Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Prof. Dr. Anıl Çeçen

H E M H E R Ş E Y D E Ğ İ Ş E C E K H E M D E T Ü R K İ Y E D E Ğ İ Ş M E Y E C E K

Geçenlerde bir resmi toplantı sonrasında dünyada ve Türkiye’de değişimin , gündeme geldiği
bir aşamada ,bu konu ile ilgili konuşmalar yapılırken , milliyetçi kuruluşların birisinin başında bulunan
bir yönetici konu ile ilgili açıklamalar yaparken “ Her şey değişiyor ,inşallah Türkiye değişmez
“başlığını kullanarak açıklamalar yapıyordu . Son genel seçimlerin ardından siyasal partiler arasında
değişim kendiliğinden gündeme geliyordu .Aslında seçimi kaybeden kesimlerin temsilcileri sürekli
olarak seçim kaybetmekten bıktıkları için ,bir an önce her şeyi değiştirerek yeni yapılacak seçimleri
kazanmanın hesaplarını yaparken ,değişim kavramı üzerinden yabancı emperyalist merkezler ile
ortaklıklar kurarak ve geleceğe dönük işbirliği yaparak çıkar çevrelerinin sömürü düzenlerini ülkeye
getirmek için çaba gösteriyorlardı .İmparatorluk döneminde başlayan durgunluk ve çöküş devrelerinin
ortaya koyduğu gibi, artık büyük devletler dönemi bitiyor ve bunların sonrasında gündeme getirilen
yeni aşama olarak orta boy ulus devletlere geçerken ,dünya savaşları çıkartılarak çöküşün dağılma ve
parçalanmaya dönüşmesinin önü açılmaya çalışılıyordu .Emperyalizmin dünyaya daha çok egemen
olarak var olan ülkeleri bütünüyle kontrol altına alma girişimleri sırasında değişim tıpkı bugün olduğu
gibi gene ağızlarda dolaşan siyasal kavramların içinde en önde gelen stratejik bir konuma sahip
oluyordu . Hegemon güçler kendi çıkarları doğrultusundaki köklü dönüşümleri değişim kavramının
arkasına saklanarak yaparken tarih biliminin sayfaları döndürülerek eskisinden çok daha farklı bir yeni
dünya düzeni , insanlığın önüne çıkartılıyordu . Dünya tarihi sürekli olarak , birbirini izleyen bu tür
dönüşümler ile dolu olduğu için , siyasal ve toplumsal alanda değişim giderek süreklilik kazanmış ve
yeni ortaya çıkan durumlarla yaratılan büyük dönüşümler ,insanlığın ortak yazgısını belirlemiştir .
İnsan toplulukları sürekli olarak değişim ve dönüşümler arasında gidip gelirken ,uygarlık adı
verilen daha gelişmiş bir yapılanmaya doğru yönelim daha da hızlanarak devam etmiştir . Türkiye
dünyanın tam ortasında tarih boyunca yerini alırken, bütün değişim dönemlerinin ana hedefi olmuş
ve dünya tarihi sürekli olarak değişirken ,Türklerin kurduğu ve tarih boyunca yönettiği merkezi
coğrafya devletleri yönlendirilmiştir .Asya kıtasının kuzeyi ,doğusu ve ortasından kalkıp gelerek
dünyanın merkezi denizi olan Akdeniz’in kıyılarına yerleşen ve bu ve bu deniz üzerinden dünyanın
bütün denizlerine ve su yollarına açılımların sürekli olarak birbirini izlemesiyle ,Türkler her zaman için
dünya tarihinin ana aktörlerinden birisi olarak tarihteki yerlerini almışlardır .Bu yüzden bugünkü
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı forsunda ,on altı ayrı Türk asıllı imparatorluk ,Türk tarihinin
ana göstergesi olarak öne çıkmakta ve bu hali ile ,geçmişten gelen Türk hegemonyasının geleceğe
uzanan yapılanması olarak genç kuşaklara yol göstermektedir .Bugünün dünyasında Türkiye bir orta
boy ülke olarak merkezi alandaki yerini korurken ve dünyanın öbür kıtaları üzerinde ortaya çıkan yeni
büyük devletlerin çok kutuplu bir dünya yapılanmasına doğru gelişmeleri yönlendirilmeye çalışılırken
,her dönemdeki yeni ve hegemon girişimlerin devreye girerek ve bulundukları kıtanın üzerinden
merkeze yönelerek, ikinci adımda geldikleri kıta ile merkezi coğrafya arasında köprüler kurarak gelmiş
oldukları bölgesel hegemonluk aşamasından , tek merkezli dünya imparatorluğuna erişmeye
çalışmışlar ama bir türlü böylesine büyük bir küresel planın ,eski dünya güçleri tarafından
gerçekleştirilemediği görülmüştür .Bu nedenle Asya, Amerika ve Afrika gibi dünya kıtalarından ortaya
çıkan yeni hegemonya adaylarının kendi ülkelerinde yeni güç merkezini inşa ettikten sonra diğer
kıtalara ve ülkelere de egemen olabilmek için merkezi alana gelmişler ama ,bir türlü güç merkezi alan
ile orta dünya arasında kalıcı bir birlik kuramadıkları ve bu yüzden de kalıcı olamadıkları

anlaşılmaktadır . Cengiz han ve Timur han ile İngiltere, Fransa ve ABD orta dünyayı tam olarak ele
geçiremedikleri için geri dönmüşlerdir .
Bugünün dünyasında dünyaya tam olarak egemen olduktan sonra, orta dünya üzerinden
egemenlik düzeni oluşturmaya çalışan ABD, İngiltere ve İsrail üçlüsü bazan tek tek, bazan da bir araya
gelerek Atlantik ittifakı adı altında bölgeye geldikleri görülmekte ve bu hegemon güçlerin kendi
çıkarları ya da merkezinde kendilerinin yer aldığı yeni imparatorluklar kurarak dünyanın diğer
kıtalarını da içine alan bir yeni küresel siyaset düzeni oluşturmak için çaba gösterdikleri
anlaşılmaktadır .Tarih biliminin getirdiği verilerle geçmiş dönemler incelendiğinde, dünya
konjonktüründe öne geçen ve var olan siyasal düzenleri ele geçirerek bütün dünyada evrensel krallığı
kurma peşinde koşan güçler eski dönemlerde kalkıştıkları yeni girişimleri sürdürerek ,otorite alanlarını
genişletmeye çalışmışlar ama belirli bir aşamaya gelindiği anda , var olan esas devletin içinde
gündeme gelen ya da emperyal güçler tarafından yönlendirilen gelişmeler, hem dünya düzeninde
hem de uluslararası konjonktürde yaratılan etkilerle yeni plan ve programlara dönük olarak var olan
kamuoyunda önemli değişiklikleri gündeme getirebilmektedirler .İşte böylesine gelişmeler sonucunda
bazan var olan siyasal düzenlerde yeni oluşumlar öne çıkabilmekte, bazan da var olan siyasal
yapılanmaların bu tür yansımalara karşı dik durarak ve geçmişten gelen yapıları savunarak
direndikleri , bunlara dayanan ulusal değerleri koruyarak her türlü saldırı ya da baskılara karşı
çıktıkları görülmektedir . Yeryüzündeki dünya gücünü ele geçiren ve bu güç sayesinde güçlü bir
devleti yapılandıran yeni oluşumlar, orta dünya alanlarını kendine bağlayacak siyasal plan ve
programları gündeme getirerek, bu tür girişimleri uygulama alanına aktarabilmektedirler . Dünya
tarihinin ana dönüşüm aşamalarındaki gelişmeler genellikle böylesine bir değişimlerden
kurtulamamakta ve ortaya çıkan siyasal değişimlerin birbirini izlemesi sonucunda büyük dönüşüm
virajlarına gelinerek , bu tür hareketliliğin faturasını ya yok olarak ya da çok daha büyük ve güçlü bir
siyasal düzene kavuşarak, insanlık kendisi için faydasını görebilmektedir .
Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına girerken ve bir ulus ya da ülke için böylesine mutlu bir
yıldönümü kutlanırken , ülkenin önde gelen milliyetçi bir siyaset adamının her şeyin yok olma
noktasında değişeceğini açıkça dile getirmesi ve her şeyin değişerek yok olacağını ifade ederken
Türklerin var olan siyasal gerçekliği olan Türkiye Cumhuriyetinin değişmeyeceğini ve Türkiye’de var
olan her şeyin yok olmadan varlığını sürdüreceğini ,her şey değişerek dönüşürken ve dönüşme
aşamasına gelen siyaset dünyasında her şey yok olurken ,Türk devletinin var olmaya devam ederek
sonsuza kadar kurucu önder Atatürk’ün söylediği gibi var olacağını açıkça ifade etmesi, ilk bakışta çok
ciddi bir zıtlığı öne çıkarmaktadır .Cümlenin iki süjesinden birisi için her şeyin değişerek ortadan
kalkacağını söylerken, Türkiye’nin yaşayan bir siyasal organizma olarak var olmaya devam edeceğini
dile getirmesi ,çok ciddi anlamda bir zihinsel çelişkiyi ve bunun üzerinden de kaotik bir kafa yapısını
öne çıkarmaktadır . Her şeyin değişerek yok olacağının söylendiği bir aşamada ,sadece Türkiye’nin bu
büyük değişimin dışında kalarak var olacağını ve değişmeden Türkiye’nin olduğu gibi ayakta kalacağını
söyleyebilmek ,ciddi bir çelişkiyi gözler önüne sermektedir .Siyasetçiler her şeyi açık açık konuşurken
bir çok yanlış yapmakta ve bu nedenle de siyasal çelişkilerden kurtulamamaktadırlar . Ne var ki ,
ulusalcı kesimde yer alan bir milliyetçi siyasetçinin önce her şeyin değişeceğini ve yok olacağını açıkça
dile getirirken ,Türkiye’nin değişmeyeceğini eski hali ile bu ülkenin aynen eskisi gibi yoluna devam
edeceğini söylerken ,herhalde bir bildiği olması gerekmektedir . Açıklamaları yapan siyasetçi , basın
mensupları karşısında her şeyin değişerek yok olacağını söylerken ,Türk ulusunu böylesine büyük bir
yok oluş senaryosundan ayrı tutarak, ülkemizin ve devletimizin yoluna devam edecekmiş gibi bir hava
yaratması üzerinde ,Türk kamuoyunun ciddi biçimlerde durması gerekmektedir . Cumhuriyetin
yüzüncü yılını kutlarken , Türkiye’yi parçalamayı her fırsatta dile getiren bölücülerin yaptıklarına
benzer bir biçimde , Türkiye’deki cumhuriyet devletini yüz yıllık parantez olarak kamuoyu önünde
açıklamak gibi bir büyük hataya yeni dönemde tekrar düşülmemelidir .Türk halkı kanla ve irfanla

kurmuş olduğu Türkiye’deki cumhuriyet devletine sahip çıkarken , yüz yıllık parantez olmadığını ama
orta dünyada bin yıllık bir hegemonyanın öncüsü olduğunu ortaya koymak zorunda olduğu açıkça
görülmektedir .Böylesine bir bakış açısı Türkiye’nin varlığını koruyacağının garantisi olarak
görülmelidir
Türkiye’nin dünya ile ilişkileri devam edip giderken, yeryüzünde meydana gelen her türlü
kaos ve düzen çöküşü ile ortaya çıkan ya da gündeme gelen büyük fırtınalar yeryüzünü sarsmaktadır.
