Bizim çağdaş, lâikçi kesimin Osmanlı düşmanlığı malûm. Lâkin bunların derin mahfillerin düşmanlığı yanında bir fiske mesabesindeki Dîvan Edebiyatı düşmanlığının fazla bir ehemmiyeti yok.
Asıl düşmanın derdi başka. Onlar bu necip milletin edebiyatına toptan düşman olmuşlardır. Zira Dîvan Edebiyatı dahil edebiyatımızın kültür kodları, Batı’nın bize karşı büyük ezikliklerinin başında gelir.
Türk çocuklarına İngiliz, Alman, Fransız edebiyatını, dünya edebiyatının zirveleri gibi tedris ettiren, binaen’aleyh bunu çağdaşlaşma, medeniyet projesi olarak istikbâlimize perçinleyenler gerçekte bizi sömürgelerindeki halklar gibi kimliksizleştirmek için çalışıyorlardı.
Başka türlü eziklikten kurtulup bize efendilik taslamaları mümkün değildi. Şark, bunu neredeyse hiç anlayamadı. Türkiye’de millî dâvaya sahip çıkan bir kesim anladı lakin onların da fazla sesi çıkmıyor.
Millîyetçi-muhafazakâr kesimin bu gerçekliği akıllarından bir lahza olsun çıkarmamaları gerekir!. Zira gaflette devam edilirse istikbâlde Türk Kültürü arşivlerde bir layiha olacak, yeni nesillerin şahsiyeti (ecdat kültüründen) öksüz ve yetim kalacak.
Baqî, Fuzûli, Nef’i, Nâbi, Nedîm ve daha niceleri var. Kültür defterlerini karıştıranlar bilir, devasa bir kültür hazinesidir edebiyatımız. Tek başına Baqî bile yeter.
Baqî (1526-1600), deha bir Osmanlı şairidir. Dîvan edebiyatı denildiğinde akla ilk gelen isimlerden olup «Sultanü’s Şuâra» (Şairler sultanı) olarak yád edilir. Ünlü bir dîvanı vardır.
Şairler (hasseten Müslüman şairler) ölümü çok anmışlardır. Lâkin anmak var anmak var tabi. Tek bir beytini alarak bakalım Baqî nasıl anıyor ölümü:
Alayiş-i dünyadan el çekmeye niyyet var
Yakında adem dirler bir şehre azimet var
Dünya hayatının tantanalarından el çekme zamanıdır, artık bu yaşta niyet bu olmalıdır / (Çünkü) Yakında “yokluk” dedikleri bir şehre (ahirete) gidiş kararı var) Yàni bu kuvvetle muhtemel, mademki bu kadar ömür sürdük ve yaşlandık artık ölümü de hoş karşılamak zamanıdır demek istiyor şair.
Bakınız onun bir beyitte anlattığını biz ne kadar izah etmek zorunda kaldık. Hattâ inanın bu bir beyit üzerine bir kitap yazılır desem abartmış olmam.
Fuzûlî desen aynı. Yazılmış en şöhretli naat onundur. Türklerin en büyük şairidir Fuzûlî. Kelâm ile mánâ et ve tırnak gibidir malûm. İşte en cahile dahi gözüne soka soka edebiyat kural ve düsturlarını öğretenler bu büyük şairlerimizdir.
Meselâ hemen tüm kalem sahiplerinin, ömürlerinde en azından bir kez (bir yazısında) mutlaka kullandıkları bir Fuzûlî beytine bakalım:
Dôst bî-pervâ felek bî-rahm u devran bî-sükûn
Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli’ zebûn
Dost (ilgisiz, alâkayı kesmiş bize kayıtsız), felek (dünya âlem, kader) merhametsiz, hayatımız rahata huzura sakinliğe ermeden dönüp duruyor, ömür geçip gidiyor…
(Buna karşı) dertler, sıkıntılar (haddinden fazla) çok ve maalesef dert ortağı da yok… (Çeşitli, nefsimiz dahil) gani düşmanımız var ve ne yazık ki bunlar kuvvetli, başedilmesi hakikaten zor. Üstüne bir de tâlih/baht zayıf, güçsüz, âciz.)
Nef’i’ye gelelim: (1572-1635) Nef’i de 17. Yüzyıla damga vurmuş büyük Türk şâirlerindendir. Kaside yazan bütün şairlere etkisi vardır. İyi bir edib ve hiciv üstadıdır.
Kendisi de şair olan Şeyhülislam Yahya Efendi Nef’i yi metheden ancak içinde kâfir iması da olan bir kıt’a söylemiş, Nef’i de onun yaptığı hicve aşağıdaki hem edebîliği yani hiciv maharetiyle hem de dini bilgi seviyesiyle üstün bir şiirle cevap vermişti:
Bize kâfir demiş Müftî Efendi,
Tutayım ben ana diyem Müselmân
Vardıkda yarın Rûz-i Cezâ’ya,
İkimiz de çıkarız anda yalan
Yusuf Nâbî’ye gelirsek, büyük iman ve takva sahibi bir Dîvan Edebiyatı şairidir. Hac yolculuğunda, Medineye bir konak mesafedeyken ayaklarını Medine’ye doğru uzatıp yatmış bir vezir paşaya ihtar kabilinden irticâlen söylediği ünlü mısralarıyla gıyaben Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) takdirini kazanmıştı.
Müezzinler rü’yâlarında Peygamberimizi (salat’u selâm olsun ona) görmüş ve “Bugün ümmetimden Nâbi gelecek. Naatını ezberleyin ve söyleyerek karşılayın” emriyle ilk beyti kaside olarak okumuşlardı.
Sakın terk-i edepten, kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ’dır bu!..
Ve Nedîm’e bakalım:
Dîvan Edebiyatının hicranlı şiirlerinin çoğu ona aittir. Aşıktır, mecnundur ve tüm aşıklar onun mısralarını adeta ezberlemek mecburiyetini hisseder.
Laʿl-i nâbın çâşnî-senc-i itâb etmez misin
Lutf edüp kahr ile olsun bir hitâb etmez misin
(……..)
Yok mu bir lutfun Nedîm-i zârına ıyd üstüdür
Defter-i hicrânı sultânım hesâb etmez misin
Dîvan Edebiyatı düşmanlığının sebebini bir nebze anlatabildik inşá’allah.
Bu zengin edebiyat lisánımızın binaen’aleyh kimliğimizin teminatıdır. Bugünkü hal-i pür melâlimizin, kelime haznemizin pejmürdeliğine sebep ne sanıyordunuz?
Fakirselliği, okşanamamasının yanıtı, kanıtı falan mı deseydim? Ah ah… düşmen kavî tâli’ zebûn… 07.10.2021
YORUMLAR