Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Prof. Dr. Anıl Çeçen

TÜRKÇÜLÜĞÜN ÖNCÜLERİ SOLCUYDU

Türkiye Cumhuriyeti dünyanın merkezi bölgesinde kurulduğu için, hem bu bölgeyi çeviren üç kıta
üzerinden hem de doğu-batı ve kuzey-güney ekseninden olmak üzere merkezi çevreleyen bölgelerin
tamamı ile coğrafi yakınlığa sahip bir durumda olduğundan dolayı, sürekli hareketlilik taşıyan bir
siyasal düzene sahip bulunmaktadır . Türk devletinin bugünkü karakteristik yapılanması ele alınırsa ,
bu merkezi devletin dört bir yandan gelen siyasal ,sosyal ve ekonomik gelişmelerin etkisi altında
olduğu ve bu etki rüzgarlarının da zamanla Türk devletinin oluşumu ve yapılanması içinde devletin
yönlendirildiği görülmektedir . Tarihin gündeme getirdiği eski dönemler dikkate alınırsa , öncelikle
Türklerin Orta ve Kuzey Asya bölgelerinden göçler yolu ile onuncu yüzyıl civarında Anadolu’ya
geldikleri görülmektedir .Türklerin gelmesi sonrasında ortaya çıkan toplumsal potansiyelin
yansımalarıyla bir yanda Türkçülük akımı bir siyasal hareket olarak yavaş yavaş gündeme gelmiş ve
benzeri bir doğrultuda da Türklerle ilgili bir bilim dalı olarak da Türkoloji bilimi batı üniversitelerinde
ortaya çıkmıştır . Böylesine bir süreç içinde Türkçülük akımı Rusya’dan Anadolu yarımadasına
gelirken , Türkoloji bilimi de bir orta Avrupa ülkesi olan Macaristan’dan ülkemize taşınmıştır .
Türkler, Türkoloji ve Türkçülük akımı doğu, batı ve kuzey eksenlerinden gelirken , Orta Doğu
bölgesinin büyük kısmını kapsayan İslam dini de , Anadolu yarım adasının güney kısmından gelmiştir .
Bu tür oluşumların zaman içerisinde birbirini izleyerek, merkezi coğrafyaya doğru gelişmeler
göstermesi sonucunda Türkiye Cumhuriyeti bugünkü siyasal yapılanma modeline sahip olmuştur .
Türk devleti bugün Müslüman millet ile laik devlet ikilemi arasında bir siyasal yapılanma içine girmesi
sonucunda , ülkenin dört yanından gelen yansımaların hepsi Anadolu yarımadasının tam ortalarında
kesişme noktasına ulaşarak, ülkeyi bir bölgesel sentez olma aşamasına getirmiştir .
Türkiye’nin kendisini çevreleyen bölgelerdeki oluşumların etkisiyle hareket etmesi sonucunda ,
Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti bir anlamda Rusya’da kurulamayan Türk devleti , Kafkasya’da
oluşturulamayan İslam devleti ve Balkanlar’da ilan edilemeyen Avrupa tipi bölge devletinin
merkezdeki yarımadaya yansımasıdır .Tarihin köprüsü adı verilen Anadolu yarımadası birbirini izleyen
dönemler boyunca çeşitli akınlar, göçler ve saldırılara sahne olduğu için, Balkanizasyon adı verilen
dağılma ve parçalanma gibi oluşumların da yansımaları sonucunda çok çeşitli siyasal faktörlerin etkisi
altında kalmıştır . Dünya siyaseti yer küreyi sarsarken en çok etkilenen bölgelerin başında merkezi
coğrafya gelmiştir . Üç kıta üzerinden büyük güçler ve imparatorluklar dünyaya egemen olmak üzere
merkezi coğrafyaya gelirken saldırıları göçler izlemiş ve emperyal hegemonya planları ise her
dönemde değişik bir biçimde gündeme gelerek , Türkiye’yi her yönü ile sarsmıştır . Asırlar boyunca
devam edip gelen Türk göçleri ,Türkistan’dan Türkiye ‘ye gelirken Asya Minör adı ile anılan Anadolu
yarımadasının bugünkü Türkiye devleti olmasının önünü açmıştır . Anadolu Türkiye’ye evrilirken eski
Hazar İmparatorluğunun toprakları olan bugünkü Rusya bölgesinde , modern dünyanın önde gelen
siyasal oluşumları öne çıkmış ve Rusya topraklarında yaşamlarını sürdürmekte olan Türk toplulukları
arasında ,Türkçülük başlı başına ayrı bir siyasal akım olarak yerini almıştır . Göçler yolu ile Orta
Asya’dan Orta Doğu’ya gelen Türkler merkezi coğrafya alanlarında yeni bir yaşam düzeni kurmaya
çalışırlarken , kuzey bölgesinden esen rüzgarlar ile bu hareketlilik Türkiye’ye de Türkçülük akımını
getirmiştir . Böylece Anadolu bölgesi zamanla Türk vatanı olarak Türkiye’leşmiştir .

