Yılları devrettiren mevsimlerin kemale ermeye yüz tuttuğu aylar, bizi mecburi bir gidişe hazırlıyor. Zevale yolculuğun başlaması, tıpkı ağaç dallarını saran kar tanecikleri gibi ağaran saçlar ve bedenin eski gücünü koruyamaması bir göç habercisi değil midir? “Tam da alışmıştık sevgiliye, sevilesi olanlara ve nimetleri bol olan şu koca dünyaya. Ayrılığın sırası mı” dedirtiyor insana bu göç zamanı. Oysa her şey daha dün gibi. Bir ilkbahar kadar taze, ihtişamlı ve duygu doludur. Akıp giden zaman durmadan mecburi bir gidişi dayatıyor. Ama er ama geç! Muhakkak başımıza gelecek, kaçışı olmayan bir son göç ile karşılaşmamız. Zaten hep göç etmiyor muyuz durup dinlenmeden?
İnsan olarak evrelerimizi tamamlarken her yeni gün bir göçün habercisi oluyor. Her geçen gün ve an yeni göçlerin gerçekleştiğine şahitlik ediyoruz. Yeni yaşımız bir göç, yeni dönemlerimiz bir hicret, her göç ise bir ayrılığa gebe. Bizden göçüp geçenler için de bizim göçüşlerimiz de bu ayrılıktan bağımsız kalamıyor çünkü. Lakin öyle gönüllü gerçekleşmiyor bu göçüşler. Hepsi de ayrı bir sancı ve zorakilik barındırıyor bünyesinde…
Neler ve kimler göçmedi ki hayatımızdan? Dedeler, nineler, anne ve babalar, kardeşler. Nice dost ve arkadaşlar. Dünya ve ahiretimizin sarsılmaz dost ve sevgilileri. Aşkla bağlandıklarımız göçünce uzaklara, dünyanın gamını insanların vefasızlığını, sözünün eri olmadıklarını anladık bizlerde. Hele mana erlerinden bir gönül sultanı ise göçle uğurladığınız kocaman bir boşluktur içinize oturan. Hayatın anlamsızlığı, çabalarınız, dünyanın lüzumsuzluğu bir hakikat olarak yüzünüze tüm soğukluğu ile çarpıyor…
Evet, bu ayrılıklarımızın kimisi çok güç oldu. Kimisi çok güç verdi. Güç kaybettik göç verince, güçlendik kimisine göç edince. Ne duygular uğurladık hayatımızdan, rızasız ve buruk kıvranışlar eşliğinde. Ne dostları ve sevdiklerimizi yolcu ettik arkalarından sessiz nidalar ve nemli bakışlarla. Hicranlı ayrılışlara tanıklık ettik her göçle birlikte. Arkalarından el salladıklarımız da oldu, bir vedayı yapamadıklarımız da. Ânın içinden geçerken bu zaman tüneli bir daha geriye yürümeyecek. Her saniye bizden ömrümüzü çalıp bir yerlere götürüyor. Yaşımız bir noktaya dayandığında zevklerimizle birlikte bakış açılarımızda değişiyor. Sanki hayallerimiz ömür defterinden bir bir silinip gidiyor. Geriye dönüp baktığımızda ise yaşanan mazimiz bir rüya kadar kısa ve bir o kadar yalanmış gibi geliyor. O koca koca ümitleri sığdırdığımız yıllar bir bulut kadar hafif ve anlamını yitirmişçesine bize uzaktan bakıyor. İşte o dem insan bir muhasebeye giriyor; “keşke yeniden ve yenilenerek yaşayabilseydim geçmişi” diyor…
Nekahet dönemine girmeye çeyrek kala bir zaman. “Artık uzun ve zorlu yolculuk vakti, toplanmaya başlayın” diye ihtarını yaptığı zamana denk düşüyor, kırılan umutlarımız! Bir göç mevsimi yolculuğa çıkacaklar için. Bu yönüyle baktığınızda; biraz mahzuniyet, biraz mahkûmiyet, biraz mecburiyet az da mahcubiyettir. Hatta belki de meczubiyettir bu göç yolculuğu. Bir tenhalık ve yalnızlık zamanı… Kafası dolular ve yorgunlar için dinlenme imkânı mı dersiniz, yoksa bir acizlik ifadesi midir bu mevsim. Çünkü fazla tercih şansı bırakmaz size. Şartlar ve gidişat belirler istikametin neresi olduğunu. Bir seçim yapma imkânınız da yoktur çoğu zaman…
Öyle ise güzel ve doğru yaşayıp, bunu hak edecek izler bırakmalıyız. Göçle finali taçlandırırken sonumuzun hayırlı olmasını diliyorum.
YORUMLAR