Bertrand Russell, «Aylaklığa Övgü» kitabında, “Tatlı bir yalan söylersen on kişi seni alkışlar. Acı bir gerçek söylersen sekiz kişi saldırır; iki kişi sorgulamaya başlar. O iki kişiye selâm olsun!” demiş.
Demek ki tüm mütefekkirlerin vaziyeti (akıbeti) aynı. Hayatta iken kıymeti bilinmez, ölünce “ne adamdı” edebiyatı yapılır arkalarından.
Hep yazdım, gerçekler acıdır ve acıtır. Gerçeği kendine bile söylesen itiraz eder nefsin… O hâlde biraz daha düşünmeli insanları suçlamadan.
Evet, belki iki üç kişi hariç herkes saldırır gerçeği söyleyene. Yàni «dost acı söyler»deki dosta… O iki üç kişiye gerçekten de selâm olsun. Çünkü onlar ya veliyullahtan ya da hidayetlerine ramak kalmışlardandır.
Elbette her insanın ardı sıra iyi de kötü de söylenecektir. Allah’ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bile kurtulamamış bundan. Biz kim oluyoruz?
Ardımızdan konuşsunlar, iyi veya kötü desinler, hiç mühim değil. Zira hakkımızdaki nihaî kararı onlar değil, Allah (c.c) verecek. Rûz-i mahşer’de hüküm yalnızca Allah’ındır.
Bendenizin itiraz ettiği nokta başka. Yahu o kadar yazıyoruz, çiziyoruz. Onca emek veriyor yüzlerce, belki binlerce tahlil yapıyoruz. Hiç mi kayda değer bir söz etmiyoruz da bu kadar az konuşuyorlar hakkımızda??
Muhterem okur, bakınız bugün Ekim ayının birinci günü. Hergün yazdığıma göre takriben 270 yazı yazmışım. Yıl sonunda (31 Aralık 2021) tam 365 yazı yazmış olacağım Allah ömür verirse.
İnanın yazılarım hakkında en acımasız tenkidi bizzat yapıyorum. Lâkin yine itimad ediniz, diğer kalem sahiplerine bakıyorum da (nefsime pay çıkarmaksızın) Allah’a şükürler ediyorum bu faydalı ve inşá’allah hayırlı yazıları yazmış olduğum için.
Ve 270 yazı için sayıyorum 27 adet yorum bile yok!. Allah iyiliğinizi versin ne diyeyim. Henüz alıp okumadım ama illâ ki okuyacağım. Belki Bertrand Russell’in «Aylaklığa Övgü» kitabında bu tembel okurlar da vardır…
(İkinci Yazı) Ayıdan post, Moskoftan dost olmaz
Atasözleri genellikle hikmet yüklü sözlerdir. En azından büyük tecrübeleri işaret eden; tarihî, ibretamiz sözlerdir birçoğu.
Rus grandüşesi Helena, özel bir konser düzenlemiştir. Konserde Rus çarı I. Nikola, İngiliz elçisi Sir Hamilton Seymour’u bir kenara çeker, “Osmanlı Devleti kritik bir durumda, parçalanıyor. Düşüşü çok büyük ve felâketli olacak. İngiltere ile Rusya’nın bu mesele üzerinde anlaşmaya varmaları, birbirlerine haber vermeden adım atmamaları gerekir” gibi sözler söyler.
İngiliz diplomat Sir Seymour anlamazdan gelir. Çar bu kez, “bakınız, kollarımızın arasında hasta, çok ağır hasta bir adam var. Hasta adamın yaşamasını hepimiz istiyoruz. Emin olunuz ki ben de sizin kadar, onun yaşamasını istiyorum. Ancak ansızın kollarımızda ölüvermesi Avrupa çapında bir savaşa neden olabilir. Zira biz de İstanbul’u işgal etmeyi istiyoruz. İngiltere (bizden habersiz, ansızın) İstanbul’u işgale yeltenirse göz yummayacağımızı… Bu düşüncemi İngiltere’ye bildiriniz.”
İngiltere o dönemde Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına pek sıcak bakmıyordu. İngiliz diplomatın Çar Nikola’ya cevabı: “Kollarımızdaki «hasta adam»ın ölmesini beklemektense neden iyileştirmeyi düşünmüyoruz?” oldu.
Böylece «hasta adam» tâbiri resmî kayıtlara geçmiş ve takibeden yıllarda, Osmanlı için, dönemin diplomasi dilinde «özel bir söz» olmuştu.
Günümüze gelelim. ABD, alenen desteklediği (Suriye’deki) PYD – YPG terör örgütleriyle Suriye petrolüne gözlerini dikmiştir. Nihaî hedefi ise, Suriye’yi parçalayıp İsrail’e peşkeş çekmektir. (Arz-ı Mev’ûd meselesi)
Türkiye’yle barış ve silahsızlandırma, teröristleri silahtan arındırma gibi konularda gûya mutabık kalmış Rusya ise, halkına karşı zalim gâvur Beşar Esed rejimini desteklemekten vazgeçmemiş, ABD benzeri hedeflerle tavşana kaç tazıya tut hesabı bizi kandırmakla meşgul.
Bu ahval ve şerait altında, Türkiye’yi gerçekten de zor bir diplomasi bekliyor. Diplomasi ise, hakiki vatansever ve vasıflı dâva adamları ister. Yetiştirebildik mi onları? Bakınız bu suali kaçıncı defa soruyorum, sayısını ben bile unuttum. 01.10.2021
YORUMLAR