Birçok vesileyle hepimiz karşılaşıyoruzdur. Bir “normal yurdum insànı” kardeşimizle azıcık muhabbet etsek, ilk sorusu malûmdur:
“Memleket neresi?” Bendeniz bu suali pek sevmem ve cevabım genellikle “Türkiye” olur. Tàbi muhabbet ettiğim kişi de şaşırır kalır…
Sebep? Bu halkı iyi tanıyanlar sebebi hemen söylemişlerdir bile ama ben bilmeyen azınlık için söyleyim: Bu millet toptan hemşehricidir!
Hemşehricilik Türkiye için fevkalâde önemli bir sosyolojik gerçeklik. Adam iş yerine birini alacaksa, onun ehliyet ve liyakatinden önce memleketini (!) sorar. Biraz yeteneksiz de olsa hemşehrisi ise tercih eder.
İşte bu hemşehriciler mahvetti ülkeyi. Yalnız ülkeyi mi, her güzel şeyin de içine ettiler. Bazı işlerde bakıyorsunuz meselâ o işyerinin sahibi hangi şehirden yahut ilçeden ise çalışanların neredeyse tamamı da oradan!
İstanbul’u bugünkü yaşanmaz haline bile önemli ölçüde bu hemşehricilik getirmiştir. Önce Sivas’lılarla başladı iş, sonra Gümüşhane, Bayburt, Kastamonu… ve böyle uzadı gitti. Öyle ki şehirlerin değil bazı ilçelerin bile elliye yakın derneği var İstanbul’da.
Her dernek kendi memleketlisini getirdi İstanbul’a. Tàbi gelenlere iş de ayarlanıyordu. Derken İstanbul B. B’si de bu durumun icabını yapmaya başladı. Yeni yerleşim alanları açıldı artan nüfus için. Müteahitler (hasseten Karadeniz il ve ilçelerinden gelenler) çirkin de olsa İstanbul’u bina cehennemine çevirdiler…
2000’li yılların başında ucube (gökdelen) beton yapılarla çirkinleştirilmiş nüfus artışı sinsi bir hainlikle arttırılarak yaşanmaz hale getirilmiş zavallı şehr’istanbul’un birçok yerinde; billboardlara kimi ünlülerin pişmiş kelle gibi sırıtık (!) fotoğraflarıyla “Ben İstanbulluyum” yazmıştık…
Anadolu’dan aldığı devasa göçle yerlisinin neredeyse hiç kalmadığı metropole hikmeti kendilerinden menkul bir «aidiyet» bilinci vermek istiyorlardı. (Sene 2003, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu proje için tam dörtmilyon yüz bin (4.100.000 $) dolar, bugünün parasıyla yaklaşık 60 milyon ŧ üzerinde bütçe ayırmıştı…)
Hikmeti kendilerinden menkul «aidiyet» bilinci dedim de aslında hikmetini galiba biraz biliyorum. Belediye gûya İstanbul aidiyeti göstermelik işiyle; sorumluluk sahibi, şehri güzelleştirmek isteyen İstanbul’lular istiyoruz demek istiyordu zahiren. Fakat işin aslı başkaydı tàbi.
Zerre miskal samimi olsalardı, şehri en ziyâde çirkinleştiren ucube gökdelenlere izin vermez, şehrin insàn çekimini (Anadolu’dan nüfus göçünü) de durdurmaya çalışır, yeşil alanları ucubelerle katleden imar izinlerini vermez, hakikaten İstanbulsever olduklarını göstermiş olurlardı.
Muhterem okurlarım, siz siz olun hemşehriciliği asla benimsemeyin. Yahudi dininde yabancıya kız verilmez. Bunun gibi bir akılsızlıktır hemşehricilik. Ne liyakat bırakır piyasada ne ehliyet.
− Vay hemşehrim, hoşgelmişsin. Geç şöyle toprağına kurban.
Be adam o kadar seviyordun o toprağı da neden geldin İstanbul’a (veya Ankara yahut İzmir’e)?
Millet olarak çok bozulduk. Bendeniz bu yazıyla bozulma nedenlerinden yalnız bir tanesini (ama çok başat ve önemli birini) dile getirmek istedim.
* * *
Başkentpostası’nda yazmaya başlayan Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu beyefendiye bendeniz de hoşgeldiniz demek istiyorum. Allah nice güzel yazısıyla bizi ve okurlarını müstefid etmeyi nasib etsin. 11.03.2022
YORUMLAR