Fransız devrimi sonrasında Avrupa kıtasındaki tüm devletler toplumsal ve siyasal karışıklıklar ile karşı
karşıya kalınca, bu bölgede yer alan krallıklar ve imparatorluklar sosyal patlamalara doğru
sürüklenmiş ve daha sonraki aşamada 1830 ulusal devrim girişimlerine yol açmış ve 1848 de ise
giderek artan işçi sınıfının öncülüğünde de ihtilalci sendikalist hareketler Avrupa kıtasında alt üst
oluşları beraberinde getirmiştir . Krallık ve imparatorlukların otoriter ve baskıcı yönetimlerine karşı
Avrupa halkları isyan ederken ciddi bir alt kimlik yapılanmasına sahip olmadıklarından ,uzun zaman
birlikte yaşamaktan gelen ortak kültür ile bu süre zarfında gelişim sürecini tamamlayan konuşulan
diller , Vestfalya antlaşması sonrasında çizilen sınırlar içerisinde yaşayan herkesi ortak dili
kullanmaya yönlendiriyordu .Bu durumda ortak sınırlar ve kültürler kısa bir süre içinde uluslaşma
süreçlerini tamamlayarak ve kralın otoritesine karşılık ulusun egemenliğini dayatarak , 1789 yılında
Fransız devrimini gerçekleştirmiştir . Fransız devrimi sonrasında bütün Avrupa ülkeleri milliyetçilik
cereyanları ile boğuşurken , batı ve orta Avrupa ülkelerinde ulusal devrimler birbirini izlemiş ve
ulusçuluk akımı bu devrimler aracılığı ile Avrupa kıtasının doğu bölgesine kadar gelmiştir . O dönemde
Avrupa kıtasının doğusunda üç büyük imparatorluk hüküm sürdüğü için, ulusçuluk bu çok uluslu
büyük devletleri karıştırmış ve sonunda Balkan savaşına kadar giden bir süreç bölge haritasını
yeniden belirlerken , Avusturya –Macaristan imparatorluğu yıkılmış ve ortaya çıkan küçük devletçikler
önce Osmanlı devletinin Avrupa topraklarını karıştırmıştır . Ulusculuk cereyanları birinci ve ikinci
Balkan savaşlarını kışkırtırken , Osmanlı devleti ile birlikte Rus Çarlığı’nı da etkilemiş ve bu aşamada
dünya haritasının kuzey bölümünü kapsayan Rus devleti de ,ABD yardımıyla dünyanın öbür ucunda
yer alan Vladivostok kentinden saldırıya geçen Japon ordusunun arkadan vurması ile, Rusların
imparatorluk devleti de çökertilerek Avrupa’nın doğu bölgesinde yer alan üç büyük imparatorluk
tarihin derinliklerine gönderilmiştir .
Avrupa kıtası üzerinden bütün dünya ülkelerine sıçrayan alt kimlikçilik ve de ulusalcılık arayışları ,
yirminci yüzyılın başlarında herkesin kendi başının çaresine bakması gibi yeni bir durumu dünya
halklarının önüne çıkarmıştır . Milliyetçilik hareketleri bütün imparatorlukları parçalanmaya doğru
sürüklerken ve Balkanizasyon adı verilen parçalanma süreci yeni küçük devletleri gündeme
getirirken, aynı zamanda tarihin gelmiş olduğu noktada bilinçli ulusçuluk akımlarını da ,yavaş yavaş
ülkelerin siyasal gündemlerinin içine dahil etmiştir .Rus devleti yanı başında Balkanizasyon oluşumu
ile dağılan Osmanlı imparatorluğundan ders alarak, kendisini sarsmaya başlayan terörist milliyetçilik
akımlarına karşı devlet destekli halkçılık akımlarını öne çıkararak , Balkan’lar da gelen Balkanizasyon
rüzgarlarının önünü kesmeye çaba göstermiştir . Kısa bir zaman dilimi içinde Rusya da devletçi
halkçılık akımını öne çıkararak ve bu hareket üzerinden sokak hareketlerinin önünü keserek ,
bölücü milliyetçilik akımlarının ülke düzeyinde yaygınlık kazanmasına izin vermemiştir . 1905 yılında
Japon ordusuna yenilen Rus devleti ,güvenlik güçleri aracılığı ile geliştirdiği terörist halkçılık
hareketleri üzerinden bölücü milliyetçiliğin önünü bütün kuzey bölgesinde kesmiştir . Avrupa gibi
gelişmiş bir kıtadan esen rüzgarlar , bu bölgedeki siyasal ve sosyal birikimi kıtanın doğusunu taşımış
ve Avusturya –Macaristan imparatorluğunun dağılması üzerine ulusalcı rüzgarlar, Rusya ile birlikte
Osmanlı devletinin ülkesini de tehdit etmeye başlamıştır . Her iki ülkede var olan aydın potansiyeli
bu tür gelişmelere karşı okumuş kitleleri harekete geçirmiş ve bu doğrultuda Rusya Hrıstıyan dinine
sahip olduğu için , Avrupa’daki gelişmelerden daha fazla etkilenerek ,gelecek için yeni çözümler ve
yollar arama mücadelesinde ,Rusya’nın Osmanlı devletinden daha ileri düzeyde sahip olduğu
entelektüel birikimin tam bu aşamada devreye girmesi için elverişli bir ortam yaratmıştır . Rus
aydınları ulus devlet olgusunu Avrupa’nın siyasal birikimi Hrıstıyanlık üzerinden tanımaya başlayınca
,ulusçuluk akımı Rus toplumunu daha fazla etkileyerek Rusya’da ulus devlet arayışlarını başlatmıştır.

Rus toplumu imparatorluktan ulus devlete geçerken , Rusya’da yaşayan bazı etnik ya da dini gruplar
ile birlikte alt kimlikli kültürel yapılanmalar da kendi başlarının çaresine bakarak, tıpkı Rusların
gittiği yoldan giderek kendi ulus devletlerini kurabilmenin yollarını aramışlardır . Böylesine bir
yönelişte Rus aydınlarının tırmanan ulusçuluk arayışları etkili olmuş ve Rusya Türklerinin öncü aydın
kadroları da tarihten gelen birikimlerini kullanarak , Rusya topraklarının bölüşülmesi sonrasında bir
Türk devletini 3 K adı ile anılan merkezi bölgenin tam ortalarında kurabilmenin çabası içine
girebilmişlerdir. Rus topraklarının tam ortalarında yer alan , Kazan , Kırım ve Kafkasya üçgenin de bir
Türk devletini bölgedeki Türk nüfusunun fazlalığına dayanarak kurabilmenin arayışı içine giren Rusya
Türkleri ,tıpkı Rus aydınları gibi yaşadıkları bölgede kendi ulus devletlerini kurmak üzere yola
çıkmışlardır . Avrupa ülkelerinden sonra Rusya bölgelerinde de daha küçük boyutta ulus devletler
arayışı içine girilmiştir . Özellikle Kırım ,Hazar ve Kafkasya bölgelerinde Balkanlar’da olduğu gibi
küçük ulus devletler kurma girişimleri öne çıkınca Moskova’da yeni arayışlar gündeme gelmiş ve
küçük devletler ile bölünme yerine eski imparatorluk topraklarında daha güçlü bir büyük devlet
arayışı gündeme gelince , sonradan oluşturulan Bolşevik örgütlenmesi üzerinden ,bütün eski Çarlık
ülkeleri bir arada tutulmaya çalışılmış ve bu doğrultuda Rusya’da yaşayan tüm etnik grupların
temsilcilerinin de katılmasıyla beklenen büyük sosyalist devrim gerçekleştirilmiştir . Böylece Çar
imparatorluğundan özünde sol bir anlayış olan sosyalizm üzerinden yeni bir ideolojik imparatorluğa
geçilmiştir . Avrupa’nın İngiltere, Almanya ve Fransa gibi büyük sanayileşmiş ülkelerinde bir sosyalist
devrim beklenirken ,Rusya gibi işçi sınıfının olmadığı kırsal alanda bir sosyalist devrim , ülkenin geniş
topraklarını merkezi bir imparatorlukta koruyabilmek için gerçekleştirilmiştir .
Avrupa ülkelerinden gelen güçlü sosyalist rüzgarlar sayesinde Rusya’nın çeşitli bölgelerinde sol ve
sosyalist çizgide akımlar ortaya çıkarken , Türklerin yoğun olarak bulunduğu Kuzey Rusya ,Hazar,Kırım
ve Kafkasya bölgelerinde alt kimlikler üzerinden bir Türk devleti kurabilmenin çabası öne çıkmıştır .
Yıllarca Rus kimliğinin baskıcı ortamında yaşamaya mahkum edilmiş olan Türk toplulukları sahip
oldukları bilinçlenme düzeyi ile Rusya topraklarında bir Türk devleti kurabilmenin yollarını ararlarken
,Avrupa üzerinden gelen sosyalist rüzgarların etkisiyle gelmekte olan ideolojik bir imparatorluğun
çatısı altında ,Türk kimlikli bir sosyalist devletleşme oluşumunu da ciddi bir alternatif olarak görmeye
başlamışlardır . Sosyalizmin giderek Rusya’yı teslim alması ve dışarıdan gelen ekonomik lobilerin
desteği ile kapitalist batı uygarlığına karşılık sosyalist bir doğu uygarlığı arayışına giren Rus aydınları
,sosyalist sistemin başına Yahudi asıllı Bolşevik kadrolaşmayı geçirerek, alt kimlikleri geride bırakacak
biçimde yeni bir imparatorluk üst kimliğini Sovyetler Birliği olarak kabül ediyorlardı .Rusya’da alt
kimlikçi kadrolaşma Bolşevik örgütlenmesinin getirdiği sosyalist sistem aracılığı ile önlenirken , Rus
devrimi öncesinde dört adet Türkçülük Kongresi düzenleyen Rusya Türkçülük akımının yönetici
kadrosu , Rus polisi aracılığı ile sınır dışı edilerek Rusya’daki Türkçülüğün ülkeyi bölmesine izin
verilmiyordu . İdeolojik imparatorluk oluşturulurken ülkenin Kuzey, Güney ve doğu bölgelerinde farklı
alt kimliklere dayanan ulus devletler kurulmasına ise kesinlikle izin verilmiyordu .
1905 yılında Japon ordusunun arkadan vurmasıyla gerçekleşen Rus devletinin çöküşü 1917 yılındaki
Sovyet devrimine kadar eski Çarlık topraklarını sahipsiz ve devletsiz bırakıyor ve böylesine siyasal
boşluk içinde her alt kimlikli grup çoğunlukta bulunduğu bölgede kendi ulus devletini kurmak üzere
yola çıkıyordu .Rusya Türkleri batıdan gelen siyasal rüzgarlar doğrultusunda Türkçülük ile birlikte
Sovyetçiliğe de yöneliyorlar ve tam bu aşamada Türklerin ayrı devlet kurması fikrinin yanısıra
sosyalizmi de kabül etmiş görünerek , Sovyetler Birliği çatısı altında kurulmakta olan bölgesel
federasyon çatısı altında yeni bir Türk devleti kimliği ile federe devlet olarak yer alabilmenin arayışları
içine giriyorlardı . Böylece Türkcülük akımı Bolşeviklerin dayattığı Sovyetler Birliğinde yer alıyordu.

Rusya Türkleri genel olarak Şamanlık sonrasında Müslümanlığı kabül ettikleri için daha çok Rusya
Müslümanları olarak tanınıyordu . Fransız devrimi sonrasında doğu bölgelerine doğru esen çağdaşlık
rüzgarları bu kitleler içinde yenileşmeyi beraberinde getirdiği için Avrupa’da yayılmış olan sol ve
sosyalist düşünceler de Avrupa üzerinden Rusya’ya yansıyarak, aydınların bu gibi akımların etkisi
altında kalmasına neden oluyordu . Rus aydınları ile birlikte Rusya’daki Türk aydınları da bu gibi
akımların etkisi altında kalarak sol düşünceli aydınlara dönüşüyorlardı . Rus Çarlığının yıkılışı
sonrasında ortaya Türkçülük akımı ile çıkan Türk aydınları , sosyalist batı rüzgarlarının Rusya üzerinde
güçlü etkiler yaratması üzerine de, Rusya’da yaşamanın büyük etkisiyle sosyalist düşüncelere de yakın
duruyor ve Rusya’nın bir iç savaştan kurtulabilmesi için Rus aydınları diyalog ortamına girerek , Rus
topraklarının oniki yıl süre ile devletsizlik ortamına sürüklenmekten kurtulabilmesi için çaba
gösteriyorlardı .Tarihin bu aşamasında Rusya’daki Türkler hem Türkçülük hem de sosyalizm akımları
ile aynı zaman dilimi içinde tanışarak hareket ediyorlardı . Oniki yıllık devletsizlik ortamı Rusya’da her
bölgeyi savaş alanına çevirdiği için Rus topraklarında yaşayan bütün alt kimlikli toplulukların bir an
önce bu durumdan kurtulmak üzere, önce kendi devletlerini kurmaya yöneldiklerini ve geride kalmış
olan Rus devletinin bu tür oluşumlara karşı durması üzerine dış ekonomik insiyatiflerin araya
girmesiyle , yeni bir uluslararası denge amacıyla Avrupa kıtasını devre dışı tutmak üzere Sovyetler
Birliği adıyla bir ideolojik imparatorluk olarak kuruluyor ve soğuk savaş döneminde iki kutuplu bir
dünya düzeni oluşturularak Rusya’daki Türklerin Rus imparatorluğu içinde bırakılması sağlanıyordu .
Rusya Müslümanları böylesine büyük bir dönüşüm süreci yaşanırken yenilikçi hareketler aracılığı ile
Rusya Türkleri’ne dönüşüyor ve bu dönüşümde Tatarlar önü çekiyorlardı . Kazan’da yaşayan Tatar
kökenli bir ailenin girişimleriyle Rusya’daki bütün Türk boyları bir araya getiriliyor ve Tatar
toplumunun erken aydınlanan yapısı ile de Türkçülük akımı çatısı altında Rusya’daki Türk ve
Müslüman topluluklar bir araya geliyordu . Uluslararası konjonktürdeki gelişmeler nedeniyle
imparatorlukları parçalayan ulusalcılık ve ulus devlet akımları ile birlikte, bir de sosyalist akımlar
gelişerek, Sovyetler Birliğinin kurulması için elverişli bir ortam yaratıyordu . Türkçülük akımının
öncüsü hem Rusya’daki hem de Türkiye’deki Türkçülük akımlarının kanaat önderi olarak Yusuf
Akçura’nın, önce Rusya’da bir Türk devleti daha sonra da Osmanlı devletinin merkezi toprakları
üzerinde yepyeni bir Türk devleti oluşturulması doğrultusunda yürüttüğü çalışmalar , Rusya’nın
merkezi toprakları olan Kazan, Kırım ve Kafkasya’da mümkün olamayınca alternatif Türk devleti
Osmanlı devletinin merkezi toprakları olan Anadolu ve Rumeli bölgelerinde kurulmuştur . Kazanlı
Akçura ailesi , Yusuf Akçura’nın öncülüğünde Türkçülük akımını Rusya’da başlatıyorlar ve daha sonra
da Türkçülerin bu ülkeden kovulması üzerine , hem İsviçre hem de Azarbaycan üzerinden bu akımı
Misakı Milli sınırları içinde kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyetine taşıyarak devletleştiriyorlardı .
Birinci Dünya Savaşı dönemecinde dünya düzeni değişirken yeni jeopolitik dengeler oluşuyor ve
gelecekte İslam coğrafyası üzerinde , iki bin yılda Avrupa kıtasında kurulamayan Yahudi devletinin
kurulması amacıyla dinsizliği öne çıkaran bir sosyalist doğu bloku İslam coğrafyasının tepesine
oturtulurken ,Rus topraklarındaki Müslüman ve Hrıstıyan ülkeleri bir büyük konfederasyonun
federal devletlerine dönüştürülüyordu . Türk adı ile bir yeni devletleşme Rus topraklarından dışarı
çıkarılırken, Rus Çarlığının eski komşusu olan Osmanlı devletinin merkezi toprakları üzerinde bir Türk
devleti kuruluyordu . Böylece Rusya’da başlamış olan Türkçülük akımı , ideolojik imparatorluk
yapılanması ile Rus topraklarından dışlanırken , gelecekte İslam coğrafyasının merkezinde yer alacak
bir Yahudi devletinin daha sonraki oluşturulma sürecinde , dinsizlik esasına dayanan Sovyet
İmparatorluğu ile müstakbel Siyonist imparatorluk arasına bir anlamda dinsizlik ve dinlilik bölgeleri
arasın bir tampon devlet olarak laik Türkiye Cumhuriyeti oturtuluyordu.

Rusya’da Türkçülük akımının doğuşu ve gelişim süreci içinde Tatarlar öncülük yaparlarken , o döneme
kadar örgütlü bir bütünlüğe sahip olabilen Rusya Müslümanları topluluğu da harekete geçmiştir .
Türkçülük akımı ortaya çıkana kadar bu topluluk Rusya Müslümanları adı altında hareket ediyordu .
Cedit hareketinin giderek örgütlenmesi üzerine Fransız devriminin getirdiği laiklik ilkesi benimsenmiş
ve böylece Müslüman kimliği terk edilerek Türk kimliği kabül ediliyordu . Rusya Müslümanlarının
çoğunluğunun yaşadıkları ülkelerde Türkçe dilini kullanmaları da Rusya Müslümanlarının
Türkleşmesinde önde gelen bir rol oynamışlardır . Tatar aydınlarının öncülüğünde başlatılan
Türkçülük akımı ,daha sonraki dönemde laik devlet politikaları ile pekişmiştir . Avrupa’da
Hrıstıyanlığın ,Orta Doğu’da İslamın etkilerinin kırılabilmesi amacıyla başlatılan laik devlet politikaları
,bölgede dengelerin yeniden kurulmasında etkin olmuş ve Osmanlı imparatorluğu parçalanırken , Rus
imparatorluğu ideolojik yapılanma üzerinden birliğini korumuştur . Çin ile ticaret yapan Tataristan’da
oluşan Tatar burjuvazisi ,Avrupa tipi burjuvalaşmayı kendi ülkelerine getirirken batı tipi bir
milliyetçilik olarak Türkçülüğü geliştiriyorlar ve bu doğrultuda bir Türk devleti kurulması için
çalışmalar yapıyorlardı . Ne var ki bu tür çalışmalar yapılırken , dünya konjonktürü Rusya üzerinden
bir ideolojik imparatorluk oluşturulması düşüncesini öne geçirmiş ve bu doğrultuda Rusya’da
Sovyetler Birliği kurulurken , Türklerin devleti Rusya’da kurulamayınca Anadolu yarımadası üzerinde
Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ,Türkçülük akımının başlıca hedefi haline gelmiştir . Sosyalist
devrime yönelen Rus devleti , ülkeyi bölebilecek alt kimlikçi yapıların kadrolarını da ülkenin dışına
çıkarıyordu .Rusya’da Türk devleti kurmak üzere yola çıkmış olan Türkçüler ülkeden kovulunca
Türkiye Cumhuriyetine gelerek Türk Ocaklarını kuruyorlar ve ülke düzeyinde örgütleniyorlardı .
Türkçülüğün öncüleri aynı zamanda sosyalist oluşumların öne geçtiği Rusya’da sol düşünce ve
görüşleri de öğreniyor ve bu doğrultuda batı merkezli kapitalist emperyalizme karşı antiemperyalist
sol görüşlerle karşı çıkarak, gelecekte tam bağımsız bir düzen içinde var olacak bir Türk devletinin
oluşumuna öncelik veriyorlardı.Türk siyasetinde sağ kanatta yer alan milliyetçi ve muhafazakar
kesimler ile merkezler , Türkiye’deki Türkçü hareketi örgütlerken tutucu ve sağcı yaklaşımlar
geliştiriyorlardı . Türkiye’deki bu sağcı tutum Rusya’da ortaya çıkmış olan sol içerikli Türkçülük
hareketinin ilerici ve devrimci içeriğinin görülmesini engelliyordu .Anadolu’da kurulması planlanan
ulus devletin bir Türk devleti olmasına eski Osmanlı ahalisi karar verince , Türkçülük akımı Rusya’dan
Türkiye’ye taşınarak Kuvayı Milliye hareketi ile bütünleşiyordu . Savaş dönemi sona erdikten sonra
çağdaş bir demokrasi yolunda genç Türk devleti yürümeye devam ederken , devleti kuran parti tıpkı
Rusya’daki halkçılık hareketlerinde olduğu gibi halkçılık ilkesine öncelik veriyordu. Aynı zamanda
devleti kuran partinin adında halk kavramı kullanılırken Türk kavramı da devletin ait olduğu ulusal
kimliği korumak üzere muhafaza ediliyordu . Sol içerikli bir Türkçülük akımı Rusya’da ortaya çıkarken ,
Türkiye’de devletin ulusal kimliğinin belirlenmesinde esas alınıyordu .Böylesine bir süreç içerisinde
Türkçülük ve halkçılık birlikteliğine Rusya’da olduğu gibi Türkiye’de de riayet ediliyordu . Ne var ki ,
daha sonraki aşamada Türkçülüğün sağ muhafazakar kesimlerin eline geçmesiyle birlikte, tutucu bir
Türkçülük öne çıkıyor ve Türkçülüğün ilk ortaya çıktığı zaman var olan sol içerikli ve halkçılığa dayanan
bir Türkçülük anlayışından uzaklaşılıyordu . Dünya sahnesine çıkmış olan bir çok ulus devlette görülen
tutucu ve sağcı ulusalcılıkların sonunda aşırı muhafazakar ve tutucu çizgilere kaydıkları görüldüğü
gibi Türkiye’de de benzeri sahnelere zaman zaman Türk halkı tanık olmaktadır . Emperyalist
devletlerin ulus devletleri baskı altına aldığı aşamalarda , ulus devletlerin ulusçu çizgilerinin tutucu ve
muhafazakar noktalara sürüklendiği görülmektedir . Bu çerçevede Türkiye’de de benzeri durumlar
kritik aşamalarda gündeme gelmiştir . Sağcı ve tutucu aydınların ağır basmasıyla Türkçülük akımı da
eski antiemperyalist sol çizgisini yitirerek , günümüzde kimlik kaybı aşamasına gelmiştir .

Normal demokrasilerde sağ ve sol ayırımları siyasal çizgilerin belirlenmesinde etkin olduğu
için diğer akımlar da sol ve sağ kavramları üzerinden değerlendirilerek, halkçı ya da azınlıkçı
çizgilerde bir içeriğe sahip olmaktadırlar . Antisosyalist ve otoriter çizgilerdeki siyasal hareketler
beraberinde tutucu çizgileri getirdiği için , Türkçülük hareketinin ilk olarak siyaset sahnesine çıktığı
aşamadaki antiemperyalist sol içeriği görmezden gelinebilmektedir . Rusya kökenli Türkçülük akımının
ilk ortaya çıktığı aşamadaki öncüleri olarak,Sultan Galiyev, İsmail Gaspıralı ,Hüseyinzade Ali bey,
Yusuf Akçura, Ahmet Tursunov ,Neriman Nerimanov ,Ağaoğlu Ahmet, Turar Riskolov ,Mirza
Ahundzade önde gelen Türkçü liderler olmasına rağmen ,bunlar aynı zamanda antiemperyalist
çizgide bir sol anlayışa sahip çıkarak siyaset sahnesinde sol çizgide bir Türkçülüğü sürdürmeye
çalışıyorlardı .Rusya’daki Türkçülük akımı zaman içinde Türkiye’ye taşınınca Ziya Gökalp,Hüseyin
Namık Orkun , Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Sadri Maksudi Arsal , Akdes Nimet Fırat ,Remzi Oğuz Arık
,Reha Oğuz Türkkan, Osman Turan ve Orhan Şaik Gökyay gibi yazar,bilim adamı ve siyasetçiler öne
çıkarak , Türkçülük hareketinin Türkiye toprakları üzerinde örgütlenmesinde etkin olmuşlardır . Ne var
ki , Rusya’daki Türkçülerin sol içerikli yaklaşımlarına rağmen Türkiye’deki Türkçüler sağ kanatta ve
tutucu bir çizgide hareket etmişlerdir . Rusya’dan gelen Türkçüler de sosyalist sisteme karşı çıkarak
sağ kanat milliyetçiliğini tercih edince, siyasal dengeler bozulma aşamasına gelmiştir .
Rus Türkçüleri yenilikçiliğe yönelerek Cedit hareketinin öncüsü olmuşlar , Türkiye’deki
Türkçüler ise , Rusya’daki sosyalist devrim üzerine Türkiye’ye geldikleri için onlarda bu ülkedeki
siyasal geleneğe uygun bir biçimde sağ kanatta bir Türkçülüğe yönelmeyi tercih etmişler ve en başta
yöneldikleri sol içerikli halkçı Türkçülük çizgisinden uzaklaşmak durumunda kalmışlardır . Bu tür bir
sapma beraberinde geleneksel Türkçülük çizgisinden ayrılmayı gündeme getirirken, Osmanlı
döneminden kalma baskıcı devletçiliğin, zamanla Türkçülük akımını da bu çizgiye doğru çekmeye
çalıştığını göstermiştir .Yusuf Akçura Rusya’da yaşadığı yıllarda Tatar asıllı Türkçülere Bolşeviklerle
anlaşmalarını öğütlerken , Türkiye’ye geldiğinde sosyalistler yerine bizzat Türkiye Cumhuriyetinin
kurucu önderi Atatürk ile beraber çalışarak, yeni Türk devletini Türkçülük akımının içeriğine uygun bir
biçimde örgütlemeye çaba göstermiştir . Sosyalist devrim üzerine Rus devletine karşı çıkan Almanya
sağ kanat politikalarla ikinci dünya savaşına doğru ilerlerken ,Rusya’daki ideolojik imparatorluğun
yıkılmasına ve yerine Rusya Türkçülerinin öncülüğünde bir Türk devleti kurulabilmesi için yoğun çaba
sarf etmiştir . Bu aşamada Rusya’daki Türkleri kurtararak Türkiye’ye getirmek isteyen Yusuf Akçura
Rus devriminin önderi Lenin ile de görüşerek sonuç almaya çalışmıştır .Bu aşamada Rusya’daki
Türklerin durumu ile ilgili güvence almak ,Türkçülük hareketinin önderi açısından önem taşıyordu .
Türkçüler bir anti-Rus strateji izlerken , Rusya ve Türkiye’deki Türkleri bir araya getirerek Rusya’yı
dengeleyecek bir büyük Türkiye yaratabilmenin arayışı içindeydiler . İkinci dünya savaşının son
aşamasında Almanya ve Rusya savaşırken , Türkiye’deki Türkçüler de hapislere atılarak yargı önüne
çıkarılıyordu . Hitler Hazar bölgesine gitmek için saldırırken , Rusya Türkleri hedef alınıyor ve
Türkiye’deki Türkçü hareketin de baskılarla önü kesilmek isteniyordu . Rusya ve Türkiye gibi iki büyük
ülkede Türk topluluklarının ezilmelerini önlemek üzere, Türkçülük akımı öne çıkıyor ama beklenen
etki gösterilemediği için savaş sürecinde Türkler kurtarılamıyordu . Alman Nazizmi etkisinin görüldüğü
yıllarda Türkçülük ırkçılıkla yozlaştırılmaya çalışılıyordu . Her türlü ırkçılık ve aşırı milliyetçiliğe karşı
çıkan Türkçülük akımı , halkçı bir sol içeriğe sahip olmasına rağmen sağ kanat milliyetçilik çizgisi ile
halk kitlelerinden uzaklaştırılmıştır . Türkçülüğün ırkçılığa karşı çıkan yapılanması içinde Türk asıllı
olmayan aydın Türkçüler de bulunuyordu . Türkçüler millet ya da ulus kavramlarına dayanarak
hareket ederken , ırkçılığa ve aşırılığa her zaman için karşı çıkıyorlardı . Bir Asya halkı olan Türkler ,
kıtanın kuzeyinde,güneyinde ve batısında varlıklarını ortaya koyarken dayanışma içine giriyorlardı

Gerçek anlamıyla Türkçülük , dil, din ve millet, ortaklığına dayanan ,laik, halkçı ve devrimci,
ilerici bir ortak geçmişe sahip olan ve aynı zamanda sosyal devletçi politikalara önem veren bir
siyaset anlayışıdır .Türkçülük akımı zamanında Türkiye Cumhuriyetini kurduğu gibi Sovyetler Birliğinin
dağılması sonrasında da, yeni bağımsız Türk devletlerinin ortaya çıkmasında da önemli görevleri
yerine getirmiştir . Önümüzdeki dönemde Rusya ,Çin ve Hint kaynaklı doğu emperyalizmlerinin
baskısı altından kurtulmayı bekleyen Türk topluluklarının özgürlüğe yönelen yeni yaklaşımları
çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti , kendisini var eden Türkçülük akımının gereği olarak akraba
topluluklara ve kardeş Türk devletlerine sahip çıkarak, onların geleceğin dünyasında diğer Türk
kardeşleri gibi barış ve düzen içerisinde bir yaşama kavuşabilmeleri için her türlü özveriyi
gösterecektir . Türk devletleri ve topluluklarının tamamı çağdaş uygarlık düzeyinde bir yaşam
düzenine kavuşana kadar, Türkçülük akımı görevde olacak ve çağdaş uluslar ailesinin içerisinde yer
almaya hak eden Türk toplulukları da uygarlık doğrultusundaki mücadelelerini sonuna kadar
sürdüreceklerdir . Son dönemlerde başlayan Türk Keneşi yapılanması bu açıdan tüm Türk toplulukları
için bir umut kaynağı olmuştur. Her yıl düzenli olarak yapılan toplantılar ile bağımsız Türk
devletlerinin beklentileri ile Türk asıllı toplulukların gereksinmelerinin karşılanmasına çalışılmaktadır .
Bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin öncülüğünde gerçekleştirilen yeni Türk yapılanması çalışmalarında
dünyanın her yöresindeki Türklerin talep ve isteklerinin karşılanmasına çalışılmakta ve bu doğrultuda
bağımsızlığını kazanan Türk devletlerinin ortak bir dayanışma düzeni içerisinde hareket etmeleri
gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır .
Son dönemde gerçekleşen elektronik devrim ve uzay çağı araştırmaları ile insanlık yepyeni bir
döneme girerken , herkes derlenip toparlanmak durumundadır . Bu doğrultuda bütün Türk devletleri
ve boylarının bir araya gelerek daha etkili bir güç haline gelerek dönüşüme Türklerin katkılarını
sağlamalıdırlar . Türklük adına var olan bütün yapıların korunması , sağlanacak işbirliği ve dayanışma
düzenleriyle yeni dünya düzeninde Türklük olgusunun daha da ön planlarda yer almasının sağlanması
gerekmektedir . Günümüzde Türkçülük akımı artık eskisi gibi sağ kanat tutucu görüşlere terk edilemez
Bu nedenle , Türkçülük akımının bugünün genç kuşaklarına yeniden anlatılması gerekmektedir . Bu
akımın doğuşu sırasındaki sol içeriği , halkçılık özü ve sosyal devletçi yaklaşımları da yeniden ele
alınarak incelenmelidir . Bir ulus devlet olarak kurulmuş olan Türk devletinin temelinde var olan milli
temelin içeriğinin ,Türkçülük akımı olduğu hiçbir zaman unutulmadan değerlendirilmelidir . Milli
devletlerin kuruluşunda milli demokratik devrimin gerçekleştiği var sayılmaktadır . Ne var ki , millet
olma süreci tamamlanmadan kurulmuş olan ulus devletlerde milli temel tam olarak oturtulamadığı
için, Türkiye gibi ulus devletlerde yeni bir milli demokratik devrim yapılarak bu devrimin sonrasına
geçilmesi tartışılmaktadır .Tam anlamıyla demokratik bir düzen kurulamayan ülkelerde yeni bir milli
demokratik devrim yapılarak, egemenliğinin merkezi olduğu bir yapılanmada devletin tam anlamıyla
Türklerin yönetiminde olması gerektiği dile getirilmektedir . Avrupa ve Amerika gibi batının önde
gelen uygar güçleri beraberlerinde emperyalizm getirerek tüm dünyayı tehdit etmeye çalışırlarken
,tüm mazlum uluslar adına Türk devletleri Türkçülük akımı çerçevesinde bir araya gelerek ortak bir
karşı çıkış ve direniş hareketi örgütlemekle sorumludurlar. Avrupa kıtası yeni bir devrim saldırısı ile
bütün dünyayı uyarırken , doğunun uygarlık çemberi dışında kalmış olan Türk kesimleri bir karşı
harekete geçerek , Avrasya kıtasına yayılmış olan Türklerin birlikteliği ile yeni bir siyasal dönemin
önünü açacaklardır . Türkiye en eski Türk devleti olarak bağımsız Türk devletleri ile Rusya, Çin ve
Hindistan’da baskı altında yaşayan tüm Türk asıllı topluluklar için harekete geçecektir . Böylesine bir
dönüşüm için Türkçülük akımının eski halkçı ve sol siyaset özlü içeriğinin yeniden devreye sokulması
zorunlu görünmektedir

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER