Sefaletin her türlüsünün yaşandığı asya ve ortadoğu toplumlarında yönetim erkine sahip olan taşralı siyasi liderlikler, cehaletin girdabında kıvranan topluluklarının dini ve milli duygularını istismar ederek, etnikçi faşizan milliyetçiliği, mezhepçi bağnaz hamaseti otoriter yönetim anlayışlarına payanda yapmakta bir beis görmemektedirler.
Akıl ve gerçeklik alanına yabancılaşmış bir zihin dünyasıyla, felsefi analiz yoksunluğu taşıyan, ufku dar, kültür ve bilimden nasiplenmemiş tutucu bağnaz topluluklar; romantik yalanlar ve hamasetle siyaset yapan otoriter lider figürlerini kutsayan bir mantalite ile “Kurtarıcı Lider” ümitlerini canlı tutmaktadırlar. Hayatlarını çıkar ve menfaatten ibaret gören bir zihniyetle; keyfi kararlardan, gücün istismarından, yalan politikalardan, yüzsüzlüklerden, sorumsuz kayırmacılıklardan rahatsız olmaları bir yana, faydalanmayı hayat düsturları haline getirirler.
“İtibardan Tasarruf Olmaz” düsturuyla hareket eden, topluluklarını tebaaya dönüştüren siyasi figürler, güçlü görünmek uğruna halklarının sefalet ve yoksulluk içinde olmalarını umursamazlar.
İtibardan tasarruf olmaz anlayışı, egosu yüksek bireylerin psikolojik tatmininden başka bir amaca hizmet etmediği, ekonomiye büyük bir yük yüklediği, ülke dışında tam tersine itibar kaybı yaşattığı, siyasiyi yüceltmediği görülmemektedir.
Eğer gerçekten ülkenin uluslararası alanda güç ve itibar kazanması isteniyor ise, ekonomik olarak güçlü, üretime önem veren, marka oluşturan, yüksek teknolojik ürün üretebilecek bilgi, beceri ve donanıma sahip olan, siyasete ve güce boyun eğmeyen adalet sistemi, gençlerini uluslararası alanda söz söyleyebilecek kapasitede eğitim verebilen, devlet denetim mekanizması işleyen, basın özgürlüğü ve iletişim sistemine güvenilen, referans alınan, insani gelişmişlik endeksinde üst düzeylerde bulunan bir devlet olmakla gerçekleşir.
Ülkenin dünya ülkeleri insani gelişmişlik endeksi sıralamasında üst sıralarda yer almasıyla, demokrasi anlayışının adil olmasıyla, eşitlikçilikle, siyasetin ve siyasetçinin adalet anlayışının yüksek olmasıyla, halkı adına gücü elinde bulunduranların kişisel menfaate, servete dönüştürmemesiyle, yanlış yapıldığında halk adına adaletin tesis edilmesiyle ve “Bağımsız Hakimlerin” olmasıyla itibarı olur.
Sahte itibar ile ülke büyük bir yükün altına girerken, halk daha çok kemer sıkmak zorunda kalmakta, ümitsizliğe, çaresizliğe, açlığa mahkum edilmektedir.
Lüks ve şatafat doymamış açlıklarını, egolarını tatmin etse de dış dünyada görgüsüz komik durumuna düşürebileceği gibi, halklar da uluslararası alanda itibar kaybına uğrar.
Mistik islami anlayış, tarih boyunca “Bir Lokma, Bir Hırka” söylemini kifayetsiz hale getirerek, iktidar gücünü arkalarına alan ve dini alet etmede bir beis görmeyen bu kesim iktidara yardakçılık yaparak geçim sıkıntısı çeken halkı kandırmaya devam ederken “Allah’ın fakirliği sevdiğini ve fakirlerin cennette peygambere komşu olacağı” yalanıyla oyalarken kendileri ve yandaşlarının dünyalıklarını “abad” etmede bir beis görmemektedirler.
Holdingleşmeye son sürat yelken açan bu yapılar, halkın malını kendilerine peşkeş çekenlere minnettarlıkla, iktidarların devamından yana manipülasyondan geri durmayarak; “Pahalılığı Allah Yapmaktadır” diyerek kabahati Allah’a yükleme cesareti gösterebiliyorlar.
Diğer taraftan mal ve sermaye toplamaya devam ederek itibardan tasarruf edilmez söyleminin gereği olarak lüks malikanelerde yaşayıp, lüks otomobillerine binerek parıltılı dünya cennetlerinde yaşamaya devam ederler.
Önyargılı cehaletin içselleştirilmesine yol açan tekdüze, niteliksiz hamasetin, bağnazlığın derin girdabında olsak da, bilginin, irfanın, vicdan ve merhametin, adaletin ruhunu aramaya devam etmeliyiz…
Zira özgürlüğe giden yollar, dayanışma, sorumluluk, adanmışlık ve direnişle açılabilir…
Onursuzluğa, bağnazlığa, derin sefaleti sıradanlaştıran anlayışa, direnmeye devam…
Lüksün, şatafatın, gösterişin sığ dünyasına karşı, onurlu olmaya devam…
Saygılarımla…
YORUMLAR