İngiltere, Lloyd George’un cephane bakanı olduğu Birinci Dünya Savaşı’nda patlayıcı yapmakta kullanılan asetonda darlık yaşıyor. Weizmann büyük bir jest yapıp savaş boyunca o maddeyi bedelsiz tahsis ediyor. Lloyd George, ona bir devlet nişanı vermek isteyince Weizmann, “Ben kendim için bir şey istemiyorum,” deyip Siyonist davasına destek istediğini belirtiyor. Lloyd George daha sonra anılarında “’Filistin’de Yahudilere Bir Vatan’ adlı deklarasyonun başlangıcı da o olaydı” diye yazıyor.*
Düşündürdü beni okuduklarım. Malum okumak, kendimize ait fikirler edinmektir.
İlkin, ister kadim bir dava olsun, ister iş hayatındaki bir proje, ister siyasi bir hedef, bitiş çizgisini nereye çekerseniz çekin, o çizgiye “Benim için ne faydası var”dan ziyade “Ben kendim için bir şey istemiyorum,”la ulaşılıyor. Aksine bu çağ, insana sürekli kendini düşünmesini vazediyor. Tuhaf bir çelişki.
İkincisi, savaş ve barış çarkını ekonomik sebepler döndürüyor. Evet, ulvi sebeplerle çıkılan savaşlar bile kaynaklar hesaba katılmadan yürütülemiyor. Yapılan barışlar, tarafların çıkarları maksimize edilecek biçimde yapılandırılıyor.
Bu iki konu üçüncü savaşın konuşulduğu şu günlere getirdi bizi. Konuşmayabilir miydik, bilmiyorum. İnsanın doğasında, her şey yolunda olsa da savaşı isteyen bir taraf var. Yine de sormak gerek: Bizi buraya getiren iki konu ne?
Bencillik ve para. Mesele “bütün şekerler benim olsun” değil sadece. Mesele kâğıt ve madeni paralar da değil. Bunlar birer sembol birer put. Düşünceler, soyut kavramlar hatta inançlar bile maddeye dönüşüp bencillik nesnesi haline geliyor. İnsanoğlu bu iki putu kıramadı. Kıramadığımız sürece “kaçıncı” dünya savaşını konuştuğumuzun bir önemi yok.
*
Kimileri nefsine uygun boydaki bir kahve bardağıyla salına salına yürürken, kimileri de market reyonu önünde dikilip elindeki telefonla hangi ürünü alabileceğini teyit ediyor.
Türlü türlü yollar tutarız dünyada. İşimize geldiği zaman özgür iradeye sığınır işimize geldiğinde reddederiz.
2000 yapımı Gladiator adlı filmde, Russel Crowe’un canlandırdığı karakterin bizi de ortak ettiği hikâyede, kahramanın ailesi yok edilir, kendisini de önce bir köleye sonra da isimsiz bir gladyatöre dönüşür. Bu akıbetten çok önce, kanlı geçecek bir savaşta askerlerine şöyle seslenir bu kahraman:
“…Hayattayken yaptıklarımız sonsuzlukta yankılanır.”
İnsanın küçük ya da büyük bütün eylemlerine anlam yükleyen kuvvetli bir ifade.
Bu dünyaya gelir, kararlar verir, bu dünyadan gideriz. Büyük kararlar ve küçük kararlar vardır. Her karar büyük olmaz. Bazen de seyircisi olmayan, sıradan, hatta bizim bile önemsemediğimiz küçük kararlar veririz. Emin olun, yerdeki ve gökteki yerimizi belirleyen de bu küçük kararlardır.
*
Türksat 6A uydusu nasip olursa Temmuz’da yörüngesine fırlatılacak. Kıyıda köşede kalıyor, daha çok konuşulması gereken bu güzel haber.
Peki bu haber niye güzel?
Yerli ve milli bir uydu. Herkes gibi ailesi, akrabaları, ilgi alanları, yaşamları olan insanlardan oluşan ekiplerin mesaileriyle bu aşamaya getirilen bir proje.
Ülkemizi kendi haberleşme uydusunu üreten ülkeler ligine taşıyacak bir proje. Futbol liglerindeki değişimlerden bence daha önemli.
Türkiye’nin uzaydaki yerini sağlamlaştıracak bir proje. Her ne kadar önemsenmese de “uzaydaki yer”, kutuptaki yer, Afrika’daki yer, Orta Asya’daki yer, okyanuslardaki yer, Ortadoğu’daki yer kadar önemli.
*
Güneş’teki patlamalar, Kuzey Işıkları’nın pek çok yerden görülmesine neden oldu. İnsanın olduğu olmadığı, savaşın yaşandığı yaşanmadığı, kentinden, köyünden, kasabasından her yerden gözlemlendi. Bir kez daha insandan büyük bir şey karşısında eşitlendi herkes. Ama maddeyi referans aldığınızda büyüğün de büyüğü var. Yalnız bu mu? Küçükten küçük, azdan az, çoktan çok var.
Meydan okuma boşuna sivrisinek üzerinden yapılmıyor. Yukarıda sayılanların hepsini barındırıyor bu canlı. Teknolojisiyle büyük, boyutuyla küçük, sayısıyla çok, besiniyle az. Dünyaya ait herhangi bir şeyi alın, sayısız sıfatla onun arasında ilgi kurarsınız. Bu insan için de geçerlidir. El elden üstündür.
O halde gerçek bir eşitlik için varlıktan başka bir referans noktası gerekiyor. Ama varlıktan başka bir eşitlik, bir referans noktasını iyi kötü pekâlâ ideolojiler, yönetim sistemleri de sağlayabilir. Ancak bir de içteki eşitlik var. İnsanın içindeki düşünceler, tartışmalar vesaire. Bunlar nasıl eşitlenip tek bir otorite karşısında eğilecek? Hiçbir ideoloji bunu yapamaz. İşte ışığın içeri girdiği pencerelerden biri.
Attâr’ın beytindeki gibi, “varlık tuzağından bir kuş gibi kurtulmak” gerekir hem dıştaki hem içteki eşitliği sağlamak için. Ama bundan önce dıştaki ve içteki varlıkları oldukları gibi kabul etmek gerek.
*
A Millî Futbol Takımı’mızın Avusturya galibiyetini gönülden kutluyorum. Baştan sona, ilk golden son kurtarışa kadar güzel bir maçtı. Forvetin de orta sahanın da kalecinin de bu galibiyete katkısı oldu.
Erken gelen golün etkisiyle mi oldu bilmiyorum, bizimkiler biraz daha savunma ağırlıklı oynadılar. Duran toplar, kontra ataklarla sonuca ulaşmaya çalıştık. Avusturya takımı kısa paslarla ceza sahamız içine girmeye çalıştı hep.
Kontrol Avusturya’nın elinde gibiydi. Gibiydi diyorum, çünkü ikinci golden sonra rakibin kazanma hırsı kontrollü oyunlarının önüne geçti. Bu da bize net pozisyonlar bulma imkânı verdi. Orta sahada top kayıplarımız olmasaydı belki rakibin kalesinde tehlikeli pozisyonlar yakalayabilirdik.
Sırada Hollanda var. İnşallah bu maçta da iyi bir sonuç alıp yarı finale adımızı yazdırırız.
İşiniz rast gitsin.
*Barış Yapanlar, Margaret Macmillan
YORUMLAR