Var olan her türlü olgu ve oluşumun ortadan kalkmasına giden yolda bu tür olumsuz yapılanmaların
devre dışı bırakılması ve her şeyin toptan yok edilmeye çalışılması gibi olumsuz gelişmeler, genel
anlamda dünyanın ve insanlığın bir yok oluşa doğru sürüklenmesi gibi görülmektedir . Her şeyin yok
olacağı bir düzensizlik ortamına yeryüzünde sürüklenmek açıkça yok oluşun resmi göstergesi olarak
görülürken ,böylesine bir toptan yok oluşun öne çıkması üzerine bir siyaset adamının kaotik bir
durumla karşı karşıya kalma gibi bir durumda tepki göstererek, birbirine benzer her şeyin yok olması
gibi bir acil durumun önceden hazırlandığını bilerek ve her şeyin yok edilmeye çalışılacağını tepkisel
bir karşı çıkış ile öne çıkararak , dünya ve Türk kamu oyları önünde uyarıda bulunarak , böylesine
olumsuz bir gidişin olduğunu açıkça beyan ederken ve ama sözcüğü ile bu duruma karşı çıkarken
,Türkiye’nin böylesine olumsuz bir gelişmenin yaratacağı yokluk durumuna karşı varlığını
koruyacağını açıklama sahibi siyasetçi dile getirmekten kaçınmamaktadır . Her şey yok olabilir ama bu
kural Türkiye için geçerli olamaz ve her türlü olumsuz koşullara rağmen, Türkiye var olarak geleceğin
dünyasının yeniden kurulacağı bir aşamada ,Atatürk’ün söylediği gibi ilelebet Türkiye Cumhuriyetinin
var olacağının açıklanması ile dile getirilmektedir .Küresel bir fırtına ya da çöküşe karşı Türkiye ülkesel
ve ulusal çizgide bir var oluşun öncüsü olacak güce sahip bir Türk devleti olarak yoluna devam
edebilecektir . Ne mutlu Türküm diyene sloganı ille Türklerin moral güçleri artırılırken , küresel çöküş
ve iflaslara rağmen Türkiye’nin sonsuza kadar yoluna devam etmesi sağlanacaktır . Türkler tarihin en
eski ulusal toplumlarından birisi olarak ve her zaman için tarih sahnesinde varlıklarını göstererek
kendi varlıklarını koruyacak yeni siyasal ve sosyal yapılanmalara öncülük etmişlerdir .Çağ
değişikliklerini gündeme getiren bilim ve teknoloji yeniliklerinden yararlanılarak kurulan yepyeni
düzenler insanlığın önünü açarak ömrünü uzatmıştır.
İnsanlık tarihinin son on bin yılına bakıldığı zaman ,dönemsel değişimlerin hepsinin geçmiş
dönemin içinde gerçekleşen yeniliklerin yaşam düzenlerine yansımalarıyla sonuç yarattığı açıktır .Bir
önceki dönemde ortaya çıkan çalışmaların yarattığı toplumsal değişimler zamanla siyasal alana
yansıyarak yeniliklere doğru sosyal toplulukları yönlendirirken, insanlığın geçmişten bugüne uzanan
kesintisiz bir devamlılık çizgisi ortaya koyduğu görülmektedir .İlkel dönemler ele alınarak incelendiği
zaman böylesine bir dönüşüm çizgisinin geleceğe doğru daha katı ve güçlü bir biçimde öne çıkarak
siyasal toplumların biçimlenmelerinde rol oynamışlardır .Farklı dönemlerde gündeme gelen farklı
yansımalar, zaman içerisinde geçen bütünlüklü oluşumlarda, tez ve anti tez etkileri ortaya çıkararak
geleceğin koşullarında bir büyük oluşumu insanlığa armağan edebilmektedir .İnsanlık tarihinde bazı
önemli dönüşümler ciddi bir biçimde incelendiğinde ,arkalarında bu tür süreklilik arz eden bir sosyal
ve politik oluşumlara giden yollar ya da toplumsal kaynaklar görülebilmektedir .Bu tür bir toplumsal
bir süreci görebilen siyaset adamları bazan bu gibi konuları demeçlerinin içinde dile getirmekte,
bazan da ayrı toplantılar düzenleyerek daha fazla etkinliğe erişme doğrultusunda geleceğe dönük
arayışlar içine girebilmektedirler . Bütün bu tür etkinlik arayışları sırasında siyasetçiler daha fazla
etkinlik gücü peşinde koşarken ,kendi çıkarları doğrultusunda bazan küçük olayları büyüterek , bazan
da tamamen tersi bir çizgide büyük olayları küçülterek ,kamuoyuna yansıtmaya dikkat ederler .Siyaset
adamlarının olayları ve gelişmeleri sürekli olarak kendi çıkarları çizgisinde ele alınmalarını
gerektirirken ,büyütme ve küçültme operasyonlarına yönelik oynama girişimlerini her an görmek
mümkündür . Siyasetçiler için fırsat fırsattır ve hiçbir biçimde fırsatlar kaçırılmadan değerlendirilirse,
siyasal rekabet düzeni içinde sonuç alınarak siyasal rakipler devre dışı bırakılabilirler . Dünya ile devlet

ile ya da toplum ile genel kriterler açısından bir değerlendirme bazan siyasal çıkarlar açısından
değerlendirmelere konu yapılabilir .Dünyanın geleceğinin değerlendirme altına alındığı bir söylem de
bütün dünyanın değişeceği ve bunun önlenemeyeceği ama böylesine bir yok oluş süreci içinde
Türkiye”nin devlet olarak değişmeden varlığını sürdüreceğini söylemek, büyük bir çelişki olarak öne
çıkmaktadır .
Yirminci yüzyılın tamamlanmasıyla dünya yirmi birinci yüzyıla girerken ,yeni dünya düzeni
arayışlarının fazlasıyla artarak dünyanın önüne genel anlamda bir gündem olarak çıkmaktadır .Bu
çizgide dünya dönmeye devam ederken diyalektik materyalizmin ortaya koyduğu gibi geçmiş ve
geleceğin karşı karşıya geldiği bir sürecin tam ortasında, geçmişten gelen devlet modelleri ile bunlara
karşı çıkan ve ters anlamda öne çıkmaya başlayan yeni devlet modellerinin dünya kamu oyu önünde
tartışılmaya başlandığı görülmektedir . Aklını yeni yapılanmaya takan eski siyasetçilerin geçmişten
gelen eski devlet modelleri karşısında şaşkınlığa sürüklendikleri açıkça görülmektedir . Bazan var olan
bir devletin geleceği konuşulurken, doğal bir refleks tepkisi altında hareket edilerek küçümseyen bir
tutum ile değerlendirme yapılabilmektedir .Küçümseme gibi bir distopik tutumun tersi bir çizgide
sanki bir ütopya görüyormuş gibi , hayal aleminden gelen bir yaklaşım çerçevesinde de var olan
koşulların ötesine giderek büyümseme gibi olmayan bir yaklaşımı ,ya da küçük unsurların aşırı
büyütülmesiyle ütopik bir dünyanın içinde kendini çok parlak bir geleceğin içinde varsaymak çok ileri
gitmek açısından gerçeklere ters düşen aykırı değerlendirmeler olarak da gündeme gelebilir .Modern
edebiyatın ana konuları içinde giderek öne çıkan olumlu bir yapılanma olarak ütopik ya da tersi bir
çizgide olumsuzluğu gösteren distopik yaklaşımlar ,ülkelerin, devletlerin ve de milletlerin geleceğini
değerlendirmek açısından dikkate alınması gereken yöntemler olarak devreye sokulabilmektedir .Bu
makaledeki konu açısından genel bir bakış açısı ile bir değerlendirme yapılırken ,ütopik ve distopik
bakış açılarını bir bütünlük çerçevesinde ele alarak değerlendirmek ,sosyal bilimler açısından daha çok
bilimselliği dayanak noktası olarak ele almak olacağından ,bilimsel tutumun daha kalıcı destek çıkışı
sağlayacağı öne sürülebilir .Bu durumda her şeyin yok olacağı distopik ama bu olumsuz duruma
karşılık ,Türkiye’nin ayakta kalarak değişmeyeceğini ileri sürmek ise distopya ortamında ütopik bir
yaklaşımın sonucu olarak öne çıkacaktır .
Bugün dünyanın geldiği yer açısından konuya yaklaşıldığı zaman geçmiş dönemlerden çok
farklı bir durumun ortaya çıktığı görülmektedir. Eskiden devletler arası bir uluslararası düzen varken ,
şimdi böyle bir düzenin yerine şirketlerin , uluslararası kuruluşların ve çeşitli alanlarda kurulmuş olan
vakıfların oluşturdukları yeni bir uluslararası düzenin geçerlilik kazandığı göze çarpmaktadır . Eskiden
devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda devletlerarası çekişmeler dünya kamuoyunda karışıklık
,çekişme ve çatışmalara yol açarken ,bugün gelinen aşamada uluslararası düzenin yeni aktörleri
olarak evrensel kuruluşlar , küresel şirketler ve belirli alanların her ülkede örgütlenmesinden
meydana gelen vakıflar da öne geçerek, kendi alanlarında hegemon olabilmektedirler .Evrensel bir
barış ütopyası peşinde bir araya gelerek koşanlar ,tek dünya devleti oluşmasıyla beş büyük kıtada
uluslararası bir barış düzenine sahip olabileceklerine inanırlarken ,Dünya barışı her zaman için barış
ütopyası peşinde koşan devletler ve kuruluşların dayanışmalarıyla devreye girerken , insanlık için
kalıcı ve sürekli bir dünya barışı aramak ,her zaman için siyasal gündemdeki ana sorunlardan birisi
olmuştur .Dünyanın ve devletlerin geleceği bir bütünlük içinde değerlendirilirken ,ütopya ve distopya
kavramları açısından yaklaşım birlikteliği gerçekleştirilebilir .Devletler, şirketler, vakıflar ,uzman
dernekler ve uluslararası kuruluşlar kendi alanlarında çalışmalar yaparak dünya barışına katkı
sağlamaktadırlar . Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde küresel barış ortamı gerçekleştirilirken, dünya
barışı ütopyası hayalleri öne çıkmaktadır . Ne var ki , konu olumlu yönleriyle sorun olmaktan
çıkartılırken , konunun sorunsallık boyutu da distopik bakış açısı ile dünya savaşını kışkırtan silah
şirketleri , tekelci küresel şirketler, savaş isteyen emperyalist devletler ,mafya örgütleri, terör
örgütleri ve bağlantılı oldukları diğer kuruluşlar ile dünya barışını distopik açılardan tehdit eden her

türlü hukuk dışı suç ve yeraltı örgütleri de, karşı cepheyi barış karşıtı bir çizgide hukuku ortadan
kaldıran ,insanların yaşama hakkına saldırarak yaşamlarına son veren ,bütün distopik karşı çıkışları
örgütleyen bir savaş cephesi ,bütün insanlığın ve insan haklarının yok edicisi olarak siyasal alanda öne
çıkarak etkili olmaktadır . Son olarak insan hakları yerine robot haklarını savunan küreselci kuruluşlar
da insanlığı yok etmekte olan teknolojik emperyalizm cephesine katılmaktadırlar .
Devlet aklı kavramı son yıllarda ön plana çıkarken , her devletin varlığı ve devamlılığı bu
kavram üzerinden ele alınarak tartışılmaktadır .Bütün devletlerin sahip oldukları koşullar ve özellikler
birbirlerinden çok farklı oldukları için ,her devlet ya da buna benzer bir mekanizma önce kendilerini
ayakta tutacak ve daha sonra da devamlılık sağlayarak devleti geleceğe dönük bir devamlılık içinde
güvence altına alacak bir yapılanmanın örgütlenmesi gerekmektedir .Kendini bilen her devlet sahip
olduğu koşullar ve kendi siyasal modelini esas alarak bunu koruyan bir çizgide, devletler arası ilişkilere
yöneldiği için ,bütün devletler arasında ciddi bir çekişme ,savaşlara kadar ilerleyen bir yolda
insanların önüne çıkmaktadır .Her devletin geleceği konusunda devletler öncelikle kendi akıllarını
koruyarak hareket etmek zorundadırlar . Devletlerin bütünüyle ortadan kalkması ya da yepyeni bir
dünya düzenin de, her şeyin yok olması ile bir devletin ya da ülkenin bu duruma karşı çıkarak var
olabilmesi ,aynı çizgide ele alınarak değerlendirme konusu yapılamaz. Yok olmanın koşulları ile var
olmanın koşulları aynı anda benzer değerlerin korunması açısından yeterince etkili olamayabilir.Ne
var ki , birbirinden farklı yapılanmaların ya da koşulların değerlendirilmesi sırasında var olan farklı
koşullar ya da özellikler , rekabet düzeni içinde ele alınarak değerlendirilebilir .Hiç bir devletin aklı yok
olmayı ya da tasfiye olmayı kabül eden bir çizgide dile getirilemez . Karşılıklı hareket halinde ya da bu
duruma benzer bir biçimde devletlerarası ya da milletler arası ilişkiler ele alınarak her yaşanan olay ya
da gelişmeler zinciri içinde, ülke ve dünya temaslarının güvenlik içinde sürdürülebilmesi ana esastır .
Bir yön gösterici kavram olarak devlet aklı kavramı bu açıdan devletlerin varlığı ve yokluğu açısından
temel olarak ele alınması gereken bir yapı taşıdır ve hiçbir biçimde görmezlikten gelinemeyecek bir
devlet temelidir . Modern çağın gerekleri doğrultusunda ele alınarak kullanılacak devlet aklı kavramı
en sonunda bütün devletlerin sığınacağı temel kavram olarak etkinliğini sürdürmektedir . Devletin
aklında tutması gereken bütün bilgi birikiminin, geçmişten gelen bütün ağırlığı ile korunması her
aşamada devlet aklının yönlendirici bir görevi olarak öne çıkmaktadır .
Devlet aklının var olduğu ve etkili bir biçimde kullanıldığı gelişmiş ülkelerde ,devletlerin
siyasal bir kamu düzeni ile var olabilmeleri ya da yaşanan olumsuz süreçler içinde yok olabilmeleri ,
ancak devlet aklı ile çözüme kavuşturulabilecek temel bir sorundur . Devlet aklı çalışmalarında her
siyasal örgütlenmenin koşulları ve boyutları dikkatle ele alınarak varlık ve yokluk tartışmalarına son
verilmeli ve durum tespiti yapıldıktan sonra da ,her türlü olumsuz yaklaşımlar bertaraf edilerek gene
devletin varlığı konusu kesin karara bağlanarak kalıcı bir çözüm üretilmelidir . Küresel emperyalizmin
bütün dünyaya egemen olabilmesi güçlü ulus devletleri ortadan kaldıramayacak aksine bunların
zaman içinde daha da güçlü bir biçimde var olabilmelerini sağlayacaktır .Bir devletin varlığı ve yokluğu
sorunu bütünüyle devlet aklı kavramının kullanılmasına ve bu kavram doğrultusunda kalıcı
önlemlerin alınmasına bağlı görünmektedir . Küresel düzeyde bir yeni dünya düzeni kurmaya
kalkışanların eskiyi yok etme noktasında ulus devletleri ortadan kaldırmalarına hiçbir ulus ya da ulusal
toplum rıza göstermeyecektir . Dini kullanarak ulusları dinci oluşumlar içinde yok edilmesini de hiçbir
ulusal yapı kabul etmeyecektir . Devlet aklı devletlerin kendilerine yönelik saldırı ve tehditlere karşı
kendilerini koruyacakları, yaşanan olaylar sürecinde kesinleşmiştir . Son yıllarda ulusların kendisini
her açıdan koruyacağını, giderek tersine dönen siyasal gelişmeler de açıkça ortaya koymaktadır . Her
devlet kendi savunmasıyla ayakta kaldıktan sonra diğer devletlerle iyi ilişkiler kurarak geleceğe dönük
kalıcı olabilmenin ve zaman içinde hiçbir biçimde yok olmaya izin vermeyecek bir kurumlaşma
olgusunun gerçekleştirilmesine gidecek yolları ,bütün devlet yönetimlerinin önüne getirmektedir
.Devlet aklı kavramına dayanarak geliştirilecek bütün hukuk yolları ,hem hukuk devletinin ayakta

kalmasını sağlayacak hem de hukuk alanının kurumlaşması gibi yepyeni bir çağdaş gelişmeyi
insanlığın önüne yeni bir çıkış yolu olarak getirebilecektir. İnsanlık yeni dönemde hem toplu yok
olmaya hem de bireysel ya da kitlesel saldırılara karşı çıkmaya devam ederek , hukuk düzeninin
güçlenmesine çaba göstermeye devam edecektir .

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER