar… Ne zaman ki AK Parti iktidarı onların (Teröristbaşı Fethullah Gülen ve sözde Cemaati’nin) gerçek niyetini sezdi, gidişatlarından şüphe duydu ve ileride olabilecekleri tahmin etmeye başladı işte o zaman ani bir manevra ile tavır alıp karşılarına aldılar. AK Parti iktidarının teröristbaşı Fethullah Gülen ve sözde Cemaati’ne ait dershanelerin kapatılmasına yönelik kararlar almaya başlaması ile birlikte kıyamet koptu. AK Parti iktidarı ve teröristbaşı Fethullah Gülen Cemaati arasında amansız bir savaş başladı. Birçok fail-i meçhul cinayetlerin perde arkasında FETÖ parmağı vardı! Gezi Olayları, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının perde arkasında FETÖ ayak izi vardı! TSK’nin terörle mücadelesinin önünün kesilmesinde FETÖ vardı! Çünkü TSK’ya da sızmışlardı. PKK ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yaparak Türkiye’de iç savaş çıkartmak için yapılan bütün provokasyonların perde arkasında yine FETÖ vardı. Türkiye aleyhine çalışan yabancı istihbarat örgütleriyle işbirliği yaparak Türkiye’de siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlerin hepsinin perde arkasında FETÖ vardı. Nihayetinde bütün gerçekler 15 Temmuz Darbe Girişimi ile her şey gün yüzüne çıktı. Yıllarca dini bir cemaatin kanaat önderi, imamı, hocası olarak bilinen Fethullah Gülen’in eli-kanlı bir terör örgütünün başı çıkması ve yine yıllarca masum, kendi halinde, sıradan bir cemaat gibi bilinen Fethullah Gülen Cemaati maalesef yıllar sonra eli-kanlı, vatan haini bir TERÖR ÖRGÜTÜ olarak karşımıza çıkmıştı. 15 Temmuz Darbe Girişimi ile bütün gerçekler ortaya çıkmış ve bütün karanlıkta kalanlar aydınlanmıştı. FETÖ artık devletin ve milletin gözünde eli-kanlı bir terör örgütüydü. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra FETÖ ile verilen mücadelede bir hayli yol katedildi. Zaman içinde devletin bütün kurumlarında ne kadar FETÖ mensubu varsa deşifre edildi. Hâlâ da deşifre edilmeye de devam ediliyor. FETÖ’nün tüm haberleşme ağları ve sistemleri çözüldü. Tüm finans kaynakları kurutuldu. Geriye sadece kripto haberleşme ağları ve kripto finans kaynakları kalmıştı. Şu anda da devletin içindeki kriptolar ile mücadele ediliyor. Ama nasıl?! …uzantıları ile..! Asılları ile değil..! Uzantıları ile asılları arasındaki bağ makas gibi kesildi!.. Çünkü ucu birçok duayeni, makam-mevki sahibini, sermayedarı rahatsız edecekti! Oysaki asıl kriptolar sözkonusu duayenler, makam-mevki sahibi olanlar ve sermayedarlardı! Birbirlerini elbet ki koruyup kollayacaklardı. AK Parti içindeki bilerek ve bilmeyerek FETÖ ile bağlantılı olan siyasileri, bürokratları ve iş adamlarını yavaş yavaş bünyesinden atmaya başladı. Peki, onlar boş mu duracaklardı?! Hayır, onlar da farklı bir mücadele şekliyle gizli gizli toplanıp yeni bir siyasi arayış içine gireceklerdi. Bu siyasi arayışları ya cenazelerde, ya düğünlerde, ya da açılışlarda devam edecekti! Cenazeler, düğünler ve açılışlar onları biraraya getiren sebepler olacaktı. AK Parti’den bu yüzden kopanlar yeniden biraraya gelmek için her türlü yolu deneyeceklerdi. Ve zaten deniyorlardı da. Ayrıca bunların AK Parti içindeki dostları da içerden destek vermeye başlamışlardı. AK Parti maskesi altında AK Parti karşıtı siyasi partilere, oluşumlara, derneklere, ki kısaca sivil toplum örgütlerine bilgi sızdıracaklardı! Bilgi sızdırmaya da devam ediyorlar! AK Parti içinde AK Parti sevdalısı gibi görünen bazılarının halen Saadet Partisi’ne çalışmasına ne diyeceksiniz?! Hem araştırılsa bir kişi değil birçok kişi çıkar… Aynı şekilde AK Parti sevdasıyla yanıp-tutuşan bazılarının aslında İyi Parti’ye çalışıyorsa!.. Bunları kafamızdan uydurmuyoruz. Vardık bildiklerimiz!.. Bu konularda istihbaratımız çok güçlüdür. Yeter ki AK Parti bizden istesin! Belki istiyordur da. Bizler de veriyoruzdur! Her neyse… Ya kurumlarda..! Devletin önemli, hassas ve çok hassas kurumlarında kendilerini deşifre edecek herkesi ya iftira yoluyla, ya torpille, ya da adam kayırma ile bertaraf etme yolunda bir hayli maharetliydiler. FETÖ kriptoları kendilerinin deşifre olmaması FETÖ ile hiçbir alakası olmayan insanlara iftara atarak paçayı yırtıyorlardı. ASELSAN, TÜBİTAK ve daha birçok hassas kurumda hala FETÖ uzantılı kriptolar vardır! Tabi ki arkalarında güvendikleri önemli insanlar olmadan olmazdı bu iş. FETÖ ile MÜCADELE de her riski göze alıp birçok yola başvurduğumuz anlar çok olmuştur. Geçmişte FETÖ ile bağlantıları olup sonra pişmanlık duyarak bize gelenler oldu! İtirafçı olacaklardı. Bunlar arasında savcı, hakim, emniyet müdürü vs. birçok insan vardı. Bizler ciddiye aldıklarımız üzerinde durduk. FETÖ’den yargılanan bir cumhuriyet savcısını itirafçı yaptık. Öyle bilgiler verdi ki… O’nun sayesinde birçok FETÖ’cü deşifre edildi. Bu savcımız öyle bir pişman olmuştu ki… İtirafçı oldu ve cezaevinden çıktı. Şu anda görevinde olmasa da hala FETÖ ile mücadeleye ölümüne devam ediyor. Hayatı tehlikede olmasına rağmen… Bu savcımızın güvenliği konusunda da bizler elimizden geleni yapıyoruz. FETÖ kriptoları, yandaşları yerel seçimler öncesi de boş durmadılar. Kendi aday adaylarını aday yapabilmek için öyle bir çaba gösterdiler ki… AK Parti kurmaylarının geçmişteki tecrübeleri nedeniyle bu hususta pek başarılı olduklarını zannetmiyoruz. Biraz da FÖTE’nün finans kaynaklarına değinmek isteriz. Bir ara FETÖ’nün finans kaynaklarının peşine düştük. Dubai’den gelenler oldu! FETÖ ile geçmişte ekonomik çıkarlar oluşturmuş bazıları bizleri bularak FETÖ paralarının Türkiye’de gömülü olduğu hakkında bilgiler verdiler. Önce ciddiye aldık! Bu kişileri devletin resmi yetkilileri ile görüştürdük! Sonra ne oldu?! Tam FETÖ finans kaynaklarına ulaşacaktık ki korkup kaçtılar ve ortadan kayboldular. Fakat biz onları bulduk ve hâlâ da takip ediyoruz! Kendilerini bulduğumuzun ve takip ettiğimizin farkında bile değiller. Her adımlarını takip ediyoruz. Asıl üzerinde durmak istediğim husus daha var ki çok önemli. Yani, kripto FETÖ’cülerin şu anda devletin resmi kurumlarında arı gibi çalışmaları!.. Bu konuda birçok bilgiler geldi bize. Bazıları üzerinde durduk! Gerekli istihbarat çalışmaları ve araştırmalar yaptık. Devletin bir kurumunun başında böyle birisi ile ilgili bir hayli bilgi geldi. Bu kişinin geçmişi şaibeliydi. Rant peşinde koşuyordu. Yıllardır da çıkar ilişkilerine girmişti. Aynı kurumun bağlı olduğu bakanlıkta müsteşarlığa yakın bir başkan ile irtibatlarımız oldu. Bu kurumdaki FETÖ kriptosu olabileceğinden şüphelendiğimiz ve elimize geçin bazı somut verilere göre yıllardır rant peşinde koşan kurum başkanı veya koordinatörü ile ilgili bilgileri paylaştık. Müsteşar dahil olmak üzere kurumun bağlı olduğu bakanın da bilgisi dahilinde sözkonusu kişinin görevinden alınması için elimizdeki her türlü belge, istihbarat bilgisi ne varsa verdik. Sonuç ne oldu? Görevden alınan bahsettiğimiz kurum başkanı ve koordinatörü değil o kişinin görevden alınması için gayret eden bakandan, müsteşardan sonra gelen başkan oldu! Yani gerçek FETÖ’cü olması şüpheli rantçının görevden alınması için gayret eden kişi görevden alındı. Adam başkanlığından oldu! Ne kadar üzüldük bilemezsiniz. Garip ve ilginç bir durumdu. Evet, sudan bir bahane ile başkanı görevden aldılar! Asıl görevinden alınacak olan adam ise hâlâ kurumun başında kirli işlerine devam ediyor! Geçen yılda yine bir bakanlığa bağlı bir kurumun başındaki adamla ilgili FETÖ bağlantısı bilgilerle birlikte hiç edilen yüz milyonlarla ilgili çalışmalar yapmıştık. Evet, bu kurumun başındaki adam görevden alındı fakat birkaç ay sonra başka bir kurumda göreve başlatılmış. Ne kadar garip ve ilginç değil mi?! Bu her iki olayda da onların üzerinde bir güç araya giriyor. Her iki kişi de farklı iki bakandan destek aldığı iddiaları geldi kulağımıza! Ne kadar doğru bilmiyoruz. Şimdi bu konuyu araştırmaya devam ediyoruz. Şayet örnek verecek olursak daha neler var neler! Anladık ki adamlar çok güçlü! Koruyanlar var! Siyasi koruyanlardan bahsediyorum. Peki, devletin bakanlıkları ve kurumlarında bu tür FETÖ ile ilişkisi olan insanları koruyanlar var ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ne yapsın?! Hangi biriyle uğraşsın… En güvendiği insanlar perde arkasında fırıldak çevirirken Cumhurbaşkanı ne yapabilir ki?! Peki FETÖ ile mücadelede kime güvenilecek?! Hele bir kurumlar didik didik edilsin nice FETÖ kriptoları çıkar!.. Bence, önce devletin kurumları içinde FETÖ kriptolarını koruyanlar önce deşifre edilmeli. Koruyanlar olmasa inanın tüm FETÖ kriptoları bir bir deşifre olur. Bizler nelere şahit olduk nelere… Yine de devletin bekası için son nefesimize kadar bütün hainlerle mücadele etmeye devam edeceğiz. Keşke bazıları ayağımızın altında dolaşmasa ve gölge etmeseler neler yapacağız neler!.. Keşke ayağımız altında dolaşan ve kendilerini devletin üstünde gören fırıldak, yalaka, dalkavuk ve iki yüzlü çıkarcı insanlar olmasa öyle şeyler yaparız ki!.. Elbet ki onlara da sıra gelecek! Zamanı var! Diyoruz ki FETÖ ile sadece devlet mi uğraşmalı?! Millet olarak bizler de bir şeyler yapmak zorunda değil miyiz?! Bize ne mi diyelim?! Vatandaş olarak FETÖ ile mücadele etmek görevimiz olamaz mı?! Devlet her şeyi yapıyor siz kimsiniz (?) diyerek bizleri hafife alanları, küçümseyenleri ve kendilerini bir şey zannedenleri de çok iyi tanıyoruz. Kendilerini Kaf Dağı’nda gören kibirli, ukala, kralcıdan fazla kralcı olanlar!.. Sizleri de çok iyi tanıyoruz. Siz devam edin, günü ve zamanı gelince bekleyin görün ne yapacağımızı. Sizleri de boş bırakmayacağız. Zamanımız olsa inanın sizler le de uğraşırız. FETÖ’nün 15 Temmuz Darbe Girişimi ne çabuk unutuldu?! 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin önüne sadece Devlet mi geçti?! Millet ne yaptı?!  Binlerce şehit ve gazilerimizle birlikte Millet olarak 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin önüne geçilmedi mi? O halde BİZ millet değil miyiz?! Bize yine soracaklar;  yahu devlet zaten gerekeni yapıyor siz kimsiniz?! Yahu, bizler dünyasından geçmiş, kefenini giymiş, her türlü riski ve ölümü göze almış, dünyada kaybedeceği hiçbir şeyi olmayan, olsa bile hepsini devleti ve milleti için anında feda edecek olan, gönüllü, milli sıradan vatandaşlarız!.. Devletimizin, milletimizin bekası için ölüme düğüne gider gibi kınalar yakarak koşan insanlarız! Biz de deriz ki BİZ Hem Devletiz Hem de Millet!..”

“TEHLİKE GEÇMEDİ, Emperyalist Küresel Güçlerin Yeni Planları MİLLETİ BÖLME, TÜRKİYE’Yİ EKONOMİK ÇÖKERTME ve İŞGAL!..: FETÖ yılanın başı! Yılanın başı Fethullah Gülen yıllardır Amerika-Pensilvanya’da… Yılanın gövdesi şanlı 15 Temmuz Direnişi ile birlikte başından ayrıldı! Kaçan kaçtı geri kalanlar ise hak ettikleri cezaları buldular. Şimdi geriye sadece KRİPTO FETÖ’cüler kaldı! Bir de FETÖ’nün deşifre olmamış uyuyan hücreleri! Ayrıca yılanın kuyruğu başsız, gövdesiz Türkiye’de! Ki her yerde!..

Biz FETÖ gerçeğini yıllar öncesinden biliyorduk! Yıllarca da FETÖ ile mücadelemiz devam etmişti! FETÖ ile yıllarca birebir. dişe-diş mücadele ettiğimiz zaten herkes tarafından biliniyor. Gerek 10 yıl boyunca yazmış olduğum ulusal Anayurt gazetesindeki köşe yazılarımda, gerek eş-dost arasında sıradan konuşmalarda, seminerlerde ve konferanslarda sürekli olarak FETÖ gerçeğini dile getirmiştim! Zaten gerek internet sitemizde ve gerekse aylık olarak yayınladığımız AKİL BAKIŞ dergisinde üzerimize düşeni yapmaya devam ediyoruz.

Yıllarca devletin en üst düzeyindeki yetkililer ile yapmış olduğumuz tüm konuşmalarda FETÖ tehlikesinden her zaman söz ettim. Fakat yıllarca dikkate alınmadık. Ta ki 17 ve 25 Aralık Yargı Darbesi’ne kadar.

Aslında FETÖ profesyonel bir taşerondu! FETÖ tohumları dini istismar ederek yıllar önce devletin içine sızmıştı. Devletin basiretsiz, feraset sahibi olmayan yetkilileri maalesef bu gerçeği görmezlikten gelip yıllarca göz yummuşlardı! Sözde CEMAAT olarak bildikleri böylesi eli-kanlı bir terör örgütüne 50 yıldır sessiz kalmanın siyasi, ekonomik, sosyal her türlü boyutu masaya yatırılıp yeniden irdelenmelidir. Bu konuda en büyük görev Diyanet İşleri Başkanlığına düşer! FETÖ ve benzeri örgütlerin yine din kisvesi altında yeniden zuhur etmemesi için her türlü önlem alınmalıdır. Hem de vakit kaybetmeden… Aynen son günlerdeki Adnan Oktar ve gurubuna yönelik operasyonlardaki gibi!.. Elbet ki FETÖ ve Adnan Oktar Grubu gibi ufak-minik yapılanmalar vardır! Onlar da yuvalarından çıkmadan derdest edilmeli ve etkisiz hale getirilmelidir.

Meşhur söz ‘Yılanın Başını Küçükken Ezeceksin’!.. Bu yüzden yazmış olduğum ilk romanın adı “Yılanların Öfkesi”ydi… Hatta romanımın kapağında figür olarak yılan ve kılıç kullanmıştım! Kılıç yılanın başı ve gövdesi arasındaydı! Böylesi bir romanla sadece kapakla bir sinyal vermek istemiştim! Daha sonra yazmış olduğumuz ‘DERİN GÖREV Yılanların Öfkesi 2’ kitabımla da yılanın gövdesini ortaya koyabilmek için mafya üzerinden ipuçları vermiştim. Ve üçüncü her iki kitabımın devamı olan ‘Derin Milletin Ayak Sesleri KUMPAS – Yılanların Öfkesi 3’ romanımla da milletimizin yaşayarak şahit olduğu 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne kadar Türkiye gerçeğini roman diliyle anlatmıştım.

Demek istiyoruz ki gerek köşe yazılarımızla gerek yazmış olduğumuz kitaplarda FETÖ gerçeğini her boyutuyla kaleme almıştık. FETÖ’nün bir taşeron örgüt olduğunu asıl gücün arkasında ve küresel boyutta olduğunu ise yıllar önce yazmış olduğum ŞER ÜÇGENİ kitabında detaylı bir şekilde anlatmıştım.

ŞER ÜÇGENİ kitabımda Küresel Güç ABD’nin bütün kirli çamaşırlarını belgelere dayanarak ortaya dökmüştüm.

Türkiye’nin tam bağımsızlığına kavuşması, gelişmiş ve kalkınmış bir ülke olmasının önüne geçmek için tam 100 yıllık plan yapıldı. Bu plan emperyalist/küresel güçler IMF, NATO ve AB kıskacı altında Türkiye’yi siyasi, ekonomik, toplumsal, medya yoluyla kuşatma altına aldılar. Önce ASALA, sonra PKK ve daha sonra da FETÖ… Ta ki AK Parti ve lideri R. Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelinceye kadar. İşte Türkiye üzerinde baskı yapan, egemen olmak isteyen, her türlü yol ile Türkiye’nin gelişmesini, büyümesini ve müreffeh seviyeye ulaşmasını istemeyen Emperyalist Küresel Güçler, AK Parti ve lideri R. Tayyip Erdoğan’dan rahatsız olmuşlardı. Yine yıllar önce AK Parti’nin önünü tıkamak ve R. Tayyip Erdoğan’ı itibarsızlaştırmak için bir şiir ile tutuklatmışlardı. Peki ellerine ne geçti?! Oyunları, tuzakları ve planları kısa sürdü! Çünkü Yüce Rab oyunlarını ters-yüz etmişti. Nihayetinde R. Tayyip Erdoğan’dan kısa süre de olsa da tutsaklıktan kurtulup tekrar partisinin başına geçip ta ki Başbakan oluncaya kadar.  Ve bu süreç tam 16 yıl sürdü. Geçen bu 16 yıl içinde hem içerden hem dışardan saldırdılar. Gezi, Ergenekon Tuzağı, 17-15 Aralık Yargı Darbesi ve 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne kadar. Yine Allah’ın yardımı ile bu devlet bu millet FETÖ’nün 40 yıllık planını hem de bir gece de (15 Temmuz) tuzla-buz edip darmadağın etti. Kazanan devlet olmuştu. Kazanan Millet olmuştu. Kazanan AK Parti ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan olmuştu. Millet AK Parti’yi de lideri Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı da yalnız bırakmamıştı. Aynı zamanda yine milli ve ulvi yönden donanımlı MHP ve lideri Devlet Bahçeli de bu kutlu mücadelede AK Parti ve lideri R. Tayyip Erdoğan’ı Devlet-i Ebed şuuru içinde yalnız bırakmadı. MHP ve lideri Devlet Bahçeli tarihte görülmemiş destansı bir destek verdi. Ego yapmadı, ideolojik takıntıya kapılmadı, siyasi sürtüşmeye girmedi, polemik yapmadı, hiçbir rüzgardan etkilenmedi desteğini apaçık adam gibi verdi. O yüzden AK Parti ve lideri şu andaki Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan da iyi günde kötü günde hiçbir aman MHP ve Devlet Bahçeli’yi yalnız bırakmamalıdır. Bu birliktelik, bu dayanışma ve bu kaynaşma devam etmelidir. Çünkü milletin iradesi böyle istiyor.

Sözkonusu devlet, millet, vatan, bayrak olunca her şey bir yana bırakılarak ülkemizin bekası için mücadele edilmelidir.

Şimdi gelmek istiyoruz asıl konumuza!.. Efendiler, tehlike hâlâ geçmiş değildir. Rehavet, gaflet ve dalalet yakışmaz bu millete ve bu devlete… Zafer sarhoşluğu, rahatlama ve gevşeme tarihte olduğu gibi her zaman zarar verir. Asr-ı Saadet’te UHUD şuuru ile donanmalıyız! Okçular yerlerini terketmemeli! Nöbet devam etmeli… 15 Temmuz sonrası Demokrasi Nöbeti’nde olduğu gibi…Her an, her saniye devlet ve millet olarak uyanık, zinde, dinç ve diri olmalıyız. 

Peki Neden?!

2023 yaklaşıyor!.. Şurada kaç yıl kaldı ki… 2023 Türkiye’nin tam bağımsızlığını ilan ettiği yıl olacak! 2023 Türkiye’nin siyasi, ekonomik, teknolojik, askeri ve istihbarı dışa bağımlılığa son verip artık kendi ayakları üzerinde durabildiğini bütün dünyaya haykırdığı miladı bir yıl olacak. 2023 yılı devlet ve millet olarak 100 yıllık baskı ve ablukadan kurtulup kendi hür ve milli irademizle dünyada hak ettiğimiz yeri aldığımız bir yol olacak.

O yüzden TÜRKİYE asıl büyük ve küresel tehlikelerle 2023 öncesi karşılaşacak! Türkiye’yi ele geçirmek isteyen emperyalist küresel güçler son 16 yıldır, son yarım asırdır, hatta son 100 yıldır her türlü yola başvurdular ama başaramadılar. O nedenle de şimdi daha farklı ve küresel yollara başvuracaklar! Nasıl mı?! Yeni planları üç aşamalı olacak. FİTNE: Milleti ayrıştırma, kaos ve ikiye bölme… Yani, Kutuplaşma, sürtüşme zaten devam ediyor. Türkiye’de millet şu anda ikiye ayrılmış durumda! Öyle bir fitne çıkaracaklar ki milletimizin ikiye bölünecek ve her türlü yoldan birbirine düşman olacak! Şayet bunda başaramaz iseler yine eski yöntemle Türk-Kürt ayrımını bu sefer köklü bir şekilde çıkartmak için uğraşacaklar. Bunun başarılı olması için HDP’yi fiili kullanacaklar. İkinci aşaması ise EKONOMİK: Döviz dahil her türlü yolla ekonomimizi çökertmek için her türlü yola başvuracaklar. Üçüncü aşaması ise komşu ülkelerden biriyle aramızı açıp SAVAŞ çıkartacaklar. Şimdilik bizim tahmin ettiğimiz sadece iki ülke var o da Yunanistan ve İran… Üçüncü ülke ise zaten belli ABD…

Emperyalist küresel güçler Türkiye’nin parçalanması için 100 yıldır her türlü yolu denediler ama başaramadılar. Geriye bir tek yol kaldı o da İŞGAL!.. Türkiye’yi işgal edebilmek için de öncesinden psikolojik, siyasi, ekonomik zemini hazırlayacaklar. Bu nedenle de ne PKK, ne FETÖ ve ne de diğer terör örgütleri bitti gözüyle bakılmasın. ABD, AB ülkeleri ve bazı ülkeler hala PKK ve FETÖ’ye destek vermeye devam ediyorlarsa alsa tehlike geçmiş değildir. Şimdilik kış uykusuna yattılar. Devreye uyuyan hücreler, kriptolar girecek. Türkiye işte bu uyuyan hücreler ve kriptolar ile mücadele etmesi gerekir. Zaten böyle bir mücadele verilmekte… Ama biz daha da yoğunlaşmasını istiyoruz. Terörle mücadelede asla taviz verilmemeli. Bilhassa uyuşukluk, zafer sarhoşluğu, gaflet ve dalalet yine bizi eski günlere götürür. O yüzden devlet ve millet olarak aynı mücadele şuuruyla ve aynı ruhla her türlü iç ve dış güçlere karşı tedbirli, temkinli ve zinde olmalıyız.

Böylesi sakin bir ortamda böyle bir yazıya ne gerek vardı diye soranlarınız olacak. BİZ diyoruz ki 40 yıllık istihbarat birikimiz ve tecrübelerimize dayanarak (her zaman yaptığımız gibi) hem devleti hem de milleti uyarmak boynumuzun borcuydu. Bir de şu çok iyi biline ki her devletin, her milletin mutlaka kendi içinde derin ve zinde güçleri vardır. MİLLET ve DEVLET olarak bizim binlerce yıllık bir tarihi geçmişimiz vardır. Binlerce yıllık askeri, siyasi ve kültürel birikimimiz vardır. Binlerce yıllık DERİN MİLLET anlayışımız vardır. Elbette ki bu devletin ve bu milletin binlerce yıllık birikimi olan siyasi, kültürel, askeri milli ve ulvi değerleriyle yoğrulmuş DERİN bir GÜCÜ vardır! Türkiye ne zaman zora girse bu GÜÇ sessizce ortaya çıkar ve yine sessizce ortadan kaybolur! Biz bu gücün adına herkesin anlayabileceği şekilde DERİN MİLLET diyoruz. 15 Temmuz’da olduğu gibi!.. Millet devletinin yanında olduğu sürece TÜRKİYE her zaman dimdik ayaktadır. Nasıl ki Allah(cc) bu millete bir daha KURTULUŞ SAVAŞI yaşatmasın diyorsak, Allah(cc) bu millete bir daha 15 Temmuz’ları yaşatmasın. Bütün duamız budur. Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın her zaman dile getirdiği ve RABİA olarak da simgelediği Devlet, Millet, Vatan, Bayrak düsturu ve şuuru ile donandığımız sürece asla ve asla bu milletin ve bu devletin sırtı yere gelmez. Kısaca, Devlet-i Ebed, İlay-ı Kelimetullah, Cihan Şumûl gibi kavramlar ne demek istediğimizi apaçık izah eder!.. Allah(cc) devletimizin ve milletimizin Yar ve Yardımcısı olsun.

FETÖ DARBESİ ve 15 TEMMUZ DESTANI: 15 TEMMUZ’DA TARİHİ BİR DESTAN YAZDIK. 40 YILLIK FETHULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ, MİLLETİN 22 SAATLİK ŞANLI DİRENİŞİ İLE TKUZLA-BUZ OLDU!..

Bütün yönleriyle FETÖ gerçeğini detaylı ve kapsamlı bir şekilde izah etmeye çalıştık. Teröristbaşı Fethullah Gülen’in hayatı (biyografisi) zaten örgütün geleceği hakkında bir hayli ipuçları veriyordu. Cemaat olarak tam 40 yıl boyunca sözde ‘hizmet’ adı altında yapmış oldukları faaliyetlerin yegane amacı aslında devleti ele geçirmek için olduğu 17-25 Aralık Yargı/Polis darbe teşebbüsünden anlaşılmıştı. Sözde Cemaat adıyla yola çıkan özde ise FETÖ’nün 40 yıl boyunca  bu milletin en zaaf noktası olan inançları üzerinde duygu sömürüsü yaparak büyüyüp-geliştiğini, takiye ve ilm-i siyaset yoluyla da devletin içine sızarak güçlendikleri yıllar sonra ancak anlaşılabilmişti. Ne zamanki ana damarlarından birine dokunuldu işte o zaman gerçekler ortaya çıkmaya başlamıştı. Ana damarlarından birisi Dershanelerdi. Mevcut AK Parti iktidarının dershaneleri kapatma kararı ile birlikte gerçek yüzlerini göstermeye başladılar. 17-25 Aralık’ta da zaten tüm niyetleri, amaçları da bütün şeffaflığı ile birlikte gün yüzüne çıkmıştı. AK Parti iktidarı ve R. Tayyip Erdoğan’a olan kinlerini, nefretlerini, öfkelerini 17-25 Aralık Yargı-Polis darbe girişiminde kusmuşlardı. 17-25 Aralık Yargı-Polis darbe teşebbüsünde başarılı olamayınca bu sefer 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsünde bulundular. Kısa bir özetlemeden sonra daha öneki yazılarımızdan bazı alıntılar yaparak FETÖ’nün 15 Temmuz Darbe Teşebbüsüne gelme aşamasını ve 15 Temmuz Darbesi üzerine yoğunlaşarak tarihe not düşmek istiyoruz

Teröristbaşı Fethullah Gülen 1948 yılında kurulan Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum kurucuları arasında yer almıştır. Komünizmle Mücadele Derneği, Emperyalist Küresel Kapitalist düşüncenin Merkezi olan ABD’nin Türkiye üzerindeki hakimiyetini devam ettirmek için kurmuş olduğu Kontrgerilla’nın bir uzantısıdır. İşte böylesi bir derneğin kurucuları arasında yer alan Fethullah Gülen din maskesi altında sözde komünizmle mücadele etme amacıyla ilk çekirdek kadrosunu o yıllarda oluşturmaya başlamıştır. Daha sonra da 1970’li yıllarda palazlanarak Cemaat olabilmek için adım adım büyümüştür.

Türkiye’de 1980 darbesini yapan askeri cuntanın perde arkasındaki gücün ABD olduğunun şifresi “bizim çocuklar” sözünde gizliydi! Teröristbaşı Fethullah Gülen’in 1980 darbesine neden destek verdiğini çok iyi anlaşılıyordu. Emperyalist güçlerin küresel sözcüsü ABD, Türkiye’de devlet olarak hafif bir büyüme, kıpırdanma, kendine gelme, millet olarak da yine hafif bir kaynaşma, birliktelik, bütünlük hissettiği anda hemen darbe teşebbüsünde bulunarak Türkiye’yi sürekli kontrol altında tutmaya çalışıyordu.

ABD, Türkiye’nin bağımsız, istikrarlı ve kendi ayakları üzerinde durma isteği hiçbir zaman istememiştir. O yüzden Türkiye sürekli olarak kontrol altında kalmalıydı. Bütün bunlardan Türkiye’nin tam bağımsız bir ülke olmadığını çok iyi anlıyorduk. NATO üyesi olmamız, IMF’ye olan göbek bağımız, siyasi, askeri, ekonomik, istihbarı olarak batıya entegre oluşumuz zaten her şeyi izah etmeye yetiyordu. ABD sadece bunlarla kalmıyor aynı zamanda terör örgütleriyle de Türkiye’ye nefes aldırtmıyordu. Tam 40 yıl önce eşzamanlı Türkiye’nin başına bela ettiği iki terör örgütünü istediği gibi yönlendiriyor, bu örgütlere her türlü desteği veriyordu. Hem de aleni/açık bir şekilde… Daha öncesinde de zaten Avrupa ülkeleri Türkiye’nin başına ASALA’yı bela etmişti. ASALA’nın miladı dolunca hemen PKK’yı devreye soktular. ASALA, PKK ve FETÖ… Bu bir tesadüf olamazdı. Her şey planlı, programlı ve sistemli bir şekilde işliyordu. PKK açık oynuyordu! FETÖ ise gizli!.. Fakat her iki terör örgütünün amacı aynıydı. FETÖ’nün bir terör örgütü olduğu 40 yıl sonra ortaya çıkmıştı. Korkunç bir gizlilik!.. FETÖ’nün arkasında ABD, İngiltere, AB ülkeleri ve İsrail olmasa bu kadar güce erişebilir miydi?! FETÖ dostlarından her türlü siyasi, ekonomik, lojistik, psikolojik desteği alıyordu. FETÖ emperyalist küresel güçlerin Türkiye’deki taşeronuydu. Daha önce de belirttiğimiz gibi 2002’de tek başına iktidara gelen AK Parti’nin milli atılımlarını, bağımsız politikalarını, istikrarlı siyasi ve ekonomik gidişatını durdurabilmek için sözde Cemaat olarak ortaya çıkan daha sonra eli kanlı bir terör örgütü olan Türkiye’deki işbirlikçi taşeronu olan Fethullahçı Terör Örgütünü (FETÖ) sahneye sürdüler.

Yıllar sonra ülkemizi, milletimizi bu hale getiren, tarihimizden, kültürümüzden, inançlarımızdan, milli ve ulvi değerlerimizden halkımızı kopartmak isteyen dış güçlerin uzantısı olan sözde Cemaat adıyla yola çıkan zamanla eli kanlı bir terör örgütü olduğu anlaşılan FETÖ’nün GERÇEK YÜZÜ 15 Temmuz 2016 yılında gün gibi ortaya çıkmıştı. 

Türkiye’deki tüm darbelerin, illegal örgütlerin, muhtıraların, anarşi ve terörün, fail-i meçhullerin perde arkasında hep dış güçler vardı. Yıllarca gördüklerimiz, duyduklarımız, yaşadıklarımız Fethullahçı Terör Örgütü’nün bir maşa, taşeron ve işbirlikçi olduğunu apaçık gösteriyordu. Küresel Gücün Türkiye uzantısı FETÖ’nün; siyasi iradeyi, askerimizi ve istihbaratımızı nasıl çember içine aldığını 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe teşebbüslerinden çok iyi anlıyorduk. Böylesi bir dış kaynaklı emperyalist bir gücün taşeronu bir örgütün Türkiye içinde yıllardır var olduğunun delilleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Önce 17-25 Aralık, daha sonra 15 Temmuz darbe/işgal girişimleri, sözde cemaat gibi görünen özde vatan haini bu örgütün maskesini düşürmüştü.

Tarihte olduğu gibi günümüzde de modrn Lavrens’ler vardı! Günümüzün Modern Lavrens’i Fethullah Gülen’den başkası değildi. Tarihte Haşhaşiler vardı!  Günümüzün Haşhaşileri ise Fethullahçı Terör Örgütüydü. Dini maske edinerek 40 yıl önce devletin içine sızan Fethullahçı Terör Örgütü, devletin bütün kurumlarına (hatta kılcal damarlarına kadar sızarak) darbe yapmak, ülkeyi ele geçirmek ve işgal edebilmek için yıllarca beklediler ve en uygun zamanı gözettiler. Yıllarca siyasi partiler içine sızarak en tepeden yönlendirecek boyuta gelen Teröristbaşı Fethullah Gülen’nin sahte Cemaati devletin yargı, istihbarat, asker, polis, bürokrasi, sivil toplum örgütleri vs. her kuruma sızmaları sonucunda darbe yapacak güce ulaşmıştı. TSK, Emniyet/Polis, Yargı ve Bürokrasi içinde en önemli makamlar ele geçirilmişti. 15 yıllık AK Parti iktidarını devirebilmek ve Türkiye’yi ele geçirmek için şeytanın bile aklına gelmeyecek entrika, iftira, fitne, fesat vs. her yolu deneyerek darbe girişiminde bulundular.

Aslında Türkiye’de her 10 yılda bir yapılan darbe teşebbüslerinin sebeplerini yakın tarihimize giderek anlayabilirdik. Bilhassa Osmanlı İmparatorluğu’nun niçin parçalandığı konusu çok iyi irdelenip analiz edildiğinde her şeyi daha çok iyi anlaşılacaktır. Osmanlı parçaladıktan sonra şehit kanları üzerinde kurulmuş bir avuç toprak parçası üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bile hazmedemeyen emperyalist küresel güçler bu ülkeyi parçalamak için 100 yıllık bir proje hazırladılar.  Bu 100 yıllık projenin nihai başarı tarihi 2023 yılıydı. Emperyalist küresel güçler 2023 yılında Türkiye’ye topyekün ele geçirmek için bu milletin tarihi, kültürel, ahlaki yapısını bozmak için ellerinden ne gelirse yaptılar. Türkiye (AK Parti İktidarı)  bu acı gerçeği gördü, önlem ve alternatif olarak binlerce yıllık devletçilik geleneğimizin bir projesi üzerinde hazırlanan siyasi, ekonomik, askeri, teknolojik ve toplumsal devası bir projeyi icraata koyma kararı aldı. Bu projenin adı 2003’tü. Hatta 2053, 2071 projeleri ile birlikte..

Emperyalist Küresel Güçler, Türkiye’deki asker içindeki (uzantıları/işbirlikçileri) Derin Devlet maskesi altındaki cuntacıları, sözde Ergenekon ve Balyoz operasyonları bahane edilerek derdest edildi ve yerine 40 yıldır hazırladıkları Cemaat kılıflı FETÖ/PDY getirildi! İşte bu yüzden 15 Temmuz Darbe Girişimi zuhur etti. 15 Temmuz Darbesi ile amaçlarına ulaşmak istediler ama başaramadılar! Hüsrana uğradılar. Bu millet onlara gerekli dersi verdi. Bu millet 15 Temmuz’da bir destan yazdı.

TAKİYE mantığı yaşam tarzlarının yegane silahı olduğu için yalan, iftira, hırsızlık, fitne, provokasyon FETÖ/PDY terör örgütü için büyük bir sığınak ve zırhtı! Üç H parolası olan Hizmet, Himmet, Hikmet kavramlarının gölgesi altında Abiler, Ablalar, İmamlar önderliğinde Para, Unvan, Cennet vaatleriyle Fethullah Gülen’i uluhiyet makamına yükselterek (tarihte yaşandığı gibi) Hasan Sabbah formülü ile Mehdilik makamında görerek (sözde) önce Türkiye’yi sonra bütün dünyayı ele geçirmek için delicesine, çılgıncasına bir sarhoşlukla maalesef önce polis gücünü, sonra yargı gücünü kullanarak 17-25 Aralık’ta Darbe’ye teşebbüs ettiler fakat başaramadılar. Amaçları deşifre oldu. Niyetleri ortaya çıktı. Devlet kurumları içindeki örümcek ağı su yüzüne çıktı! Büyük bir panik başladı. Kimi yurt dışına kaçtı, kimi kılık değiştirerek sessiz kaldı, kimi de gizliden gizliye B planını tatbik etmek için harekete geçti. A Planı başarısız olunca B Planına geçtiler. Maalesef asker içindeki gurupları devletin istihbarat kaynakları tarafından deşifre edilince paniğe kapıldılar. (YAŞ toplantısında zaten her biri bertaraf edilecekti.) Bunu (deşifre olduklarını) bilen asker içindeki FETÖ/PDY teröristleri bu sefer askeri güçlerini kullanarak 15 Temmuz 2016’da Darbe Girişimi’nde bulundular.

15 Temmuz Darbe gecesi, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’a da suikast yapacaklardı fakat başarılı olamadılar. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın millete ‘meydanlara çıkın’ seslenişi ile milletin meydanlara akın etmesi, Cumhurbaşkanına, devletine, vatanına, bayrağına sahip çıkması, FETÖ/PDY terör örgütünün bu CİNNET diyebileceğimiz Darbe Girişimi’ni püskürtü ve bertaraf etti. Nihayetinde 40 yıllık hayal 22 saatte tuzla-buz oldu. Karşılarında iman dolu milletin gücünü buldular. Tökezlediler ve hüsrana uğradılar.

Yıllarca CEMAAT denilen bu ihanet gurubunun aslında terör örgütü (FETÖ/PDY) olduğu gün gibi ortaya çıktı. Böylesi eli-kanlı bir terör örgütünün 40 yıl boyunca siyasi bir ayağa olmadı! Çünkü bütün siyasi partileri zaten yönlendiriyorlardı! Genellikle güçlü olanın yanında oldular. Bir dönem CHP, bir dönem ANAVATAN, bir dönem AK Parti içine takiye mantığı ile sinsice sızdılar. Eli-kanlı FETÖ/PDY terör örgütünün polis, yargı ve asker ayağı ile birlikte siyasi, medya ve iş adamları ayağı da var! Şu anda yüzde 25’i deşifre edildi! Yüzde 75’i hâlâ içimizde! Uluslararası istihbarat ayağını zaten aleni bir şekilde bilmekteyiz.

Dünyada, bu örgüte kimlerin destek verdiği 15 Temmuz Darbe Girişimi ile ortaya çıktı! Türkiye’deki 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne sessiz kalanlar kimlerse, darbecilerin yanında olduklarını kimler ima ediyorsa onlar bu eli-kanlı FETÖ/PDY örgütüne destek vermiştir.

Tarih sanki tekerrür ediyordu. Tarihte Haşhaşiler ne ise, yıllarca Cemaat olarak bilinen aslında eli-kanlı bir terör örgütü olan FETÖ/PDY de günümüzün MODERN HAŞHAŞİLER olduğunu daha önce de aleni bir şekilde belirtmiştik. Aynı şekilde ısrarla diyoruz ki nasıl tarihte Lavrens vardı günümüzün Modern Lavrens’i de Fethullah Gülen’dir. Aradaki tek fark Lavrens’in bir yabancı ve İngiliz olması! Teröristbaşı Fethullah Gülen’in T.C. vatandaşı olması!.. Demek ki teröristbaşı Fethullah Gülen’in şeceresi bozuk ve meçhul! Emdiği süt temiz ve helal değilmiş! Damarındaki kan da Türk ve Müslüman kanı olmadığı değilmiş!..

Bu örgütün en büyük silahı DİNİ maske yapmasıdır. Örgüt lideri, hain, ajan, uşak, kukla, taşeron teröriktbaşı Fethullah Gülen, Ilımlı İslam, Dinlerarası Diyalog vs. argümanlar ile kendisini uluslararası alana taşıyarak ABD’yi ÜS yaptı! Masonik, Kabala, Tapınakçılar modeli bir örgütlenme şeklidir FETÖ/PDY. İşte böylesi bir örgüt lideri olan Fethullah Gülen sözde bütün dünyaya MEHDİ olduğu ilan edecekti.

Onların amacı Türkiye’yi parçalamaktı. Onların amacı AK Parti iktidarını devirmekti. Onların amacı Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı öldürmekti. Onların amacı, AK Parti iktidarı ile yıllarca emperyalist küresel güçlerin gölgesinden kurtulan ve Hedef 2023’e adım adım yaklaşan Türkiye’nin büyümesini, yükselmesini, muasır medeniyetler seviyesine gelmesini engellemekti.

Onlar Türkiye’ye büyük bir tuzak kurdalar ama Allah’ın tuzağı, tuzakların en büyüğü ve en hayırlısıydı. Allah’ın tuzağı onların tuzağını bozdu ve perişan etti. Nihayetinde Allah’ın (büyük ve hayırlı) tuzağına düşerek tarumar oldular. 

15 Temmuz 2016 darbe ve işgal teşebbüsündü anlayabilmek için o gece neler olup-bittiğini çok iyi bilmek, irdelemek ve analiz etmek gerekir.

Türkiye, 100 yıl sonra 15 Temmuz 2016 tarihinde yeniden işgal edilmek istendi. Bu sefer düşman dışarıdan değil içerden saldırmıştı. Tam 40 yıldır devletin tüm kurumlarına sızmış olan Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) önce Ergenekon operasyonları ile TSK içinde daha da güçlenebilmek için alt rütbelerdekileri üst rütbelere getirdi. Daha sonra 17 ve 25 Aralık yargı yoluyla mevcut AK Parti iktidarını bertaraf etmek için ilk darbe teşebbüsünde bulundu. Başaramayınca bu sefer 15 Temmuz 2016 gecesi asker elbisesi giymiş hain teröristler kanlı darbe teşebbüsünde bulundu.

Tarih 15 Temmuz 2016, saat 21.00 Ankara ve İstanbul’da eş zamanlı olarak askeri bir hareketlenme devletin zirvesinde ve millette ne olup-bittiği hakkında şaşkınlık yarattı. Saatler ilerledikçe yavaş yavaş Türkiye’de askeri bir darbe teşebbüsünün varlığı hissedildi. İstanbul’da Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüleri askerler tarafından ulaşıma kapatılmış, Atatürk Havalimanı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü bir takım asker elbisesi giymiş teröristler tarafından işgal edilmişti. Aynı şekilde Ankara’da da benzer hareketlilikler vardı. Ankara semalarında F-16’lar alçaktan uçmaya başlamıştı. Ülkemizin güvenliği açısından en kritik merkezleri olan için Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı, Gölbaşı Özel Harekat Merkezi üzerinde bombalar yağıyordu. TRT işgal edilmiş sözde derbe metni Yurtta Sulh Konseyi tarafından spikere silah zoruyla okutulmuştu. Sadece TRT diğer televizyon ve gazete binaları da tek tek işgal ediliyordu. İstanbul ve Ankara’da Büyük Şehir Belediyelerine saldırılarda bulunuluyor, TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi uçaklar tarafından bombalanmıştı.

Ta ki Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın ulusal bir televizyon kanalına bağlanıp millete seslenişine kadar. Cumhurbaşkanı Erdoğan milletin sokağa çıkarak darbeye karşı direnişe geçmesini istedi. İşte ne olduysa o zaman oldu. Artık Fethullahçı Terör Örgütü’nün TSK içindeki hainlerinin darbe teşebbüsünde bulundukları millet tarafından açık ve net bir şekilde anlaşılmıştı. MİLLET Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan‘sokağa çıkın’ çağrısına kulak verdi ve hem de silahsız sadece kalplerinde iman ve vatan sevgisi ile yedide yetmişe sokaklara koştu.

Milli duyarlılık zuhur etmişti. Ve Türkiye’nin her yerinde destansı bir direniş başladı. Vatan haini işgalci Fethullahçı Teröristler sokaklardaki silahsız halkın üzerine tank sürdüler, kurşun yağdırdılar ve acımasızca şehit ettiler. Hainler bu milletin silahlarıyla yine milleti vurmuşlardı. Bu milletin savaş uçakları ile milletin üzerine bomba yağdırmışlardı. Bu milletin tanklarıyla milleti ezmişlerdi. Böylesi bir hainlik, böylesi bir ihanet ve böylesi bir kahpelik tarihte bile görülmemişti.

Millet öyle bir direnmişti ki Fethullahçı teröristler neye uğradıklarını şaşırdılar. Ellerinde hiçbir silah olmadan tankları durdurmaya çalışanlar, ezilmeyi göze alarak tankların önüne geçenler, ölümü göze alıp namluların üzerine yürüyenler bu milletin nasıl bir millet olduğunu bütün dünyaya göstermişti. Milletin imanı darbecileri korkutmuş, püskürtmüştü.

Bu destansı direnişin önünde fazla duramayan hain Fethullahçı teröristler 22 saat sonra teslim bayrağını çekmişti. Millet bir gecede darbeyi bertaraf ederek adeta bir destan yazmıştı. Bu destan 15 Temmuz destanıydı. Yüzlerce şehit, binlerce gaziyle milletin gücü darbecilere kan kusturmuştu. Ve sonunda kazanan MİLLET olmuştu. Kazanan Devlet olmuştu. Kazanan Türkiye olmuştu. Kazanan Milli İrade olmuştu.

Türkiye’yi işgal edip devleti ele geçirmek isteyen, darbe girişiminde bulunan Fethullahçı Teröristlerin sayısı 9 bin askeri personelden oluşmaktaydı. Darbeciler, darbe girişiminde 35 uçak, 37 helikopter, 246 zırhı araç (bunlardan 74’ü tanktı). Darbede 4 bin hafif silah kullanılmıştı. Toplam 249 şehit vermiştik. Şehitlerimizden 63’ü polis, 181’i sivildi. Ayrıca toplam 2193 gazimiz vardı. Gazilerimizden 146’sı polis (emniyet mensubu), 21’i askeri personeldi. Bunlardın 2026’sı sivil vatandaşımızdı. Darbeci teröristlerden 24’ü öldürülmüş, 50’si de yaralı ele geçirilmişti.

15 Temmuz ZAFERİ tarihe altın harflerle yazılmıştı. Bu millet tarihte olduğu gibi ülkesini darbecilerin işgalinden kurtarmıştı. Sonunda demokrasi kazanmıştı. Zafer inananlarındı. Dost-düşman bütün dünya bir kez daha bu milletin gücünü aleni bir şekilde görmüştü. Ülkemizi işgal etmek isteyen asker kılığındaki Fethullahçı teröristlerin perde arkasındaki güçler neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Çünkü Fethullahçı Terör Örgütü bir taşerondu. Kuklaydı. Asıl düşman onlara bu cesareti veren güçlerdi. İşte bu zafer sadece FETÖ’ye karşı değil onları destekleyen işbirlikçi dış güçlere karşı da kazanılmıştı.

FETÖ/PYD Darbe Girişimi soruşturması sonucunda bugüne kadar 103.236 kişi şüpheli olarak gözaltına alınmıştır. Bunlardan 46.239 kişi tutuklanırken 38.323’i adli kontrolle, 17.964’ü de emniyet ve savcılık işlemleri bittikten sonra serbest bırakılırken 732 kişi hakkında gözaltı işlemi halen devam etmektedir.

FETÖ/PYD Darbe Girişimi’nde tutuklanan şüphelilerin 46.219’u 9015’i polis, 169’u general, 6813’ü asker, 2422’si hakim-savcı, 88’i vali ve vali yardımcısı, 105’i kaymakam ve 193’ü de mülki idare amiridir.

15 Temmuz Darbe Gecesi 68 polis, 181 sivil vatandaşımız şehit düşerken 2.193 vatandaşımız da yaralanmış ve gazi olmuştur.  Darbeciler den de 35 kişi ölürken 49 kişi de yaralanmıştır.

Fethullahçı Terör Örgütü’nün kadrolarının haberleşmede özel bir dil kullanmışlardı.

26 Şubat 2017 tarihli HABER-TÜRK gazetesindeki Fevzi Çakır’ın haberin başlığı “EMNİYETİN FETÖ/PDY RAPORU, Örgüt özel bir dil kullanıyor”

Habere göre, Emniyet FETÖ/PDY’nin örgütün ideolojik yapısın ve haberleşme sistemini derinliğine inceleyerek 248 sayfalık bir rapor hazırlamış. Raporda haberleşme ve görünmezlik ilkesi ayrı bir başlık altına alarak özellikle irdelenmiş. FÖTE/PDY örgüt yapısına göre görünmezlik ilkesi doğrultusunda Örgüt kadroları birbirleriyle haberleşmede dışarıdan çözülmesi zor özel bir dil kullandığı ortaya çıktı.

Emniyette hazırlanan rapora göre FETÖ/PDY örgütü kendi aralarında haberleşmede kullanılan özel dil bile birbirlerini anlamakta zorlandıklarını gösteriyordu. Fakat bu durum örgütün ezoterik yapısıyla ilgili olduğu için gizlenmeleri gerektiğini göstermekle kalmayıp aynı zamanda ileriye yönelik yine çok gizli bir amaçlarının olduğunu apaçık göstermekteydi.

Örgütün kendi ifadesiyle “Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılar” diyerek kendi aralarındaki haberleşmenin ve belli bir zamana kadar da amaçlarının gizli tutulması için de sözkonusu özel ve gizli bir kullandıkları apaçık anlaşılmaktaydı.

Bu da örgütün ana kuralı olan TAKİYE sisteminin ne işe yaradığının aleni göstergesiydi. Örgütün üst yönetici yapısının deşifre olmaması için her yola başvurduklarını da görebilmekteyiz.

Zaten amaçlarını gizleyebilmek için eğitim, yardımlaşma ve insan yetiştirme gibi alanlar da faaliyet göstermeleri de boşuna değildir. FETÖ/PDY’nin bilinen diğer klasik örgütlerden en büyük farkı da budur. Diğerleri eylemlerle başarıya ulaşacaklarına inanırlar FETÖ/PDY örgütü ise takiye, gizlilik ile başarıya ulaşacaklarına inanmaktadır. Gizliliği, amaca ulaşmak için temel strateji olarak seçmeleri bile örgütün diğer klasik terör örgütlerinden olağanüstü bir farklılık taşıdığını göstermektedir.

AB ülkeleri ve ABD ortak karar almışlarcasına Fethullahçı Terör Örgütü’nü koruyorlardı.

27 Şubat 2017 tarihli AKŞAM gazetesinin manşetinde “AB İstihbaratında Rezil Rapor’ başlığını taşıyan haberde ‘AB’nin resmi örgütü EUINTCEN, 15 Temmuz’a ilişkin ‘Gizli’ ibareli raporda, “Darbe girişiminin arkasında Gülen yok” ifadesiyle FETÖ aklanmaya çalışılıyor.

Güya darbeyi FETÖ yapsa bile rütbeleri yüzbaşı düzeyini geçemezmiş.

Erdoğan’ın kendisine karşı en büyük muhalefeti FETÖ yaptığı için sözde kırmaya çalışıyormuş. Ayrıca darbe girişimini yapanların Gülenciler, Kemalistler v e AK Parti muhalifi bir gurubu ortaklaşa yapmış olacakları üzerinde duruluyor.

Rapordaki ifadelerden AB’nin tedirginliği çok iyi anlaşılıyor. Rapor ne kadar gizli olsa da medyaya sızdı. AB’nin Türkiye’ye olan kini, öfkesi aleni bir şekilde ortaya çıktı. Tüm AB ülkeleri Türkiye’ye cephe alıp olağanüstü bir psikolojik harp uyguluyorlar. Bilhassa Mart ayı içinde yapılacak olan ANAYASA REFERANDUMU için Avrupa’ya giden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na yönelik engellemeler kaçıncı kez zuhur etmiştir.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Hollanda ziyaretinde uçağının havaalanına indirilmemesi utanç vericidir. Bu durum Avrupa’daki vatandaşlarımızı ayağa kaldırmıştır. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız bu olayı protesto etmek için sokaklara çıkmıştır. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ise sert bir dille “Nasıl olsa onlar da Türkiye’ye gelecekler” diyerek serzenişte bulunmuştur.

Yine aynı tarihli AKŞAM gazetesinde “Darbe Tellalından İade Paniği” başlıklı haberde ise ABD’li FETÖ hayranı ve savunucusu kalemşör olan Michael Rubin çok ilginç ve iğrenç bir yazı kaleme alarak şu ifadeleri kullanmıştır: “Trump eğer Gülen’in iadesine karar verirse tek suçları NATO’YA hizmet eden yüzlerce komutanın da ölüm vermiş olacak”

Görüldüğü gibi hem ABD, hem AB Türkiye’de darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY’nin masumluğuna inanarak Türkiye’ye adeta savaş açtılar. Gerçi Obama ve Trump dönemleri farklı olacaktır! Fakat yeni ABD Başkanı Trump’ın nerede, ne zaman, ne yapacağı tam kestirilemediği için ABD’nin Türkiye’ye yönelik FETÖ/PYD üzerindeki politikası ne olacak hâlâ belli değil.

Türkiye FETÖ/PYD ile ilgili tüm belgeleri ve raporları ABD makamlarına sunmasına rağmen hâlâ kesin bir netice alınmadı. O yüzden Türkiye’nin daha temkinli, daha dikkatli ve daha isabetli politikalar ile ABD dostluğunu, müttefikliğini, hatta ortaklığını(!) yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir. Aynı şekilde AB ile ilgili ilişkilerini de.

Teröristbaşı Fethullah Gülen’in 28 Şubat’ta militanlarına vermiş olduğu talimatlar tüyler ürperticiydi!..

28 Şubat 2017 tarihinde AKŞAM gazetesinde Devrim Tosunoğlu’nun manşet haberinde “FETÖ’NÜN 28 ŞUBAT TALİMATLARI” başlığı ile FETÖ’nün militanlarına Atatürk maskesi altında gizlenmeleri talimatı verdiği gerçeği ortaya çıktı.

FETÖ’NÜN TALİMATLARI: 1) Evin dış kapı açıldığında görülebilecek bir yerine Atatürk fotoğrafı asılacak. 2)Evlerde Nutuk bulundurulacak. Odalara 10. Yıl nutku ve İstiklal Marşı asılacak. 3) Çöpten boş bira kutuları alınıp, evi çöpüne görünür şekilde konulacak. 4) İş yerinde laiklik ve Atatürkçülükle ilgili konuşmalar ve sohbetler yapılacak. 5) MİT ve Emniyet’te çalışanların eşleri evlerinde dahi başları açacak. 6) Cuma namazı kılmak yerine birim amirleriyle birlikte yemeğe gidilecek. Hocaefendi’nin kitapları kaldırılacak, hayırlı sabahlar bile denmeyecek. 7) Evlerde Gülen kitapları kaldırılacak. 8)Evin girişine görülebilecek bir yere Atatürk fotoğrafı asılacak. 9) işyerine giderken Sabah, Milliyet, Cumhuriyet gibi gazeteler alınacak. 10) Zaman gazetesi, Sızıntı, Aksiyon gibi dergilere başka isimlerle abone olunacak ev adresleri verilmeyecek. 11)Telefonda dini içerikli konuşmalar yapılmayacak. 12) Cuma namazı yerine birim amirleri ile yemeğe gidilecek. 13) Çöpten toplanan boş bira kutuları evden attığınız çöpün içine görür bir şekilde konulacak. 14)İşyerinde başka bir başka cemaat üyelerinin başı derde girdiğinde yardım edilmeyecek. 15) İşyerinde yaşanan sorun hemen imama bildirilecek. 16) Eşlerin başı açılacak ve amirleri görebileceği yerlere gidilecek. 17) Akademi ve polis okulu öğrencilerin dershanelere gönderilmeyecek pastanelerde buluşulacak. 18) Kurban kesilemeyecek, tüm kurban paraları imamlara verilecek. 19) İşyerinde laiklik ve Atatürk konuşmaları yapılacak. 20) MİT ve Emniyet’te çalışanların eşleri evlerinde de başını açacak ve evlerde kapıyı açan hanımların başı açık olacak.

15 Temmuz Devlet ve Millet’in birleştiği, kaynaştığı bir ‘milat’ olarak tarihe geçti. Çok şükür ki yıllardır özlenen tablo meydanlarda gerçeğe dönüştü. 15 Temmuz, işgalcilere karşı milletin, devletin yanında ayağa kalkarak tarihe ‘not’ düştüğü bir gündür. O yüzden 15 Temmuz bir darbe girişiminin, bir işgal teşebbüsünün engellendiği ve derdest edildiği bir gün olarak hafızalarımıza kazındı. 15 Temmuz asla unutulmamalıdır. Her an her saniye hafızalarımızda sıcak tutulmalıdır. Elbet ki 15 Temmuz Türkiye için bir MİLAT’tır.

Türkiye’yi 100 yıldır içerden ve dışarıdan abluka altında tutan emperyalist küresel güçler AK Parti İktidarı’nın Türkiye’yi 2023 hedefine taşımak için siyasi, ekonomik, teknolojik, askeri, istihbarı yönden tam bağımsız bir ülke yapma icraatlarından rahatsız oldular. Türkiye’nin bu yükselişini engellemek için akla-hayale gelmedik yollara başvurdular. Toplumsal kışkırtma, provokasyonlar ve terör örgütleri yoluyla her yolu denediler. Baktılar ki olmuyor bu sefer (ellerindeki son kozları olan) üçlü (PKK, IŞİD/DAEŞ ve FETÖ/PDY) terör örgütünü eşzamanlı hareket geçirdiler. PKK ve FETÖ/PDY örgütleri 40 yıl öncesinden, aleni (PKK) gizli (takiye mantığı ile!) FETÖ/PDY Türkiye’yi bölmek, parçalamak ve işgal etmek için kurulmuş eli kanlı örgütlerdir. Zaten Türkiye 100 yıla yakın batı güdümünde politikalar ile çok zor bir süreç geçirmiştir.

Milli ve ulvi değerlerimiz zedelenmiş, siyasilerimiz korkutulmuş, millet sindirilmiş, devlet dışa bağımlı bir hale getirilmişti! Emperyalist küresel balyoz Devlet ve Millet üzerinde hazır bekliyordu. En ufak bir milli uyanış, özedönüş, diriliş hareketi hemen bastırılıyor ve bertaraf ediliyordu. Devlet ve Millet olarak Menderes ve Özal dönemlerine şahit olduk. Bu ülke ancak milli ve ulvi değerlerle donanmış, milli benliğine (gerçek kimliğine ki özüne/mayasına) dönmek isteyen ‘kefenini giymiş’ bir liderle emperyalist küresel güçlerin kıskacından kurtulabilirdi. Allah(cc) bu millete böyle bir lider bağışladı. Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan bu milletin beklediği ve özlediği bir lider olduğunu kanıtladı. Böyle bir liderle bu millet devletiyle barıştı ve bütünleşti. Böyle bir liderle bu millet (şehitleri ve gazileriyle) FETÖ/PDY terör örgütünün 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni püskürttü. Elbet ki 15 Temmuz MİLAT olmalı.

Darbeler, muhtıralar, sağ-sol çatışmaları, ekonomik krizler, terör örgütleri, kışkırtmalar, provokasyonlar bile bu milletin birlik-beraberliğini yıllarca bozamamıştır. 15 Temmuz Darbe Girişimi ile bu MİLLET Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın ‘meydanlara çıkın’ sesine kulak vermiş siyasi parti ve ideolojik görüş gözetmeksizin meydanlarda darbecilerin uçaklarına, tanklarına karşı gövdesini siper edip devletinin yanında olmuştur. Bu gerçeği 15 Temmuz da gördük ve yaşadık. O yüzden 15 Temmuz elbet ki MİLAT olmalıdır.

Türkiye’yi Irak ve Suriye’ye çeviremeyen emperyalist küresel güçler, işgal hayaliyle 15 Temmuz 2016 tarihinde işbirlikçi taşeronları FETÖ/PDY terör örgütü ile Darbe Girişimi’nde bulundular!  FETÖ/PDY bu Darbe Girişimi’nin faturasını (milletin direnişi ile) çok ağır bir şekilde ödediler! Türkiye üzerindeki oyun bozuldu! Gerçek ortaya çıktı! Hatta 15 Temmuz Darbesi’nin perde arkasındaki ÜST AKIL da ortaya çıktı! Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan, bu üst akılı aleni bir şekilde açıkladı. Emperyalist küresel güçler, milletin büyük gücünü gördüler ve olağanüstü bir şok yaşadılar! Peki, tehlike geçmiş midir?! Hayır asla..! Asıl tehlike bundan sonra! Başarısız Darbe sonrası, yeni palanlarını icraata koyacaklar! Kışkırtmalar, provokasyonlar, suikastlar!..

Artık devletimizin ve milletimizin daha dikkatli olmak zorundaydı. Darbe ne kadar engellenmiş olsa da tehlike hâlâ geçmiş değildi. Devlet ve millet olarak bundan sonra neler yapabileceğimizin kararını vermeliydik.

Ne Selçuklu’da, ne Osmanlı’da ne de Cumhuriyet tarihinde böylesi bir ihanet görülmemiştir! Ne yazık ki 15 Temmuz (2016) akşamı Türkiye, FETÖ/PDY DARBE GİRİŞİMİ ile korkunç ihanetle karşılaşmıştır! Üç aşamalı darbe planının 17-25 Aralık YARGI/POLİS teşebbüsü ile başarısızlığa uğrayınca bu sefer ASKERİ DARBE girişiminde bulunulmuş ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın MİLLETİ  (darbeye karşı) meydanlara çağırmasıyla DARBE GİRİŞİMİ’nin önüne geçilmiştir!

Fethullahçı Terör örgütünün beli kırılmıştı. Eli-ayağı hareket edemez hale gelmişti. Yine de her an harekete geçebileceklerini, uyuyan hücrelerini uyandırabileceklerini, devletin ve milletin içindeki kripto hainlerinin teyakkuzda olduklarının bilinci içinde onlara karşı kesin önlemler alınmalıydı.

Din kisvesi altında, takiye mantığı ile her kılığa girerek her yolu mubah sayan, tam 40 yıldır devletin tüm kurumlarına sızarak büyük bir KUMPAS hazırlayan FETÖ/PDY bundan yine boş durmayacaklar sinsi bir şekilde her yoldan saldıracaklardı.

BİZ yıllar önce FETÖ/PDY tespit edip deşifre etmiştik. Fakat kimseyi inandırtamadık. E-Muhtıra’yı 3 gün öncesinden, 17 ve 25 Aralık Darbe Teşebbüslerini 11 gün öncesinden öğrendik ve devleti sessizce haberdar ettik. Yine olmadı..! Ergenekon, Çözüm, Oslo süreçlerinde (hata yaptıklarını söyleyerek) devleti sürekli uyarmıştık. Fakat kötü olan hep BİZ olduk! Bilhassa CHP, MHP ve AK Parti’yle ilgili kaset uyarılarımız çok önemliydi! Yine kimse inanmamıştı! Bu yüzden de adımız kahine, müneccime ve her şeyi bilen adama çıkmıştı.

Yine yıllar önce asıl tehlikenin asker içinden geleceğini yazmıştık! Asker içinden derken (TSK değil!) TSK’ya sızmış bu teröristlerin günü geldiğinde darbe teşebbüsünde bulunabileceğini demek istiyorum. Elbet ki bildiğimiz çok şey vardı! Elbet ki bildiklerimizi sürekli gündeme getiriyorduk. Elbette ki devletimizi sürekli uyarıyorduk. Fakat bizi ne dinlediler, ne anladılar ne de ciddiye aldılar. Hayal dediler, komplo teori dediler, atıyor/uçuyor dediler! Olabilecekleri önceden tahmin edip yazdığımız için suçluyduk! Keşke tahminlerimizde yanılmış olsaydık da o zaman suçlansaydık gam yemezdik.

15 Temmuz’dan bu yana ne kadar milyonlar meydanlarda NÖBET bekler olsa da, ne kadar DARBE engellendi dense de, ne kadar (bundan sonra artık) DARBE olmaz dense de BİZ diyoruz ki ASIL TEHLİKE bundan sonra! Sebebine gelince: Darbeye kalkışan FETÖ/PDY sayısı 100 bin! Peki, bugüne kadar yakalanan, tutuklanan 10 bin bile olmadı! 90 bin FETÖ/PDY hainleri hâlâ devletin ve milletin içinde! Asıl sorun 100 bin FETÖ/PDY hainini bulup deşifre etmek ve etkisiz hale getirmekte… Bu konuda (FETÖ/PDY’nin kökünü devletin ve milletin içinden kazımak için) devletimize (denizde damla) bir nebze katkıda bulunmak ve gözden kaçan birkaç önemli hususu izah etmek için asıl şifreyi vermek istiyoruz.

FETÖ/PYD hainlerini deşifre etmek ve kökünü kazımak için kurumlar içindeki resmilere emir veren ABİLER tespit edilmeli! ABİLER deşifre edilirse FETÖ/PDY örgütünün beli kırılır. Şu andaki operasyonlarda yakalananların içindeki ‘kilit isimler’ etkin itirafçı yapılırsa bir adım atılabilir ve arkası gelir. Kısaca SİVİLLER diyorum! ABİLER ve ABLALAR!  Bunların da üç sacayağı vardır. İş Adamları, Öğretmenler ve ABLALAR! Sihirli değnek ABLALARIN elinde! Ablalar içinde ÖĞRETMENLER! Şimdi soruyorum 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası kaç ABLA göz altına alınmıştır?! İşte FETÖ/PDY hainlerinin en büyük takiyesi ABLALAR!  Hele devlet bir de ABLALARI almaya başlasın, FETÖ/PDY hainleri çorap söküğü gibi çözülür! Ve bu iş Fethullah Gülen şerefsizi ile bitmiyor! Asıl ona emreden ÜST AKIL! Bu ÜST AKIL’ı devlet ve millet olarak hepimiz biliyoruz! İşte asıl sorun da bu ya!..

Fethullahçı Terör Örgütü’nün kılcal damarlarına girilmeden, asıl kripto olan yaşayan hücreleri tespit edilmeden, siyasi ayağındaki tepedeki profesyonel akıl hocaları deşifre edilmeden bu mücadele asla bitmiş sayılmaz.

Dini alet ederek yıllarca devletin ve milletin içinde örümcek ağı oluşturmuş olan böylesi bir terör örgütün psikolojik yapısı da çok önemlidir. Bireysel, grupsal ve kitlesel psikolojik yapısı da ortaya çıkarılmalıdır. Ki ana gövdenin kriptolarına ulaşmak için ipuçları elde edilsin. Aynı zamanda uluslararası bağlantılarında rol oynayan siyasi, sivil ve bürokrat uzantıları üzerinde de gidilmelidir. Fethullahçı Terör Örgütü’nün Türkiye’deki bütün siyasi partilerde uzantılarının olduğunu hepimiz az-çok bilmekteyiz. İşte bu uzantılarını ortaya çıkarmak için devlet ve millet olarak her şey seferber edilmelidir. Geçi omurgası kırıldı. Terör örgütü can çekişiyor. Fakat asıl tehlike yurt dışındaki hareket halindeki yapısı üzerine gitmek gerekir. Bu da uluslararası ilişkilerde Fethullahçı Terör Örgütü mensuplarını destekleyen, koruyan, saklayan ülkelere karşı siyasi baskı uygulamaktan geçer. ABD dahil bütün Avrupa ülkeleri Fethullahçı Terör Örgütü’ne hamilik yapmaktadır. Türkiye sürekli olarak bu konuyu gündeme getirse de bu ülkelerin umurunda değildir. İşte bu nedenle Türkiye kim dost kim düşman tespit edip ilişkileri yeniden gözden geçirmelidir. Bu örgütün beli kırıldı, can damarı kesildi, ekonomik finans kaynakları kurutuldu, bütün elebaşları tutuklandı vs. gibi birçok hususa güvenerek mücadele asla sonlandırılmamalı tam aksine aynı dinamikle devam ettirilmelidir.

15 TEMMUZ SÜRECİ İÇİNDE CUMHURBAŞKANI R. TAYYİP ERDOĞAN’IN TARİHİ KONUŞMASI

“Aziz milletim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm vatandaşları, gönlü ve gözü ülkemizle beraber olan dünyadaki tüm dostlarımız, kardeşlerimiz, sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, şükranla selamlıyorum.

15 Temmuz’da bu teşebbüsler silahlı darbe girişimi hâlini alarak, hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın Türkiye’nin farklı mahiyette bir terör saldırısıyla karşı karşıya olduğunu ortaya koymuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emir komuta zinciri dışında, çeşitli sınıflardan ve rütbelerden, Fethullahçı Terör Örgütü üyesi bir grup askerin başlattığı bu darbe girişimi, sınırlı ama ellerindeki silahların gücü sebebiyle tehlikeli bir boyutta cereyan etmiştir.

Milletimizi, ülkesini, vatanını, milletini seven herkesi meydanlara çıkmaya, devletini ve demokrasisini sahiplenmeye davet ettik. Hemen arkasından da, tüm tehditlere ve tehlikelere rağmen İstanbul’a hareket ederek, milletimle birlikte darbecilere karşı kararlı duruşumuzu ortaya koyduk. Milletimizin ülkesine ve iradesine kararlı bir şekilde sahip çıkması karşısında, darbecilerin ne silahları, ne tankları, ne helikopterleri, ne uçakları işe yaramamıştır. Onların tankları topları uçakları varsa, ben buna inanıyordum: Sokaklardaki o milyonlarca vatandaşımın imanı vardı. Emirleri komutanlarından almayan, millete ve devlete hizmet etmek yerine iradelerini Fethullahçı terör örgütünün başına teslim eden şer çetesi mensuplarının teşebbüsleri, milletin iradesi, tüm kurumlarıyla devletin kararlılığı karşısında başarısız olmuştur.

Ama milletimiz, üzerine açılan ateşlere, atılan bombalara, yöneltilen tehditlere, gözlerinin önünde vurulan insanlara rağmen asla geri adım atmamış, meydanı darbecilere bırakmamıştır. Milletimiz, Emniyet Teşkilatımızın mensuplarıyla ve darbecilere karşı harekete geçen Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla el ele vererek, bu darbe girişimine karşı tarihî bir duruş sergilemiştir. Tankların etkisiz hâle getirilmesi başta olmak üzere, asker görünümlü teröristler karşısındaki dik duruşlarıyla memleketine ve geleceğine sahip çıkan milletimiz, gece boyunca sayısız kahramanlık destanları yazmıştır. Bıyıkları henüz terlememiş gençlerden, 70 yaşındaki ihtiyarlara, işçisinden patronuna, köylüsünden şehirlisine kadar milletimizin tüm fertleri parti, meşrep, siyasi görüş farkı gözetmeksizin darbeciler karşısında tek vücut olduk. Darbe teşebbüssünde bulanan hainlerin karşısına dikilen vatandaşlarımız önlerinde arkalarında, sağlarında sollarında onlarca kişi vurularak yaralanmasına, şehit olmasına rağmen sabaha kadar yerlerini terk etmemişlerdir.

Bu bakımdan, 15 Temmuz darbe girişimi, milletin darbe heveslilerine verdiği bir büyük ders olarak, bu milletin şanlı tarihindeki yerini alacak ve hiçbir zaman hatırımızdan çıkmayacaktır

Genelkurmay Başkanımızı, Kuvvet Komutanlarımızı, pek çok subayımızı silah zoruyla rehin alan ve görev yapamaz hale getiren bu örgüt mensupları, üzerlerindeki üniformanın izzetine ve şerefine gölge düşüren teröristlerdir. Üzerlerinde üniforma olması, bu teröristlerin gerçekten bir ihanet çetesinin mensupları olduğu gerçeğini asla değiştirmez. Tıpkı üzerlerindeki üniformaya ve cübbeye rağmen aynı ihanet çetesine hizmet eden hâkimler, savcılar, emniyet mensupları gibi, diğer kurumlardaki benzer kişiler gibi, ordumuz içinden de hainler çıkabilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Mehmetçiklerimiz, bizim gözbebeğimizdir.

Bu darbe girişimi vesilesiyle, ülkemizin her kurumu gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerimize de sirayet etmiş olan bu kanser hücreleri süratle temizlenecektir. Esasen, bu temizliğin hazırlıkları zaten başlatılmıştı. Bugüne kadar, haksız yere kimseyi mağdur etmeme anlayışıyla, hukuk devleti titizliğiyle yürütülen çalışmaları zafiyet sanan terör örgütü üyeleri, bu girişimle, kendilerini alenen ortaya çıkarmışlar ve bir anlamda işimizi kolaylaştırmışlardır.

Yargı ve emniyet teşkilatı başta olmak üzere, diğer kurumlarda zaten yürütülmekte olan çalışmalar, bu gelişmenin ardından hızlandırılmıştır. Bir örümcek ağı gibi, hepsi aynı merkeze bağlı pek çok kanaldan oluşan bu terör örgütünün artık gizlenecek, saklanacak, takiyye yapacak durumu kalmamıştır. Dolayısıyla, 15 Temmuz darbe girişiminden hareketle Mehmetçiğimizi zan altında bırakacak, ona zarar verecek hiçbir hareketi, hiçbir ithamı asla kabul etmiyoruz.

Çoğu da yalan-yanlış olan birtakım görüntülerden hareketle, 15 Temmuz darbe girişimini meşrulaştırmaya, üniformalı teröristleri ve onların arkalarındaki güçleri mağdur göstermeye çalışanlar sadece ve sadece darbe destekçileridir. Türkiye, 15 Temmuz’da, hiçbir istisnası, hiçbir izahı, hiçbir farklı açıklaması olmayan bir yol ayrımıyla karşı karşıya kalmıştır.

Bir tarafta, Fethullahçı Terör Örgütü mensupları ve onları destekleyenlerin ülkemizi, milletimizi, geleceğimizi teslim almaya yönelik girişimi vardır. Diğer tarafta ise iradesine, demokrasisine, istiklaline ve istikbaline, canı pahasına sahip çıkan bir millet vardır.

Darbe teşebbüsçüleriyle millet arasında gri bir alan oluşturmaya çalışanlar ise, hükmen terör örgütü mensubudur; çünkü ortada böyle tereddütlü bir alan yoktur. Yapılan teşebbüsün adı vatana ihanettir. Dünyanın her yerinde vatana ihanetin cezası ne ise, bu terör örgütü mensupları da aynı cezaya maruz kalacaklardır.

15 Temmuz gecesinden itibaren, Türkiye’nin tüm şehirlerinde, meydanlarında, sokaklarında, her partiden, her görüşten, her hayat biçiminden vatandaşlarımız, iradesine, demokrasisine, geleceğine sahip çıkmak için, aynı duyguyla, aynı heyecanla, aynı kararlılıkla bir araya gelmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, tüm siyasi partilerin ortak imzasıyla, tek yürek, tek vücut olarak darbe teşebbüsüne karşı millî iradeye sahip çıkılmıştır. Kendisini bu ülkenin bir ferdi, bu milletin bir evladı olarak hisseden herkes, bu darbe girişiminin karşısında yer almıştır.

1960 darbesinde Menderes ve arkadaşlarına, 1980 darbesinde “bir sağdan, bir soldan” anlayışıyla darağaçlarına gönderilen gençlerine sahip çıkamamanın yıllardır acısını yaşayan milletimiz, 15 Temmuz 2016’da bu gidişe ‘dur’ demiştir. Ülkemiz tarihinde ilk defa, bu çapta bir silahlı darbe teşebbüsü, bizzat millet tarafından engellenmiştir. Türkiye, demokrasi ve hukuk devletine olan bağlılığın, sadece yazıda, sadece sözde kalmayan, gerektiğinde vatandaşlarının canı pahasına bu değerlerin hayata geçirildiği bir ülke olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

5 Temmuz şanlı direnişi, bu muhteşem tarihin en başında yerini alacaktır. Milletimizin, bu üniformalı teröristlerin elindeki silah ve tank namlularının, uçak ve helikopter bombalarının karşısında gösterdiği dik duruşun nesiller boyunca takdirle anlatılacağına inanıyorum. Darbe teşebbüsünün ortaya çıkışı ve yaptığım çağrıyla birlikte meydanlara, sokaklara çıkan vatandaşlarımın her birine şükranlarımı sunuyorum. Tankların önüne kendini siper edip hedeflerine ulaşmalarını engelleyen, bunun için hayatını riske atan, yaralanan, şehit olan her bir vatandaşımız için ne desek minnettarlığımızı ifade edemeyiz. Sokağa çıkma imkânı bulamayıp da, sabaha kadar evinde duasıyla, yüreğiyle, gözyaşıyla darbe teşebbüscülerine buğz eden vatandaşlarımın her birine teşekkür ediyorum.

Geçmişteki darbelerin ve darbe teşebbüslerinin aksine, 15 Temmuz darbe girişimine karşı tepkisini süratle ortaya koyan, yayınladıkları bildiriyle temsil ettikleri milletin şerefine, onuruna, haysiyetine sahip çıkan milletvekillerimizin her birini tebrik ediyorum. Siyasi partilerimizin Genel Başkanlarına, olması gerektiği gibi, demokrasinin, millî iradenin safında güçlü bir duruş sergiledikleri için şükranlarımı sunuyorum. Siyaset kurumu, 15 Temmuz’daki duruşuyla onuruna sahip çıkmıştır. İş makinalarını, otobüslerini, ellerindeki tüm araç ve gereci darbe girişimini engellemek için sahaya süren belediyelerimize, kurumlarımıza, şahsi araçlarını aynı amaçla kullanan vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Darbe teşebbüsünde bulunan ihanet çetesinin ilk hedefi, kendilerine müdahale etme potansiyeli gördükleri Emniyet Teşkilatımızın kritik birimleriydi. Gölbaşı’ndaki Özel Harekât Daire Başkanlığımızı uçakla bombalayıp, kahraman polislerimizi şehit ettiler. Ankara Emniyet Müdürlüğü binasını aynı şekilde bombaladılar. İstanbul Emniyet Müdürlüğümüze saldırmaya çalıştılar. Buna rağmen polislerimiz büyük bir fedakârlıkla, Türkiye’nin her yerinde görevlerinin başından bir an olsun ayrılmadılar. Ellerindeki tüm imkânları kullanarak, milletimizle birlikte ihanet çetesi mensuplarının girişimini boşa çıkartmak için çalıştılar. Bu darbe girişiminin başarısızlığa uğramasında büyük katkısı olan Emniyet Teşkilatımızın her bir mensubuna en kalbi şükranlarımı sunuyorum.

Medyamızın neredeyse tamamı darbecilerin karşısında yer almış, demokrasinin ve millî iradenin safında net bir tavır sergilemişlerdir. Silah tehdidine rağmen darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütü mensupları karşısında son derece net ve sağlam bir duruş sergileyen medya mensuplarımızın her birini şahsım ve milletim adına tebrik ediyorum.

Elbette en önemli teşekkürlerden birini, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, darbe teşebbüsüne karşı çıkan, emirlerindeki kuvvetleri bu alçak girişimin dışında tutan komutanlarımız ile baskılara rağmen bu ihanete ortak olmayan askerlerimiz hak ediyor. Herhangi bir örgütün veya şahsın esiri değil, milletin ordusunun mensupları olduklarını gösteren tüm subaylarımıza, askerlerimize şükranlarımı sunuyorum. Bu süreçte, gerek bizzat arayarak, gerek mesaj göndererek, gerek medyaya açıklama yaparak Türkiye’deki meşru yönetime destek veren ülkelere, devlet ve hükümet başkanlarına dost ve kardeş toplumlara da teşekkürlerimi ifade ediyorum

Millet olarak, Anadolu coğrafyasındaki bin yıllık varlığımız boyunca, bu tür sayısız tehditle, saldırıyla, teşebbüsle karşı karşıya kaldık. 100 yıl önce, artık ayağa kalkamaz denilen milletimizin Çanakkale’deki, Kutü’l Amare’deki şahlanışından aldığımız güçle İstiklal Harbimizi verdik ve başarıya ulaştırdık. Cumhuriyet tarihi boyunca da ülkemize ve milletimize yönelik saldırılar, tuzaklar, ihanetler durmadı, hep devam etti. Türkiye ne zaman bir hamle yapacak olsa, darbeyle, cuntayla, ekonomik, siyasi, sosyal krizlerle önü, gücü, takati kesilmeye çalışıldı.

Ülkemiz, geçtiğimiz 14 yılda elde ettiği istikrar ve güven ortamı sayesinde ekonomik dengelerden yatırımlara, savunma sanayinden ihracata kadar her alanda yeni bir şahlanış dönemine girdi. Bölgesinde ve dünyada söz sahibi olmaya başlayan, sesi gittikçe daha gür çıkan Türkiye fotoğrafının birilerini çok rahatsız ettiğini biliyoruz. Şunu da çok iyi biliyoruz ki, ülkemizde faaliyet gösteren tüm terör örgütleri ki buna Fethullahçı Terör Örgütü de dahildir. Proje ürünüdür ve belli amaçlarla üzerimize salınmıştır. Bu topraklarda, kendi milletinin üzerine tankla, uçakla, helikopterle saldıracak alçaklar asla yetişmez. Bunların hepsi, uzun yıllar boyunca, sinsi bir planın parçası olarak özel olarak yetiştirilmiş, eğitilmiş, beyinleri iğfal edilmiş mankurtlardır. Gözleri olup görmeyen, kulakları olup işitmeyen, dilleri olup konuşmayan bu insanlara ne anlatsanız boş..

Tıpkı diğer terör örgütlerine sempati duyan vatandaşlarımız gibi, bunların da gözlerini açıp gerçekleri görmeleri, kulaklarını açıp hakikatleri duymaları, dillerini çözüp doğruyu ikrar etmeleri için sabırlı ve sağduyulu bir çaba içinde olduk. Hatta hatta ‘tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanettir.

Bu ilkeler etrafında bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız. Önümüzde başka bir yol, başka bir alternatif, başka bir seçenek yoktur. Türkiye’nin demokrasiden, hukuk devletinden, temel hak ve özgürlüklerin güvence altında olduğu bir sistemden başka alternatifi yoktur, gidecek başka yolu yoktur.

Açık konuşuyorum: Birliğini, beraberliğini, kardeşliğini güçlü tutan bir Türkiye’de huzurun, istikrarın, kalkınmanın önünde hiçbir engel olamaz. Geçmişte, millete rağmen milleti idare etme anlayışının bedelini, çok ağır şekilde ödedik. Artık kimsenin, hangi söylemle ve hangi amaçla olursa olsun, milletimize bedel ödetmeye hakkı yoktur.

15 Temmuz darbe girişiminin sebeplerinden birinin de bu tablo olduğundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ekonominin tüm kurumlarından, tüm aktörlerinden, tüm milletimden rica ediyorum. Paralel ihanet çetesinin başarısız darbe girişiminin bu olumlu tabloyu bozmasına kesinlikle izin vermeyelim. Bölgesindeki ve tüm dünyadaki mağdurların ve mazlumların ümidi olan Türkiye’nin dimdik ayakta durması, bununla kalmayıp sürekli güçlenmesi, 79 milyon vatandaşımızla birlikte, yüzlerce milyon insanın beklentisidir. Bu kardeşlerimizi boynu bükük, kalbi kırık bırakamayız. Ellerini ovuşturarak Türkiye’nin sıkıntıya düşmesini, diz çökmesini, pes etmesini bekleyenleri bugüne kadar sevindirmedik, yarın da sevindirmeyeceğiz. Rabbim yar ve yardımcımız olsun. Rabbim bu milleti, bu ülkeyi ilelebet korusun, muhafaza etsin. Tekrar tüm şehitlerimiz Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralılarımıza Allah’tan şifalar temenni ediyorum. İnşallah birliğimiz daim olsun. Sağlıcakla kalın.”

Elbet Ki 15 Temmuz MİLAT Olmalı: Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde 15 Temmuz Şehitleri’ni Anma Programı’nda Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz’u MİLAT olarak kabul edilmesi konusunda vermiş olduğu mesaj çok önemliydi. 15 Temmuz Devlet ve Millet’in birleştiği, kaynaştığı bir ‘milat’ olarak tarihe geçti. Çok şükür ki yıllardır özlenen tablo meydanlarda gerçeğe dönüştü. 15 Temmuz, işgalcilere karşı milletin, devletin yanında ayağa kalkarak tarihe ‘not’ düştüğü bir gündür. O yüzden 15 Temmuz bir darbe girişiminin, bir işgal teşebbüsünün engellendiği ve derdest edildiği bir gün olarak hafızalarımıza kazındı. 15 Temmuz asla unutulmamalıdır. Her an her saniye hafızalarımızda sıcak tutulmalıdır. Elbet ki 15 Temmuz Türkiye için bir MİLAT’tır.

Türkiye’yi 100 yıldır içerden ve dışarıdan abluka altında tutan emperyalist küresel güçler AK Parti İktidarının Türkiye’yi 2023 hedefine taşımak için siyasi, ekonomik, teknolojik, askeri, istihbarı yönden tam bağımsız bir ülke yapma icraatlarından rahatsız oldular. Türkiye’nin bu yükselişini engellemek için akla-hayale gelmedik yollara başvurdular. Toplumsal kışkırtma, provokasyonlar ve terör örgütleri yoluyla her yolu denediler. Baktılar ki olmuyor bu sefer (ellerindeki son kozları olan) üçlü (PKK, IŞİD/DAEŞ ve FETÖ/PDY) terör örgütünü eşzamanlı hareket geçirdiler. PKK ve FETÖ/PDY örgütleri 40 yıl öncesinden, aleni (PKK) gizli (takiye mantığı ile!) FETÖ/PDY Türkiye’yi bölmek, parçalamak ve işgal etmek için kurulmuş eli kanlı örgütlerdir. Zaten Türkiye 100 yıla yakın batı güdümünde politikalar ile çok zor bir süreç geçirmiştir. Milli ve ulvi değerlerimiz zedelenmiş, siyasilerimiz korkutulmuş, millet sindirilmiş, devlet dışa bağımlı bir hale getirilmişti! Emperyalist küresel balyoz Devlet ve Millet üzerinde hazır bekliyordu! En ufak bir milli uyanış, özedönüş, diriliş hareketi hemen bastırılıyor ve bertaraf ediliyordu. Devlet ve Millet olarak Menderes ve Özal dönemlerine şahit olduk. Bu ülke ancak milli ve ulvi değerlerle donanmış, milli benliğine (gerçek kimliğine ki özüne/mayasına) dönmek isteyen ‘kefenini giymiş’ bir liderle emperyalist küresel güçlerin kıskacından kurtulabilirdi. Allah(cc) bu millete böyle bir lider bağışladı. Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan bu milletin beklediği ve özlediği bir lider olduğunu kanıtladı. Böyle bir liderle bu millet devletiyle barıştı ve bütünleşti. Böyle bir liderle bu millet (şehitleri ve gazileriyle) FETÖ/PDY terör örgütünün 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni püskürttü. Elbet ki 15 Temmuz MİLAT olmalı.

Darbeler, muhtıralar, sağ-sol çatışmaları, ekonomik krizler, terör örgütleri, kışkırtmalar, provokasyonlar bile bu milletin birlik-beraberliğini yıllarca bozamamıştır. 15 Temmuz Darbe Girişimi ile bu MİLLET Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın ‘meydanlara çıkın’ sesine kulak vermiş siyasi parti ve ideolojik görüş gözetmeksizin meydanlarda darbecilerin uçaklarına, tanklarına karşı gövdesini siper edip devletinin yanında olmuştur. Bu gerçeği 15 Temmuz da gördük ve yaşadık. O yüzden 15 Temmuz elbet ki MİLAT olmalıdır.

Türkiye’yi Irak ve Suriye’ye çeviremeyen emperyalist küresel güçler, işgal hayaliyle 15 Temmuz 2016 tarihinde işbirlikçi taşeronları FETÖ/PDY terör örgütü ile Darbe Girişimi’nde bulundular!  FETÖ/PDY bu Darbe Girişimi’nin faturasını (milletin direnişi ile) çok ağır bir şekilde ödediler! Türkiye üzerindeki oyun bozuldu! Gerçek ortaya çıktı! Hatta 15 Temmuz Darbesi’nin perde arkasındaki ÜST AKIL da ortaya çıktı! Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan, bu üst akılı aleni bir şekilde açıkladı. Emperyalist küresel güçler, milletin büyük gücünü gördüler ve olağanüstü bir şok yaşadılar! Peki, tehlike geçmiş midir?! Hayır asla..! Asıl tehlike bundan sonra! Başarısız Darbe sonrası, yeni palanlarını icraata koyacaklar! Kışkırtmalar, provokasyonlar, suikastlar!..

15 TEMMUZ ASLA UNUTULMAMALI: 15 Temmuz 2016 FETÖ Askeri Darbesi’nin üzerinden iki yıl geçti. Fakat 15 Temmuz unutulmadı ve asla da unutulmayacak. Tekrar benzer darbelerin yaşanmaması için 15 Temmuz milletimizin zihninde sürekli olarak yaşatılmalıdır. 15 Temmuz şehitlerimiz ve gazilerimizin isimleri yine tarih sayfalarına altın harflerle yazılmalıdır. 15 Temmuz her yıl anılmalıdır. Çünkü 15 Temmuz bu milletin tarihte olduğu gibi günümüzde de yazmış olduğu bir destandır. Aynı zamanda 15 Temmuz birlik-beraberliği, zor zamanlarda dayanışmanın, kaynaşmanın ve her türlü saldırıya karşı millet olarak direnişin bir Demokrasi zaferidir. O yüzden 15 Temmuz asla unutulmamalıdır. Devletin ve milletin hafızasından hiçbir zaman çıkmamalıdır. Ki bu devlet ve bu millet ebedi yaşasın…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER